Yüzyıla yayılan Türk sömürgeciliği Kürdistan’da işgalci savaşını derinleştirirken, baskı ve katliam altındaki Kürt halkının da kendi müttefiklerini sorgulama hakkı doğal olarak ortaya çıkıyor.
KÖH’nin öncülüğündeki Kuzey Kürdistan özgürlük savaşının temel sahibi Kürt halkının kendisidir. Türkiye devrimci hareketi ise bu devrimin en temel ve en yakın müttefiğidir.
30 yılı aşkındır Kürt halkı kesintisiz bir sömürgeci, kirli savaşın cenderesi altındadır. Her ne kadar bu kirli savaş sömürgeci Türk elitleri tarafından sürdürülse de esas olarak Türk halkından bağımsız değildir. Nasıl ki Türk devrimci hareketi Kürdistan devriminin bir müttefiği ise, Türk halkı da hem ekonomik hem de askeri olarak bizzat bu savaşın destekçisi ve besleyeni durumuna düşmüştür. Dolayısıyla Türk devrimini önüne koyanların hem Türk halkının icraatlarından hem de kendi devletlerinin uygulamalarından sorumludurlar. Yanı başlarında sömürgeci kirli bir savaş sürdürülürken, bu savaşın direniş cephesini kendi alanlarında geliştiremeyenlerin pratik, teorik ve sosyolojik konumlarını sorgulamak zorundayız.
Türk sömürgeciliğinin yüz yıllık iktidar deneğimlerinde Kemalist, seküler faşizmden, Milliyetçi cepheye, Dinci faşizmden, Neo Osmanlı, yayılmacı Turancılığa kadar hepsi iktidar oldular, sömürgeci TC’yi yönetiler. Ancak Sol ve Türkiye devrimci hareketi bir varlık gösteremedi. Bırakın iktidarın yakınlarına ulaşması, kendini çok küçük işçi eylemlerinin barakalarından ve gecekondu mahalelerinden bile kurtaramadı.
Hiç kuşkusuz Türkiye devrimci hareketi kendiliğinden bu duruma düşmedi ya da düşürülmedi. Bu durumun hem toplumsal, sosyolojik nedenleri hem de öncülük sorunları olduğu bir gerçektir. Çünkü devrimin temel dinamiği iki olgu üzerinde yükselmektedir. Türk toplumunun emek-sömürü eksenindeki sosyolojik konumu ve devrime öncülük edenlerin sosyolojik-psikolojik karakterleri devrimin temel gidişatını da belirliyor. Bu iki olgu da kendi öz karakterine bürünmediği sürece, mücadelenin eklektik, dağınık ve yozlaşma ile karşı karşıya kalacağı kaçınılmazdır.
Kısaca Türk toplumunun tarihsel, sosyolojik gelişme konumunu sorgularsak, varacağımız çok hayati ve temel noktaları bulacağız.
Türk toplumunun sosyolojik dengesi Türk ırkçılığı ile kodlandırılmıştır. İsterse Kemalist, seküler faşizm, iterse de dinci, Turancı, mezhepçi faşizm olsun fark etmiyor. Türk ırkçılığı ile örülmüş bu kodlanmanın anahtarı ise Türk islam sentezi hızarından geçirilmiştir. Ezilenlerin, sömürülenlerin, evlerinde kahvaltılık zeytinleri bile olmayan bu kitlelerin yaşadıkları bütün insanlık dışı sömürü cenderesine rağmen, Türk ırkçılığının bayrağını kaldırmaları kilitlenmiş bu kodlanmanın bir sonucudur. Adeta kendisi dışında olanların yaşam haklarının olmadığına inandırılmış, sol ve Türkiye devrimci hareketini ayrık otu gibi, yabancı, zararlı görerek sürekli kendi dışına atmıştır.
Gerçek olan da Türkiye devrimci hareketinin kendi özü üzerinde gelişmeyen, ayrık otu gibi duran, kendi devrim dayanağına yabancı olmasıdır. Yabancıdır, çünkü çoğunluk ve öncülük olarak bu halka ait olmadığı gibi, halkın sosyolojik dinamikleri üzerinde de gelişmemiştir. Ne Ege ne de Karadeniz dağlarında tutunacağı bir dal yaratamamış, Kürt komünistleri şahsında Dersim dağlarında tıkanmıştır. Ait olmayan bir halkın devrimine kalkışmak, sömürge Kürdistan’ın Kürt gençliğini Dersim dağlarında sömürgeci Türkiye devrimine hazırlamak, olsa olsa sömürge toplumunun dramatik ulus inkarcılığı, egemen ulus devrimcileri karşısında kendini ulusal özeliklerden arınmış, komünist olduğu kanıtlama psikolojisi olabilir.
Sömürgeci bir toplumun devrimcilerinin sömürge halkının mücadelesine katılma, bağımsızlık hakı için savaşma dünyanın bir çok yerinde yaşanmış bir durumdur ve en doğru davranıştır da. Fakat kendi ülkesi işgal altında iken, ait olduğu kendi halkı sömürgecilik cenderesi altında acı çekip, hunharca katliamlar yaşarken; kendi halkını bırakıp enternasyonalizm adına, sınıf mücadelesi adına sömürgeci toplumunun devrimine kalkışmak hiç bir zaman gerçekçi olmamıştır. Başarı şansı da bulunmuyor.
Mustafa Süphi’lerin Karadeniz’de boğdurulması ile Türkiye devrimci hareketi de boğdurulmuştur. 1950’li yılların sonuna kadar Türkiye devrimci hareketi TKP tekelinde yozlaştırılıp, hem Türk toplumuna yabancılaştırıldı hem de Kürdistan’daki korkunç sömürgeci katliamların örtülmesinde bir perde olarak kullanıldı.
Denizlerin, Mahirlerin ve İbrahim Kaypakkaya’ların daha Türkiye devrimci hareketini olgunlaştırmadan sömürgeci sistem tarafından tasfiye, imha edilmelerinden sonra, Türkiye devrimci hareketinin devrim karakteri yozlaştırılmış, hedefi saptırılmış, Türkiye devrimci hareketini giderek küçültmüş, faşizmi besleyen kitlelerin kuyrukçusu durumuna getirmiştir.
Sosyolojik çözümlemelerden uzak, abartılı sloganlar etrafında kendini ikna etmenin dayanılmaz tekrarı, tıkanan Türkiye devrim hareketinin önünde başka bir kodlanmayı da böylece ortaya çıkartmıştır.
Bu da Türkiye devrimci hareketinin kilitlenmiş kendi kodlanmasıdır.
Türkiye devrimine öncülük yapanlar, özelikle devrim önderlerinin tasfiye edilmesinden sonra hiç bir zaman ne Türk toplumunun sosyolojik kodlarını çözümleme ihtiyacı duydular, ne de böyle tarla kenarında biten ayrık otu olma, yabancı durma konumlarını sorguladılar.
Kürdistan’daki sömürgecilik katmerleştikçe, asimilasyon ve ulusal inkarcılık güçlendikçe, kendini Kemalizm bataklığından kurtaramayan ve giderek seküler, fanatik komünist derneklerine dönüşen Türkiye devrim hareketinin yerine, daha fazla gizli Kemalist ve daha fazla ulusal inkarcı olan Kürt komünistleri geçmiştir.
Faşizm ve sömürgeciliğin temel beslenme kaynağı olan kitlelerin emek-sömürü ekseninde kutsanması, dokunulamaz görünmesi, Türkiye devrimci hareketinin hem bir çıkmazı hem de sömürgeci iktidarın bu kaynak üzerinde palazlanmasının kemikleşmiş durumunu ortaya çıkardı. Bu durumun sürekliliğini korunması ise, Türkiye devrimci hareketinin uzun süre Kürt ulusal inkarcılığını yaşayan bizzat sol, sekter Kürt komünistlerin öncülüğünden kaynaklandı.
Sendikal bir örgütlenme olan TİP’in dağılması ile onlarca fraksiyona bölünen devrimci dinamik Türkiye sahasına, dağlarına döneceğine, Dersim dağlarına sığınarak Kürt aydın, Alevi gençliğini öğüten bir değirmene dönüştüğü gibi, hem Türkiye toplumundan hem de Türkiye sahasından koptu.
Oysa dünya devrim hareketlerinde devrimci Zor’un konumu ve faşizmi besleyen odakların dağıtılmasının temel bir pratiği ve deneyimi vardır. Kendi özü ve ekseni etrafında filizlenen bir devrim öncü bilinci, emek-sömürü ekseninde bile olsa, kitlelerin faşizmi besleme dayanağı oldukları sürece devrimin önünde engel olduklarını kavramak çok zor olmayacaktır. Kürdistan’ın sömürge konumu ve çıplak askeri işgal savaşın karakterini farklı kılarken, Türkiye sahasında iktidarın koruma gücü olan polis ve askerlerin bu kitlelerin çocukları olduklarını, sadece polis ve askerleri hedef almakla bu kitlelerin iktidarın besleme kaynağı olmaktan çıkartılamayacağını Türkiye de 1970’li yıllardan beri kanıtlanan başarısız bir pratiktir.
Türk sömürgeciliğini ve devlet faşizmini sürdürenin tek başına ordu ve polis gücü olmadığı, esas olarak devleti yöneten bürokrasi ve bürokrasinin içinde kümelendiği siyasi odaklar olduğunu yeni yetme Osmanlıcı, Turancı AKP iktidarı ile daha net olarak ortaya çıktı.
Dolayısıyla faşist iktidarın ve sömürgeci devletin nasıl ki devrimi boğma, Kürdistan’daki sömürgeciliği derinleştirme programı ve hedefi varsa, Türkiye devrimci hareketinin de kendi özüne dönme, ulusal inkarcı, sekter, zorlayıcı ve eklektik Kürt komünist-enternasyonalist solculuğundan kurtulması gerekir.
Sömürge Kürdistan’ın komünistleri Sömürgeci Türkiyenin devrimini yapamayacakları kanıtlanmıştır.
Devrimler ve devrim örgütlenmesinin gerçek dinamikleri vardır ve ancak bu dinamikler kendi mecrası üzerinde örgütlenirse güçlenir, gelişir.
Türkiye devrimci hareketi ancak kendi özüne dönmesi ile Türkiye sahasında güçlenir ve Kürdistan devriminin gerçek müttefiği olabilir.
aryen haber