Kürt meselesinde uzunca bir süredir eksen kaymış durumda. Hendekler, sokağa çıkma yasakları, şehir çatışmaları, can kayıpları, yıkılmış şehirler derken meselenin siyasi çözümünün nasıl olacağı konuşulmaz oldu. Can kayıplarının geçmişte görülmemiş ölçekte yüksek olması çözümün esasından ziyade çatışmasızlığı, diyaloğu, müzakereyi yani usulü öne çıkarmış durumda. Bu durum bir yönüyle anlaşılır. Hatta meselenin çözümünün bu yolla mümkün olacağı da savlanabilir.
Ancak tersi de mümkün: Esası konuşarak usulü düzenlemek. Böylesi bir yaklaşımın içinde bulunduğumuz karanlıktan çıkmaya daha fazla olanak tanıdığı da ileri sürülebilir. Yani çatışmasızlık-diyalog-müzakere-çözüm sıralaması tersinden de kurabilir. Çatışmasızlığın sağlanması ve şiddetin bütünüyle ortadan kalkması için çözüm, çözüm koşulları ve modelleri de konuşulabilir.
Böylesi bir yönelim her geçen gün artan can kayıplarının ve sosyo-ekonomik ve mekânsal yıkımların neden tercih edilmemesi gereken bir yol olduğunu daha açık bir şekilde ortaya koyacaktır.
Mevcut çatışma ortamını onaylamayan, meselenin siyasi çözümünü hedefleyen siyasi partilerin, toplumsal hareketlerin, sivil toplum örgütlerinin, medyanın çatışan tarafları beklemeksizin böylesi bir çaba içerisine girmesi her geçen gün daha da derinleşen çatışmalardan ve içine sürüklendiğimiz karanlıktan çıkmamıza önemli bir imkân sağlayacaktır.
Yakın zamanda Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi için KONDA tarafından gerçekleştirilen ve raporlaştırılarak internet ortamında erişime açılan Vatandaşlık Araştırması Kürt meselesi konusunda olası siyasi çözüm ya da çözümlerin parametreleri konusunda önemli bulgular sunuyor.
Çalışmanın iki ana ekseni bulunuyor: Eşit vatandaşlık ve aktif vatandaşlık. Eşit vatandaşlık bağlamında “vatandaşlık tanımı”, “eşitlik algısı”, “farklılık algısı” ve “haklar ve sorumluluklar arasındaki ilişki” irdeleniyor. Öte yandan, aktif vatandaşlık bağlamında “pasif vatandaşlık”, “utangaç vatandaşlık”, “sorgulayan vatandaşlık” ve “aktif vatandaşlık” kategorileri tespit ediliyor.
Çalışmanın en önemli bulgusu şu: Her iki eksende Türkiye toplumu üç dinamik etrafında dikkate değer ölçüde ayrışmış durumda. Bu dinamikler “Kürtlük-Türklük”, modernlik-dindar muhafazakârlık ve eğitim, gelir, meslek ve iş/çalışma durumu gibi sosyo-ekonomik farklılıklar.
Kürt meselesi bağlamında araştırmanın ortaya çıkardığı en önemli bulgulardan biri şu: Kürtlere karşı ayrımcılığı savunan insanların oranı %40’ların üstünde. “Türkiye’nin Kürt kökenli vatandaşları askerlikte en yüksek rütbeye ulaşabilmelidir” önermesine katılmayanların oranı %41. Bunun %22’si kesinlikle katılmayanlar, %10’u katılmayanlar ve %9’u kısmen katılmayanlar. “Türkiye’nin Kürt kökenli vatandaşları Cumhurbaşkanı olabilmelidir” önermesine katılmayanların oranı ise %43. Kesinlikle katılmayanlar %26, katılmayanlar %10 ve kısmen katılmayanlar %7.
Raporda yer almasa da, örneklemden Kürtler çıkarıldığında -Kürtler ve Zazalar örneklemin %13’ünü oluşturuyor- Kürtlere karşı ayrımcı bir tutum takınanların oranının %50’e yaklaştığı görülüyor. Bu Kürt olmayan vatandaşların yaklaşık yarısının ayrımcı bir bakış açısına sahip olduğunu gösteriyor. İşin daha kötüsü bu ayrımcı yaklaşım sadece Kürtlere dönük değil. Örneğin, ayrımcılık Müslüman olmayanlar vatandaşlar konusunda artıyor. Zira, aynı iki soru Kürtler yerine Müslüman olmayan vatandaşlar olarak sorulduğunda oranlar sırasıyla %59 ve %63.
Bu olumsuz duruma karşı Kürt meselesinin siyasi çözümü bağlamında olumlu olarak değerlendirilebilecek bulgular da var. Bu bulgular meselenin çözümünde çok kritik bir yere sahip olan dille ilgili. Bu konuda dört önemli veri var. İlki, vatandaşlık tanımında toplumun sadece %9’u dil birliğinin gerekliliğini vurguluyor. Bu oran hem Türkler hem de Kürtler kümesinde aynı. Ayrıca, eğitim seviyesine göre de değişmiyor.
İkincisi, “Türkiye Cumhuriyet vatandaşı olmak için Türkçe konuşmak gerekir” önermesine katılmayanların oranı %48. Bu oran Türkler kümesinde %41, Kürtler kümesinde ise %75. Yaşam tarzına göre katılımcılar sınıflandırıldığında vatandaşlık için Türkçe konuşmayı şart koşmayanların oranı modernler arasında %55, geleneksel muhafazakarlar arasında %46, dindar muhafazakarlar arasında ise %43. Dindarlaşma artıkça Türkçe dışında farklı dillerin kabulü konusunda negatif tutum artmakta.
Üçüncüsü, katılımcıların %55 Kürtlerin anadillerinde eğitim görmesini destekliyor. Bu oran eğitim seviyesine göre dikkate değer bir farklılık arz etmiyor. Öte yandan anadilde eğitime destek Türkler kümesinde %51, Kürtler kümesinde ise %85 oranında.
Dördüncüsü, “Devlet memurları bulundukları bölgelerde konuşulan farklı dillerde hizmet vermelidir” sorusuna katılanların oranı %58. Bu cevabın farklı gruplara göre dağılımı raporda yer almıyor. Ancak tek başına bile oldukça önemli bir veri.
Bu dört veri, Kürt meselesinin siyasi çözümünde çok kritik bir eşik olan anadilde eğitim ve iki ya da çok dilli kamu hizmetleri konusunda Türkiye genelinde dikkate değer bir tartışma imkanının olduğunu gösteriyor.
Öte yandan, Kürt olmayan vatandaşların yaklaşık yarısının açıktan ayrımcılığı savunması, dil konusundaki verilerle birlikte okunduğunda Kürt meselesinin siyasi çözümünün normatif bir düzlemden ziyade stratejik düzeyde aranması gerektiğini gösteriyor. Daha açık bir ifadeyle, toplumun yarısından fazlası meselenin çözülmesini talep ediyor. Bu konuda dil gibi kritik konuları tartışmaya hazır. Bununla birlikte bunu “eşitliği” bir değer olarak kabul ettiği için değil, “çıkarları” gereği savunuyor.
Araştırmanın vatandaşlığa ilişkin diğer bulguları da bu durumu teyit ediyor: “… vatandaşlık haklarına dair bir uyanış̧ olsa da benzer bir uyanış̧ hukuk temelli bir toplum algısı, eşitlik ve farklılık için söz konusu değildir. Toplumun geneli herkesin eşit olduğunu düşünmüyor ve vatandaşlığa çoğulcu bir şekilde yaklaşmıyor. Daha çoğulcu yaklaşan kesimler ise genelde azınlıkta olan gruplardan oluşuyor.”