Neo-liberal süreçlerin beslediği ve yükselişe geçen ırkçı, milliyetçi popülist siyasi hareketler ile ana akım medya ve kuruluşların, “göçmen/mülteci krizi” olarak nitelendirdiği mevzu, aslında, ana akım politika ve uygulamaların yeniden ürettiği ve muğlaklaştırmaya çalıştığı bir sistem krizi; daha fazla insanın ayrımcı ve baskıcı sınır rejimleriyle karşı karşıya bırakılmasıdır.
GÖÇ(MENLİK) AİDİYETİ
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER / Yazarların diğer makaleleri için tıklayınız
“Bilgisini arttıran,
tasasını da arttırır.”[1]
Sürdürülemez kapitalizmin “neo-liberal küreselleşme” yalanının karaya oturmasıyla ortaya çıkan göç(men) trajedisi; “küresel/ sınırsız köy olma” söylencelerini yıkıp; “homo fugitivus/ kaçan insan”ı ya da “kavimler göçü” sorunsalını “Aidiyet, Göçmen ve Toplumsal Çeşitlilik” bağlamında gündem maddesi kıldı!
Konuyla ilgili yapıtta da[2] ifade edildiği üzere “Toplumsal dönüşümün görülmedik derecede ivme kazandığı bir dönemde, göç hareketleri çok daha hızlanmakta ve farklı ülkelerden insanları çok değişik nedenlerle yeni mekânlar aramaya ve geleceklerini yeni yerleştikleri yerlerde kurmaya istekli kılmakta ya da mecbur bırakmaktadır.” (s.267)
Sınır kapılarında çocukların “Bizi öldürme, insanız” ve “Bize yardım edin” pankartları taşıdığı;[3] “umuda yolculuk”un “ölüme yolculuk”a dönüştü(rüldü)ğü tabloda “Kapitalizm, ‘piyasa ekonomisi’ artistik ismiyle ışıldıyor; emperyalizme ‘küreselleşme’ diyorlar; emperyalizmin kurbanlarına ‘gelişmekte olan ülkeler’ diyorlar ki cücelere çocuk demek gibi bir şey bu; oportünizm ‘pragmatizm’ oldu; ihanetin adı ‘realizm’; yoksullara ‘yoksun, yoksun kalmış ya da kıt kanaat geçinen insanlar’ deniyor”![4]
* * * * *
Hissettiğin yerdeki aidiyet; “ait olma durumu”, “ilişkilendirilme”, “mensubiyet”, “merbutiyet”, “taalluk”tur. İnsana bazen güven duygusu, bazen de sıkışmışlık yaşatan hissiyat, mensubiyettir (benzerlik, özdeşlik, vb’i).
Büyük sarsıntıların, savaşların nihayetinde, derin krizlerde insanların kendilerini boşlukta hissetmeleri neticesi doğan ruhsal bitkinliğe cevap veren hâldir. Yani “tutunma”, “sığınılan liman” benzeri, “kimlik”tir bazen…
“Asıl kalıcı olan şey inançlardan ziyade aidiyetlerdir, ama inançlar, aidiyet kaidesinin üstünde yeniden yapılanır,”[5] tanımındaki üzere Amin Maalouf’un…
Yani güven ile karışık bir duygudur. İçinde, güvenmek ve güvenilmek hisleri taşırken; örgütlenmelerin, gruplaşmaların, ayrışmaların özünde yattığı kavram; yalnızlıktan kaçma duygusu, yani ait olma gereksinimidir…
Birey olmayı öğrenememiş insanlar için çok daha tehlikeli bir içgüdü de olması muhtemel aidiyetin ürettiği bağlanma, bir yerde dışlanmışlıkla bağıntılıyken; aidiyetin kökeninde -nihai kertede- sahiplik vardır. Çünkü kişinin kendisini herhangi bir gruba, topluma, topluluğa, kuruma ait hissetmesi durumu olarak aidiyet; ait olunanın üstünlüğünü kabullenmek vardır. Bazen “sürü zihniyeti”nin temel gıdası da olabilen aidiyet bir süreçtir; ekledikleriniz, çıkardıklarınız, yaşandıklarınızla…
Aidiyetinizi ifade etiğiniz şey toplumsal konumunuzla (okul, şehir, futbol takımı, arkadaş çevresi, ülke, aile, din, göç vd’leriyle) ilintiliyken; birinin/ birilerinin sahip çıkması ihtiyacı ya da “modern hayat”ın gizli öznesidir.
“Toplumsal Çeşitlilik ve Yalnızlaşan Bireyin Aidiyet Sorunu”na (s.19) değinilen yapıtta göç(menlik)le ilgili “aidiyet” meselesi etraflıca irdelenirken; “Dünya görüşünün oluşturulmasında, sınıf farklılıklarının bir biçimde göz ardı edilerek, etnik ve dinsel faktörlerin öne çıkarıldığı bir dönemde, başka bir topluma yerleşme mücadelesi veren göçmenin kendine bir yer edinmesi, kendini inkâr etmeden yeni bir aidiyet oluşturması oldukça karmaşık bir süreçtir,” (s.268) gerçeğinin de altı çiziliyor.
* * * * *
“Göçmenlik durumundan kaynaklanan var olma hâlinin sadece göçmenin özgül durumuyla açıklanmayacağı, göçmenin sınıfsal pozisyonunun da dikkate alınması gerektiği” (s.272) iddiasındaki yapıtta “Göçü ve göçe ilişkin olguları içinde bulundukları toplumu anlama sürecinin bir parçası olarak görmek ve bu çerçevede anlamak ya da analiz etmeye çalışmak” (s.277) gerekliliği özenle vurgulanıyor.
Loic Gandais’ın, “Küreselleşme Sürecinde Yeni Yasadışılık Biçimleri”ne (s.69) değindiği mesele kaçınılmaz olarak “Yeni Dünya Düzen(sizliğ)i” ve “ulusal sınırlar”la bağıntılıdır.
Sınır, ilk anlamıyla iki yeri (ülkeler, kentler vb) birbirinden ayıran çizgilerdir. Yine bu tanımı gereği sınır, bir bitişi, diğer bir deyişle, bir limiti/sonu belirler. Aynı zamanda yalnızca bir bitişi değil, bir başlangıcı da belirtir.
Sınırlarla kuşatılmış bir dünyada, sınırları konuşmak, sınırların çizdiklerini takip etmek ve sınırları sorgulamak farklı düşünmenin yollarını da açabilirken; politik, ekonomik, sosyal ve kültürel teşekkülün çeperleri ve toplumsal hiyerarşilerin karşılaşma alanları olarak pek çok olgu için bir laboratuvar işlevi görmeye devam ediyor.
Özellikle on yıldır, sınırlarda hayatını kaybeden binlerce insan, kıyılara vuran ölü bedenler, kamplarda kapatılarak insanlık dışı yaşama mahkûm edilen yüz binlerce göçmen her gün gazete haberlerini doldururken, sınırlar ile göç arasındaki ilişki büyük önem kazandı.
Böylelikle konu göç hareketleri olunca; Benedict Anderson’ın deyişiyle “Hayali Cemaatler”i çevreleyen sınırları ve bu sınırların sığınmacı, mülteci, göçmen, vb. gruplara olan etkisini düşünmek bir zorunluluk hâline gelir.
Dolayısıyla güvenlikleştirme (securitisation) eksenli ulus-devlet politikalarının sinir uçları hâline gelmiş sınırlardan bahsederken göç(men)leri düşünmek kaçınılmaz oluyor.
Neo-liberal süreçlerin beslediği ve yükselişe geçen ırkçı, milliyetçi popülist siyasi hareketler ile ana akım medya ve kuruluşların, “göçmen/mülteci krizi” olarak nitelendirdiği mevzu, aslında, ana akım politika ve uygulamaların yeniden ürettiği ve muğlaklaştırmaya çalıştığı bir sistem krizi; daha fazla insanın ayrımcı ve baskıcı sınır rejimleriyle karşı karşıya bırakılmasıdır.
Arthur Schopenhauer’ın, “En ucuz gurur milli gururdur. Bu, kişinin gurur duyacağı ve başkalarıyla paylaşacağı hiçbir kişisel karakterinin olmadığını gösterir. Kendi yetenekleriyle gurur duyabilen bir kişi ulusunun hatalarını açıkça görebilir. İnsanlara sunacağı hiçbir önemli yanı olmayan kişi ise milli gurura sığınır, sadece bir ulusa ait olmanın onu iyi, yetenekli, başarılı ve diğer uluslardan üstün yaptığı duygusuyla hareket eder,” diye tariflediği ırkçılığı da bu tabloya eklemek “olmazsa olmaz”dır.
Özellikle söz konusu yapıtta Ayhan Kaya’nın, “Türkiye’de Suriyeli Diasporik Alanların Oluşumu” (s.185); Julie Alev Dilmaç’ın, “Türk Basınında Suriyeli Mültecilerin Temsili: Kültürlerarasılık Üzerine Çelişen Söylemler” (s.214) başlıklı metinleri değinilen tabloyu derinliğine çözümlüyor.
“Tablo” dedik! Hatırlatmadan geçilebilir mi?[6]
• “Avrupa hayaliyle bekleyenlerden biri 24 yaşındaki Pakistanlı Seyit Ali. İki yıl önce iki arkadaşıyla uzun ve maceralı bir yolculuk sonunda gelmişler Türkiye’ye. İstanbul’da inşaatlarda hafriyat temizleme işinde çalışmışlar. 60 lira yevmiyeyle. İnşaatlarda ve naylon barakalarda kalmışlar. Bir arkadaşları aracılığıyla fırında iş bulunca ‘Ekmek bedava’ diye sevinmişler. Çünkü onun öncesinde kazançları neredeyse karınlarını doyurmaya yetmiş. Sınırların açıldığını duyunca sırt çantalarını alıp düşmüşler yola. Pazarkule bölgesinden tarlalardan Yunanistan’a geçmeye çalışmışlar. ‘Tamam oldu’ dedikleri anda Yunanistan’ın güvenlik görevlileri çıkmış karşılarına. Önce kimliklerini, paralarını, sırt çantalarını almışlar. Kıyafetlerini çıkarmalarını istenince karşı çıkan Seyit Ali ve arkadaşlarını coplar ve tüfek dipçikleriyle darp etmişler. Seyit Ali, montunu çıkararak göğsünü gösteriyor, kocaman bir çürük. Kıyafetleri alınan üç göçmen zorla tellerin altından sınırın Türkiye tarafına itilmişler.”[7]
• “… ‘Avrupa’ya gitmek isteyen mültecileri engellemeyeceğiz’ haberleri sonrası, Zeytinburnu’da da yüzlerce mülteci otobüslere binip yollara düştü. Kimisi çalıştığı işyerinden apar topar çıktı, kimisi haftalık maaşını almayı dahi beklemedi, Kazlıçeşme’de otobüslere koştular, Avrupa’nın kapıları açıp açmayacağını ise hiçbiri bilmiyor. Özellikle Afgan mültecilerin yoğun olarak yaşadığı Zeytinburnu’da yüzlerce mülteci tek tarafı açılmış kapılardan geçme umuduyla Kazlıçeşme, 58’inci Bulvar gibi belli noktalarda otobüslere binip yola çıktı. İşyerlerinden apar topar çıkıp gelen, haftalıklarını patronlara bırakıp buralara koşan ve saatlerce otobüsleri bekleyen mülteci ve göçmenlere tüm bunları yaptıran tek bir şey var, umut!”[8]
• “Türkiye’nin her yerinden Avrupa’ya gitmek isteyen göçmenler, Edirne’ye akın etmeye devam ediyor. Soğuk ve yağmurlu havaya karşın geceyi sınırda geçiren göçmenler, tarlalarda yaktıkları ateşin önünde sabahladı. Sabah sınır kapısını tel örgüyle kapatan Yunan askerleri, sınırı geçmek için harekete geçen göçmenleri gaz bombaları atarak durdurmaya çalıştı. Sınır kapısındaki gerginlik sürerken bazı göçmenler de Meriç Nehri’nden botlarla karşı tarafa geçmeye çalışıyor. Aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu göçmenler, havanın aydınlanmasıyla sınır kapısına doğru yeniden yola çıkarken, Yunan askerleri ise otobüslerle çekerek kapattıkları alana sabah tel örgüler çekti. Tel örgüleri keserek karşı tarafa geçmeye çalışan göçmenler zaman zaman Yunan askerleriyle karşı karşıya geldi.”[9]
• “Yunanistan sınırına akın eden göçmenler, sınırın bir tarafında ayrımcılık, diğer tarafında ise şiddetle karşı karşıya kalıyor.”[10]
• “Sığınmacıların Türkiye-Yunanistan sınırındaki bekleyişi sürüyor. Coronavirüsün yanı sıra enfeksiyon hastalıkları da kapıda. Bulaşıcı hastalıkların göçmenler arasında yayılabileceği, özellikle çocuklar, yaşlılar, kronik hastalığı bulunanlar ile hamilelerin risk altında olduğuna dikkat çeken TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, ‘Sıkılan biber gazları özellikle bebek, yaşlılar ve astım hastalarını olumsuz etkilemektedir. Süreç çok dikkatli yürütülmeli, ayrıştırıcı, ötekileştirici dil kullanılmamalı, kaygı artırılmamalıdır,’ dedi.”[11]
• “25-30 yaşlarında bir çift. Annenin kucağındaki bebek 1 aylık, babanın kucağındaki iki yaşında. Gaz atıldığında ambulansta saklamışlar. Küçük bebek hasta.”[12]
• “Günlerdir gündemde olan mültecilerin, sıkışmışlığı yalnızca sınır kapılarında kalmıyor. Edirne Pazarkule Sınır kapısına giden, çocukları hasta olunca geri dönen aileler Zeytinburnu meydanında bir bankanın önünde bekliyorlar. Mülteciler günlerdir, soğuk ve yağmurlu havaya rağmen buz gibi betonun üzerinde, Avrupa’ya gidebilme umuduyla sınırların açıldığı haberini bekliyorlar. Konuştuğumuz mülteciler, yaşadığı bunca problem yetmezmiş gibi bir de dolandırılmışlar.
• Mülteciler, ‘Bizi, top gibi bir o tarafa bir bu tarafa gönderiyorlar. Türkiye şimdi mültecileri kullanarak, kendi gücünü gösteriyor, ‘gücümüz bunlar’ diyor. Bizi feda etti. Biz oyuncak mıyız? Bizim canımız önemli değil mi?’ diye soruyor.”[13]
• “Afgan zeytin gözlü 2 yaşındaki Zahra, 11 yaşındaki ablası Remziye ve etrafındaki çok sayıda çocuk gibi tüm yaşananlardan habersiz Midilli Adası’na bakıyor. Sahil kenarında oyun oynuyor. Mülteciler insan kaçakçılarının büyükler için 800 dolar, küçükler için 400 dolar istediğini anlatıyor. Korkmuyor musunuz diye sorunca ‘Çaresiziz be abla, ne yapalım’ diye yanıt veriyor. Bot temin eden mülteciler de bu zorlu yolculukta yalnız. Botlara kalabalık binmek zorunda kalan mülteciler botlarını da kendilerinin kullandığını söylüyor.
Afgan göçmen Kasım Zahoç da göç yolculuğunu şöyle anlatıyor: ‘2 yıl önce Afganistan’da savaş var, iş yok diye geldim. İstanbul’da bir fabrikada çalışıyordum. Yunanistan’a geçince devam edeceğim. Kardeşim Belçika’da oraya gideceğim. Burda hayat zor. Kimlik yok. Hastaneler kabul etmiyor.’ Botla karşıya geçmenin tehlikeli olduğunu söyleyerek korkup korkmadığını sorulduğunda ‘Çaresiziz be abla. Ne yapacağız başka’ diyor.”[14]
• “Avrupa’nın kendilerine sınır kapılarını açacağı umuduyla Edirne’yi dolduran mültecilerin bekleyişi hayal kırıklığına dönüşürken hükümetin, mültecileri Avrupa sınırlarına yönlendirme politikası beklenen sonucu vermedi. Sınırı geçmekten umudunu kesen yüzlerce göçmen, başta İstanbul olmak üzere geldikleri kentlere dönmeye başladı.”[15]
Bu kadarı yeter değil mi?
* * * * *
Yetmez! Bunun bir de Jan Spurk’un, “Göçmenlerin Karşısında: Önyargıların Gücü ve Muhtemel Gelecekler” (s.21), İbrahim Soysüren’in, “Çok Kültürlülüğün Ölümüne”ne Yabancıların Sınırdışı Edilmesi Üzerinden Bir Bakış Denemesi” (s.125) başlıklarında açığa çıkardıkları ırkçılık ayağı var…
Eduardo Galeano’nun, “Derimiz ne renk olursa olsun, hangi dili konuşursak konuşalım hepimiz aynı katmerli toprağın farklı çamurlarından değil miyiz?”[16] sorusu sonuna kadar haklı olsa da; mevcut hâl Amin Maalouf’un, “Azınlıkların ayrımcılığa ve baskıya maruz kaldıkları bir toplumda her şey çürür ve bozulur. Kavramların içi boşalır, anlamlarını yitirirler,” deyişindeki üzeredir hâlâ…
Bir örnekle noktalıyoruz: Fransa’da genellikle suç, güvenlik, göç üzerine tartışma programlarının yapıldığı, eleştirmenlerin ABD’deki Fox News kanalına benzettiği CNews kanalı, izlenme rekoru kırdı. Fransa’da 2022’de gerçekleşecek seçim öncesi ulusal kimlik, kanun ve düzen konularına odaklanan kanalın reytingindeki artış, “Aşırı sağcı aday Marine Le Pen’in öne çıkacağına ilişkin öngörüleri destekliyor,” biçiminde yorumlandı.
‘The Guardian’daki habere göre, “Fransa’nın Fox News’u” olarak nitelendirilen kanal CNews, izleyicilerinin sayısını ikiye katladı. Sağ kanattan yorumcuların sık sık yer aldığı tartışma programlarıyla popüler kanal, Fransa’da göç, kanun, düzen, terör, güvenlik konularına odaklanıyor.
Kanalın en popüler ismi, tartışma programı Face à L’Info’da çıkan Eric Zemmour, 2010’da “Uyuşturucu satıcılarının çoğu siyah ya da Arap” dediği, 2019’da da Fransa’daki Müslümanları “sömürgecilere” benzettiği için yargılanmıştı.[17]
Bu ve benzeri soru(n)lar için “Aidiyet, Göçmen ve Toplumsal Çeşitlilik”i altını çize, çize okumakta yarar var!
18 Haziran 2021 12:32:41, İstanbul.
N O T L A R
[1] Andrey Tarkovski.
[2] Aidiyet, Göçmen ve Toplumsal Çeşitlilik, Derleyen: Mustafa Poyraz, Ütopya Yay., 2021.
[3] A. Cihan Soylu, “Mülteciler; Hem Kurban, Hem Silah”, Evrensel, 12 Mart 2020, s.7.
[4] Eduardo Galeano, Tepetaklak-Tersine Dünya Okulu, çev: Bülent Kale, Sel Yay., 2018, s.47.
[5] Amin Maalouf, Çivisi Çıkmış Dünya, Yapı Kredi Yay., s.150.
[6] “Edirne’den Avrupa’ya açılmak isteyen göçmenlerin umut yolculuğu devam ederken; göçmenler arasında Almanya’daki ağabeyinin attığı konumu izleyerek Avrupa’ya ulaşmaya çalışan bir Türk vatandaşı da var.” (Kayhan Ayhan, “Mardinli Emir Konumun Peşinde”, Cumhuriyet, 4 Mart 2020, s.3.)
[7] İsmail Demiray, “Edirne’de Kesişen Dünyalar”, Birgün, 6 Mart 2020, s.4.
[8] Eylem Nazlıer, “Son Fotoğrafımızı Al, Ne Olur Ne Olmaz”, Evrensel, 29 Şubat 2020, s.12.
[9] Zehra Özdilek, “Ey Özgürlük!”, Cumhuriyet, 1 Mart 2020, s.16.
[10] “Bir Yanda Şiddet Öte Yanda Ayrımcılık”, Birgün, 4 Mart 2020, s.4.
[11] Sibel Bahçetepe, “Yaşamla Ölümün Sınırındalar”, Cumhuriyet, 18 Mart 2020, s.3.
[12] İlhan Cihaner, “Hoş Geldiniz, Güle Güle!”, Birgün, 4 Mart 2020, s.4.
[13] Eylem Nazlıer, “Mülteci Kadın: Evimizden Dışarı Çıkardılar, ‘Gidin’ Dediler”, 9 Mart 2020… https://www.evrensel.net/haber/399014/multeci-kadin-evimizden-disari-cikardilar-gidin-dediler
[14] Hazal Ocak, “İnsan Tacirleri, Ayvacık’tan Midilli’ye Geçişi ‘Ege Tarifesi’ Olarak Sunuyor!”, Cumhuriyet, 1 Mart 2020, s.16.
[15] Mustafa K Erdemol, “Arada Sıkıştılar”, Cumhuriyet, 2 Mart 2020, s.4.
[16] Eduardo Galeano, Biz Hayır Diyoruz, çev: Bülent Kale, Metis Yay., 2008, s.48.
[17] “Fransa’da Aşırı Sağa Platform Sağlayan Televizyon Kanalı Reyting Rekorları Kırıyor”, 28 Mayıs 2021… https://www.avrupademokrat.com/fransada-asiri-saga-platform-saglayan-televizyon-kanali-reyting-rekorlari-kiriyor/