Ana SayfaSIYASETYER İSİMLERİNİ TÜRKÇEYE BENZEŞTİRİP SÖYLEMEK KÜLTÜREL SOYKIRIMA ORTAKLIKTIR/ HÜSNÜ GÜRBEY

YER İSİMLERİNİ TÜRKÇEYE BENZEŞTİRİP SÖYLEMEK KÜLTÜREL SOYKIRIMA ORTAKLIKTIR/ HÜSNÜ GÜRBEY

Günümüzde kimi yurttaşlar,  özellikle de elli kalem tutanlar, coğrafik yer adlarını kolayına geldiği için Türkçeye benzeştirip söylemekten/yazmaktan bir sakınca görmemektedirler. Bunlara, itiraz etiğimiz de ise; “efendim kelimelere çok da takılmamak gerekir” demektedirler. Oysaki bir topluma/halka (etnisiteye) ait coğrafi bölgenin yurt/vatan olabilmesinin ve orada var olabilmenin şartı, coğrafi terimlerin doğru telaffuz edilmesinden geçer.

Basit gibi görünse de yer adlarının Türkçeye benzeştirilip söylemenin altında, büyük bir kültürel soykırım yatmaktadır. Nedeni de gayet basittir. Çünkü bu uygulamalarla tarihin izlerinin, kültürel mirasın bu coğrafyada silinmesini isteyen ırkçı-şoven ideolojiye aracılık etmiş olunur ki bu da o toplumdaki tarihsel kültürel mirası yıkmak demektir. Coğrafyamızda dünden bugüne uygulana gelen isim değiştirmeleri böyle bir tahribatın ürünüdür. Kısacası tarihin bu coğrafyaya ilişkin tanıklığı ve izleri, ırkçı- şoven bir anlayışla silinmek istenmektedir ve silinmiştir de… İsim değiştirme uygulaması aynı zamanda bellek silme işleminin de ayrılmaz bir parçasıdır. Doğru telaffuz edilmeyen veya doğru yazılmayan yer isimleri, bir-iki kuşak sonrası unutulur, yerine uydurulmuş yeni isimlerin ikame edileceği varsayılır ve halklarında belleği böylece silinir.

Bu uygulamayla Kürt belleğini Kürdistan coğrafyasında silmek istiyorlar; tıpkı Ermeni belleğinin bu topraklarda silindiği gibi…

Coğrafi yer adlarının değiştirilmesi veya tahrip edilmesi resmi ideoloji için neden bu kadar önemlidir? Nedeni gayet açıktır; çünkü onlara göre Anadolu toprakları binlerce yıldır “Türklerin yurdudur” söyleminin dayanak bulması içindir. Bunların tüm baskı ve çabalarına rağmen şehir ve kasabaların dışına çıkıldığında yer isimlerinin neredeyse tamamı otantik isimleri ile anılmakta ve resmi ideolojiyi çürütmektedir. Bu çürütme sömürgeci güçleri ürkütmekte; onun ideolojisini sorgular hale getirmektedir. Bu bakımdan coğrafik yer isimleri, halkların geçmişini silip yok etmek bakımından sömürgecilerin ana hedeflerinden biri olmaktadır.

Türkiye’de tarihsel yer isimlerinin silinmesi uygulaması İTC iktidarı döneminde başlamış, 1960’lı yıllarda hızlanarak topyekûn bir yıkım ve imhanın hedefi haline getirilmiştir. Önce Kürdistan ismi haritalarda silinmiştir. Kurtuluş savaşında Kürt feodal sınıfın desteğini almak için ağızlarında düşürmedikleri “Kürdistan” ismini, 1923 Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasından sonra bir daha ağızlarına almamışlardır. Bölge önce “Vilayat-ı Şarkıya” ardından “Şarki Anadolu”ya dönüştürülmüştür. 1941’de toplanan Türkiye Coğrafya Kongresi’nde Hamid Sadi Selen’in önerisi ile Türkiye yedi coğrafi bölgeye bölünürken, Şarki Anadolu terimi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya dönüştürülmüş, işin ilginç yanı bu terminolojiyi siyasetçilerden, tarihçilerden ve sosyologlardan hiç biri bu kavramın yok sayılmasını sorgulamadıkları gibi dönemin Kürt ve Türk çoğu solcuları tarafından da benimsenmişti ya da kabul edilmek zorunda bırakılmıştır.

Şehir ve kasabaların isimlerinin değiştirilmesinin ardında sıra köy isimlerine gelmiş ve 11 Mayıs 1959’da kabul edilen bir kanunla T.C sınırları içinde yaklaşık 12 bin köy adı, İçişleri Bakanlığı’na bağlı İller İdaresi Genel Müdürlüğü’nde oluşturulan “Yabancı Adları Değiştirme Komisyonu” tarafından masa başında uydurulan Türkçe isimlerle değiştirilmiştir. İsmi değiştirilen 12 bin köyden 3 bin 800’ne yakını Marmara-Ege-Akdeniz- İç Anadolu ve Karadeniz bölgesine ait iken 8 bin kadarı Kürdistan ve Ermenistan coğrafyasına aittir.

Değiştirilen bu isimler; binlerce yıllardan beri kullanılagelen ve o yerin coğrafi-kültürel-arkeolojik özelliğini belirten otantik isimlerdi. Uydurularak verilen yeni isimler, bir kültürel soy kırımın ürünü olup, hiçbir anlam ifade etmeyen ve eğreti gibi durmakta ve sırıtmaktadır.

Uygulanan bu kültürel soykırım, bir tarihsel soykırıma, yıkıma ve yok edilmeye dönüştürülmüştür. Oysa ki, bu tarihsel isimler, korunması gereken insanlığın ortak mirasıdır. Maalesef coğrafyamızda bu miras tahrip edilmiştir.

Anlaşıldığı gibi sorun; basit bir isim değişikliğinden ziyade, insanlığın ortak mirasına bir saldırı söz konusudur. Çünkü tarihsel isimlerde insanlık tarihinin gizemleri saklıdır; tıpkı bir ağacın halklarında ki yaşamın izleri gibi…  Bu gizemler, arkeolojik buluntularda olduğu gibi mercek altına alınabilir; arkeometrilerle ve bilimsel testlerle geçirdikleri tarihsel serüvenleri anlayabilir ve okunabilir.

Sömürgecilerin korktukları ve yok etmeye çalıştıkları isimlerin bağrında taşıdıkları bu tarihsel serüvenlerdeki gizli öyküleridir…

Yerleşim birimlerinin isimleri gibi, coğrafik adlandırmalarda ortak tarihsel-kültürel mirasımıza canlı tanıklık yapmaktadırlar. Bütün baskılara rağmen bu isimler varlıklarını günümüze ulaştırmışlardır. Bunların başında Kızılbaş-Kürt coğrafyasındaki kutsal ziyaretgâhlar gelmektedir. Bir halkı asimile etmenin en kolay yolu onun inancını tahrip etmekten geçer. Bunu çok iyi bilen sömürgeciler, Kızılbaş- Kürtlerin inanç değerlerine ve ziyaretgâhlarına saldırmışlardır. Kutsal ziyaretgâhların tepesindeki ağaçlar, kutsal taşlar ve kutsal ulu ağaçlar bu yüzden kesilmiş, tahrip edilmiş ve yakılmıştır. Bununla da yetinilmemiş çöp atılarak kirletilmiş ve pisletilmiştir. Sömürgeciler, tarih boyunca yok edemediği bu inancın ruhunu öldürmeye, belleğini silmeye çalışmaktadırlar. Bu bakımdan koruyucu kutsal bilinen bu dağlara saldırmak tesadüfi değildir. Böylece kutsallıklarımızın kutsallıkları, mitleri halkın gözünden düşürülmeye çalışılmakta, birer özlem ve saygı duyulan yerler olmaktan çıkarmaya, oraları şifa ve güç veren yerler olmadıklarına inandırmaya çalışılmaktadırlar. Oralarında basit birer yerler olduğunu, oralara sığınarak korunamayacaklarına halklarımızı inandırmaya çalışıyorlar. Başlı başına bir cinayet olan bu eylemler, bugün sömürgeciliğin dayattığı savaş, sürgün, soykırım, asimilasyon politikasına eşlik eden sıradan bir işlem olarak devam etmektedir.

Sömürgeciler işgal ve ilhak ettikleri ülkelerin bütün maddi-kültürel varlıklarına el koyup sahiplenmek istemektedirler; kalanını da kendilerine benzeterek tahrip ederler. Bir şeyin ismini değiştirmekle, kendisini değiştirmiş olmazsınız ama ismini değiştirmekle kimliğini, kişiliğini, ruhunu tahrip edip, belleğini de yok etmiş olursunuz. Kutsal “Merxîn Bawa”ya “Merhum Baba”, “Gey Bawa”ya , “Geyik Baba”, veya “Dızgoya” “Düzgün Baba” demenin altında yatan gerçek budur.

Türk egemen güçleri isim değiştirme işini o kadar abartılar ki, Kürdistan coğrafyasında adını alan ve uluslararası literatürde bu adlarla anılan bazı hayvan ve bitki isimlerini dahi değiştirmeye kalkıştılar. Örneğin; vulpus vulpus Kurdistanica olarak bilinen kızıl tilki adını, vulpus vulpus olarak adlandırmaya çalıştılar/çalışıyorlar. Kısacası bölgede Kürt veya Ermeni varlığını çağrıştıran bütün isimleri yok etmeye çalışıyorlar. Böylece bölgeye adını veren halkları, coğrafyalarıyla birlikte ortadan kaldırmaya giriştiler. Tüm otokton halkların varlığı yok sayılarak, Türk varlığına armağan etmek için her türlü yol yöntemi kullanmaktan kaçınmadılar/kaçınmıyorlar.

Coğrafyamızda etnik temizlik, kültürel mirasın yok edilmesiyle tamamlanmıştır. Anadolu’nun kadim Hıristiyan halkları ya katledilmiş ya da sürgüne yollanmışlardır. Müslüman halklar ile Kürt halkı ise, yoğun bir asimilasyona tabi tutulmuştur. Bununla da yetinilmemiş, Kürt köyleri yıkılmış, yakılmış, 3 bin 500’e yakın köy haritadan silinerek burada yaşayanlar zorunlu göçe zorlanarak, Kürdistan insansızlaştırılmıştır. Burada etnik kimliğin yok edilmesiyle, fiziksel yok edilişin de onu izlediğine tanık olmaktayız. Yok, etme işlemleri zincirleme olarak hep birbirini izlemektedir.

Tarihsel yer isimlerini silmek/değiştirmek veya kolayına geldiği gibi söylemek, insanlığın ortak hafızasına bir saldırıdır. Bu yüzden tarihsel coğrafik isimleri silmek; etnik, dinsel, kültürel kimlikleri inkâr etmek, tarihin izlerini ideolojik amaç uğruna ortadan kaldırmak, insanlığa karşı işlenen suçlarla eşdeğerdir. 1948’de BM soykırımı “insanlık suçu” olarak kabul eder ve soykırımı; siyasal, ekonomik, kültürel, dilsel, etniksel, tarihsel, ekolojik ve fiziksel olmak üzere sekiz başlık altında toplar. Coğrafi isimlerin yasaklanması veya tahrip edilerek benzeştirmeye çalışılması ve tüm tarihi varlıkların tahrip edilerek kendisine ait olduğunu iddia etmesi bu suçların kapsamı içine girer.

Bugün Kürt-ulusal hareketinin yarattığı duyarlılık sayesinde, yavaş yavaş yeniden otantik isimler kullanılmaya başlanmıştır. Bu yaygınlaştırılmalı ve günlük dilde mutlaka kullanılmalıdır. Tarihsel-kültürel soykırımı boşa çıkarmanın yolu buradan geçer. Bu anlamda herkesin bu konuya duyarlı olması, bu topraklarda yaşayan kadim halklara ve Kürtlere karşı insani bir borç ve saygının gereğidir.

23/03/2016

 

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights