Son bir-iki haftadır nerdeyse bütün dünya yine İsrail ve Filistin’i konuşuyor. İsrail’in Mayıs ayının başında doğu Kudüs’te yaşayan Filistinlilerin evlerini ellerinden alıp yerlerine Yahudileri yerleştirmek istemesiyle başlayan gelişmeler 10 Mayısta Gazze’ye hava saldırısıyla savaşa dönüştü.
Enver Şen / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
11 gün süren savaş Mısır’ın çabası ve ABD’nin de yeterli görmesiyle 21. Mayıs’ta koşulsuz ateşkesle sona erdi. Toplamda 250’nin üzerinde insan öldürüldü. Öldürülen 227 Filistinliden 65’i çocuk, 12 İsraillinin de 2’si çocuk. Gazze’deki yaralı sayısının 1530 civarında olduğu açıklandı. Yıkılan ve zarar gören bina sayısı 1800’ün üzerinde. Gazze’de 40.000 civarında insanın savaşta bire bir zarar gördüğü belirtiliyor.
Bu savaşın ana nedenlerinden biri de bütün dünyada olduğu gibi İsrail’de de neo-liberal popülist aşırı sağcı Netanyahu’nun 2009’dan beri iktidarda olmasıdır. Ekonomik kriz giderek derinleşti. İktidar ülkeyi yönetemez duruma geldi. Son iki yıl içinde dört genel seçim yapıldı. Ancak istikrar sağlanamadı. Netanyahu ve partisi Likud giderek sağa kaydı. 23 Mart 2021’de yapılan son seçimlerde Netayahu’nun Likud Partisi 120 sandalyelik mecliste sadece 30 milletvekili aldı. Netanyahu hükümeti kurmayı başaramadı. Rüşvet suçlamalarından dolayı hakim karşısına çıkarılma tehlikesi devam ediyor. Bu bir yandan da Türkiye’nin tam tersine İsrail’de hala devlet kurumlarının beli oranda işlediğini gösteriyor.
Filistin’in şimdiki durumunu kısaca şöyle özetleyebiliriz. Filistin halkı hem siyasal hem de coğrafi anlamda üçe bölünmüş durumda.
Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) eskisi gibi Filistin’e hakim değil. Pratikte dağılmış durumda. Batı Şeria’da uluslararası kabul gören Mahmut Abbas yönetimindeki hükümet var. Gazze bölgesinde hemen hemen bütün dünyada İslami terör örgütü olarak görülen Hamas hakim. Filistin özerk bölgesi bayrağı, hükümeti bütün kurumları ile uluslararası kabul gören bir statüye sahip.
Üçüncü grupta İsrail vatandaşı olan Filistinlilerdir. Bu konuya girmeden Netanyahu hükümetinin 2018’de çıkardığı ülkeyi daha da geriye götüren antidemokratik milliyetçi yasaya bakmamız lazım. 19 Temmuz 2018’de İsrail Meclisi Knestte 62 evet 55 hayır ve 2 çekimser oyla kabul edilerek yürürlüğe giren yeni etnisite hukuku anlayışı yasası hem İsrail’de hem de dışarıda birçok kişi ve kurum tarafından APARTHEID-AYRIMCILIK yasası olarak görülüyor. Bu yasa ile İsrail’in bir Yahudi devleti olduğu ve tek resmi dilinde İbranice olduğu vurgulanıyor. Böylece Arapça resmi dil olma özeliğini kaybediyor. Ancak Arapçanın kullanımı özel yasalarla yeniden düzenleniyor. Bu yasa ile sadece Filistinlilerin değil öbür bütün azınlık ve göçmenlerin hakları kısıtlanıyor. Ancak bütün kısıtlamalara rağmen Filistinliler kendi adlarını taşıyan siyasi parti kurabilirler. İlkokuldan üniversiteye kadar anadilde eğitim hakkına sahipler. Arapça her türlü basın ve yayın yapmak mümkün.
İsrail’de de Türkiye’de olduğu gibi düşman bir topluluk yaratıldı. Örneğin Filistinliler askerlik yapamazlar ve devletin güvenlik birimlerinde çalışamazlar. İstedikleri yerde oturma ve gayrimenkul edinmeleri oldukça zor ve kısıtlı. 2009’dan buyana iktidarda olan gerici Netanyahu ve aşırı sağcı Siyonist-faşist ortakları ülkede yukarıda örnek olarak gösterilen yasaya benzer birçok değişiklik yaptılar. Bütün bunlar İsrail demokratik kamuoyunun mücadelesini durduramadı durduramıyor. Filistinlilerle ortak hareket eden onları destekleyen hatırı sayılır bir kitle var. Bu destek sadece bir hafta önceki gibi savaş süreçlerinde değil, her zaman canlı tutuluyor. Geçen sene Mayıs ayı sonlarında Doğu Kudüs’te sokak ortasında polisçe öldürülen, Otizimli Filistinli genç Iyad El Hallak için, Tel-Aviv, Haifa ve Doğu Kudüs’te Yahudiler, Araplar -Palestinian Lıver Matter (Filistinlilerin yaşamları da değerlidir) sloganı altında gösteri yaparak suçlu polislerin derhal tutuklanmasını ve İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarından çekilmesini önerdiler. Yeni yerleşim yerlerinin açılmamasını istediler. İsrail’deki anti–Siyonist demokratik güçler, sosyalistler, komünistler birçok tehlikeyi göze alarak Filistin halkıyla dayanışma içinde oldular oluyorlar. Bu sadece bir örnekti.
İsrail demokratik güçleri bu durumdayken hem hemen her gün sokak ortasında Kürtlerin öldürüldüğü Türkiye’de durum nasıl? Siyasi partiler, sendikalar, sivil toplum kuruluşları meslek odaları neredeler? Kürdistan’da işlenen suçlara tavırları nedir? Hangi cinayeti protesto etmek “Kürtlerin yaşamları da değerlidir” demek için sokağa döküldüler? Tam tersine meclisin üçüncü büyük patisi HDP’ye mesafeli durmak, onu yok kabul etmek için birbirleri ile yarışıyorlar. 65 HDP belediyesinden sadece iki belde belediyesi geriye kaldı. 6 belediye başkanına mazbataları verilmedi. 56’sına kayyım atandı. 1 belediye başkanı da istifa etti. Sıradan birkaç tane suya sabuna dokunmayan açıklamanın dışında bir şey duyulmadı. Milletvekili dokunmazlığının kaldırılması için “evet anayasaya aykırıdır ama evet oyu vereceğiz dendi” Başur ve Rojava’nın işgal edilesi için hepsi birlikte oy kulandılar. Hükümetin arkasında dizildiler. STK’lar, sendikalar, meslek kuruluşları özellikle de barolar ve benzeri kurumların tavrı da maalesef daha demokrat değildi, yer yer siyasi partilerin gerisinde kaldılar. Hepsinin ortak gerekçesi Kürtlerin “terörle” aralarına mesafe koymamalarıdır. Saldıranlar bir halkı yok etmeye çalışanlar değil, kendilerini ve topraklarını savunanlar terörist oluyor onların gözünde. Söz konusu Kürtler olunca durum yukarıda belirttiğim gibi. Aynı durum diğer işgalci üç ülkede de var. Ancak Filistin ve Filistinliler söz konusu olunca herşey değişiyor. Tahran’dan Bağdat’a, Bağdat’tan Ankara’ya Müslümanlar, dindarlar, sendikalar, TSK’lar, barolar, öğrenci kuruluşları bir anda demokrat ve insan hakları savunucusu oluyorlar, sokaklara dökülüyorlar. Bunu son İsrail-Gazze savaşında da gördük yaşadık. Mecliste temsil edilen dört büyük parti AKP, CHP, İP ve maalesef HDP’de bu kervana katıldı. Ortak bir bildiri ile İsrail devletini kınadılar, saldırılara son verilmesini istediler. Bence HDP bu ortak açıklamada yer almamalıydı. AKP ve özelikle de MHP ile ortak metne imza atmamalıydı. İsrail’i protesto edenler sadece siyasi partiler değildi. Amed’te Filistinle dayanışma gösterisi yapan Kürtlere de herhalde Rojava ve Başur işgal edilirken neden sesiniz çıkmadı sorusunu sorma hakkına sahibiz diye düşünüyorum. Müslüman bir halkı savunduklarını illeri süren bu parti ve kurumlar Kürtleri Müslüman görmüyorlar mı? Kendi ülkelerine kendi haklarına sahip çıkamayanların dışarıda ciddiye alınmayacaklarını bu insanlara hatırlatmakta fayda vardır.
Kürdistan’ın ve Türkiye’nin birçok şehrinde sendikalardan TSK’lara kadar herkes sokaklardaydı. DİSK İstanbul’daki İsrail konsolosluğu önünde “Filistin halkı yalnız değildir” sloganı altında protesto gösterisi yaptı. Ya Başur halkı nerede? Hem de işgal saldırısını yapan senin ülkenin hükümeti iken? Bu tavırsızlığı, göz yumuşluğu ne yazık ki ilk defa yaşamıyoruz. Kürtler hiçbir zaman Filistinle, Filistin halkı ile dayanışmaya karşı olmadılar. Zaten böyle bir tavrı haklı çıkaracak hiçbir gerekçe de yok. Değişik tarihlerde onlarca belki de yüzlerce Kürt devrimcisi Filistin’de enternasyonal dayanışmasını gösterirken toprağa düştü. Buna karşın FKÖ yönetimi Kürtlere bırakın dost olmayı düşmanca tavır takındılar. Halebçe katliamı sırasında ABD’de bulunan Yaser Arafat bir gazetecinin katliamla ilgili sorusuna “Saddam onlara gül mü atacaktı“ diye cevap verir. Şimdiki Filistin devlet başkanı Mahmut Abbas “ABD Suriye’ye saldırırsa, bu Esad’ın düşmesine ve bir Kürdistan devleti kurulması gibi vahim bir sonucu ortaya çıkaracaktır “(Roşan Lezgin 05 Eylül 2013) diyordu.
Son örnek 21.05. 2021 İstanbul’daki Gezi ve Ankara’daki Kobanê davalarına bakalım.
Ankara’da HDP, DTK, KKP, BDP
İstanbul’da CHP, TİP, Sol Parti, HDP, DİSK ve daha birçok parti ve sivil toplum kuruluşu. Yukarıda adı geçen parti ve kurumların birçoğunun sadece şubeleri değil, merkezleri Ankara’da. Herhalde mahkeme salonu çok uzakta olduğu için organize olamadılar.
Ortadoğu’da IŞİD, EL KAİDE ve ismini saymadığım birçok ortaçağ gericiliğini savunan hareketler gelişirken Kürtlerin durumu nedir? Kürdistan çölde bir vaha gibi dil, din, etnik, kültür ayrımı yapmadan laik, kadına değer veren demokratik bir yaşamın temsilcisi olarak Ortadoğu’da halkların umudu haline geliyor. Kürdistan ve Kürtler bölgede aydınlanmanın merkezi olmaya devam ediyor. Yanlış anlaşılmasın Kürtlerin tarihi sadece olumluluklarla doludur, her zaman her şeyi doğru yaptık demek gibi bir gerçek dışılığı öne sürmüyorum. Neredeyse son çeyrek yüzyılın gelişmelerini göz önüne getirmeye çalışıyorum. Kürtler bu süreçte kendilerine yapılmasını istemedikleri hiçbir şeyi başkasına yapmamayı öğrendiklerini pratikleri ile gösteriyorlar. Politik mücadelesinde idam cezalarına karşı olan Celal Talabani; Saddam Hüseyin’e verilen idam cezasını onaylamayacağını 18.04.2005’te BBC’ye verdiği demeçte “ben şahsen imzalamayacağım” devlet başkanlığında üç kişinin bulunduğunu belirterek buna “üç kişi karar verecek. Ben namevcut olabilirim. Tatile gidebilirim ve diğer ikisi buna karar verir.” Aynı şeyi Tarık Aziz için de dile getirdi. 06.08. 2010 France 24 TV kanalına verdiği mülakatta “Hayır, böyle bir kararı imzalamayacağım, çünkü ben sosyalistim” diyordu. Bu iki kişi Enfal’in ve Halebçe’nin sorumluları olmalarına rağmen. Hatırlayalım Enfal sürecinde toplamda 182 bin Kürt öldürülmüştü.
Bu sadece bir bireyin bireysel tavrı değil. Kuzey Kürdistan’daki Kürt belediyelerinde Türkçe ve Kürtçe’nin yanında Arapça, Süryanice ve Ermeniceye de gereken değerin gösterilmesi. Camilere verilen değer kadar Kiliselere, Cemevlerine, Sinagoglara verilmesi de Türk hükümetlerinin kayyım nedenleri arasındadır. Sadece Kuzey Kürdistan’da değil, Rojava ve Başur’da da daha çok fazlasını görmek mümkün. Rojava’da Kuzey ve Doğu Suriye özerk yönetiminde en üstten en alttaki mahalle ve köy yönetimlerine kadar bölgede yaşayan bütün halklar kendilerini temsil ediyorlar. Konuşulan bütün diller serbest ve herkes kendi anadilinde eğitimini alıyor. Hiçbir fark yapılmaksızın herkes kendi inancında ibadet yapma hakkına sahip.
Türkiye’de kendilerini devrimci demokrat gören kimi çevrelerce aşiret ve gerici olarak görülen ve gösterilen Güney Kürdistan’da da durum farklı değil. Müslüman Sünni yapının yanında Katolok, Ortodoks, Süryani, Ermeni, Keldani, Ézidi, Ehl-i hak, Zerdüşt inançları yer bulmakta resmi olarak kabul görmekte. Kürtçe (çoğunlukla Sorani ve Kurmacı ) Arapça, Süryanice ve Ermenice resmi olarak kabul gören diller. Herkes kendi anadilini kullanma hakkına sahip.
Şüphesiz hem Rojava’da hem de Başur’da her şey gülük gülistanlık değil. Ekonomik, politik ve siyasal olarak yapılacak çok şey var. Yukarıda saydığım doğruların yanında düzeltilmesi elzem olan sayısız yanlışlar da var. Daha iyi bir Kürdistan ancak ve ancak Kürtlerin Kürdistani düşünce etrafında birbirlerine yaklaşması ile mümkün. En başta yapılması gereken bu süreçte can yakıcı olan Rojava ve Başur siyasetinin yakınlaşması hatta birleşmesidir. Bu Kürdistan ve Kürtler için çok önemli bir başlangıç olur. İşgalciler Kürdistan’a ve Kürtlere saldırırken bölgesel, siyasal, politik veya inançsal ayrıma gitmiyor.
27.05. 2021