Zarrab adı; 17-25 Aralık 2013 soruşturmasında AKP hükümetinin dört bakanını da kapsayan yolsuzluk ve rüşvet operasyonuyla; İran’a dönük ekonomik ambargonun delinmesiyle paralel petrol ve altın kaçakçılığıyla; nihayet Türkiye’de yakalanıp ve olay haline gelen kısa sürede bırakılmasıyla anılır olmuştu.
Genç yaşta Reza Zarrab, nasıl oluyor da İran-Türkiye-ABD üçgeninde kısa sürede bu kadar önem kazanan kişi haline geldi? Neden Türkiye’nin iç ve hatta bölgesel siyasetinde ABD’nin eline kozlar verecek potansiyeli taşıyor? Bunları kısaca birkaç noktada belirtelim.
I – Öncelikle belirtelim ki Zarrab, kapitalist serbest piyasanın çocuğudur! Zarrab şöyle yaptı böyle yaptı deniyor fakat kimlerle hangi sistemde bütün bunları yaptı sorusunun yanıtını arayan yok! Zarrab’ın soruşturmaya konu olan dosyasına kaba bir göz atıldığında görülür ki; başta İran, Türkiye olmak üzere hangi ülkeyle ticari ilişkiye girmişse illa ki o ülkenin merkez veya önemli kamu bankasıyla, dolayısıyla hükümet ve hatta devletin kilit isimleriyle ve de tacir-tüccar sanayicilerin tepe yöneticileriyle ilişki içerisinde iş yapmıştır. Yoksa “Türkiye’nin bütçe açığının yüzde 15’ini tek başıma kapattım; bana teşekkür etmelisiniz” diyebilir miydi? Benzer bir ilişkiyi İran nükleer silah üretiminde lazım gelen 2 milyar doların bulunmasında, patronu Babek Zencani ve eski Cumhurbaşkanı Ahmedinecat ile birlikte rol üstlendiği söyleniyor. Yani Zarrab’ı doğuran kapitalist piyasa sistemidir.
Bu trafikte adı geçen Babek Zencani ve Reza Zarrab İran asıllı olunca, şunu hatırlatmakta yarar var; “Farslı birinin malını çalıp yine aynı Farslıya satsan bile yine o Farslı karlı çıkarmış” deyimini hatırlatıyor insana. Zencani ve Zarrab her ikisi de genç yaşta böylesine bölgesel hatta küresel ekonomik-ticari trafikte cirit atabiliyorlarsa bunda Fars/İran tüccar-tacir kültürünün kıvraklığını eklemek lazım.
II – ABD’nin, Erdoğan ve AKP hükümetinin Rojava Kürdistan’ı/Suriye başta olmak üzere bölgesel politikalarına eleştirilerini yoğunlaştırdığı günlerde, Zarrab’ın Miami’de tutuklanması tesadüf mü? Ayrıca tutuklandı mı yoksa can güvenliğini sağlama almak amacıyla tutuklanmak için kendisi anlaşmalı mı ABD’ye gitti? Gelişmeler Zarrab’ın kendi isteğiyle tutuklanmaya gittiğini gösteriyor çünkü etrafındaki halka daralmaya başlamıştı. Neden alanı daraldı Zarrab’ın? Bunun çok nedeni var ama bunların başında İran’a ambargonun kalkmasıyla Zarrab’ın işlevinin de bitmiş olması ve yalnız bırakılması gelir. İkincisi ABD’nin Türkiye’nin iç ve bölgesel siyasetine duyduğu kimi rahatsızlıkları Zarrab’ın söyleyecekleri üzerinden pazarlık konusu yapabilme hesabını yapmış olma ihtimali!
Genel kanı Zarrab, kendini kurtarmak için konuşacak ve konuşması da en çok Türkiye’deki dostlarını rahatsız edecek! Zarrab’ı tutuklatan savcının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sosyal medya üzerinden kısa süreliğine takibe alıp bırakması da manidardır bu açıdan. Bu nedenle iç siyasette hükümeti değil de reisi ciddi rahatsız edecek gelişmeler olabilir.
ABD, Erdoğan ve AKP’yi içeriden yani iç siyaset dengeleri üzerinden maniple etmede zorlanabilir çünkü içerden oyu halen %50 civarında. Zarrab’ın kendini kurtarmak için tüm ilişkilerini açıkça itiraf etmesi ABD’nin eline AKP hükümeti aleyhine dış siyasette kullanacağı önemli kartları verir mi? Genel kanı Zarrab’ın itirafları üzerinden ABD, Türk hükümetiyle özellikle Suriye/Rojava siyaseti üzerine pazarlık ve uzlaşma masasını kurabilir! Perde arkasında kurması bekleniyor çünkü ABD’nin eline, AKP karşısında “kullanabileceği önemli kartlar geçeceği” belirtiliyor ki AKP yanlısı medyanın sessizliğini koruması da bu açıdan hayra alamet değil!
Dış siyasette ihtimalen Rojava pazarlık masasına gelebilir. Ve ihtimal dahilindedir ki bölge özelde de Rojava meselesi üzerinde yapılacak pazarlıkta Türk hükümeti, “iç siyasette bana dokunma bölge siyasetinde tamam” diyerek anlaşma önerebilir! Önümüzdeki süreçte Türk devletinin Rojava siyasetinde değişiklik yaşanırsa bu Zarrab üzerinden olmuş demektir. Yine Zarrab meselesi Türkiye’nin Atlantik İttifakına bağlılığını pekiştirebilir. Önemlisi HDP’yi baraj altında bırakıp MHP oylarını da “milliyetçi propagandayla toplayıp 400 vekil çıkararak Anayasa ve başkanlık meselesini çözme hesapları” da çökebilir!
III – Kürdistan’da yeni durum ya da Türk Ordusunun Cizre-Botan’da yeni düzen arayışı! Özetlersek;
a- Askeri tank ve zırhlı araçların Silvan’da kent merkezlerine girdikleri andan itibaren Kürdistan’da yeni bir durum oluşturulmaya çalışılıyor. Askerin nazlanarak önce tam yetki istemesi sonra “hakkımızda soruşturma açılmayacak” garantisinin yanı sıra “ne zaman kentlerde çıkacağımıza da biz belirleriz” talebine de hükümetten “tamam” yanıtını alması! İşte asker merkezli Kürdistan siyasetinin ilk adımları! Asker ile hükümet arasında, kentlere tank girer mi girmez mi tartışması ve hükümetin her konuda askere tam yetki vermesinden beri Kürt meselesi askere havale.
Demek ki Kürdistan siyaseti, 7 Haziran seçimleri sonrasında özellikle Silvan kent merkezine tankların girmesiyle birlikte artık askere havale edildi. Kürdistan’da altı aydır yaşananlarda belirleyici olan askerdir, hükümetin varlığı ve siyaseti örtüyü oluşturmaktan ibaret! Zarrab’ın itiraflarıyla Erdoğan ve hükümetin zayıflaması bu durumu daha da pekiştirecek gibi!
b – Devlet özelde de Silvan’a tankların girişinden bu yana Ordu merkezli devlet; Suruç’tan Yüksekova’ya özelde de Cizre Botan’a yani ulusal yönde en duyarlı merkezileri esas alarak Kürdistan’a yeni bir nizam getirme peşinde. Bu çerçevede, Türk devletinin Kürdistan’ın Güney ve Rojava sınırı boyunca nüfus hareketiyle oynayacağının ve Suriye göçmeni nüfusu buralara yerleştireceğinin kimi hesaplarının yapıldığına dair tartışmalar var.
Asker merkezli Kürdistan siyaseti, Suruç, Akçakale, Kızıltepe, Nusaybin, Cizre, Silopi ve Yüksekova hattını (Rojava ve Güney Kürdistan sınırlarını) özelde de Cizre Botan bölgesini özel güvenlikli bölge alanı ilan ederek burayı kendisi için en zararsız hale getirmenin hesabı içerisinde olabilir. Sınır boyunca Kürdistan parçaları arasında teknolojik donanımlı beton duvarlar örmesi ve önemlisi “hendek kaldırıyorum” bahanesi adı altında bu alandaki kentlerimizin yakılıp yıkılarak boşaltılmasının yanı sıra milyonlarca Suriye ve Irak Arap göçmeni, Kürdistan’ın bu bölgelerine yerleştireceği haberleri, Kürdistan’ın demografik yapısını Kürtler aleyhine değiştirme hesaplar üzerinde ciddi durmalıyız.
c – Tam da bu ihtimal nedeniyle Hendek/barikat politikası bir kez daha sorgulanmalı. Burada yanıtını aramamız gereken birçok soru var. Barikat/hendek aleni kazılırken devlet görmedi mi? Gördü de bilinçli ve amaçlı olarak mı karışmayıp sonra kapsamlı askeri müdahale gerekçesi mi yaptı? Bu soruların yanıtları önemlidir zira devletin Kürdistan’da kurmak istediği yeni askeri güvenlik merkezli düzenin anahtarları bir yanıyla bu soruların yanıtlarında saklıdır!
Barikatlar Varto, Farqin, Cizir, Gever, Sur … da kazılırken ilk kazma çakıldığında bile devlet istihbaratının haberdar olduğu fakat hükümetin amaçlı olarak başta engellemeyi hedeflemediği şimdi daha net görülmektedir. Devlet açısından hendekler yeni kazılırken müdahale etmek; hendekler kazılıp evler tünellerle birbirine bağlandıktan, silahlı olarak yerleşilip tahkimat yapıldıktan sonra müdahale etmekten daha kolayken ikincisini seçti. Her yurtsever, demokrat Kürt bunun üzerinde düşünmelidir.
Asker merkezli Kürdistan siyaseti şayet amacı hendek bahanesiyle belirttiğim alandaki kentlerimizi yakıp yıkarak boşaltma olmasaydı A veya B şehrinde hendek ilk kazıldığında daha yerleşmeden buna saldırırdı. Türk devletinin esas amacı, kentlerde hendekleri kaldırmak değil hendek bahanesiyle kenti yıkarak boşaltmak ve önemlisi yarın öbür gün kent merkezli benzer büyük kalkışmalar gerçekleştiğinde buna şimdiden ön deneyimle hazırlanmak olduğu şimdi daha net anlaşılıyor. PKK’nin parçalı silahlı özerklik ilanları da, devletin gücünü sırayla bir iki yerde merkezleştirmesine, bir önceki kentte barikatları kaldırma deneyimiyle yenisine yönelebilme fırsatını verdi!
Kısacası devlet Varto, Silvan, Cizre, Sur, Nusaybin, Şırnak … Yüksekova’da barikat/hendek bahanesiyle kent savaşının pratiğini (antrenmanını) yapıyor! Elbette PKK için de kentlerde silahlı kalkışmanın pratiği yaşandı ama bu hem halka hem de PKK’ye ağır bedellere mal oldu ve onca yıl onca bedelden sonra halkın seyirci durumuna düşürüldüğü bir kent savaşı üzerinde birçok açıdan düşünülmelidir.
Murat Karayılan; “Bazıları PKK’nin şehir savaşına başladığını söylüyor. Hayır, PKK şehir savaşına henüz başlamış değil. Gençlere, halka yönelen AKP’ye karşı halk polislerin mahallelerine girmesini engellemek için masumane bir şekilde hendek kazdı ve panzerlerin geçmesini önledi” diyor! Hepsi buysa bir dizi kentimiz sırayla neden yerle bir edildi?
Eğer “PKK şehir savaşına henüz başlamış değil”se demek ki Türk devleti gelecekte Kürdistan’da başlayacak olan “şehir savaşına” ciddi ön hazırlık isterseniz bu kentler üzerinde antrenman yapmış, yapıyor demektir. Daha önce de yazdım Kuzey Kürdistan bugün silahla bölgesel ve küresel denkleme alınamaz ve dilerim PKK bir an evvel kendi karizmasını da çizdiren kentlerdeki silahlı savaşı durdurur. Böylece 7 Haziran seçimleri ile inisiyatifi ele geçirmişken son altı aydan beri kendi eliyle bunu devlete kaptırma sürecini de sonlandırır.
Sanırım PKK, “Kobanê için ayağa kalkıp meydanları Türk devletine dar eden halkımız kendi evlatları Sur, Cizre… kentlerinde savaşırken devletçe kuşatma altına alındığında da haydi haydi ayağa kalkar ve direnişçilerle bütünleşir” hesabını yaptı ama bu hesap birkaç kez uzunca yazdığım nedenlerle tutmadı.
Dolayısıyla Cemil Bayık’ın, “Gerilla da şehre iner ve halkı korur” söylemi de bu süreçte darbe aldı çünkü hem halk çatışma alanında durmadı hem de gerillanın şu an halkı kentlerde koruyacak koşulları yok. Arzu Yılmaz’ın belirttiği gibi, “Ancak, özellikle son altı ayda yaşananlar PKK’nin bir savunma gücü olarak Kürtler arasında kazandığı değeri aşındırdı” ki dediğim gibi bu hem PKK’nin hem de halkımızın yararına değil.
d – 2016 Newroz’una katılım; hükümetin yasak ve baskıları, dahası terörize edilmiş ortam nedeniyle düşüktü. Kutlamaların yasak olmadığı kentlerde de el altında sürdürülen propaganda ve kentlerde patlayan bombalar katılımın düşük olmasında etkili oldu.
Newroz 2016’nın özelde de Amed Newroz’unun verdiği mesaj şudur: Halkımız devlet ve AKP hükümetinin izlediği yıkım-göç siyasetine “hayır” derken, Kürt siyasetine özelde de kentlerde silahlı özerklik ilanını sürdüren PKK’ye uyarı mesajlarını içermektedir. Devletin kentlerdeki yıkımın sosyal boyutunun büyüklüğü daha sonra halkta yeni kalkışmaların tetikleyicisi olur mu? Olması lazım ancak bu biraz da Kürt siyasetinin politikalarına bağlı.
Halkımız, Kürdistan’a idari ve siyasi statüyü içerecek her adımı destekledi, destekler ancak son altı aylık pratik gösterdi ki kentlerde ilan edilen silahlı özerkliğe halk destek vermiyor çünkü silahlı özerklik ilanının davaya yarardan çok zarar verdiğine inanıyor. Çatışma hangi kentte başlarsa halkın anında kenti boşaltıyor olması destek vermediğinin kuvvetli mesajıdır.
PKK ve HDP, Newroz mesajlarıyla müzakere sürecine, Dolmabahçe mutabakatına bağlılık dile getirdi. Silahlı özerklik eylemliliğine, Newroz eylemliliğinin de desteğiyle, AKP hükümeti yeniden masaya dönmeye zorlanmak isteniyor fakat Newroz’daki sivil demokratik eylemlilik ile kentlerde sürdürülen silahlı özerklik aynı anda aynı hedefe hizmet etmez, etmiyor da! Ayrıca madem amaç hükümeti yeniden masaya ikna etmekse, o halde kentlerde silahlı özerklik denemesine girişilmemeliydi.
Yeri gelmişken şunu da belirtelim; PKK, Ankara’daki saldırılarda olduğu gibi kentlerde yeni bir saldırı tarzı olarak canlı bomba eylemlerine başvuracağının işaretini verdi. Temennimiz ve önerimiz şudur; hedefi kim olursa olsun bir ulusal kurtuluş örgütü canlı bomba eylem tarzını kullanmamalı. Yanlışlıkla da olsun ikinci bir Güven Parkı eylemi sadece Türkiye metropollerinde değil, Kürdistan kentlerinde de büyük tepkilere neden olacağı açık. Ayrıca gerek Kandil’in gerekse HDP ve DTK’nın Newroz mesajları hükümete “yeniden masaya dön” çağrılarıyla yüklüyse, bu durumda da canlı bomba eyleminden uzak durulmalıdır.
e – Moskova, Doğu Kürdistan hariç Kürt kartını açmış bulunmaktadır ama bilelim ki bu kart kırılgandır çünkü Moskova’nın Çeçenistan başta olmak üzere birden fazla kendi Kürdistan’ı (işgal altında tuttuğu ülke ve halk) bulunmaktadır. Ayrıca Rusya’nın, Avrasya ve özelde de Ortadoğu’da mevcut statükonun devamını savunduğunun üzerinde durulmalıdır. 25-03-2016