Bülent Tekin / Sosyalist Mezopotamya, Sayı:11, Aralık 2021
Yukarı-Aşağı Mezopotamya, bu kadim topraklar ilklerin yaşandığı yerlerdir. Kan, gözyaşı, sevgi, aşk, eğitim, icat, adalet, özgürlük ve daha birçok ilkin yaşandığı toprakları tanımak bugünlerin acıklı haline bir kıskançlık verebilir. İyilik ve kötülük, çirkinlik ve güzellik yine bir göz kırpabilir belki bugünlere. Basının, çıkarın geldiği noktaya bakarak göz yummanın, torpil ve liyakatsizliğin yaşandığı, emek hırsızlığının bol görüldüğü bugünlere ne kadar bir gönderme yapar bilmem ama yine de bu konularda yazmak çok hoşuma gidiyor.
5000 yıl öncesinden bahsediyorum. Uygarlığın yaşandığı bu kadim topraklarda yaşanan ilkler bugünler için, özellikle özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren insanlar için oldukça önemli ve ilginçtir. MÖ 2000’lerde yaşamış adı bilinmeyen bir öğretmenden kalan Sümer yazıtlarındaki sözcükler bunca yıl içinde çok şeyin pek değişmediğini gösterir. Yazıtlardaki sözcükler binlerce yıldan beri insan doğasının ne kadar az değiştiğini ortaya koyar. Sosyalizmin ilk uygulandığı topraklara (Sovyetler Birliği’ne) bugünden bakıldığında artakalan iyi bir şeye pek rastlamadığımız, öncesinden kalan insan yapısının sosyalizm döneminde çok fazla değişmediği gerçeği gibi.
Neyse öykümüze devam edelim. Bahsettiğim yazıtlarda yazılanlara göre Sümerli bir öğrenci “öğretmenden dayak yerim” diye okula geç kalmaktan çok korkar. Kalkar kalkmaz öğle yemeğini çabucak hazırlaması için annesini sıkıştırır. (Kapitalist Modernite’nin ürünü olan özel okullarda verilen öğle yemekleri o dönemde olmadığı için, öğrenci öğle yemeğini beraberinde götürüyor olmalı.) Okulda yaramazlık ederse, öğretmeninden ve yardımcısından sopa yer. Tabletlerde yazılanlara göre bundan oldukça eminiz. Öğretmene gelince, öyle anlaşılıyor ki ücreti (maaşı) bugün bir öğretmenin aldığı kadar düşüktü ama ailelerden gelenleri kazancına eklediğinde mutlu oluyordu. (Bugün de sömürü haline gelmiş olan özel dershaneler adaletsiz bir eğitim sistemini işaret eder; özel ders vermek de bazı öğretmenler için bir ek kazanç sağlar.)
Yazıt, yazıtı yazan yazarın bir sorusuyla başlar: “Öğrenci, ilk çocukluğundan beri nereye gittin?” Öğrenci yanıtlar: “Okula gittim.” Yazar tekrar sorar: “Okulda ne yaptın?” Öğrencinin bu kez yanıtı epeyce uzundur ama biz özetleyelim: “Tabletlerimi ezbere okudum, öğle yemeğimi yedim, yeni tabletimi hazırladım, yazdım, bitirdim. Sonra ezberimi verdiler, öğleden sonra da yazı ödevimi verdiler. Okul bitince, eve gittim, içeri girdim, babamı oturur buldum. Babama yazı ödevimi anlattım, sonra da tabletimi ezbere okudum, babamın çok hoşuna gitti… Sabah erkenden uyandığımda, anneme dönüp dedim ki: ‘Bana öğle yemeğimi ver, okula gitmek istiyorum.’ Annem bana iki sandviç verdi ve okula gittim. Okulda sorumlu öğretmen bana, ‘Niye geç kaldın’ dedi. Korkmuş bir halde, yüreğim çarparak öğretmenimin yanına gittim ve önünde eğilip saygıyla selamladım.” (4000 yıl önce okulda gözetmen öğretmen var. Baba çocuğunun dersiyle ilgileniyor. Anne onun öğle yemeğini hazırlıyor. Bugün devlet okullarına gidenler acaba daha mı şanslı?)
Öğrenci istediği kadar eğilsin ya da eğilmesin o günü kötü geçirir. Konuşmak, ayağa kalkmak ve kapıdan çıkmak gibi düşüncesizlikler ettiği için çeşitli öğretmenlerden sopa yer. İşin kötü tarafı da öğretmeni ona, “Yazın iyi değil,” der ve dayak atar. Bu kadarı çocuğa çok fazla gelir ve babasına öğretmeni eve davet edip, biraz armağanla yumuşatmanın iyi bir fikir olduğunu söyler. Kuşkusuz bu, insanlık tarihinin ilk “yağcılık” örneğidir. Öykümüze devam edelim: Baba, çocuğun söylediklerini dikkate aldı. Öğretmen okuldan getirildi ve eve girer girmez başköşeye oturtuldu. Öğrenci ona eşlik etti, hizmette bulundu ve tablet yazma sanatı hakkında öğrendiği her şeyi babasına bir bir saydı.
O zaman babası öğretmene şarap ikram eder, ziyafet çeker. Onu yeni giysilerle donattı, bir armağan sundu, parmağına bir yüzük taktı. Bu cömertlik karşısında yüreğinin yağı eriyen öğretmenin şiirsel sözleri şöyle olur: “Delikanlı, sözlerimi tuttuğun, kulak ardı etmediğin için, yazmalık sanatının zirvesine erişesin, hakkıyla bu sanatın üstesinden gelesin… Kardeşlerinin önderi sen olasın, arkadaşlarının başı sen olasın, öğrencilerin en yükseği sırasına erişesin… Okul etkinliklerini çok iyi yerine getirdin, bir bilgi adamı oldun.”
Kesin olan, Sümer okullarının hiçbir açıdan ilerlemeci bir eğitim vermedikleridir. Disiplin konusunda değneklerinin hiç acıması yoktu. Öğretmenler, öğrencileri iyi çalışmaları yönünde teşvik eder ve yüreklendirirken en çok da sopaya güvenir. Bundan dolayı da öğrencinin işi zor olmalıydı. Bugün devlet okullarının yerine güven veren özel okulların değnekle işi pek olmasa da onların en güvendikleri nokta kasalarına girecek para olmuştur.