Enver Şen / Yazarın diğer makaleleri
Bir tarafta yürütülen barış ve demokratikleşme görüşmeleri öbür taraftan devletin tehditleri. Kadife eldiven içindeki çelik yumruk. Erdoğan – Bahçeli ikilisi ve temsil ettikleri devlet hem bireysel hem de kurumsal hiç de barış yapmak istedikleri havasını vermiyorlar. Çünkü barış ve silahsız ortam onların politik varoluşlarının sonunu yaklaştırır. Savaş, devlet terörü ve baskıyla politikalarını sürdürüyorlar. Faşistlerin, ırkçıların ve siyasal İslamcıların demokratikleşme gibi bir planları da olmaz. Erdoğan’ın kendisini ve politik yapısını en iyi tarif ettiği cümlesi “1994’te söyledim şimdi de söylüyorum, demokrasi bir amaç değildir, demokrasi bir araçtır. Bunu böyle bileceğiz, bilmek durumundayız.” (Başbakan Erdoğan, Ege Sanayici ve İşadamları Derneği – ESİAD- 06. 03. 2011 toplantısı) Şimdiye kadarda bunu uygulamıştır. Türk devletinin kilitlendiği şey içlerinde sadece İsrail’in coğrafi olarak Ortadoğu ülkesi olduğu (kültürel ve yaşam tarzıyla daha çok batılı) ABD, İngiltere, Fransa ve İsrail’in yeni Ortadoğu planlarında pay sahibi olmak. Yeni Osmanlıcılık politikalarını uygulayarak Suriye’deki işgalin devamını sağlamak. Yüz yıl öncesi gibi batılı emperyalist güçler Ortadoğu’nun sınırlarını yeniden dizayn ediyorlar. Elbet koşullar aynı değil. 21. yy. yaşıyoruz. Kürdler örgütlü, statü sahibi ve önemli bir askeri güçler. Tarihsel olarak Kürdelerin en iyi konumda olduğunu söylemek mümkün. Kürdistan için mümkün olan en iyiye ulaşma olanağı var. Kürdistan’ın çıkarları her şeyin üstünde tutula bilinirse. Kürdlerin bu güçlü varoluşu Türk devletini çok korkutuyor. Daha da büyümeden bunun önüne geçmenin yollarını da arıyor. Onun içinde özellikle Rojava’daki statüyü ortadan kaldırmak, bunu başaramasa da en azından işlevsiz hale getirmek için elinden gelen her şeyi yapıyor. Her ikisi de aynı planın ortakları olmalarına rağmen; İsrail ve Türkiye Suriye’de toprak ve güç sahibi olmak için çekişiyorlar. Biri kuzeyde, diğeri güneyde işgallerini sürdürüyorlar. Bu durum zaman zaman iki ülkeyi karşı karşıya getiriyor gibi görünse de, özünde yukarıda saydığımız emperyalist güçlerin politikalarını uyguluyorlar. Dış görünüşte Netanyahu ile çatışan Erdoğan gizli açık İsrail’le görüşmekten kaçınmıyor. Daha geçen hafta (11-12.04.2025) Bakü’de Türk ve İsrail heyetleri (Çatışmaları azaltma toplantıları) bir araya geldi. Her iki tarafta Aliyev’e teşekkür etti. İsrail’in 03.04.25 günü Humus’a bağlı Palmira bölgesinde yer alan T4 hava üssünü bombalamasından sonra (ki Türkiye’nin buraya yerleşeceği söyleniyordu) işin ciddiyetini kavrayan Türkiye dışişleri vasıtasıyla Suriye’de İsrail ile çatışma istemediklerini açıklamak durumunda kaldı. Aynı açıklama İsrail’den de geldi. Danışıklı dövüşün diğer yönleri de var. ABD ve İsrail Gazze’yi boşaltmak istiyor. Trump Gazze’yi turizm cenneti haline getirmek istiyor. Bu konuda müttefiklerinden buna uygun hareket etmelerini bekliyor. AKP ve Erdoğan’a bağlı basın hemen dört elle bu işe sarıldı. 09.04.2025 günü Şafak Gazetesi yazarlarından Taha Kılınç “Gazze ve Hicret” diye bir yazı yazdı. Özetle insan mı daha kıymetli, yoksa toprak mı ikileminde insan daha önemliyi öne çıkararak Gazze’nin boşaltılması “tehcir”inin gerektiğini öne sürdü buna da hicret dedi. Hicret ve tehcir deyimlerini bir arada kullanarak okuyucularını ikna etmede çalıştı. Şayet gerçekleşirse belki de 21.yy. en büyük tehciri olacak. Turmp, Erdoğan, Macron, Netanyahu ve Tramer tarihi katliamcılar arasındaki yerlerini alacaklar. Ertuğrul Özkök (12.04.25 Oda tv ) “ilginç bir hicret yazısı” diye yorumladı. Karar tv (10.04.25) Fehmi Koru ve Mehmet Ocaktan “Herhalde açsa açsa Türkiye kapıları açar yorumunda bulundular. Burada başka bir tehlike daha var, Suriye Baas rejimlerinin ve Erdoğan’ın başaramadığı Arap kemeri Çadır-Kent projesi ile uygulana bilinir. Fırat’ın batısında Efrin’e kadar uzayan Filistinlilerin yerleştirildiği bir kemer. Hem Filistinliler Türkiye’ye getirilmemiş olduğu için mülteci karşıtlığı olmaz hem de Erdoğan kurtarıcı olur. Siyasal İslamcılar içindeki konumu daha da güçlenir.
Barış ve demokratikleşme süreci bu karışık ortamda devam ediyor. Devlet, Erdoğan ve Bahçeli’nin barıştan anladığı “PKK kendini feshedecek bu iş bitecek”tir. Evet silahların susması tek başına da çok önemlidir. Ancak her şey değildir, pasif barıştır. Kürd sokağı çok genişledi Amed Kobane’yi, Hewler Merdin’i, Kermenşah Wan’ı duyuyor bütün Kürdi siyasi yapılar barışta birleşiyor. Rojava ortak yaşamı her gün yeniden geliştiriyor. Halkların ve inançların barış içinde yaşamalarının mümkün olduğunu tüm dünyaya gösterdi, gösteriyor. Süleymaniye Amerikan Üniversitesi tarafından düzenlenen 9. Süleymaniye Forumu’nda “Suriye’nin Kuzeydoğusu ve bölge üzerine etkileri” başlıklı panelde kendisine “ABD Suriye’deki güçlerini çekiyor, ne diyorsunuz sorusuna İlham Ahmed “Kendi gücümüze güvendik” diye cevap verdi. Bu güvenle Kürd tarafı ellinden gelen her şeyi yaparken, devlet ve hükümet şimdiye kadar hiçbir adım atmadı. Tam tersine 19 Mart 2025 sivil darbesiyle demokratikleşme gibi bir sorunlarının olmadığını bir kez daha ortaya koydular. Türkiye muhalefeti, sivil toplum kuruluşları demokratikleşme sürecini, barış süreciyle ortaklaştırmada somut adılar atmalı. CHP nasıl bir çözüm düşündüğünü kamuoyuna açıklamalı. Yapılan toplantı ve protestolarda kendi renkleri ile gelen Kürdler dışlanmamalı, tam tersine kucak açılmalı ortaklaşma desteklenmeli. Kürdler için barış ve demokratikleşmenin aynı madalyonun iki yüzü kadar biri birine yakın ve ayrılmaz olduğu gerçeği görülmeli. Ortak hareket etmek için her zaman ortak gündemlere sahip olmak gibi bir zorunluluk dayatılmamalı.
20.04. 2025