Ortadoğu’da her gün yeni gelişmelerin olması ve bu gelişmelerin arka planlarının kamuoyuna yansımasıyla aslında Suriye merkezli Ortadoğu krizinde AKP-MHP devletinin krizin en temel sebeplerinden biri olduğu her geçen gün daha da anlaşılmaktadır.
TC kuruluş felsefesi olan tekçiliği (Kürt düşmanlığını) AKP-MHP faşist cephesinde yeniden güncellemiş ve bu pratikle Ortadoğu’nun her yerinde gelişen Kürt kazanımlarını hedef almıştır. Bu bağlamda bölgelerin tarihi ve demografik yapısını hiç umursamadan bölgelere kimin yerleştirileceği kararını dile getirmişlerdir.
Son günlerdeki gelişmeler faşist ittifakın en başından beri Ortadoğu’daki tüm politikasını Kürt düşmanlığı üzerine kurduğu bir kez daha tarihin sayfalarına yansımıştır. Bu düşmanlığın faşist ittifaka çok şeyler kaybettirdiği ve kaybettireceği son gelişmelerden anlaşılmaktadır.
Suriye ordusunun El Bab’ın güneyini alması faşist ittifakın IŞİD ile olan bağlarını kesmiştir. Bu artık faşist ittifakın IŞİD ile savaşıyorum diye Suriye’de ilerleme hatta ilerde Suriye’de bulunma bahanesini bile ortadan kaldırmıştır.
Görünen tabloda bu ittifakın Suriye rejimine ya da DSG güçlerine saldırmaktan başka alanı kalmamıştır. Ancak Rusya’nın müttefiki rejime veya ABD’nin müttefiki DSG’ye saldırması söz konusu bile olamaz. Peki, bu ortamda NATO’nun şımarık çocuğu TC’yi Suriye’de neler beklemektedir.
En başından beri mezhepçilik ve Kürt düşmanlığıyla tüm yatırımını barbar cihatçılara yapan faşist ittifak taktikle Rusya ve ABD’yi karşı karşıya getirebilmek için bilinçli olarak Rus uçağını düşürmüştü. Ancak NATO’dan umduğu desteği bulamayan TC Rusya’nın her istediğini yapar bir pozisyona gelmiştir. Faşist ittifak artık bu güçlere müttefik olabilmek için verilebilecek bütün tavizleri vermiştir. Ancak Rusya ve ABD gibi büyük emperyal güçler sahadaki müttefiklerini kabiliyetlerine göre belirlerler. Bu emperyalizmin pragmatik doğasıdır. İttifakın 7 ayda alamadığı El Babı gören ABD ve Rusya TC’nin askeri gücünün reklam olduğu kanaatine çoktan varmıştır.
Peki, ekonomisinde, diplomasisinde ve ordusunda bu kadar dibe vurmuş bir ittifak nasıl olur da Minbic ve Rakka operasyonları yapacağını dillendirir. Aslında bu tam bir blöftür. Bu haliyle ABD’nin müttefiki DSG’nin kontrolündeki Minbic’e gidemeyeceğini TC çok iyi bilmektedir. Rojava’ya dönük saldırılarla aslında DSG’nin tüm gücüyle Rakka’ya yüklenmesini engellemektedir. Bu günübirlik manevra politikaları elbette ki hiçbir kazanım elde edemeyecektir.
Ve bu politikaların aslında ateşle oynanmak olduğunun bilinmesi gerekir. Bölgedeki büyük emperyal güçleri kızdıracak en ufak bir hareket TC’nin sonu olabilir. Ve bu fitili, başta Suriye halklarının özgürlüğü için mücadele eden daha sonra radikalleşen ve bu faşist ittifakın kendi hesaplarına kurban ettiği, hedeflerini şaşırttığı ve Halep’te sattığı İdlib’e yığılan binlerce gözü dönmüş artık TC’ye karşı öfkeli (gençler) radikal İslamcı militanlar ateşleyebilir.
Yazarımızın bir önceki yazısını buradan okuyabilirsiniz
http://rojnameyanewroz2.com/neden-kimse-sesini-cikarmiyor-9034.html