III. Bölüm
‘TÜRK KURTULUŞ SAVAŞI’NDA TÜRK-KÜRT İTTİFAKI VAR MIYDI?
Hüsnü Gürbey
Bilindiği gibi ittifak dediğimiz olay, iki güç arasında gerçekleştirilen bir güç birliği hadisesidir. Tarihten günümüze hep böyle olmuştur. Çaldıran Savaşı öncesi Osmanlı İmparatorluğu ile Kürt Mirleri arasında, iki taraflı olarak bir güç ve işbirliği anlaşması imzalanmış, iki tarafta kendilerini bağlayacakları belli taahhütler altına imza atmışlardır. Hâlbuki ‘Türk Kurtuluş Savaşı’na girilirken, masa başında pazarlık eden iki taraf, iki güç yoktur. Ya ne vardır? Kuvvay-ı Milliye etrafında örgütlenmiş güçlü bir Türk liderliği ile örgütsüz, lidersiz, dağınık ve güçsüz bir Kürt toplumu vardır. Terazinin kefeleri dengede olmayışı, Kürtlerin aleyhine olmuştur. Kemalistlerin örgütlü oluşları, politik deneyimleri, dünya konjonktürel şartları ile birleşince Kürtleri kazanmaları çok da zor olmadı. Buna karşılık, Kürtlerin örgütsüz ve lidersiz oluşları, Aşiretlerin parçalanmışlık durumu, iç çelişkileri, İslam’ın ümmet anlayışı ile birleşince, Kürtlerin rahatlıkla Kemalistlerin saflarında yer almalarına neden olmuştur. Kemalistler, Kürtlerin bu zaafında yararlanarak, oyalama ve kandırma taktiğini uygulayarak gerçek hedeflerine ulaşmışlardır. İzmir’in kurtarılmasıyla, meşrutiyetlerini güçlendiren Kemalistler, tek taraflı olarak verdikleri sözleri rahatlıkla rafa kaldırarak, Kürtlerin ulusal ve demokratik haklarını tanımadıkları gibi, Kürt halkının varlığını dahi reddetmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti daha sonra işi o kadar ileri götürmüş ki, Kürt ve Kürdistan isimlerini Tarih ve coğrafya kitaplarında silmeye çalışmış, Kürde ait ne varsa ortadan kaldırmaya çalışmıştır.
Dört yıl süren I. Dünya Savaşı’nda, Osmanlı Devletinde bulunan milletler arasında sadece Kürtler geleceklerini düşünmemişler ve Kemalistlerle birlikte hareket etmişlerdir. Yukarıda zikrettiğimiz nedenlerin dışında başka nedenler de olmalıdır. Kürtlerin Türklerle birlikte hareket etmenin başlıca nedenlerini şöyle sıralayabiliriz.
1- ABARTILAN ERMENİ KORKUSU
Savaşta ağır yenilgi alan Osmanlı İmparatorluğu 30 Ekim 1918’de Mondros ateşkes antlaşmasını imzalayarak itilaf devletlerine teslim olur. Bu antlaşma yenilginin ve dağılmanın tescilidir. Savaş boyunca İttihat ve Terakki cemiyetine dayanan hükümet yıkıldı ve devlet itilaf güçlerinin bütün şartlarını kabul etmeye mecbur duruma getirildi. Bu açıdan ateşkes antlaşması, savaştan yenilen Türkler için çok sert bir tehdit ve çok ağır bir antlaşmaydı. Bu antlaşmanın Türkler için hayati önem taşıyan 7. Maddesi, “İtilaf Devletlerine, güvenliklerini tehdit edecek bir durum ortaya çıkması halinde herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkı vermişti” Kürtler için ise,“Şarki Anadolu” denilen Kuzey-Batı Kürdistan’ın Ermenilere verileceğine dair 24.Maddesidir.
Buna göre Kuzeybatı Kürdistan diye tanımlayabileceğimiz ve “Vilayet-ı Sitte” olarak tanımlanan Sivas, Erzurum, Van, Mamüretülaziz (Harput), Bitlis ve Diyarbakır vilayetlerini kapsayan altı vilayet, altı Ermeni vilayeti olarak Ermenilere bırakılmak isteniyordu. Bu hadise Kürtler arasında büyük bir infiale neden oldu. Dolayısıyla Kürtler, nüfusun çoğunluğunu oluşturdukları ülkelerinin yarısına yakınını Ermenilere kaptıracaklarına, ortak dini paylaştıkları Osmanlı Halifesine, dolaysıyla yeni oluşturulan Kuvay-ı Milliye’yle ittifak arayışlarına girdiler. Aynı tarihlerde İngiltere’nin mütareke koşullarını öne sürerek Musul’u işgal etmeleri, Kürtlerin şaşkınlığını daha da artırdı ve Türklerle ittifak anlayışını daha da pekiştirdi.
Bu tarihlerde yayınlanan ve “Ulusların kendi kaderini tayin etme hakkını” tanıyan Amerikan Başkanı Wilson prensipleri, büyük yankı yaratı ve kabul gördü. 14 maddeden oluşan bu ilkelerin en önemli maddesi 12. Madde, Osmanlı hâkimiyeti altında yaşayan halklara “serbest gelişim hakkı” tanımıştı. Yerel yönetimi gerektiren bu hak, Osmanlı Hükümeti tarafından kabul edildi ve bu hak daha sonra gelişecek olan Kuvvay-ı Milliye hareketi ve 1919’da başlayan süreçte M. Kemal Paşa tarafından da kabul edilerek Kürtler kazanılmaya çalışıldı.
İtilaf devletlerince Ermenilere verilen bu altı vilayetten, Ermeniler ya sürülmüş ya da katledildikleri için tamamen arındırılmışlardı. Savaştan öncesi de bu altı vilayetten Van’ı çıkarırsanız çoğunluk Kürtlerde idi. İtilaf devletleri bu gerçeğe bakmaksızın, Kürtlerin hak ve menfaatlerini görmemezlikten gelinerek onları adeta yok sayması, Kürtleri, Türklere bağlayan esas nedenlerden birisi oldu. Böylece İstanbul’daki Kürt aristokrasisi dışındaki Kürtler çok fazla şart öne sürmeksizin Osmanlı Devleti’ne, Hilafete bağlanmasının nedeni, bölgenin Ermenistan’a terk edileceği korkusudur(*1)
Kürtleri, Ermeni tehdidiyle korkutan ve onları Osmanlıya bağlı sadık birer tebaa haline getiren en önemli aktörlerden birisi de bölgede bulunan 15. Kolordu komutanı Kazım Karabekir Paşa olmuştur. Kazım Karabekir Paşa, Kürt-Türk kardeşliğini özellikle din temelinde tesis etmeye çalışmış, bazı Kürt ağalarına aylık maaş vererek kendisine bağlamış ve Şarkın Ermenistan’a terk edileceği tezini yayarak Osmanlı Devleti’nin dışında bir çözüm arayışına girmelerine mani olmaya gayret etmiştir.
2- İNGİLTERE’NİN OLUMSUZ KÜRT POLİTİKASI
Savaşın sona ermesiyle, bölgeye barış gelmedi, üstelik Osmanlı otoritesinin ortadan kalkmasıyla bölge hızla anarşiye sürüklendi. İtilaf güçleri Mondros mütarekesinin 7. Maddesine dayanarak yer yer Anadolu’ya asker çıkardılar, yine onların teşviki ve desteğiyle Yunanlılarda İzmir’e çıktılar, İzmir’i işgal edip anavatana bağlamak istediler. İngilizler daha önceden anlaştıkları Sykes-Picot anlaşması gereğince Musul’u işgal ettiler. Kürdistan’ın yeniden bölünmesi demek olan bu işgali Kürtler tanımadı ve silaha sarıldılar.
İngiltere’nin öncülüğünde ki itilaf ülkelerinin Kuzey Kürdistan’daki altı vilayetin Ermenilere bırakmak istenmesi ve ardından İngiltere’nin mütareke şartlarını öne sürerek Musul’u işgal etmeleri, Kürtlerin nazarında İngiltere güvenilmez bir müttefik olmasını sağladı.Güneyde İngilizlerin, Kürtlere rağmen Ermeni ve Nesturî halklara arka çıkması, Kürtlerin kuşkularını artırarak Osmanlılara daha da yakınlaşmasını sağladı.Buna karşı İngiltere Sevr anlaşmasının Kürtlere tanıdığı haklar üzerinde, Van, Bitlis, Diyarbakır ve Harput’u da içine alacak şekilde kendi himayesinde bir Kürdistan kurmak istiyordu. Bu öneriyi Londra’ya sunan Bağdat’taki İngiliz Yüksek Komiserliği Temsilcisi Kolonol Wilson, yerinde incelemeler yapmak üzere, Kürt Lawrance olarak tanınan E. W. C. Noel’i 1919 yazında Kürdistan’a gönderdi. İstanbul’da Bedirhanlarla buluşan Noel, Kürdistan’da Kemalistlerin sert direnci ile karşılaştı. Kemalistlere göre, Kürt meselesi dâhili bir meseledir ve Noel’i de Kürtler arasına ayrılık ruhunu yaymak istemekle suçlarlar ve üzerine kuvvet gönderirler. Bazı yerel Kürt aşiretleri de Kemalistlere yardımcı olurlar. Noel ve Bedirhanlar kaçarak canlarını zor kurtarırlar. Bu hadiseden sonra İngilizler, Kürtlere devlet kurma fikrinde vazgeçerler. Çünkü İngilizlerin esas amacı Kürt Devleti kurmak değil, Güney Kürdistan’ı kendi nüfus alanı içinde tutmaktı. Bundan dolayı Kuzey Kürdistan’ı Kemalistlerin inisiyatifine bırakmakta sakınca görmüyorlardı.
Yukarıda saydığımız sebepler yüzünden Kürtler hiçbir zaman İngilizlere güvenmediler, buna rağmen Kemalistler, Kürt önder ve kurumlarını, İngilizlerle işbirliği içinde olduğu propagandasını yaptılar ve bundan da oldukça başarılı oldular.
3- KÜRTLERİN BİR LİDERLİK ETRAFINDA TOPLANAMAMASI VE AŞİRETLER ARASI GÜVENSİZLİK
- Dünya Savaşı’nın bitiminde oluşan uygun ortamın değerlendirilmemesinde önemli nedenlerin başında, devletin çok iyi analiz ettiği, Kürt ileri gelenleri ile aşiret reislerinin birbirine güvenmemeleri ve ortak bir liderlik etrafında birleşmemeleri yatar. 1919 yılında Van valisi olan Haydar Bey, bölgede gelişen Simko Ağa hareketini izlerken içişleri bakanlığına şu bilgileri aktarır. “Kürt reislerinin birbirlerine güvenmediklerini ve en küçüğünden en büyüğüne kadar hepsi “büyüklük” hastalığına tutuldukları için birleşmelerinin mümkün olmadığını kaydetmiştir Haydar Bey’e göre, önünde sonunda en milletperverleri dahi Osmanlı Devleti lehine dönecektir.”(*1) Tarih göstermiştir ki, iş ve güç birliğini yapmayanlar, başkalarına hep yem olmuşlardır. Kürtler ağır bedeller ödeyerek bu gerçeğin bilincine acaba günümüzde ulaşabilmişler midir?
4- KUVVAY-I MİLLİYE HAREKETİNİN KÜRTLERİ KANDIRMA VE OYALAMA TAKTİKLERİ.
Yunanlıların İzmir’i işgali, Türk ulusal bilincini çok şiddetli sarsar. Türk ulusçuları Anadolu’nun hemen her köşesinde Kuvvay-ı Milliyecilerin denetiminde Müdafaai Hukuk Cemiyetleri kurarak örgütlenmeye başlarlar. 1919 Mayıs’ın da Padişahın bilgisi ve izni ile Samsun’a çıkan M. Kemal, dağınık halde örgütlenen bu hareketleri milli bir şemsiye altında toplamaya çalışır. 23Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum’da toplanan “Vilayeti-Şarki Kuvvayı Milliye’nin” toplantısına katılır ve burada oluşturulan temsil heyetinin başına getirilir. Bu kongrenin en önemli maddesi, birinci madde olup, oluşturulacak devletin vatandaşlık tanımı yapılmaktadır. Buna göre “Trabzon Vilayeti ve Canik Sancağı ile Vilayet-ı Şarkiye adını taşıyan Erzurum, Sivas, Diyarbekir, Mamüretülaziz, Van, Bitlis vilayetleri ve bu saha içinde bağımsız sancaklar hiçbir sebep ve bahane ile yekdiğerinden ve OsmanlıCamiasından ayrılmak imkânı tasavvur edilmeyen bir bütündür. Saadet ve felakette tam ortaklığı kabul eder ve mukadderatı hakkında aynı maksadı hedef alır. Bu sahada yaşayan bütün İslam unsurlar yekdiğerine karşı karşılıklı bir fedakârlık hissiyle dolu ve ırki ve toplumsal vaziyetlerine riayetkâr, öz kardeştirler” Bu madde Sivas kongresinde de kabul edilecektir.
Böylece millet ‘Osmanlı camiası’ olarak tanımlanmış, Osmanlı İslam unsuru olmak bir üst kimlik olarak kabul edilmiştir. ‘üst kimlik’ tanımlamasında ‘Türklük’ ya da başka bir etnik aidiyet vurguda bulunulmamış ‘Müslümanlık’ temelinde bir birliktelik tasavvuru ortaya konmuştur. Asıl önemli nokta ise tüm Müslüman unsurların birbirlerinin ırksal ve toplumsal koşullarına riayet edeceklerine ilişkin taahhüttür. Burada ekseriyetle Kürt ve Türk olarak tanımlayabileceğimiz alt etnik gruplar arasında herhangi bir hiyerarşi gözetilmemiş, bütün unsurlar eşit tutulmuştur. Dolayısıyla birinin diğerine hoşgörüsü değil, saygısı esas alınmıştır. Aynı zamanda hiçbir Müslüman unsura azınlık gözüyle yaklaşılmamıştır. Kazım(Karabekir) Paşa, bu kararları 10 Ocak 1920 günü Albay İsmet(İnönü) Bey’e yazdığı telgrafta “Sivas Kongresi kararlarında Türkü, Kürdü birleştirdik” cümlesiyle özetleyecektir(*2)
1919’un 20-22 Ekim tarihleri arasında Amasya’da buluşan Kuvvayı Milliye adına M. Kemal ile Osmanlı Hükümeti temsilcisi adına Bahriye Nazırı Salih Paşa, imzaladıkları Amasya protokolü ile Kürtlerin taleplerinin karşılanacağını taahhüt ederler. Bu protokol uyarınca da, Osmanlı Devletinin sınırları “Kürtler ve Türklerle meskûn araziyi kapsadığı ve Kürtlerin Osmanlı Camiasından ayrılmanın mümkün olmadığı kabul edilmiştir.” Bu protokolde de, Kürtlerin Türklerle beraber Osmanlı Camiasının ana unsuru olacağı konusunda mutabakat sağlanmış, buna istinaden Kürtlerin örfi ve toplumsal hukuk çerçevesinde serbestçe gelişim hakkına sahip olacağına karar verilmiş ve bunun Kürtlerce şimdiden bilinmesi gerektiğine değinilmiştir. Kürtlerle ilgili bu karar Wilson Prensiplerinin “Türk olmayan Osmanlı unsurlarının serbestçe gelişim hakkı “ ilkesine de uygundur.
- Kemal ve hareketi, Kürtlere, Osmanlı camiası içinde her türlü haklarının tanınacağını belirtirken, bağımsız Kürdistan fikrine şiddetle karşı çıkarak Kürtleri oyalamayı ve kandırmayı iyi başarmıştır.
Kürtler için otonomiden uzun uzadıya bahseden bir diğer belge ise 10 Şubat 1922’de TBMM’de tartışılan “Kürt otonomi kanun taslağıdır”.İngiliz arşivlerinde bulunan bu belge göre, TBMM 10 Şubat 1922 günü yaptığı bir gizli oturumda, Kürtlerin oturduğu bölgelere Özerklik tanıyan bir kanun tasarı görüşülmüştür. Belgeyi İngiltere’nin İstanbul’daki Büyükelçisi Sir H. Rumbold tarafından Lord Curzon’a gizli telgrafla gönderilmiştir.(*2)
Bu kanun tasarısı 18 Maddeden oluşuyor. 1. Maddede “BMM, ulusların örfüyle uyumlu olacak şekilde Kürt milleti için otonom bir yönetim kurmaya başlayacak” deniyor. 3, 4, 5, 6, ve 7. Maddeler, başlıca idari birimlerin seçimi ve Kürt Ulusal Meclisi’nın kurulmasından bahsediyor. 9.madde Van, Bitlis, Diyarbakır vilayetlerini ve çok sayıda kaza ve nahiyesiyle beraber Dersim sancağı gibi bölgeleri içine alan Kürdistan sınırlarının belirlenmesinden ibarettir. 10, 11, 14 ve 17. maddeler adalet sistemi, gümrük ve vergiden bahsediyor. 12. ve 13. Maddeler, Kürt jandarması oluşturmak ve Kürt subayları Türkiye ordusundan çıkarmak için koyuldu. 15. maddede Kürt dilinin kullanılması yönünde çok sayıda şart koyar ve şuna söyler “Türk dili, Kürt Ulusal Meclisi’nin tek dili olacak ve dairelerde de yine Türkçe kullanılmalı” Yani Kürt dili, okullarda eğitim için kullanılacak. Valiler, gelecekte hükümetin resmi dili olmasını talep etmemeleri şartı ile Kürt dilinin kullanılmasını teşvik edebilirler. 16. madde, bilimsel yerler, hukuk ve tıp fakültelerinin açılmasından bahsediyor. 18. madde Kürt Ulusal Meclisi’nin hiçbir kararının, önceden Ankara Büyük Millet Meclisi’nin üzerinde onayı olmadan, kanun olmayacağı şartı getiriyor. (*bkz.S. Ghalib) Ancak daha maddeler görüşmesine geçilmeden, mecliste kargaşa olur ve ara verilir. Otonomi kanun tasarısı bir daha gündeme gelmemek üzere gündemden düşürülür. Böylece oyalama ve kardırma taktiği bir kez daha başarılı olur.
Kuvvayı-Milliyeciler Kürtleri böylece oyalayıp kandırırken Kürtler ne yapıyordu? Dönemin silahlı ve etkin aşiretleri İngilizlere karşı silahlı mücadeleyi veriyorlardı ama ulusal taleplerden uzak, din-İslam adına mücadele verdiklerini öne sürerek Osmanlı halifesine bağlılığı bir namus borcu olarak görüyorlardı. Değişen dünya koşullarına idrak edemeyen, kendi aralarında bir önderlik çıkarmayan Kürtler, Amasya protokolünde ve daha sonra TBMM’de kendilerine sunulan imkânlardan yararlanamadılar ve kendilerini M. Kemal’in inisiyatifine bıraktılar.
5- MUSTAFA KEMAL’İN PRAGMATİK LİDERLİĞİ VE KÜRT BEYLERİ İLE KURDUĞU ÖZEL İLİŞKİLER
M Kemal, Suriye’de Yıldırım Ordularının başındayken, Osmanlı İmparatorluğunun miadını dolduğunu anlamıştı. Onun için Türk merkezli, olursa Kürtleri ve diğer Müslüman unsurları da içine alacak yeni bir devletin kurulmasının kaçınılmaz olduğunu görüyor ve kendini buna hazırlamaktaydı. “M. Kemal, Türk olanlarla Türk olmayanlar arasındaki çizgiyi açık bir şekilde çizmişti. O, Türkler için yaşıyordu. Türk olmayanlar için herhangi bir yapılmıyordu. Ancak bu düşünceyi, toplum içinde açık bir şekilde ifade etmiyordu. Başta Türk olmayanları, hepsinden önce Kürt ve ondan sonra da İslam’ı, kurulacak yeni Türk Devleti için kullanmak istiyordu”(*agm.Ghalib) Bu düşüncesini 29 Şubat 1920 yılında eski ittihatçı sabık Başbakan olan Talat Paşaya yazdığı mektupta onunla paylaşmıştı. “Ben hareket sahasını ikiye ayırıyorum. Birincisi, barışa kadar takip olunacak hareket tarzı, ikincisi barıştan sonra tavır ve hareket. Bunlar birbirinden farklı olmak lazım gelir. Çünkü bugün yalnız dâhili düşmanlarımıza karşı değil, onlarla beraber doğrudan doğruya İtilaf Devletlerine bilhassa İngiliz’e karşı vaziyet ve tedbir almak mecburiyetindeyiz. Hâlbuki bağımsızlığımız saklı kalmak şartıyla bir barış imzaladıktan sonra yalnız dâhili hasımlarımızla karşı karşıya bulunacağız ki, bugünkü genel ve yaygın kuvvet ve nüfusumuzu iyi muhafaza ettiğimiz takdirde, bu zavallılara layık oldukları muameleyi tatbikte hiçbir müşkülat tasavvur etmiyorum”(*1) Görüldüğü gibi M. Kemal’in ajandasında hep gizli ikinci bir planı mevcuttu.
- Kemal 1916/17 tarihleri arasında İkinci Ordu Komutanı olarak Diyarbakır’da bulunduğu sıralarda, Kürtleri iyi analiz eder, onların pohpohlanmaktan hoşlandığını sezer ve bu savaşçı halktan yararlanmayı zihnine kazar. 28 Mayıs 1919’da daha Samsun havzasındayken, 4 Kürt aşiret reisine -ki bunlardan birisi de hayatında çok zikzaklar çizen Mutkili Hacı Musa Beydir-, telgraf çeker. Telgrafında, kendisinin Sultan tarafından atandığını ve yakın bir zamanda Kürdistan’ı ziyaret etmek istediğinden bahseder ve aynı zamanda Türkiye’nin işgalci Avrupalıların elinden kurtuluşu için, Türkiye Kurtuluş Savaşı’nda onlardan destek ister.
- Kemal, Kürt aşiret reislerini pohpohlayıp onlardan destek isterken, Kürt Özgürlük savaşını verenleri tehdit etmekten de geri durmaz. 15 Haziran 1919 günü Diyarbakır vali vekilliğine yolladığı telgrafta bu siyasetini açık bir şekilde belirtir.“Bir yabancı devletin himayesine sığınarak alçakça ve esir yaşamayı tercih eden her türlü görüşün, memleketi parçalanmaya götürecek her türlü cemiyetin” bu arada Kürt Kulübünün dağıtılması.-Diyarbakır ve çevresinde de, her Türk ve her Müslüman’ın katılacağı Mudafaai Hukuk Cemiyetlerinin kurulması; -Kürt Kulübü üyeleriyle “bütün milletin varlık ve bağımsızlığını kurtarmak” çerçevesinde görüşülerek uzlaşılması.(*2) Yine aynı tarihlerde Diyarbakır Kürt Kulübü üyesi, Diyarbakırlı Cemil Paşazadeye, Ermeni şantajını bahane ederek, İngiliz vaatlerine kanıp bir maceraya girişmemeleri yönünde tehditkâr bir mesaj yollar.
- Kemal ajandasındaki gizli dosyayı saklarken, her ortamda Kürtler ve Türklerin ortak vatanda özgür iradeleriyle birleştiklerini belirtir ve Kürtlerin kendi “kaderlerini tayin etme hakkını ”da içerdiğini resmi kararlarda ve açıklamalarda açıkça belirtmiştir. M. Kemal’in, Kürtlerin yaşadığı bölgelerde kendi kaderini belirleme hakkını açıkça kabul ettiği metinler şunlardır.-26 Nisan 1920 tarihinde Lenin’e yazdığı cevabı mektubunda. 2- Aynı dönemde Meclisin gizli oturumunda yaptığı konuşmada. Bu konuşmada “Genel olarak prensip şudur ki: Milli sınırlar olarak çizdiğimiz daire dâhilinde yaşayan çeşitli İslam’ı unsurlar birbirlerine karşı ırki, çevresel, ahlaki bütün hukukuna saygılı öz kardeşlerdir. Dolayısıyla onların arzularına aykırı bir şey yapmayı biz de arzu etmeyiz. Bizce kati olarak belli olan bir şey varsa, o da milli sınırlar içinde Kürt, Türk, Laz, Çerkesvesair bütün bu İslam unsurların menfaatleri ortaktır; İşbirliğine karar vermişlerdir. Yoksa hiçbir vakit başka bir görüş yoktur, Vicdani arzu ile kardeşçe ve dindarca bir birlik vardır. Dolayısıyla hiç şüphe etmeyiniz ki, Kürt, Laz vesaire reyi sorulduğu zaman bu reyi vereceklerdir”(*2) Görüldüğü gibi M. Kemal, Kürtlerin kendi kaderleri hakkında oy sahibi olduklarını kabul etmekte ama hemen akabinde bu oyun(iradenin) birlik yönünde olacağını belirterek, Kürt iradesine ipotek koymaktadır. 3-TBMM Hükümet kararında, M. Kemal başkanlığındaki BMM vekiller Heyeti’nin “BMM Reisi Mustafa Kemal imzasıyla Elcezire Cephesi Kumandanlığı’na yolladığı 27 Haziran 1921 tarihli talimatta da Kürtlerin kendi kaderlerini tayın hakkı açıkça savunulmuştur. Daha önemlisi, bu talimat herhangi bir talimat değildir, Hükümet kararıdır.(*2) 4-İzmit Basın toplantısı: M. Kemal İzmit’te gazete sahipleriyle 16/17 Ocak 1923’de yaptığı sohbette, “…Dolaysıyla başlı başına bir Kürtlük tasavvur etmekten ise, bizim Teşkilatı Esasiye Kanunu(1921 Anayasası) gereğince zaten bir tür mahalli muhtariyetler oluşacaktır. O halde hangi livanın halkı Kürt ise, onlar kendi kendilerini muhtar olarak idare edeceklerdir”(*2)
- Kemal’in savaş boyunca Kürtlere karşı kullandığı bu sıcak ve dostane dil, savaş bitiminden sonra terk edilecek, Kürtler, Türkler içinde eritilmesi gereken zararlı bir unsur olarak görülecektir. Gizli ajanda açılmış, yeni söylem “ne mutlu Türküm diyene” olacaktır.
6- DIŞ DENGELERİN TÜRKLER LEHİNE DÖNMESİ.
Türkler için dış dengeler 1917’de Sovyet Ekim devrimiyle dönmeye başladı. Sovyetler kuruluşlarından itibaren Kemalistleri desteklediler. Bağımsız veya otonom bir Kürdistan’ın İngiliz emperyalizmin denetiminde olacağı ve böyle bir yapılanmanın Sovyet Rusya çıkarlarına ters düşeceği saplantısına saptılar. Sovyetler Birliğine göre “Bağımsız bir Kürdistan devletinin kurulması fikri günümüz şartlarında gerici bir fikirdir.”(*3) Sovyetler Birliği, İngiliz emperyalizmini, feodalizmi ve gerici din adamlarını öne sürerek hiçbir zaman Kürt ulusal hareketlerini desteklemediler.
İtilafın güçlü müttefiki, Sevr’in en ateşli savunucusu Fransa ise tökezleyerek Kemalistlerle anlaştı. Kafkasya’da hızla ilerleyen Bolşevik Devrimi ise tüm dengeleri alt üst etti. Sovyet tehlikesine karşı Anadolu’da kurulacak tampon güçlü bir Türk devleti, İngiliz emperyalizmine daha yararlı olurdu. Bundan dolayı İngilizler, Ermeni tezlerinden vazgeçtiler, Yunanlılara verdikleri desteği keserek, Kemalistlere yaklaştılar.
Utku kazanarak Lozan’a giden Türk Devletinin iki kırmızıçizgisi vardı.1- Ermenilere asla taviz verilmeyecek. 2- Musul, Türkiye’nin isteklerine destek vermesi karşılığında İngiltere’ye petrole has ekonomik çıkarların korunması sözünün verilmeye çalışılacak, Lozan Türk egemenliğini dünya ya onaylarken, aynı zamanda Kürtlerin parçalanarak bölüşülmesi de onaylandı. Türkler için utku olan, Kürtler için hezimet oldu.
7- GÜÇLER ARASINDA KURULMAYAN İTTİFAK TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN KURULMASIYA DAĞILDI
Kürtlere verilen bütün sözler 20 Nisan 1924 Anayasasına karar verildiği zaman unutuldu. Türkler Lozan’da hedeflerine büyük oranda ulaştılar, müttefikler ve dünya ülkeleri Türk Devletini resmi olarak tanıdılar. Türkler endişelerinde kurtuldular ve Kürtlere gereksinimleri kalmadı. Kürtlere ihtiyaç kalmayınca, Kürt halkının varlığını inkâr etmekle işe başladılar. Bununla da kalmadılar, Kürt ve Kürdistan terimlerini tarih ve coğrafya kitaplarında silemeye çalıştılar. Osmanlı’dan o güne gelen Kürdistan eyaleti ismini yasakladılar. Bölgeye Vilayet-ı Şarkıya daha sonra Şarki Anadolu demeye başladılar. Nihayet 1941’de toplanan Türkiye Coğrafya Kongresi’nde Hamid Sadi Selen’in önerisiyle Türkiye yedi coğrafi bölgeye bölündü. Şarki Anadolu terimi ise Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya dönüştürüldü ve halen bu terimler kullanılmaktadır.
Kürt varlığı inkâr edilse de Kürt halkı yok olmadı, giderek Türkiye Cumhuriyeti’nin kâbusu haline geldi. Bunca soykırım, baskı ve asimilasyon girişimi Kürt sorununu çözemedi. Kürtler yaşadıkları ülkelerinde bir statü elde etmemek için, bölgenin gerici-faşist hükümetleri ile olmadık antlaşmaları rezilce imza attı, Türk dış politikasını ipotek altına aldı.
Irksal bir temel üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, tek devlet, tek dil ve tek millet anlayışına dayalı politika güttü ve bu politikaya Atatürk milliyetçiliği adını verdi. Atatürk milliyetçiliği yalan üzerinde kuruldu ve yalan üretti.
Irkçı-faşist bir zemine oturan bu politika Türk halkına da bir şey kazandırtmadı. “Başka bir ulusu ezen ulus bağımsız değildir” sözü burada tam yerini buldu. Türkiye halkları cumhuriyet ‘tin kuruluşundan bugüne demokrasi ile doğru-dürüst tanışmadı. Ya şoven ruhlu otoriter yönetimlerle, ya da doğrudan askeri faşist yönetimlerle yönetildi. On yılda bir askeri darbe gelenek haline geldi, vesayet rejimi kanıksandı. Ezilen emekçi kitlelere örgütlenme hakkı tanınmadı, zindanlar aydın ve emekçilerle doldu taştı. Üretime dayanmayan ekonomi dışa bağımlı hale geldi. Rant, ekonominin temel kaynağı olurken, gelir adaletsizliği, dünya birinciliğe oynadı. İş güvenliğinden yoksun, sendikasız emekçiler için basit iş kazalarında dahi ölüm günlük rutin olay haline geldi. Bunun gibi günlük hayatımızı etkileyen, eğitim, barınma, ulaşım, sağlık gibi nice sorunlar, bir türlü çözülemeyen Kürt sorununda kaynaklandığı gerçeği hep göz ardı edildi.
- Bölüm. XXI. Yüzyılda Türkler ve Kürtler ayrışırlar mı? Birleşirler mi?
Kaynakça.
(*1)-Sinan Hakan,-Türkiye Kurulurken Kürtler,1916-1920. İletişim yayınları.
(*2)-Doğu Perinçek-Kurtuluş Savaşı’nda Kürt Politikası./Kaynak yayınları
(*3)-Mehmet Perinçek,-Sovyet Devlet Kaynaklarında Kürt İsyanları./kaynak yayınları.
Makaleler/-Sabah Ghalib,-1919-23Yıları Arasında M. K. Atatürk’ün Kürt meselesi karşısındaki tutumu./newrozcom.