Ana SayfaGIŞTÎYENİ BİR ORTADOĞU’NUN DOĞUM SANCILARI

YENİ BİR ORTADOĞU’NUN DOĞUM SANCILARI

ABD Dışişleri eski Bakanı Condoleezza Rice’in (2005-2009) «Yeni bir Ortadoğu’nun Doğum Sancıları» konusunda 2006’da kehanetini herkes hatırlar. İktidarda bulunan George W.Bush/Dick Cheney ikilisi askeri rejimi ile ilgili olarak Bayan Condi, yalnızca Lübnan ve İsrail konusunda değil, aynı zamanda Irak, Suriye ve Suudi hanedanlığı için öngördüğü bazı tasarımları konusunda bariz bir şekilde yanılmış oldu.

Pepe Escobar

Başkan Obama yönetimi, Cinsiyet Tabancaları (The Sex Pistols) Dış Politika Okulu (“no future for you”) adı verilen bir geleneği sürdürdü. ABD Dış politikasının böyle tanımlanması Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Maria Zakharova tarafından sadece birkaç cümleyle mükemmel bir şekilde örneklendirildi.

Bayan Zakharova “Başkan Obama ekibinin sekiz yıl boyunca sürdürdüğü dış politikasının tutarlı olmadığını” söyledi. Şöyle ki; “bir gün Suriye’yi bombalıyoruz, ertesi gün bombalamıyoruz; bir gün Suriye’den çıkıyoruz, başka bir gün Suriye’ye giriyoruz”. ABD’nin izlediği politikada görülen bu tutarsızlık “ABD devlet yönetimi bürokrasi kanatlarından birinin diğer kanadın ne yapmakta olduğunu bilmemesinden kaynaklanıyor”. Çıkan sonuç itibariyle “ABD’deki her bir iktidar kanadı kendi programı doğrultusunda ilerledi ve varılacak sonucu mantıksal olarak düşünmeden izlediği Suriye politikasını bir tarafa bıraktı. ABD’liler izledikleri politikayla, Suriye’nin içinde bulunduğu duruma bir çözüm yolu bulmak yerine, yaratılmış histeri durumunu göstermek üzere, sadece seçim odaklı bir bilgilendirme kampanyasını başlatarak Halep şehri üzerine odaklandılar.

ABD’nin Halep üzerine odaklanması, yeni Başkan Trump yönetimi döneminde reel bir Ortadoğu’nun doğum sancılarını yakından izleyen, salonda bekleyen uzman yetişkin insanları karşımıza çıkarmasına yol açtı: Rusya

İran’ın Lazkiye’deki askeri üssü

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Rusya’nın İran ile olan stratejik ortaklığında bir gedik açmak amacıyla, başını ABD’nin çektiği İran karşıtı “Arap NATO’su” tarzında bir oluşuma, en küçük ortak Ürdün ve Fas Krallıkları ile birlikte petrol-monarşi yönetimleri Körfez Ülkeleri İşbirliği Konseyinden  (GCC) oluşan Şii-karşıtı koalisyona İsrail’in de yer alabileceğini ifade ederek, Kutsal Kitaptan alıntı yapmak suretiyle Devlet Başkanı Vladimir Putin’in aklını çelmek üzere Moskova’ya çıkarma yaptı.

Başbakan Netanyahu’nun Moskova’dan umutsuz, eli boş döndüğü anlaşılıyor. Çünkü İran ve Hizbullah savaşçıları, söylem düzeyinde kalmaktan daha ziyade, karadan yaptıkları savaş ve aynı şekilde Rusya güçlerinin de Havadan verdikleri destekle Şam adına yürütülen Suriye vekâlet savaşını kazanıyorlar.  Tahran yönetiminin, NATO -Körfez İşbirliği Konseyi -İsrail üçlüsünün balistik çılgınlığına rağmen, Astana görüşmeleri sonrası dönemde, gelişmeler ne yönde olursa olsun, Suriye’de kalıcı bir dayanak noktası kazanacağı görülüyor.

Bütün bu gelişmelere paralel başka bir gelişme; İsrail güçleri bundan böyle güney Lübnan’a saldırı yapamayacak. Geçen ay Tahran’da, gerek sınır boylarında koruma görevini yerine getirmek, gerekse yeraltı labirentleri/tesisleri gözetlemekle görevli 40.000 Hizbullah savaşçısının, tehdit unsuru nereden gelirse gelsin, Lübnan’ı savunmaya hazır olduğunu teyit eden bilgi aldım. Göreve hazır bu güç İsrail’in, küçük düşürülmesiyle sonuçlanan, 2006’da karşılaştığı güçten on kat daha büyük.

Öte yandan,  Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın, Rusya Havacılık ve Hava Kuvvetlerinin kullandığı Hmeymim Hava Üssü’ne yakın mesafede bulunan Lazkiye’de Deniz Üssünün kullanılması için İran’a yeşil ışık yaktığını gösteren bazı raporlar gündeme geldi. Söz konusu raporların gündeme gelişi İran Genel Kurmay Başkanı Muhammed Bagheri’nin “İran Deniz Kuvvetleri Donanmasının yakında Suriye ve Yemen’de bazı üslerden faydalanma ihtiyacı olacak” şeklinde açıklamasından sonra oldu.

Tahran askeri danışma ve eğitim hizmetleri veren uzmanları Suriye’ye gönderdi. İslam Devrim Muhafızları Ordusu (IRGC) mensubu çekirdek askeri gücü de danışma ve eğitim hizmetleri vermesinde katkıda bulunacak.

Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı, İran-Irak Savaşında ve Hizbullah’ın Lübnan’da 2006’da elde ettiği başarıda tecrübe edinmiş, asimetrik savaşta büyük deneyim sahibi, üstün bir askeri taktisyen /organizatör Tümgeneral Muhammed Ali Caferi ile Tahran’da tanıştım.  Bu tanışma Amerika Birleşik Devletleri Deniz Piyade Kolordusu Generali Joseph Francis Dunford ile tanışma gibiydi. Herhangi bir ihtişam eseri ve koşul durumu olmaksızın. Nazik ve zarif bir şahsiyet olan General Caferi’nin ayrıntılara girecek zamanı yoktu. Şam yönetiminin “savaş öncesinden köklü bir bilgisi ve deneyimi olmasaydı şimdiye kadar çok büyük sıkıntı çekmiş olurdu” diye başka kaynaklardan da teyit aldım.

Rusya Suriye’de ne istiyor?

Daha sonra, Rusya’nın Tel-Aviv ve Kahire’deki eski Büyükelçisi, şimdilerde Rusya Dışişleri Bakanı Yardımcısı, aynı zamanda Başkan Putin’in Ortadoğu Özel Temsilcisi, diplomatik kariyerinde Kızıl Denizin sularını metaforik olarak yeniden geçişe açan Mikhail Bogdanov’un verdiği bir röportajı vardı. Özel Temsilci Bogdanov salonda bulunan Arap dinleyici grubuna Rusya’nın Ortadoğu politikasına ilişkin özlü bir rehber sundu. Çılgın ruhlu NeoCon rejiminde görülen değişim demans haline tam zıt yönde bir politika.

Mikhail Bogdanov, Şam ile savaşan “onbinlerce yabancı selefi cihatçı paralı askeri güçleri” ile  “Suriye meşru yönetimi” tarafından resmi olarak davet edilen Rusya-İran askeri varlığı mukayese etti. Tahran’ın İran İslam Devrimini ihraç eden yöndeki taraflı görüşünü reddetti (1980’lerde gündeme gelmişti). Moskova, Suudi Hanedanlığının da mecliste yerini almasıyla birlikte, ABD ve İran arasında içtenlikli bir anlaşma olmasını istediğini önemle vurguladı. Müzakereler Moskova’da veya uygun görülen başka bir yerde yapılabilir.

Bogdanov’un altını önemle çizdiği gibi Kremlin Sarayı, Birleşmiş Milletler Örgütü (BM) sekteryanizmin ötesinde, BM gözetiminde yapılacak özgür ve adil seçimlerle seküler bir Suriye’nin olması taraftarı. Özel Temsilci Bogdanov’ın sözleriyle, tahmin edileceği gibi, Moskova’nın bu tutumu Tahran’ı Suriye barış görüşmeleri masasında uzak tutmak konusunda Washington’un saplantı halindeki kızgınlığını da maskeledi. Ve aynı zamanda, tek amaçları Suriye Cumhurbaşkanı Esad’ın Uluslararası Adalet Divanı, Lahey’de yargılanmasını isteyen “ılımlı isyancıların” talebine ret cevabı verilmiş oldu. ( Onlara göre Suriye savaşının daha devam etmesi gerekiyor).

Başkan Trump ekibi mensupları, Moskova’nın, Tahran’ı yalnızca Suriye’de değil aynı zamanda Avrasya entegrasyonundan da bertaraf etme olasılığı üzerine muhtemel bir hesap yapma yanılgısı içinde olmamalılar. Pek şansları yok, zinhar olmaz. İlk önce Suudi Hanedanlığına anlatmak gerekiyor. Suudi Hanedanlığı, Suriye’de rejim değişikliği olması için selefi cihatçıların Suriye’de sürdürdükleri savaşa ve ABD’den alınan silahlarla Yemen’de yürütülen, kazanma ihtimali olmayan ve Yemen halkının yaygın düzeyde açlıkla karşı karşıya bırakan savaşa büyük bir sermaye harcadı. Moskova zamanla, inatçı Riyad’ın bir takım jeopolitik realiteleri anlamasını sağlamaya çalıştı. Bir kez daha söylüyorum; hiçbir şansları yok. Çünkü Suudi Hanedanlığı en iyi müttefiklerinin Başkan Donald Trump olduğuna ikna olmuş durumda.

Jeopolitik gerçekliklerden dolayı sıkışmış, kişisel özellik markası haline gelen paranoya ruh halinden kurtulma durumu bulunmayan Suudi Hanedanlığı saldırıya geçme kararını aldı ve Kral Salman’ın cömertçe harcamalarda bulunmak suretiyle, bir dizi anlaşma imzaladığı, aralarında Pekin’inde bulunduğu Asya’ya çıkarma yaptı. Fiilen savaşçı Prens olarak bilinen Veliaht Prens Muhammed bin Salman Yemen’de yaşanan sivil trajediden sorumlu iken Washington’da Başkan Trump’a kur yapıyor.

Ortaya çıkan sonuca göre Suudi Arabistan’ın yönetiminin, Filistin trajedisi ve İran ile nükleer görüşmeler de dâhil, Ortadoğu bölge güvenliği ve Ortadoğu ekonomisi konularında Başkan Trump’ın etkili “yakın bir danışmanı” olacağı anlaşılıyor.  Dante cehennemi (*) hiçbir döngüsü, acısı hiç dinmeyen, “Yeni bir Ortadoğu’nun doğum sancılarının” daha iyi tanımlamasını yapmada daha uygun bir reçete olamaz.

Bütün gözler Suriye Kürtleri üzerinde

Washington’un ev sahipliğini yapacağı,68 ülkenin katılımcı olduğu IŞİD örgütüne (Deash) karşı mücadele toplantısına, tahmin edilebileceği gibi, Moskova ve Tahran davet edilmediler. Taraflar arasında çetin enformasyon savaşına örnek başka bir başlık; ABD kamuoyuna göre, terörizme karşı yürütülen gerçek anlamda bir savaşta Rusya ve İran’ın savaş verdikleri ve galip geldikleri şeklinde algılanmamaları gerekiyor.

IŞİD örgütünü imha etmek Donald Trump’ın Başkanlık seçim kampanyasının büyük vaatlerindendi. ABD Başkanı Trump, dikkati Rakka şehri üzerine yoğunlaşmış birkaç yüz sayıda deniz piyade gücü olmaksızın IŞİD örgütünü dağıtabilmesi mümkün görünmüyor. Sırası gelmişken ifade edeyim, bu durum Suriye’nin, küçük çapta da olsa istilası olur. Çünkü Şam yönetimi Suriye topraklarında ABD askerlerini istemiyor. Yani ABD ilk başlardaki A Planına geri dönüyor. Diğer bir ifadeyle, Suriye Kürtlerine dayalı bir politika izlemek durumunda.

ABD’nin Ortadoğu’daki en üst düzeyi komutanı General Joseph Votel ilk önce, Pentagon’un, ağırlıklı olarak Kürtlerden oluşan Suriye Demokratik Güçlerine (SDG) olan desteğini bildirmek üzere Kobani’ye gitti. Pentagon, ardından da, IŞİD örgütünü (Deash) dağıtmak üzere hazırlanan (gözden geçirilmiş), “Rakka alınıncaya kadar kimse uyumayacak” şeklinde özetlenebilir Başkan’ın Trump’ın yeni stratejisini açıkladı.

ABD Başkanı Trump’ın izlediği bu yeni stratejisi bölgede yeni bir jeopolitik işbirliği gerektirir. Eski Başkan Obama ekibi – özellikle CIA ve Dışişleri Bakanlığı – Türkiye’nin Suriye Kürtlerini “terörist” olarak tanımlayan ısrarlı politikası etkisindeydi. Ama yeni Başkan Trump Türkiye ile aynı görüşte değil.  Özel Temsilci Bogdanov da aynı görüşte değil. Bu arada; “Türkiye neden Irak Kürdistan’ını kabul ediyor da, Suriye Kürdistan’ını kabul etmiyor? sorusu gündeme geliyor. Sanırım Türkiye yönetimi bu konuyla pek ilgilenmiyor olsa gerek; Belki Irak ve Suriye’nin iç işleri olarak yorumluyor. Bu konuda karar verme hakkına sahip Suriye halkıdır; Rusya veya Türkiye devleti değil”.

Pentagon da, en az Ankara kadar, usanmış durumda. Birçok neden dolayı, şöyle ki; Türkiye’nin, stratejik noktalara yerleşen ABD uzmanlarının bölgeden ayrılmaları konusundaki ısrarı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Washington Suriye Kürtlerini desteklemesi ve 2016 Temmuz’unda kendisine karşı düzenlen başarısız kalmış darbe girişiminin baş sorumlusu olarak gördüğü Fethullah Gülen’in sınır dışı edilmemesi halinde Asya’ya dönmek üzere eksen değiştirme tehdidinin içerdiği Türkiye – Rusya yakınlaşması….

Kırsal kesimde hazırlanan yabanmersini – peynirli pastanın tadına bakmaya ne dersiniz; Washington, Moskova ve Tahran Suriye Kürtlerinin arkasında duruyorlar.

Bölgedeki işler elbette karışık vaziyette gelişme gösteriyor. Astana görüşmelerinde Türkiye, Rusya ve İran teorik olarak aynı tarafta yer almışlardı. Tahran yönetimi, diğer yandan, Erdoğan’ın dostu Barzani’nin başında bulunduğu Irak Kürdistanı otonomisin desteklemesinin karşısında adeta bir lanetleme eylemi olarak, Suriye Kürdistanı otonomisine destek veriyor.

Dolayısıyla, Moskova’ya da denge sağlayıcı bir harekette bulunmak kalıyor; gelecekte kurulacak olası Suriye federal devletinde Suriye Kürtlerinin de kendi yönetimlerini kurma haklarının olduğundan (Syrian Kurd self-administration) başka bir yolun kalmadığını Ankara’ya anlatmaya çalışmak.

Bu kavram oldukça iddialı; Moskova, hem Doğuya ve hem de Batıya, siyasal İslamcı olmayıp, gerçek seküler aktör sıfatıyla Suriyeli Kürtlerin, selefi cihatçıların başka bir oluşumu olan IŞİD örgütüne (Deas) karşı mücadelede mükemmel bir enstrüman olduklarını anlatmayı hedefliyor.

Hiç şüphe yok ki Suudi Arabistan bu konuyla pek ilgilenmez; çünkü IŞİD ile mücadele hiçbir zaman Suudi Hanedanlığın önceliği olmadı. Bu durumda asıl önemli taraf Ankara’nın daha ikna olmadığı.

Erdoğan bütün gücüyle, kendisine bir çeşit Başkanlık Sultan (Presidential Sultan) yetkisini kazandırabilecek, yaklaşmakta olan referandum üzerine odaklanmış durumda. Kesin bir zafer kazanmak için her türlü araçla Türk milliyetçilerin gönlünü kazanması gerekiyor. Diğer yandan da, jeopolitik konular açısından Rusya/İran ve Washington’a sırt çeviren bir politika izlememesi gerekiyor.

Daha birkaç hafta öncesine kadar hiç kimse Suriye Kürtlerinin – Asya, Afrika ve Avrupa coğrafyalarıyla bağlantılı olarak – Ortadoğu jeopolitik durumunu değiştirecek potansiyel stratejik kaldıraç olabileceklerini hayal bile edemezdi. Çin yönetiminin başını çektiği, (önemli bir merkez) İran’dan, Çin’in en büyük petrol sağlayıcısı Suudi Arabistan’a kadar olan coğrafyayı hedefleyen, Tek Bölge Kuşağı, Tek Güzergâh (One Belt, One Road – OBOR) ; Yeni İpek Yolu  çok sayıda liman, boru hattı, yüksek hızlı tren yolu inşaat çılgınlığı…. Suriye aynı zamanda yeni İpek Yolunun/ OBOR’un geçtiği gelecekteki platform adayı. Onun için Suriye’de barışın sağlanması ve selefi cihatçılardan arındırılması gerekiyor. Çin yönetimi, Avrasya’nın sessiz ve gizemli bir entegrasyon modeli sıfatıyla, Rusya ve İran’ın üzerinde karar kıldığı politikaları destekliyor.

Sonuç olarak, yeni bir Ortadoğu’nun doğum sancılarına şimdiye kadar kimin göz kulak olduğu,  doğum sancısı putperestlerini (pagans) kimin tasarladığı gayet açık anlaşılıyor. İsrail değil; Suudi Hanedanlığı değil. Ve Trump yönetimi de tam olarak değil.

(*) Dante Alighieri tarafından 14.yüzyılın ilk yarısında yazılmış, İtalyan edebiyatının epik şiiri ve dünya edebiyatının da önemli bir başyapıtı olan İlahi Komedya eserinde anlatılan döngü…….

Kaynak: https://sputniknews.com/columnists/201703171051701194-birth-bangs-of-new-middle-east/

 

Çeviren: Nizamettin Karabenk

Yeni bir Ortadoğu’nun doğum sancıları – Pepe Escobar

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights