Her zaman söylenegelmiş, halkımızın olmazsa olmazı durumundaki birlik vurgusu, yaşanan ve yaşanacağı öngörülen süreç açısından önemi ortadadır. Güney Kürdistan’ın bağımsızlık çabası, Rojava’ nın defacto federasyon pozisyonu, Kuzey Kürdistan’da demokratik özerklik ekseninde yükselen şiarlar ve son olarak Doğu Kürdistan’da son dönemlerde tekrar yükseliş trendine geçen halkımızın özgürlük talebi, ulusumuzun bütün sathına yayılmış olan bağımsızlık panoramasını gözler önüne seriyor. Bu büyük fotoğrafı duyarlı ve konuyla ilgili herkes (dost-düşman) görüyor görmesine lakin ‘göz var izan var’ tabirinin ‘izan’ kısmı, sorunun aşil topuğunu oluşturuyor.
Tarihsel boyutuyla da ele alındığında birlik kavramı; siyasal, ulusal, sınıfsal ve demokratik kazanımların tayininde başat bir rol üstlenmiştir. Gerek sömürücü-baskıcı egemenler, gerekse de devrimci-sosyalist-yurtseverler bu evrensel toplum yasasının çıkarları doğrultusunda hayata geçirmeye çalışmışlardır. Son tahlilde birliği(geniş halk kesimini etki altına almayı) başaran, iktidara gelerek kendi karakterini –düzenini egemen kılmıştır. Evrensel bir doğa yasası olan yer çekimi yasası nasıl ki her an tüm çıplaklığıyla kendini hissettiriyorsa, siyasal toplum biliminde de ’ birlik’ o derece hayati evrensel bir doğrudur.
Örneğin ne diyoruz; ‘Yüksek yerden atlarsan düşer ölürsün’!.. Aynı kesinliğin siyasal toplum bilimindeki karşılığı da ‘birlik olmasan(birliği kuramasan) ölürsün!..’ dür. Tabi ki bunun bir de ‘ölüm’ biçimleri var; Yaralanarak, sakat kalarak, felce düşerek ..! En vahim olanı da nitekim vücudun kangrenleşip kendi kendini yemeye başlamasıdır… Meselenin kritiği Kürdistanda-halkımız / halklarımızın nezdinde ele alındığında evrensel birlik teoreminin tüm sonuçlarıyla yaşandığını görebiliriz. Ne zaman ki halkımız geniş birliktelikler kurmuşsa o oranda haklarına bir adım yaklaşmıştır. Ne zaman ki birlikteliği sekteye uğratmış-uğratılmış ise o oranda büyük kayıplar vermiş, derin acılar yaşamış ve silinmeyen yaralar vazgeçilmezleri arasında ön sırada yerini almıştır. Bu kısa yazımda halkımızın ‘maküs talihi’nin dış etkenlerden-dış güçlerden ziyade, iç güçler- iç etkenler üzerinde kısaca birkaç söz söyleme gereği duyuyorum. Birlik Söylemi Beyhude Bir Çığ(lık)mı Kökü tarihimizin derinliklerinde olan ‘birlik olamama ‘ ve bunun sonucunda bağımsızlığını elde edememe hali, dünya uluslarının tarihsel olarak geçirdikleri evreler göz önüne alındığında Kürtlerin neredeyse ‘nevi şahsına münhasır’ bir karakteristiği haline geldi.
19. ve 20. yy’ da dünya halklarının ezici çoğunluğu bağımsız siyasal devletlerini anayurtlarında kurarken; biz ise önceden var olan kimi özerk-otonom statülerimizi de 20. Yüzyılın başlarında emperyalist ve bölge gerici devletlerin senaryolarının kurbanı ettik/edildik. Her zaman halkımızın ve topraklarımızın genel savunusu yerine ya salt grup ya da kişi çıkarı ya da din kardeşliği adı altında başka güçlerin hamiliğine-fedailiğine soyunulmuştur.
Düşünün ki, Selahaddin i Eyyubi gibi bir lider tüm İslam-Arap halkları adına koca haçlı ordularını dize getiriyor; hatta erdemli kimi liderlik özelliklerinden dolayı haçlılar tarafından ‘şövalyelik’ onuru veriliyor ve üstelik bunu yaparken de en yakınındaki komutan ve askerlerin çoğu kendi halkı olan Kürtlerden oluşuyordu. Ama ‘söz konusu vatan’ olunca onun için ‘teferruata’ dönüşüyor.
İkinci önemli kırılmalardan biri yetenekli ve bilgin bir kişi olan İdri-i Bidlisi’dir. Fakat bu zat da tüm bilgisini, yeteneğini ve nüfusunu halkına ihanet içerisinde kulanmış. Halkının tüm sırlarını Osmanlıya deşifre etmiş, Kürt halkının başkaldırılarının nasıl bertaraf edileceğine varana kadar Osmanlıya akıl hocalığı yapmıştır. Şeyh Ubeydullah ayaklanması, Bedirxan Bey ayaklanması, Seyh Sait ayaklanması, Seyit Rıza (Dersim Savuması) başkaldırısı…vb. etkili tüm başkaldırılarda hep kendi içlerinden birilerinin ihanetine uğramışlar ve nihayetinde tüm başkaldırılar Osmanlı, Fars ve Arap devletlerinin kanlı saldırıları ve bastırmalarıyla son bulmuştur. Son dönemlerde yaşananlar da namüsait istikrarın devamı niteliğinde. Yani kaide değişmiyor.
Halkımız nezdinde kabul görmüş, halkımızca maddi manevi desteklenen ve bunun sonucunda ciddi bir halk desteği olan kürt siyasal hareketleri, kimi hayati önemdeki yönelimlerde /prensiplerde halkımızın temel çıkarlarını hiçe sayan tutumlar geliştiriyorlar. Kimi grup/örgüt çıkarını halkımızın çıkarları üstünde görüp kazanılmış mevzilerin berhava olmasına neden olurken, kimi de bölge devletleri ve emperyal güçlerle kurduğu ‘ ilişkiyi’-‘anlaşmayı’ halkımızın başka siyasal hareketleriyle kuracağı işbirliğine yeğ tutuyor. Kimisi de hakimiyet kurduğu Kürdistan coğrafyasında nicelik olarak kendisinden daha az sayıdaki Kürt siyasal hareketine yaşam olanağı tanımayan girişimlerde bulunuluyor. Birbirlerine seviyeli ve yapıcı eleştiri/öneri getirecekleri yerde birbirlerini siyasal recme uğratma zevahiri kurtarma adına daha faydacı geliyor. Peki neden Araplarla, Türk/Türkmelerle, Acemle işbirliği yapılıyor hatta ortak örgütlenmelere gidiliyor da kendinden olan başka bir Kürtle işbirliği ve ortak örgütlenmelere gidilmiyor. Bu ‘yaman bir çelişki’ değil mi. Kürdistan’daki etkili siyasal hareketler in yönelimleri böyle bir seyir izlerken başta halkımız ne diyor, ne talep ediyor. Sonrasında bölge devletlerin ve emperyal güçlerin de aktör olarak yer aldığı Ortadoğu ve Kürdistan’daki çok bilinmeyenli denkleme ne diyor. Halkımızın ve coğrafyamızın acılı tarihi ne diyor/neyi arzuluyor. Lenin ne diyor, Ahmede Xani, Feqiye teyran, cegerxwin pir sultan abdal ne diyor…!? Gelecek ne diyor, hepimize neyi fısıldıyor? İlave edebileceğimiz daha birçok olguyu da içine alarak halkımız açısından bütün denklemlerin anahtar formülü; Kürtlerin ve kürdistanda yaşayan halkların Birliğidir. Ortadoğu’da gerçek manada bir domino etkisini başta Kürtler kendi içlerinde gerçekleştirebilirse (bağımsızlığa en yakın Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı için tüm parçaların desteği) Ortadoğu’nun da devrimci- demokratik değişimin öncülünü oluşturabilirler. Birlik kalıcı bağımsızlığın gerek şartı olduğuna göre bugünden yarına öne alınacak tek şiar ‘KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA YA HEP BERABER, YA HİÇ BİRİMİZ‘olmalıdır.