Şimdi bu “cinnet kesit”inde her şeyin üzerine kalın bir sis ve karanlık çökmüş durumda. Buradan çıkışın yolu devrim ve sosyalizmi (asıl içeriğine kavuşturarak) yeniden var edebilmekten geçiyor. Bunun için dünden daha fazla, tüm koşulların bizden yana olduğu bilinciyle ya devrim ve sosyalizmi yeniden anlaşılır kılıp var edeceğiz. Ya da demeye dilim varmıyor; barbarlık insanlığı yok oluşa götürecek! Başka bir yol yok!
BARBARLIK HEPİMİZİ YOKOLUŞA GÖTÜRECEK!* / TUNCAY ATMACA
“Biz yeni bir hayat acemileriyiz
Bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyor
Şiirimiz, aşkımız yeniden
Son kötü günleri yaşıyoruz belki
İlk güzel günleri de yaşarız belki
Kekre bir şey var bu havada
Acıyla sevinç arasında
Öfkeyle bağış arasında”
(Cemal Süreya)
Yazmak… aynı zamanda üretmekse, üretmek paylaşmak… paylaşarak çoğalmaksa… o halde yazmalıyız. Paylaşmak… üretmek ve çoğalmak için.
Kabul gördüğü üzere yazmak zor bir iştir. Hele yazılanlar bir yanıyla ”biz”e aitse bu zorluk bir kat daha artmaktadır.
Zor olan yalnızca yazmak değil. Kuşku götürmez ki, başka şeylerde var. Mesela sevdalanmak ve bu sevdayla umut taşımak yüreklerimizde.
Zor ve karmaşık bir süreçten geçiyoruz. Bu süreçte ezenler tahakkümlerini her geçen gün değişen tarzda yürütüyorlar/yürütmeye çalışıyorlar. Hal böyle olunca, buna karşı ezilenlerde mücadele tarz ve yöntemlerini gözden geçirmek, sürece uygun tarz ve yöntemleri yaratmak zorundalar.
Evet, tarih gitmesi gereken yere doğru gidiyor. Yani tüm yaşanan onca olumsuzluğa rağmen, tarih bizden yana, yani komünistlerden yana tam yol ilerliyor. Bu, yaşanan onca şeye rağmen bilimsel bir gerçek. Tıpkı G. Canguilhem’in “bilimsel olmayan bir bilgi bilgi değildir” belirlemesinde ifadesini bulduğu gibi. Gerçek anlamda bir teorik önermedir. Sosyalist ülkelerdeki çözülme, Marksizm’in uzun süredir yaşadığı teorik ve politik kriz, günümüzde Marksistlerin dünya çapında yaşadığı etkisizliğe rağmen bu gerçek örtbas edilemez. Tarih gitmesi gereken yere, komünizme doğru ilerliyor.
Eğer kabul gördüğü gibi tarih sınıflar mücadelesinin sonucuysa, bugün sınıflar mücadelesi dünkünden daha keskin bir şekilde ilerlemeye devam ediyor. Görebilmesini becerebilenler için. Sorun Marksistlerin değişen koşullar karşısında kendilerini yenileyip-yenilememeleri sorunu. Marksistler kendilerini yenileme konusunda güdük kaldıklarından süreçte açıklayamadıkları şeyler artmıştır. Çünkü, 21. yüzyılın temel sorunları olan konular üzerinde dünya çapında henüz hiçbir ciddi tartışma yapılmamıştır. Durum buyken Marksistler eski söylem ve yapılanmalarla yaşamı değiştirip/dönüştüremeyeceklerini kavrayıp, kendilerini değişen koşullar karşısında yeniden konumlandırmalılardır. Kürdistanlı Komünistler uzunca süredir bunu yapmaya çalışıyorlar. Yani değişen koşullar karşısında onca şeyi tartışıp yeni bir sentezle, ama “tarihten ders çıkararak “kendilerini adım adım yeniden konumlandırmaya çalışıyorlar. Bütün zorluklarına rağmen.
Bu tartışmalar, var olan örgüt yapılanmalarından tutun da teorik ve politik birçok konuda yapılmak zorundadır. Oysa bugün bırakın yaşamı değiştirip/dönüştürmeyi, kendilerini bile değiştirip/dönüştürmeyi başaramayanların bu süreci kavraması mümkün gözükmemektedir. Hele üzerinde yaşadığımız bu coğrafyada, kendine büyük payeler biçenlerin “şef” veya “lider” mantığıyla hareket ettiklerini düşünecek olursak, durum daha da karmaşıklaşıyor. Karmaşıklaşmanın ötesinde bu mantıkla bu süreci açıklamanın mümkün olmadığını görmüyorlar. Durum böyle olunca da değişen koşullarda kendilerini yeniden üretmekte zorlanıyorlar. Ya da diyebiliriz ki bu bakış acısında olanların sürece ilişkin bir alternatifleri yok. Olmadığı için de akıntıya kapılıp gidiyorlar.
Açlığın, yoksulluğun, yabancılaşmanın velhasıl onca şeyin at başı gittiği, tam bir kuşatılmışlığın yaşandığı bu “cinnet kesiti”nde insanlık ertelenemez bir seçimle karşı karşıyadır. Bu “Ya sosyalizm ya barbarlık” diyebileceğimiz bir seçimdir. Bu seçimde, ya bizi insan yapan değerlerimize sıkı sıkı sarılıp, benliğimizi, bilincimizi imdada çağırarak; her şeyi yeniden yaratma cüretiyle ve umutla isyan edip, tüm yok saymalara rağmen sosyalizm diye haykıracağız. Ya da yaşanan barbarlıkla insan soyunun yok oluşuna tanıklık edeceğiz. Çünkü bu gidişatta üçüncü bir yol yok.
Kabul etmek gerekir ki; içerisinden geçmekte olduğumuz bu “cinnet kesit”inde, insan olmak ve insan kalmak zor ve külfetli bir iş. Yine de bunun bilinciyle her şeye “hayır” diyerek başlamalıyız. Bize dayatılan “küreselleşme” söylemlerine, “tüketim kültürü”ne, “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” yaklaşımına, sahte “demokrasi ve barış” söylemlerine kısaca ezenlerin ya da mevcut sistemin öngördüklerine, halihazır her şeye başkaldırmak cüretiyle başlamalıyız. Çünkü başkaldırmak direnmektir. Ya da başkaldırma “bir oluşturma ve ateşi çalan Prometheus’un yaratıcılık edimidir” yani “tüketiyorum öyleyse varım” diye haykırıp göbek atanların bize dayatmaya çalıştıklarının aksine; “yeni bir dil, yeni bir biçim ve eşitlikçi özgürlük ütopyalarıyla…” sosyalizm söylemiyle durmaktır ezenlerin, mevcut sistemin karşısında.
İnançsızlığın, ilkesizliğin, köşe dönmeciliğin, velhasıl onca şeyin moda olduğu ya da insanlığa dayatıldığı günümüzde içimizdeki ateşi koruyarak haykırmalıyız; devrim ve sosyalizm diye.
Günümüzde devrim ve sosyalizm dememek için uydurulan türlü bahanelerin aksine, dünkünden daha fazla devrim ve sosyalizm demeliyiz. Ya da devrim ve sosyalizmi belirsizliğe erteleyenlerin, ne olduğu belirsiz “demokrasi” vb. söylemleri ayyuka çıkaranların aksine “Hemen şimdi devrim ve sosyalizm” demeliyiz.
Evet, üzerinde yaşadığımız bu coğrafya da ölümü en çok ezenler ya da mevcut sistem/devlet yüceltiyor. Yüceltmek bir yana adeta ölümü meşrulaştırıyor savaş çığırtkanlığıyla. Mehmetçik medya da adeta savaş çığırtkanlığında yarışıyor. Oysa hiç kimse ölmemeli. Ama bu coğrafya da hayat; genç, duyarlı, özgür kafalı ve kırılgan insanların acı çekmesi ve ölümleri pahasına yürüyor. Hayat böyle yürüdüğü için her şey tüketiliyor.
Her gün öyle çok şey yaşıyoruz ki bu coğrafyada. Yaşadıklarımız karşısında öfke ve kin duyuyoruz her şeye. Oysa öyle bir şeydir ki kin… Her şeyi, yaşanmış ve yaşanan bütün sevgileri, gerçek adına ne varsa her şeyi çamurunda gizler. Gün gelir, artık hiçbir şey anlaşılmaz olur. Kin her şeyi bitirmiştir. Karşılıklı bir birini kırmalar, yok saymalar başlamıştır artık. Her şey unutulmuştur. Yaşanan onca güzellikler yok sayılmaya başlanmıştır. Güzel olan her şeyin yerini kin ve öfke almıştır. Her şey ertelenmeye başlanmıştır. Umutlar, sevinçler, acılar… Oysa aşkta yarın yoktur . Zaman ileri doğru değil, içeri yüreklere, derinlere doğru işler.
Bu “cinnet kesit”inde yaşam daha yoğun bir biçimde yaşanıyor. İnsan hayatının hiçe sayıldığı, insanların 19.yy.ı aratmayacak şekilde “köle” gibi çalıştırıldığı, her gün basın bültenlerini işçi ölümlerinin süslediği, onlarca yıldır Kürt halkına karşı topyekun bir savaşın sürdürüldüğü, geçtiğimiz aylarda “bayrak krizi” diyebileceğimiz bir kalkışmayla şovenizmin ayyuka çıkarıldığı, işçilerin ekonomik–demokratik örgütü sendikalar başta olmak üzere Türkiye devrimci, sosyalist hareketinin buna sessiz kaldığı hatta bir çoğunun kendi evlerine bile bayrak astığı, şimdi ise asıl hedefi Güney Kürt Federe Devleti olan sınır ötesi bir operasyonun başlatıldığı… Ve buna işçi örgütü olduğunu iddia eden sendikaların sessiz kaldığı… Yani duraksamaları, küçük hesapları bağışlamayan bir tempoda.
Süreçte dünkünden daha fazla bir şekilde, birçok pislik su yüzüne çıktı/çıkıyor. Yalan üzerine kurulu ne varsa; büyüklükler, sahte değerler bir bir yıkılıyor. İnançlar yeniden sorgulanıyor. Geleceği yansıtmayan inanışlar bu süreçte daha çok sarsılıyor. Tek tek insanlar; bu değerlerin ne için yitip gittiklerini, olayların özünü, nedenlerini, niçinlerini daha çok sorguluyor.
Evet, aşk bir süre için yaralı düştü. Ya da “Çiçeklerin solduğu diyarlara başlamıştı yolculuk. Umudun beklentilerin farklılaştığı ayrı limanlara doğru yol alınıyordu” oysa şimdi zaman aşkı yeniden filizlendirme, var etme zamanı.
Unutulmamalı ki; “başkaldıran yaratma eylemi cüretle içiçe geçmiş bir varoluş serüvenidir” ya da Temel Demirer’in; “Bodrumlu ünlü tarihçi Herodotus, İ.Ö 5.yüzyılda ‘Bildiğimiz hiçbir ülkeye gökyüzü, mevsimler böylesine lütufkâr olmamıştır’ dediği Anadolu’da ne zamandan beri yüreğinizin başı ezilmeden bakabildiniz yıldızlara aşkla ve umutla… Ne yaptınız, ya da yapmadınız; ‘zamanla soldu, kayıp gitti!’ denilen yaşam babında? Ne zamandır yabancılaştınız…” haklı belirlemesine eklemek gerekiyor. Ne zamandır unuttunuz “halkların kardeşliği” sloganının içini gerçekten doldurmayı, kardeşliğin ancak eşit koşullarda var olabileceğini, devrim ve sosyalizm demenin ancak bundan geçtiğini? Devrim ve sosyalizm demenin içerisinde her türlü eşitlik ve özgürlüğü barındırdığını? Bir halk özgür değilse (Kürt halkı) bunun mümkün olmadığını?
Şimdi bu “cinnet kesit”inde her şeyin üzerine kalın bir sis ve karanlık çökmüş durumda. Buradan çıkışın yolu devrim ve sosyalizmi (asıl içeriğine kavuşturarak) yeniden var edebilmekten geçiyor. Bunun için dünden daha fazla, tüm koşulların bizden yana olduğu bilinciyle ya devrim ve sosyalizmi yeniden anlaşılır kılıp var edeceğiz. Ya da demeye dilim varmıyor; barbarlık insanlığı yok oluşa götürecek! Başka bir yol yok!
*Eski Çoban Ateşi Gazetesi Sayı: 43, 29 Şubat 2008