“İnsan, onurlu bir kelimedir.”[1]
Mektup, 1 Nisan 2025 tarihli. Marmara (nam-ı diğer Silivri) Kapalı Hapishanesi’ndeki kadın tutsaklardan birinden geliyor. Ölüm orucunda yitirdiğimiz Grup Yorum üyesi Helin’le dayanışma ziyaretinde tanıştığımız bir devrimci. Tanışı olduğumuz birçok avukat, müzisyen, Cemevi mensubu, TAYAD üyesi kadının selamlarıyla birlikte çıkageldi. Tabii bu kez, -içeriği nedeniyle olacak- bir hayli gecikmeyle… Bazı satırlarını paylaşmak istiyoruz:
“Sibel abla, abi, sizi bayram içinde ziyaret etmemin asıl olarak sürdürmekte olduğum açlık grevinin nedenini sizinle paylaşmak için ziyaretinize geldim.
Silivri (Marmara) Kapalı Hapishanesi’nin son dönemde pek ünlü siz de izliyorsunuzdur. (…) Ama size yazmak istediğim bu hapishane değil. Burada sorun yok mu, yazsam buradan evinize yol olur. Fakat süresiz açlık grevi yapmamın nedeni kuyu tipleri. Mutlaka TAYAD’lı ailelerimizin sesi, paylaşımı sizlere kadar ulaşmıştır, diye düşünüyorum. İşte bakanlığın yaptığı bu yeni Yüksek Güvenlikli “kuyu”lardan biri olan Sincan 2 no.lu Yüksek Güvenlikli’de oğlum bulunmaktadır. Bu hapishanede 3 baba ile iki hücrede kalmaktalar. Bu hapishanelerde sadece dördü yok, elbet. (…)
Dışarıdaki insanlarımız bu hapishanelerin insan haklarına ve sağlığına ne kadar aykırı, hukuksuz olduğunu kafalarında canlandıramıyor, ya da hissedemiyor diye düşünüyorum. Evinizin en küçük odasına gidin. Oda küçük, tek pencereli mi? Pencerenizin önünde demir parmaklık dışında serçe parmağınızın dahi geçemeyeceği deliklerden sacın olduğunu düşünün. Evler özel bir sıcak bölgede değilse kuzeye yapılmaz ama bu hücreler kuzeye yapılmış. Yani güneş hiç uğramıyor. Bu pencere parmaklık + saç ızgaradan oluşunca hava ne kadar girebilir ya da gün ışığı. Böyle bir ortamda geçen tüm gününüz, aylarınız, yıllarınız, bazılarının bir ömrü, 5 adımlık hücrenin içinde bir de mutfak tezgâhı ve tuvalet-banyo var. Tabii bir de yatak, dolap. Geri kalan kaç adımdır size bırakıyorum. Silivri hücrelerinin önünde havalandırmalar vardır. Küçük ama var. Fakat odanızdan devam edersek, balkonunuz yok, yürüyeceğiniz yer kalan sadece. Buralarda havalandırma yok yani. Başka bir alana götürülen tutuklular havalandırma yerde üstleri kilitleniyor. 1 saat 50 dakika kalma hakları var. Ve af edersiniz, tuvaleti gelse, su içmek istese, hücresine gitse geri dönemiyor.
1 saat 50 dakikanın dışındaki tüm saatler size anlattığım “yaşayacakları” hücrelerde geçmek zorunda. Sizce bu yerlere kuyu demek bile yetersiz kalmıyor mu? Ben beton mezarlar diyorum. İnsanların diri diri gömüldüğü ve yavaş yavaş hayatlarının eridiği yerler. Peki, oğlum da dâhil tutsaklar ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü mü? İstisna dışında hiçbiri değil (…)
Ve çocuklarımız, arkadaşlarımız hukuksuzca, adaletsizce bu hapishanelerde tutularak, ömürleri çürütülmektedir…”
* * *
Mektubun en can alıcı (ve can acıtıcı) kısımları bunlar…
Bir an (yaşı elverenler) 2000 yılının sonlarına dönün. Adalet Bakanlığı, siyasi tutsakların bundan böyle cezaevlerini “örgüt üssü” olarak kullanamayacağı, üstelik de yeni (F tipi) cezaevlerinin çok daha “insani” olduğu yolunda bir dizi propaganda eşliğinde cezaevleri sisteminde F Tipi’ne geçileceğini açıklamış, “5 yıldızlı otel”e benzettiği, “Avrupa/ ABD standartlarına uygun” F tipi hücreleri iftiharla medyanın ilgisine sunmuştu.
Açıklamanın hemen ardından, siyasi tutsakların ağırlıklı olarak açlık grevi, ardından da ölüm orucu biçimini alan direnişi başlamıştı.[2] Devrimciler, yapılmak isteneni anında görmüşlerdi çünkü. Amaç, tutsakları tecrit etmek, aralarındaki iletişimi asgariye indirmek ve yalnızlaştırılmış bireyler üzerindeki gözetim ve denetimi yoğunlaştırmaktı. Cezaevlerinde başlayan eylemler kısa sürede topluma sirayet etti; destek gösterileri, sokak protestoları yoğunlaşırken, barolar, aydınlar, yazarlar devreye girdi. Hükümet, yükselen kamuoyu tepkilerinin kontrolden çıkma riskine karşı, 19 Aralık’ta Goebbels’e rahmet okutur acınası bir ironiyle “Hayata Dönüş”(?!) adını verdiği operasyonun düğmesine basıp gerçek bir katliam eşliğinde F Tipi sistemine geçti.
Ama F Tipi yetmemiş anlaşılan… Devrimci tutsaklar hem yaratıcı, hem de dirençlidir. Uygulamanın çatlaklarını kısa sürede kavramış, birbirine seslenme, haberleşme topları, mektup, resim, şiir, beste, araştırma olarak tomurcuklanmayı, bir başka deyişle insan kalmakta direnmeyi başarmışlardı. Özetle, F Tipleri’yle yapılmak istenen, ters tepmiş, iktidar(lar) bir türlü özledikleri sindirilmiş, ezik, pişman, teslim/ ıslah olmuş, itirafçılığa yatkın insan müsveddelerini yaratamamıştı. Bunun kanıtı, yasal süresini doldurmuş tutsakların “ıslah olduğuna dair bir emare yok, pişmanlık belirtisi yok” diye tahliyesini ertelediği yüzlerce tutsak…
Bu nedenledir ki, 2022’den bu yana, iktidarın gündeminde “Yüksek Güvenlikli, S Tipi, Y Tipi” diye adlandırdığı cezaevleri var. Bu kez sessiz sedasız, kamuoyuna duyurulmadan, ancak açıldıktan ve tutsaklar sevk edildikten sonra hangi tip olduğu açıklanan… Sol kamuoyunda dahi pek az gündeme ge(tiri)lebilen… ÇHD, İHD, TTB, ÖHD gibi insan hakları kuruluşlarının, TAYAD gibi tutsak aileleri örgütlerinin, sol partilerin ve sol medyanın zaman zaman dikkat çekmeye çabaladığı, ama -belki gündem yoğunluğu, belki bezginlik nedeniyle- sol içinde dahi hemen hiç mücadele başlığı hâline getirilmeyen… Ateşin sadece düştüğü yeri yaktığı…
Oysa sinsi bir suskunlukla 2022’den bu yana çok sayıda S, Y ve Yüksek Güvenlikli tipte hapishane inşa edildi. DEM Parti raporuna göre:
“Bugün Manavgat, Antalya, Bodrum, Iğdır, Kırşehir, Kavak ve Çarşamba S tipi hapishaneleri olmak üzere toplam 7 adet S tipi hapishane bulunuyor. Adana Suluca, Aksaray 1-2-3 nolu, Antalya, Burdur 1-2 nolu, Erzurum Aziziye 1-2, Kırşehir, Konya Ereğli 1-2 nolu, Tekirdağ Karatepe 1-2 nolu olmak üzere toplam 14 adet de Y tipi hapishane bulunuyor. Adalet Bakanlığı kaynaklarına göre bu hapishanelerde ‘ağırlaştırılmış müebbet cezası alan hükümlüler, terör suçundan tutuklu ve hükümlüler’ ile 5275 sayılı İnfaz Kanunu’nun 9. maddesinin 3. fıkrası kapsamında belirlenen mahpusların kalması hedefleniyor. Bu raporun konusu olmamasına rağmen Yüksek Güvenlikli Hapishane sayısının 22 adet olduğunu ve bunların da S ve Y tipi hapishaneler gibi mahpuslar bakımından çok ciddi ihlâllere sebep olduğunu belirtmek isteriz.”[3]
Hükümet yetkilileri, bakanlık görevlileri, mimarlar, müteahhitler kafa kafaya verip düşünmüşler sanki: “Devrimci tutsakları nasıl teslim alır, kişiliksizleştirir, giderek sessizce ölüme mahkûm ederiz?” diye. Sonra hep birlikte o loş, kuytu, güneşsiz, havasız, rutubetli, soğuk cendereleri tasarlamışlar. İçinde yıllarınızı, belki de ömrünüzü geçireceğiniz, yalnızca iki üç adımlık harekete izin veren, ufacık penceresi önce demir parmaklıklar, ardından da ipince delikli bir ızgarayla kapalı, yaz kış buz gibi tek kişilik hücreler. Günde iki saatliğine götürüldüğünüz, on beş metre yükseklikte duvarla çevrili, yine gökyüzünden, güneşten, yıldızlardan mahrum, apartman boşluğu benzeri bir “havalandırma”… Ama yine de günün en değerli iki saati; hakkınızı kaybetmemek için idrarınızı tutmak zorundasınız. Hücrenize döndünüz mü o günkü “havalandırma” hakkınız yanıyor çünkü. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, hücrenizdeki kameralarla 7/24 izleniyor, kaydediliyorsunuz.
Bırakın diğer mahkûmları, gardiyanlarla bile iletişiminiz yok. Bas-konuş sistemiyle ulaşabiliyorsunuz sadece onlara. Kapılar elektronik sistemle açılıp kapanıyor; bunun dışında kapıyı açma şansınız yok. “Kapıyı açan butonun çalışmaması durumunda tutsaklar tarafından aktarıldığına göre kapının fiziken açılma imkânı bulunmamaktadır. Acil durumlarda kapının elektronik aksamında yaşanabilecek bir sorun tutsakların hücrede kilitli kalmasına yol açacaktır. Görüşme yapılan Antalya YGCİK’te bulunan tutsaklar tarafından aktarıldığına göre; kapı arızalandığında kapının açılması yarım saat sürmüştür. Hücrede bulunan tutsağın kalp krizi geçirmesi gibi hızlı müdahale gerektiren bir durumda yaşanabilecek kapı arızası ölümcül sonuçlara yol açabilecektir,” uyarısı yapılıyor haklı olarak ÇHD Hapishane Komisyonu raporunda.[4]
Devlet’e (Adalet Bakanlığı) sorarsanız, bu cezaevleri, “ağırlaştırılmış müebbet cezası alanlar, terör mahkûmları ve ‘5275 sayılı yasanın 9/3 maddesi uyarınca tehlikeli mahkûm statüsünde olan mahkûmlar’” için yapılmış. “Mahkûmlar genellikle tek kişilik odalarda kalmayı istemeseler de, güvenlik açısında yukarıda belirtilen mahkûmların tek kişilik odalarda barındırılması kaçınılmaz bir gerçek. Bu uygulama dünyanın her yerinde benzerlik gösteriyor,” deniliyor.[5]
5275 sayılı yasa, “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun” olarak geçiyor. Yasanın 9. maddesi, “iç ve dış güvenlik görevlilerine sahip, firara karşı teknik, mekanik, elektronik ve fizikî engellerle donatılmış, oda ve koridor kapıları sürekli kapalı tutulan, ancak mevzuatın belirttiği hâllerde aynı oda dışındaki hükümlüler arasında ve dış çevre ile temasların geçerli olduğu sıkı güvenlik rejimine tâbi hükümlülerin bir veya üç kişilik odalarda barındırıldıkları tesisler” olarak tanımlanan “Yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları”nda kimlerin cezalarının infaz edileceğini belirliyor. Buna göre, ağırlaştırılmış müebbetlikler, insanlığa karşı suçlar, kasten öldürme, uyuşturucu imal ve ticareti, devlet güvenliğine ve anayasal düzene karşı suçlardan mahkûm olanların cezaları “yüksek güvenlikli”lerde infaz ediliyor. Yasa yukarıda andığımız suçların her birinin Ceza yasasının hangi maddelerine denk düştüğünü tek tek sıralıyor. Ama bir de 3. fırka var ki, akıllara seza: “Eylem ve tutumları nedeniyle tehlikeli hâlde bulunan ve özel gözetim ve denetim altında bulundurulmaları gerekli olduğu saptananlar ile bulundukları kurumlarda düzen ve disiplini bozanlar veya iyileştirme tedbir, araç ve usûllerine ısrarla karşı koyanlar bu kurumlara gönderilirler,” diyor 9/3.
Bu “suç”un TCK’nın hangi maddesini ihlâl ettiği ise belirtilmemiş! Yani diyelim ki bulunduğunuz hapishanenin idaresini rahatsız edecek şekilde slogan attınız, bir nedenle kapıları yumrukladınız, ya da ne bilelim, görüşe giderken karşılaştığınız bir arkadaşınızla selamlaştınız… “Bulunduğunuz kurumun düzen ve disiplinini boz”maktan kendinizi bir S, Y ya da Yüksek güvenlikli tipinde bulabilirsiniz. Bir başka deyişle, bu tip cezaevlerinin koşullarının, “ceza içinde ceza” niteliğinde olduğu göz önünde bulundurulduğunda, “kanunsuz ceza olmaz” ilkesi ihlâl edilerek cezalandırılabilirsiniz.
Hiç kuşku yok ki, kişi hangi suçu işlemiş olursa olsun, yukarıda betimlediğimiz koşullarda çürümeye terk edilemez. Özgürlüğünden mahrum bırakılmak, bir cezadır; ama bir insanı üç adımlık, havasız, ışıksız, rutubetli bir hücrede yıllar boyu tek başına kalmaya mahkûm etmek, ceza değil işkence kapsamına girer… Ya da yavaş bir ölüme terk etme kastına denk düşer. 9/3’ün içerdiği muğlaklık ve keyfilik ise, hapishane yönetiminin “kanaati”, hatta belki de “garezi” sonucu yıllar boyu bu işkenceye mahkûm olmanız, çürümeye terk edilmeniz anlamına gelir…
Tutsaklar, “kuyu tipi hapishaneleri”ne karşı seslerini duyurabilmek için aylardır açlık grevindeler. Yeni Yaşam gazetesinde yer alan habere göre:
“R, Y, S ve Yüksek Güvenlikli cezaevlerinin kapatılması, sevk uygulamasının son bulması, ağır hasta tutsakların serbest bırakılması ve sevk taleplerinin kabul edilmesi talebiyle 9 tutsak açlık grevi eyleminde. Antalya Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde Sercan Ahmet Arslan 183, Mulla Zincir 159, Serkan Onur Yılmaz 162 ve Ayberk Demirdöğen 42 gündür açlık grevinde. Sincan Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde Baki Can Işık 123, Mithat Öztürk 67, Hasan Ali Akgül ve Ali Aracı 62 gündür eylemlerini sürdürüyor. Tekirdağ’daki Çorlu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde kalan Fikret Akar’ın başlattığı açlık grevi eylemi 22’nci gününde sürüyor. Öte yandan, tutsak Baki Can Işık’ın annesi Yurdagül Güneş, oğlunun taleplerine destek olmak amacıyla başlattığı açlık grevi eylemi 110’uncu gününe girdi.”[6]
Bu grevcilerden çoğu, dönüşü olmayan noktaya doğru hızla ilerlerken, devleti “Asmayalım da besleyelim mi?” mantığının devamı olan bu “yüksek güvenlikli intikam projesi”nden derhâl vazgeçmeye çağırmak, yolu her an cezaevlerine düşebilecek her muhalifin acil görevidir.
17 Mayıs 2025 13:21:09, Muğla-İstanbul.
N O T L A R
[1] Maksim Gorki
[2] “Direngen eylem biçimi olarak açlık grev(ler)i, başka çare ve aracı kalmamış insan(lar)ın, otoritenin dayatmasına karşı gövdesini siper eden protestosudur.
Tüm itiraz ve hak arayışı yollarının iktidar tarafından tıkanmış olmasıyla açıklanabilen açlık grevi, boyun eğmeyen bir itiraz çığlığı hâliyle ‘olağan’ın yargılarını altüst edip, toplumsal vicdanı harekete geçirmeye yöneliktir.
Çok şeyi bildiğini varsayıp ahkâm kesenler yok sayarlar bir eylem biçimi olarak açlık grev(ler)ini; oysa beden(ler)ini açlığa yatıranların irade savaşı veya insan(lık)a ‘Düşmanlarımızın sözlerini değil, dostlarımızın sessizliğini hatırlayacağız,’ dedirten bir hâldir o.” (Temel Demirer, “Açlık Grev(ler)i Muktedirin Gücüne Yanıttır”, Kaldıraç Dergisi, No:284, Mart 2025.)
[3] “S ve Y Tipi Hapishaneler Raporu”, 10 Temmuz 2024, https://www.demparti.org.tr/Images/UserFiles/Documents/Editor/2024/s-y-tipi-hapishane-raporu-2024.pdf
[4] “ÇHD’den Y ve S Tipi Cezaevi Raporu: Tutuklular ‘Hitler’in Fırını’ Diyor” Artı Gerçek, 25 Ağustos 2023, https://artigercek.com/guncel/chdden-y-ve-s-tipi-cezaevi-raporu-tutuklular-hitlerin-firini-diyor-262956h
[5] “S Tipi Cezaevlerinin Genel Özellikleri Neler”, 05.07.2021, https://www.adalet.tv/haber/s-tipi-cezaevlerinin-genel-ozellikleri-neler-2652.html
[6] “Tutsaklar ‘Kuyu Tipi’ Cezaevlerine Karşı Açlık Grevinde”, Yeni Yaşam, 22 Nisan 2025, https://yeniyasamgazetesi9.com/tutsaklar-kuyu-tipi-cezaevlerine-karsi-aclik-grevinde/