Günümüzde egemen sınıfın toplum üzerindeki etkisi ve yönlendirmesiyle halkta oluşan demokrasi söylemi nedir, ne değildir? Demokrasi, özellikle egemen azınlığın eliyle bugün göklere çıkarılmış, tekrar oradan ilahi bir rejim kisvesi altında yeryüzüne indirilmiş bir tutumla, yediden yetmişe, sağdan sola herkesin ağzında yer almaktadır. Peki, nedir bu demokrasi?
Demokrasiyi tarihsel olarak Antik Yunan’a, hatta onun da ötesine, Fırat ve Dicle kıyılarına, yani Mezopotamya’ya kadar uzandırmak mümkündür. Ancak bu uzun yıllar boyunca demokrasi birçok aşamadan geçerek evrilmiş ve nihayetinde burjuvazinin egemenliğinde, onun eliyle şekillenen yeni bir düzen halini almıştır. Demokrasinin tarihsel gelişimi, onun etkisiz veya sınıflar üstü bir yönetim biçimi olmadığını; aksine elinde şekillendiği sınıf çıkarlarına göre biçimlendiğini gösterir. Zira günümüzde demokrasi kapitalizmle iç içe geçmiş, onun mülkiyet anlayışını korumak adına dönüşümler yaşamıştır. Toplumsal alanda kavramdan ziyade pratik önemlidir; demokratik bir yönetim, kapitalizme içkindir ve dolayısıyla kapitalizmi aşamaz. Demokrasiyi ağzından düşürmeyenler, bu sınıfsal yönünü göz ardı etmektedirler.
Demokrasi, sözlük anlamıyla halkın egemenliği demektir. Fakat bu tanım, kapitalist düzen misali toplumsal sınıfların varlığını içinde barındıran sistemler için geçerli değildir. Bu tanımdan soyutlanan demokrasi, boş bir forma dönüştürülür. Çünkü demokrasi, sınıflı toplumlarda elinde şekillendiği egemen sınıfın kendi çıkarlarını gözetmek amacıyla “halk egemenliği” söylemini kullanarak kendini meşru kılma aracıdır. Dolayısıyla sınıflı toplumlarda demokrasi, halkın yönetimi değildir; halkın egemen sınıf eliyle, onun sunduğu sistemdeki sınırlar içerisinde yönetime dahil oluyormuş yanılsamasıdır.
Tarihsel olarak demokrasi, özellikle 1789 Fransız Devrimi ile feodal aristokrasiye karşı bir mücadele aracı olarak kullanılmıştır. Ancak mülkiyet ilişkilerinin devam etmesinden dolayı, feodal aristokrasinin yerini sermaye sahipleri almış, yönetim kutsal perspektiften ekonomik perspektife geçmiştir. Bu geçiş, halktaki inanç sistemini de beraberinde getirmiştir. Tam anlamıyla bir dönüşüm sağlanamayan halk, yeniyi eskinin yerine koyma ihtiyacı duymuştur. Böylece daha önce tanrı tarafından görevlendirildiğine inanılan kralın yerini ve saygınlığını politikacılar almıştır. Buradan şu sonuca varabiliriz: Halk yapılan değişikliklerin bilincinde değilse, yeni düzen onun için yalnızca geçmiş düzenin bir yorumlanmasıdır. Bunun içindir ki halk bilinçli ve örgütlü değilse, rejim veya yönetim biçimi ne olursa olsun, var olan sistem bütün reformları ve dönüşümleri kendini yeniden üretmek için bir fırsata dönüştürür. Bunun bir örneğini Fransız Devrimi’ndeki monarşi taraftarlarında açıkça görebiliriz. Çünkü feodalizmde yönetim krallar ile içkindi. Dolayısıyla krallar ortadan kaldırılmadan halk, kralsız bir dünya düşünemiyordu.
Bunun için demokrasi, kapitalizme bu kadar içkinken ortadan kaldırılmadan ve toplumda ciddi dönüşümler sağlanmadan yeni bir toplum inşa edilemez. Esas sorun demokrasinin görünen yüzü olmamıştır; esas sorun, halkta egemen sınıfın aracı olarak yarattığı yanılsamadır. Kapitalizm, demokrasi kılıcını her alanda ustaca ve yetkince kullanarak kendini sürekli olarak yeniden üretir. Halktaki bu yanılsamalar geçici reformlarla aşılamaz. Bu konuda tarih, bizim için en büyük referans noktasıdır. Bütün egemen güçler kendi egemenliklerini meşru kılacak araçlar yaratmışlardır. Bu, feodalizmde tanrılar tarafından kutsanan ve görevlendirilen krallar; kapitalizmde ise sermaye tarafından meşru kılınan ve piyasa tarafından görevlendirilen yöneticilerdir.
Yani feodal düzende halk, kralın tanrı tarafından seçildiğine ve bu yüzden ona itaat etmenin gerekli olduğuna inanmaktadır. Bu yanılsamanın günümüzdeki karşılığı, sermayeyi, şirketleri ve piyasa bekçilerini yönetime getirmektedir. Bu iki düzen arasında şöyle bir kırılma ortaya çıkmaktadır: Gücün kaynağı kutsallıktan ekonomiye dönüşür. Dolayısıyla demokrasiyi sosyalizme taşımak; ya bilinçli ya da farkında olmadan kapitalizmin ideolojik aygıtını sosyalizme taşımak anlamına gelir. Bu tür bir eklektizm, yalnızca kapitalizmin kendini yeniden üretme koşullarının sağlanmasından öteye gidemez.
Bugünün liberal hegemonyası altında demokrasiyi yere göğe sığdıramayan uzlaşmacı, reformist Marksistler; yalnızca sınıf mücadelesinin çetin savaşını göğüsleyemeyenlerden ibarettir. Tarihsel referanslar ortadadır: Hiçbir tarihsel kırılma, keskin bir geçişi barındırmadan olmamıştır. Bunun için de reformlar, çatırdamakta olan bu vahşi sistemin maskeleridir. Ancak tarihin tozlu sayfaları, miadını doldurmuş böylesi sistemlerle doludur. Demokratik sosyalizm değil; sosyalist bir demokrasi ile kapitalizm, bir gün orada yerini alacaktır.