Eskide, benim çocukluk dönemimde, on yaşlarında iken, iki türlü kumaş satılırdı. Bu kumaşlardan genellikle kadınlar, kızlar için fistan denilen elbiseler yapılırdı, hatta yedi yaşıma kadar bu fistanlardan köyümde bana da giydirilmiş, erkek çocuklarda giyerlermiş. Bu kumaşlardan iyisine ve güzel görünenine “Kutnu” kumaş dayanıksızına da “Hallevi” kumaş derlerdi. Hallevi kumaş hemen kendisini belli eder derlerdi. Kumaş alıcıları; “Alacaksan kutnusunu al kumaşın, giyme üstüne hallevisin” derlermiş.
Hiç şüphesiz insan oğlu bir kumaş parçası değildir ama insanı Aslan’a, Şahin’e, benzetme yaparak anlatırız. İşte, Aslan gibi adam, Şahin bakışlı vb gibi. Hele de abartılı ve destanımsı anlatımdan kurtulamamış bizim toplumda. Bazen de sular gibi çağlayan adam, dağ gibi üstümüzde duran adam vb vb… örnekleri çoğaltmak mümkün. Ben de kendi kendime dedim ki neden Hallevi kumaşı gibi bir adam demeyelim…?
Evet, çeşit çeşit inançlar, düşünceler olduğu gibi bu her bir çeşit çeşitlerin içerisinde de çeşit çeşit de birey-insan vardır. Alevilerin dediği gibi “İnsan çeşit çeşit yer damar damar”. Bütün bu diversiteye (çeşitliliğe) rağmen demek istediğim şudur ki; insan az da olsa düşündüğü gibi olmalı ağzından çıkanlara, söylediklerine birazcık uyum sağlamalı denmesi boşuna değildir hele de şiirde, türküde, edebiyatta vb… Kocaman bir kültür deryasında.
Cami hocası öğleyin caminin minaresinde ezan okurken kahvede oturan köylünün birisi “şunun ağzındakini alasında g… k… demiş”. Çünkü hoca biraz çapkınmış hele de sözünde duran birisi değilmiş anlatılan anlatılara göre. Bireyin ağzından çıkan sözler ile söylediği deyişler ile az da olsa bir uyumluluk ahengi olmalı. Eğer bunlar yok ise kalitesizliktir, kalite düşkünlüğüdür. Ki, bu vesile ile Hallevi olmayan Aleviler, inancına göre hareket etmeyeni düşkün sayarlar, boşuna değildir.
Hallacı Mansur’u, Hüseyin Ahlati’yi, Şeh Bedrettin’i, Baba İshak’ı, Börklüce Mustafa’yı, Horlak Kemal’i, Yunus Emrey’i, Pir Sultan’ı, Kul Nesimi’yi, Kaygusuz Abdal’ı ve de daha nicelerini sayabiliriz söyledikleri şiirlere, deyişlere, türkülere “can alıcı” bir şekilde bakıp, okuyup incelediğimizde hiçbir zaman güçlünün, parası bol olanların, sarayı, tahtı, tacı olanların ne yanında kalmışlar ne de onlara boyun eğmişlerdir… Eyvallah dememişlerdir. “Yol düşkünü” olmamışlar, Canları pahasına, Hallacı Mansur ve Nesimi’nin derisini yüzmüşler ama yol düşkünü olmamışlardır, ikrarlarından dönmemişlerdir… Vakainame’nin ve kimi araştırmacıların belirttiğine göre 48, kimi araştırmacılara göre ise de 38 kitap yazan her yazdığında kitapları yakılan ve günümüze kadar 8 kitabı kalan kendisi bir Sünni olan Şeh Bedrettin, Hüseyin Ahlati (Kızılbaş Kürt- Bitlis’in Ahlati ilçesi)’nin Vahdet-î Vücud felsefesinden etkilenmiş daha sonraları Osmanlı’da halkın kötü yaşamını, yoksul, aç, çıplak… yaşamına dayanamamış kendisi saray ailesi çevresinden gelme birisi olmasına rağmen Saraya karşı yoksul halkı ayaklandırmış Vahdet-î Mevcud felsefesi [Vahdet-î Mevcud felsefesinin kurucusu Şey Bedrettin’dir] ile asıl gerçeklik bütün mevcutları korumak ve doyurmak demiş ve de dünya nimetlerinin herkese eşit bir şekilde paylaşımını savunmuş. Budha, [Budisizm dininin kurucusu], gibi saraydan biri olmasına rağmen sarayın her türlü haksızlığına karşı çıkmıştır.
Bir çeşit köylü toplumu paylaşıcılığı diyebileceğimiz çağdaş sosyalizme yakın olan Alevi öğretisinin güzel deyişlerini, türkülerini söyleyip bundan para kazanıp çıkar sağlayan yol düşkünleri mazlumun yanında değil de zalimin yanında durarak zalimin verdiği paranın esiri olmuşlardır. Güzelim deyişleri saraya yağcılık yaparak söyleyip, sarayın bunu kullanmasına yardımcı olmuşlardır. İşte ismini de belki bilerek belki bilmeyerek Yavuz S.S. kıyıcısından alan Yavuz Bingöl denilen zatta bu düşkünlerden biridir. “Yavuz Bingöl küçüktür ama mide bulandırır…”. Bu ağızdan çıkan güzel sözlere uymayan birisidir. Biraz piyon gibi kullanılıp atılacağı tartışma götürmez biçimde ortadadır. Bana para lazım para dense de paracıkların ömrü otuz yıldır uykuyu, çocukluğu ve yaşlılığı çıkarır isek. “Harun kadar malın olsa ne fayda!”. Napoleon’da para para demiş bir çok fırıldaklar çevirip savaşlar çıkardı otuz yıl bile paraya doymadan şu halk sözünde olduğu gibi “eşekler cennetine gitti”.
“AKP’ye yakınlığı ile bilinen Kültür A.Ş. geçen yıl ‘sanatçı kaşe ödemesi’ adı altında verdikleri konserler karşılığında en çok ödemeyi E. Sayın ile Yavuz Bingöl’e yaptı. Bingöl’e 5 kez konser verdiren Kültür A.Ş. ‘sanatçı kaşe ödemesi’ adı altında ayrı ayrı her bir konser için 100.000 TL ödedi.
Yazımı şu alıntılarla bitireyim.
Fazıl SAY: Yavuz Bingöl, senden tiksiniyorum.
Yekta KOPAN: Bir insanın akıl tutulması yaşaması kötü. Ama bunu rasyonalize etmeye çalışması daha da kötü.
Ergün BABAHAN: AKP’nin Alevi açılımı Yavuz Bingölmüş meğerse…
Efkan BOLAÇ: Para iyi bir uşak, kötü bir efendidir. Tıpkı Yavuz Bingöl’deki etkisi gibi. Berkinin ailesinin yuhalatılması insaniymiş.
Sevim GÖZAY: İnsaniyet hakkında bu kadar sapkınca düşünülebilmesi dehşet verici gerçekten. (Bkz. Yavuz Bingöl) utanıyor mudur, yoksa tebrik telefonu mu alıyordur?
Kadri GÜRSEL: Yavuz Bingöl’ün hali içler acısı, @ahmethe’nin söyleşisi çok iyi.
Ali ÖZTUNÇ: Yavuz Bingöl bugünün Hızır Paşasıdır… söylediklerini ciddiye almayın.
Melda ONUR: Müzik listeleri yapan kurumlara talebimdir: Neşat Ertaş ile Yavuz Bingöl yerli sanatçı kategorisinde aynı listede yer almasın!
Evet, Yavuz bey, sizden iyi bir Hallevi olunur. Bizden yol düşkünü(lerine)ne yer yok! Hallevilik yolunuz sizin olsun…
2017-02-09