“Gezi’nin Direngen Molotofçusu” ve geri vitessiz, “Eylemse eylem” diyeniydi.
Rakka’da düştü; 11 Mayıs 2017’de kaybettik Onu.
ULAŞ, ULAŞ’TIR…[*]
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER / Yazarların tüm yazıları için tıklayınız
“yani yaşıyor olmak
yaşamakla bağdaşmaz bazen.”[1]
“Aşkolsun sana çocuk, aşkolsun!” tümcesini bize bir kez daha terennüm ettiren Ulaş Bayraktaroğlu’nun düştüğü haberini alınca, yüreğim(iz)e saplanan acının tarifi kabil değil.
Yakıp kavurdu yüreğimi(zi) bir kez daha bu acı; Behçet Aysan’ın ‘Bir Eflatun Ölüm’ündeki, “aynı gökyüzü aynı keder,” dizelerini anımsatarak…
* * * * *
Murathan Mungan’ın, “Bazı insanlar meşe ağacı gibidirler; eğilip bükülmezler, sadece kırılırlar,” betimlemesindekilerdendi O…
Ekrem Demirci’nin Onu, “bir devrim hamalı” olarak niteleyip; “Ulaş Bayraktaroğlu, hiçbir sıfata, hiçbir makama hiçbir unvana metelik kadar değer vermezdi yoldaşlar. Söylemek borcumdur; ‘Ben dünyanın en iyi hamalıyım, en ağır yükü taşırım’ derdi ve dediği gibi yapardı,”[2] diye eklemesi boşuna değildi elbet.
“Gerilla, işçi sınıfına ve halklara organik olarak bağlı olan öncü devrimci kuvvettir, özgürlük gücüdür,”[3] diyen Ulaş Bayraktaroğlu, sosyalist insanın ne olduğuna örnekti.
Taksim Gezi Parkı direnişinin unutulmayanlarındandı…
O, Taksim’de plastik mermi yağmuruna maruz kalan SDP barikatlarında en öndekilerdendi.
31 Mayıs ve 1 Haziran 2013’de SDP barikatlarına saldıran TOMA’nın, atılan gaz fişeklerinin, plastik mermilerin, ses bombalarının haddi hesabı yok. Onlarca insan yaralandı. Kiminin kolu kırıldı, kiminin başı yarıldı, kiminin ayağı çatladı ve biri de gözünü kaybetti. Ulaş Bayraktaroğlu bu direniş süresince, en önde o barikatları savunuyordu…
“Gezi’nin Direngen Molotofçusu” ve geri vitessiz, “Eylemse eylem” diyeniydi.
Rakka’da düştü; 11 Mayıs 2017’de kaybettik Onu.
* * * * *
Sosyalist bir ailede doğup-büyüyen Bayraktaroğlu, yaşamı boyunca hep haksızlıklara karşı direndi. Düşündüğü gibi yaşayan ve nerede olursa olsun, sokak barikatında, bir işçi grevinde ya da savaş cephesinde hep önde oldu.
1995 yılında Birleşik Sosyalist Partisi’ne üye olan 19 yaşındaki Ulaş Bayraktaroğlu, tek başına Bağdat Caddesi Çiftehavuzlar’da bulunan bir bankayı soyar. Kısa bir süre sonra polisle girilen çatışmada yaralı olarak yakalanır. Cezaevinde adlilerle kalan Bayraktaroğlu, sosyalizmden ödün vermez. Zindanda da örgütleme çalışmalarını sürdürür. 22 Aralık 2000’de çıkartılan af yasasıyla serbest kalır ve örgütleme çalışmalarını bıraktığı yerden sürdürür.
Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) Merkez Yürütme Kurulu üyesi olan Ulaş Bayraktaroğlu, 24 Eylül 2010’da “Devrimci Karargâh Örgütü” ile irtibatı olduğu gerekçesiyle 8 kişiyle beraber tutuklanır. 11 aylık tutukluluğu sırasında cezaevinde partili yoldaşı Ekin ile evlenen Bayraktaroğlu, ilk duruşmada tahliye edilmesinin ardından bir kez daha çalışmalara katılır.
8 Mart 2013’de bir kız çocuğu, Dünya Kurtuluş dünyaya gelir.
15 Haziran 2013’te Taksim Gezi Parkı direnişi sırasında tutuklanan Bayraktaroğlu, 25 Mart 2014’te tahliye edildikten sonra Rojava’da IŞİD’e karşı yürütülen mücadeleye katılır.
* * * * *
Türkiye Komünist Partisi’nin son Genel Sekreteri (Haydar Kutlu) Nabi Yağcı’nın “Bugünün değiştirici gücü hangi sınıf?” sorusuna, “Ben diyorum ki, bütün sınıflar. Tek bir sınıf tarif edemezsiniz. Kim değişimi istiyorsa, onlar değiştirici güçtür. Türkiye’ye dönersek… Bugün AKP değişim istiyor. Evet, değiştirici güçtür işte,”[4] yanıtını verip; “Bize en yakın parti ANAP,”[5] dediği tabloda; vazgeçişin dört yanı sardığı “Yetmez Ama Evet” çığırtkanlıkları eşliğinde veya bir söyleşisinde oyunu 11 kez AKP’ye verdiğini açıklayıp,[6] “AKP ve BDP varken sol partiye ihtiyaç yoktur.”[7] “AKP yaptıkları ve yapamadıkları ile samimiyet testinden geçmiş durumda ve açıkça söylemek gerekirse Kürt meselesinin çözümü açısından tek anlamlı siyasî aktör konumunda. Kürtlerin özgürlük ve eşitlik hakları, en azından bir on yıl daha, BDP’nin olmadığı bir dünyada çözülebilir, ama AKP’nin olmadığı bir dünyada çözülemez,”[8] diyen Etyen Mahçupyan’ların ya da “Bir tarafı, herhangi bir tarafı tuttuğumuz anda, totaliter olup çıkıyoruz,”[9] yollu Gündüz Vassaf vari ucuzlukların[10] orta yerinde Theodor Adorno’nun, “Gözümüzdeki kıymık en iyi büyüteçtir,” sözünün kanıtıydı Ulaş Bayraktaroğlu…
“Nasıl” mı?
“Tranquillo quilibet gubernator”ken;[11] O fırtınalar ortasında yaşadıklarıyla, hepimizin “gözündeki kıymık büyüteçi”ydi.
Tabiri caiz ise mayasında devrimcilik vardı. DTCF’deki parlak antropoloji öğrenciliğini gözü kırpmadan arkada bıraktı. Parlak bir akademik kariyeri itiverdi elinin tersiyle.
Gözü kara bir dava insanıydı hiç abartısız. Korkusuzdu.
Sınıf kinini sürekli diri tutardı. Örgütlü devrimciydi hep.
Bilinçli/ inançlı bir sosyalistti. Kendisine “sosyalist” diyenlere benzemesi, farklıydı. Sonuna kadar bağlıydı davasına. Önceki Ulaş’ı hatırlatırdı. Daha küçük yaştan itibaren kafaya koymuştu: Davası ve halkı için canını vermeye hazırdı.
Annesi Melike Çakırer, “Kendi yapamayacağı hiçbir şeye insanları yönlendirmezdi” derdi.[12] Gerçekten de kendi yapmayacağı hiç bir şeyi yoldaşlarından istemezdi. Fiili önderdi; Antoine de Saint-Exupéry’nin, “Önder dediğin, sorumluluğu üstlenmeyi bilir. ‘Askerlerim yenildi,’ demez. ‘Ben yenildim,’ der,” betimlemesindeki üzere.
O bilinen, malum “şefler”in aksine, her zaman en öndeydi. Bedel ödemekten korkmaz, çekinmezdi.
Ankara Cebeci’de İşçi Parti’lilerce kafasının arkasından satırla ölümüne yaralanmıştı bir kez…
Hayatının yarısını hapishanelerde geçirmişti.
Romantikti. Değerleri için yaşadı. Hoşsohbet bir insandı.
* * * * *
“Ulaş ölmedi”… Bu bir ajitasyon değil; gerçek…
“Nasıl” mı?
Epikuros’un, “Yıkımların en ürküncü olanı ölüm, aslında bizi hiç ilgilendirmez; çünkü biz varken o yoktur, o varken biz artık yokuzdur”; William Shakespeare’in, “Korkaklar bin kez ölür ölünceye kadar; cesurlarsa ölümü yalnızca bir kez tadar,” sözlerindeki ölüm, yaşamla fiziki bağın sonlandırılmasıdır.
Yani ölüm fiziki varlığın yokluğudur, başka bir şey değil…
Ama unutulmasın: Ölüme yenilmeyen tek şey aşk ile başkaldırıdır… Bu nedenle ölmedi Kerem ile Aslı ya da Spartaküs ve Pir Sultan Abdal…
Aslı sorulursa “ölüm” denen şey, Necati Cumalı’nın, “Sadece seni düşündüğüm geceler,/ Neden ölümü hiç düşünmedim,” dizelerindeki teslim alınamayan sonsuzluk (aşk ve başkaldırı) karşısında çaresizdir.
O hâlde altını çizerek anımsatalım: Canlı maddenin ölümü hiçbir zaman yokluk değildir; yeni doğumları içkindir; bilinçlilik, ölümsüzlüğü doğurur.
Ölümsüzlük, zaman içinde her yerde bulunabilen zaman ötesi olabilmektir. Ya da hep 18 yaşında olmaktır.
Ölümsüzlük, ahlâk felsefesi açısından bir “postulat” olarak mümkünken; genelde bir tür fedakârlık sembolüdür. Fedakârlık-göze almak, ölümsüzlük için “olmazsa olmaz”dır.
Ölümsüzlük bir bakıma sonsuzluktur. Tarihlerden silinmemektir. Ölümsüzlüğün tek yolu hep çocuk olabilmek ve kalabilmektir.
* * * * *
Ulaş, Ulaş’tı…
Adnan Yücel’in, “Ey gözleri şiir yazan çocuklar/ Dünya nasıl da yenik ve yaralı/ Bir tek/ Sizin gülüşünüz var onu güldürecek,” dizelerindeki ölümsüzlerdendi…
Devrim kahramanıydı;[13] hep yaşayacak ve yaşatacaktır sonsuza değin; “hele ulaşa ulaşa/ ulaş benzerdi güneşe,”[14] ezgisi eşliğinde…
2 Haziran 2017 11:03:46, İstanbul.
N O T L A R
[*] Umut Gazetesi, Haziran 2017…
[1] Edip Cansever.
[2] Ekrem Demirci, “Ulaş Bayraktaroğlu: Bir Devrim Hamalı”, 18 Mayıs 2017… http://umutgazetesi2.org/bir-devrim-hamali/
[3] Ulaş Bayraktaroğlu, “Gerilla Özgürlük Gücüdür”, 22 Mart 2017… komungucu.com/2017/03/22/gerilla-ozgurluk-gucudur-ulas-bayraktaroglu/
[4] Referans Gazetesi, 10 Ekim 2005.
[5] Star-1 TV, 9 Kasım 1990, aktaran: Naciye Babalık, TKP’nin Sönümlenmesi, s.351-352.
[6] Etyen Mahçupyan, http://t24.com.tr/haber/mahcupyan-ergenekon-kck-ve-cemaat-tartismalari-surecinde-daha-mesafeli-olmaliydim,333770
[7] Etyen Mahçupyan, http://www.zaman.com.tr/etyen-mahcupyan/yeni-sol-akp-ve-bdp_2076083.html
[8] Etyen Mahçupyan, http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1032
[9] Gündüz Vassaf, Cehenneme Övgü, İletişim Yayınevi, 2012, s.115.
[10] Gündüz Vassaf, kendisi gibi “ideolojiler üstü” bir gazete olan Radikal Gazetesi’ndeki bir yazıda şöyle demişti: “Hatta, Marx’ın ‘Emperyalizm, kapitalizmin son aşamasıdır’ sözlerine kulak verecek olursak yeryüzünde henüz emperyalizm olmadı bile.” (Gündüz Vassaf, “Demokrasi ve Emperyalizm”, Radikal, 7 Ağustos 2011… http://www.radikal.com.tr/yazarlar/gunduz-vassaf/demokrasi-ve-emperyalizm-1059114/)
Gündüz Vassaf, bu cümleyi Marx’ın nerede, hangi kitabında yazdığını söyleme gereği duymaz. Gerek duymuş olsaydı da zaten bu olanaklı değildir. Çünkü böyle bir cümle Marx’ın ağzından ya da kaleminden HİÇBİR ZAMAN çıkmamıştır!
[11] “Sakin havada herkes dümenci.”
[12] Mehmet Şah Oruç-Metin Yoksu, “Anne Çakırer: Ulaş Hayallerine Kavuştu”, 16 Mayıs 2017… http://direnisteyiz5.org/anne-cakirer-ulas-hayallerine-kavustu/
[13] “Devrim Şehitleri” kavramına inanmıyoruz, doğru bulmuyoruz. Şehitlik dini, İslâm’a ait bir kavram değil mi? Devrimci “cenneti” olabilir mi? “Devrim şehitleri”, dinsel vurgulu bir kavramdır. Devrimcilerin işi bu dünyayladır ve kendi cennetlerini kendileri yaratacaklardır.
“Şehadet” dinsel bir terimdir. Şehit, “kutsal bir inanç” uğrunda ölendir. “Şehit” terimi bu coğrafyada “İslâmi Cihad” uğruna ölenleri nitelemekte kullanılır. “Şehadet” için Müslümanca yaşamak ve Müslümanca ölmek gerekir.
Devrim şehidi neyin nesi? Felsefi postulasını madde ve materyal üzerine kuran bir dünyevi düşünce sistemine nasıl olur da şehid tanımını sokarsınız?
Mistisizm ile maddecilik yan yana olamaz. O hâlde “Devrim Kahramanları” demek gerek. Çünkü “devrim” ile “şehit” oksimorondur.
Onlar devrimin kahramanları, ölümsüzleridir tıpkı; On’lar, 17’ler, 12’ler, Paramaz, Mustafa Suphi, Ethem Nejat İbrahim Kaypakkaya, Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Hüseyin Cevahir, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Sinan Cemgil, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Mazlum Doğan gibi…
“Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin; savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ve silahlarımız elden ele geçecekse ve başkaları mitralyöz sesleri, savaş ve zafer naralarıyla cenazelerimize ağıt yakacaksa, ölüm hoş geldin, safa geldin,” kararlılığıyla canlarını yaşam ve yaşatmak için feda etmiş kişilerdir.
İçeriğinde “daha güzel yarınlar için” mottosu olan Onlar, davaları uğruna düşen kahramanlardır, şehit olarak nitelenmemelidirler.
[14] Sevinç Eratalay, “Hele Ulaşa Ulaşa”