I – Küreselleşme trendi ile ters orantılı korumacılık, vekâlet savaşları yerine doğrudan savaşları getirir mi?
Önce Avusturya, Hollanda, Fransa’da… neofaşizm ile yabancı düşmanlığı güçlendi. Ardından İngilizlerin, AB’den ayrılma (Brexit) kararı ile korumacılık ve içe kapanma gelişti. Şimdi Trump ile ABD’nin, Meksika’ya duvar örme başta olmak üzere içe kapanmada atası İngilizleri izleyeceğinin işaretlerini veriyor. Gözler yaklaşan Hollanda genel seçimleri ve Fransa başkanlık seçimlerine çevrilmiş, “ya buralarda da İngiltere benzeri sonuç çıkarsa” kaygısıyla bekleniyor.
Obama’nın “Dünya ekonomisinin kurallarının sadece Çin gibi ülkelerce yazılmasına izin veremeyiz. Biz de bu kuralları yazanlardan olmalıyız” ifadeleriyle savunup imzaladığı Trans-Pasifik Anlaşması’nı; Trump “ABD ekonomisine zarar vereceği” gerekçesiyle 12 ülkeyi kapsayan anlaşmadan çekilme kararını imzaladı. Trump’ın imzaladığı diğer kararname, milyonlarca Meksikalı göçmen işçiyi sınır dışı etmek ve Meksika sınırına duvar örmek oldu.
Batı kapitalizminde gelişen içe kapanma/korumacılık ile eş zamanlı büyüyen yabancı düşmanlığı tehlikelidir.
Birincisi; ekonomik, ticari, kültürel, sosyal küreselleşmenin bu denli geliştiği Dünya da, içe kapanmak zor ve fakat Almanya’da bile Alman olmayan nüfusun %20’leri geçtiği bir etnik küreselleşmede yabancı düşmanlığı derinleşirse kimsenin tahmin etmeyeceği etnik temizliği tetikleyebilir!
İkincisi; yirmi yıldan beri ağırlıkla Afganistan-Mısır-Ukrayna üçgeninde süren ve yenileni, galibi olmayan vekalet savaşları yerini doğrudan savaşa bırakabilir. Bunlar elbette zor ama imkânsız değil çünkü ekonomik-ticari korumacılık adımlarını, küresel aktörlerin askeri hareketliliği izliyor.
ABD’nin, Avrupa’ya, Avrupa’nın da Baltık ülkelerine askeri güç kaydırması; Batının NATO ile ısrarla Doğuya genişlemeyle Rusya’yı çevreleme adımları; Ukrayna, Afganistan, Suriye… üzerinde süren ve sonu gelmeyen egemenlik hesapları; Trump ile ABD-İran geriliminin tırmanması; Yemen’de İran yanlısı Husilerin S. Arabistan’a saldırıları; nihayet ABD’nin, Güneydoğu Pasifikte Çin’i hedef alan askeri yığınak ve buna karşı Çin’in ilk uçak gemisini sahaya sürmesi dahil askeri hazırlıklarını ekleyelim. Ağırlaşan ekonomik kriz ile birlikte ele alındığında küresel aktörlerin doğrudan yeni bir Dünya savaşına hazırlanmak gibi tehlikeli bir tırmanış var.
II – Herkesin nefesini tutup beklediği Trump, iş başı yaptı
Trump iş başı yaptı, siyaset ile ekonomi aktörlerinin, “Trump ne yapacak” beklentisi de 20 Ocak’ta sona erdi. İktidarın ilk bir iki ayında başkan ve bakanların bürokratlardan gerekli brifingleri alma süreci tamamlanmadan Trump belli kararnameleri imzaladı bile. Merak edilen şudur; Cumhuriyetçi Trump; Demokratların iktidarındaki kimi uygulamaları değiştirme hatta tümüyle kaldırmanın yanı sıra devletin stratejik yönelimlerini de değiştirebilir mi? Peşinen belirteyim, hayır yapamaz.
Trump ve ekibi; Meksika üzerinden somutlaşan göçmen iş gücüne kapıları kapatma; sağlık sigortası ObamaCare’nin iptali; Trans-Pasifik Ortaklığı’ndan (TPP) çekilme… gibi konularda Obama’dan farklı uygulamaya gidebilirdi, gitti de. Bu adımların bazıları kuvvetler ayrılığına dayanan Amerikan sistemine takılmaya başlasa da tekrar gündeme getirebilir çünkü belirttiğim adımlar, başkan ve hükümetinin yetki alanlarındadır.
Buna karşın ABD rejiminin uzun hedefli öyle ki on yılları alan stratejik yönelimlerini içeren alanlarda değişiklik beklemek doğru değil ki bunların başında ABD’nin 21.yy’da Avrasya üzerinde hedeflediği egemenlik stratejisi gelir.
SSCB’nin yıkılmasıyla oluşturulan ve tıpkı “Soğuk Savaş” politikası gibi on yılları kapsayacak olan Asya Egemenlik Stratejisini Trump veya bir başka başkan haydi deyince değiştiremez. Çünkü bu stratejisi, Cumhuriyetçi ya da Demokratların değil devletin 40 yılı kapsayan stratejisidir. Şunu ekleyelim; Avrasya stratejisi gereği Afganistan ve Irak’a işgal kararını veren de Demokratlar değil Cumhuriyetçilerin iktidarıdır.
Başkan stratejinin kendisini değil ancak Avrasya coğrafyası üzerinde süren savaşın ağırlık merkezini değiştirebilir. Trump, başta savaşın ağırlık merkezini Afganistan-Mısır-Ukrayna üçgeninden Güneydoğu Pasifike kaydırma işaretlerini verdi ancak şimdilik bunu da yapmayacağı görülüyor.
ABD-Çin arasında iki mesele var; ticaret açığı ve Milliyetçi Çin. Trump, “Çin, Japonya ve Meksika’ya milyarlarca dolar kaybettik. Daha iyi ticaret anlaşmaları yapabilmek için akıllı ve başarılı insanlara ihtiyacımız var” diyerek Çin ile dış ticareti lehine çevirme arayışını sürdürüp Tayvan meselesini kaşırken, Rusya’ya göz kırpıp Çin’i yalnızlaştırma siyasetini de izleyeceği görülüyor tabii Rusya oyunu yutarsa!
ABD’nin Rusya ile savaşı sadece Güney Pasifik’te değil Güney ve Batı Asya başta olmak üzere her yerde sürerken, Trump uzattığı Çin havucunu Putin’in yutarak Şanghay ittifakındaki müttefiki Çin’i satacağını düşünenler yanılacak.
Kaldı ki Trump ve ekibi; Halep’in, Esad dolayısıyla Rusya kontrolüne geçmesiyle Suriye’de ABD rolü azaldı” değerlendirmesi ile “Obama’nın pasif yönetimi” nedeniyle Ortadoğu’da inisiyatifi Rusya’ya kaptırdı genellemesini sorgulayıp dengeyi ABD lehine kurabilmek için Musul ve Rakka’da işi sıkıya alıyorken; İran ile füze krizini tırmandırmışken… Bir, Pasifikte en azından şimdilik askeri seçenek yerine ticaret savaşlarına ağırlık vereceği görülüyor. İki, Rusya ile bunca çatışma alanı varken Pasifikte Çin’e karşı Rusya’yı yedeklemesi çok zor. Üç, İran ile krizi tırmandırırken Türkiye ile ilişkileri düzeltme gereği duyacaktır ki bunun başta Kürdistan meselesi olmak üzere sonuçları olacaktır. Yani Erdoğan’ın, Trump’a dönük taşıdığı kaygılardan daha fazlasını Kürtler özellikle Rojava Kürtleri taşımalıdırlar.
III – Bağımsız Kürdistan’ın yeni bariyeri; Moskova troykasının statüko savunusu!
İran, kendi stratejisini Irak ile Suriye’nin birliğinin savunusu üzerinde kurarak her ki coğrafya’da doğrudan savaşıyor. İran “birliğini” Irak ve Suriye üzerinde savunurken hedefinde esas Kürdistan ulusal güçleri bulunuyor. Hep yazdım; Kürdistan’ın bağımsızlığı meselesinde en büyük dalgakıran İran rejimidir diye!
Türkiye dün de bugün de sınır ötesi askeri işgallerle bağımsız veya federatif Kürdistan’ı engellenmek istiyor. Türkiye’nin esas Kürdistan basıncından hareketle; Rusya ve İran’a yani statükoyu savunan Doğu eksenine yaklaşması, başta Doğu Perinçek olmak üzere tüm Kemalist/sosyalist siyasetçi ile gazetecilerin “nihayet doğru çizgiye geldin” diyerek sevinmelerine yol açtı.
Halep’in Rusya, İran ve NATO üyesi (!) Türkiye desteğiyle Suriye rejimince alınmasında yaşanan durum benzeri şimdi El Bab’ta yaşanabilir mi? Türk devleti Kuzey ve Doğudan El Bab’a yönelirken, Suriye rejim ordusu Güney’den El Bab’ı kuşatarak kent merkezine 3-4 km mesafeye kadar yaklaştı. Rejim ordusu bugün yarın El Bab’a girip Türk Ordusu ile burun buruna gelirse ne olacak? Türk yetkililerinin güvendiği “Rus koordinasyonu” meseleyi çözer mi?
Türk hükümeti sıkça “biz buraları DAİŞ’ten temizledikten sonra Suriye’ye teslim etmeyiz” deseler de Rusya’nın telkinleriyle Türk ordusunun Suriye lehine geri çekilmesi sürpriz olmayacak. Dolayısıyla El Bab, Türkiye-Suriye ilişkilerinin güçlendirilmesinin yeni kapısı ve Türk devletinin, Rojava işgalini Suriye rejimi adına vekâleten sürdürdüğünün tipik örneği olmaya aday! Ancak burada bir mesele var; Türk devletinin Trump yönetimi ile giriştiği “Rakka’da PYD’yi bırak ben askerin olurum” pazarlığı sonuç verir ve ABD desteğini alırsa El Bab’ı Suriye’ye teslim etmesi zor olur çünkü bu durumda başka planlar işleyecek demektir.
Rusya Stratejik Çalışmalar Enstitüsü (RISS) Başkanı Leonid Reşetnikov, “Kürtlerin olduğu her yerde dillerini yaşatmalarına ve kültürel olarak gelişmelerine imkân tanınmalıdır ama devlet kurmalarına biz karşıyız. Tarihin kaderi böyle. Ne yapalım bugün; Irak’tan sonra İran, Suriye ve Türkiye’yi mi parçalayalım? Ermenistan’da da Kürtler var” derken Türkiye ve İran ile mevcut statükonun korunmasında birleşiyor. Rusya’da birliğini, Suriye-Irak-İran üzerinden arıyor yani bugün “İran parçalanırsa yarın sıra bana gelir” korkusuyla bölgede statükoyu savunuyor.
Rusya; Güney Kürdistan ile ilişkileri geliştirmesi, Rojava’ya içeriği tam belli olmasa da özerklik önermesi, Astana toplantısını düzenlemesi ve PYD ile diğer Kürt taraflarını davet etmesi… Tüm bunlar: bir, mevcut sınırları korumak yolunda kazın geleceği yerden tavuğu esirgememe politikalarıdır. İki, statükocuların savunusuna karşın Kürdistan bağımsızlığını ilan ederse ilişkilenebilmenin yollarını döşeme arayışlarıdır. Üç, Ortadoğu’da siyaset yapacak her aktör gibi Kürtlerle ilişkilenmeden siyaset denkleminin kurulamayacağı gerçeğini bilmesidir. Cenevre ve Astana’da sonuç alınamaması bunun yakın örneği.
Ayrıca Rusya emperyalizmi liderliğinde Doğu ekseni, somutta da üçlü ittifak, Suriye’de inisiyatif alarak savaşı bitirmek isterken; ABD emperyalizmi liderliğinde Batı savaşı sürdürmek isterse savaşın bitmesi zor. Örneğin Trump’ın “Suriye’de güvenli bölge kurma” yönelimine, Rusya “bize danışılmadan olmaz” ya da “Güvenli Bölge kurmak demek fiilen savaş ilanı demektir” beyanları zorluğun ilk işaretleridir.
Moskova troykası, Kürdistan’ın bağımsızlık karşıtlığı üzerinden İran ile Türkiye’yi geçici olarak bir arada tutabilir ancak kökleri gerilere dayanan bölgesel rekabet nedeniyle iki devletin uzun süre birlikte hareket etmelerinin güçlükleri var vb.
Bütün bunlar bir yana özetlediğimiz gelişmelerden hareketle Kürt siyaseti ne yapacaktır? Esas mesele budur.
*Güney Kürdistan iktidarı; Irak başbakanı İbadi’nin tabiriyle “teorik aşamada” dediği bağımsızlığı artık hızla pratikleştirmelidir. İlk ciddi adım, KDP ile YNK Peşmergesi ayrımı hızla ve inandırıcı olarak aşılmalıdır. Kaldı ki Güney Kürdistan artık ya bağımsızlığı gerçekleştirecek ya da Hewler-Süleymaniye gerilimi üzerinden yeni bir parçalanma yaşayacak.
*Rojava’da siyasi ve askeri ortaklaşma (TEVDEM ile ENKS ve YPG ile Roj Peşmergesi) kaçınılmaz bir ulusal zorunluluk olarak kendini çoktan dayatıyor. Bu zorunluluğun gerekleri ya yerine getirilir ya da tarih önünde sorumlular hesap verir.
*Kürt siyaseti, Kürdistan parçalarının (bugün Güney ile Rojava’nın) örtüşen geleceklerinin siyasal ve örgütsel gerekliliklerini “nasıl yerine getiririz” diye üzerinde kafa yormalıdırlar.
*Güney ile Rojava’nın son yıllarda yaşadığı zengin deneyim ve sahadaki etkinliğinden hareketle kendi öz gücüne güvenmeyi esas almalı. 40 milyonu aşkın nüfusuyla Kürt halkının Güneyin bağımsızlığı ve Rojavanın federasyonlaşmasının arakasında durduğu özgüveniyle kendileri olabilmelidir. Sonuç; başkalarının ne dediği bir yere kadar önemlidir asıl olan Kürtlerin bağımsızlığa hazır olmalarıdır. 09.02.2017