*Aylardan beri Kürdistan’da meşru sokak eylem ve mitinglere kitlesel katılımda büyük sıkıntı yaşanıyor. Rejimin onca baskı, terör ve katliamlarına rağmen, kitleler sokakta tepki vermeye mesafeli duruyor. Kürt siyasal parti ve kadroları, aydın ve sivil toplum kurumları, özelde de KCK, DTK, HDP’nin çağrıları, kendi kitlesinde bile beklenen karşılığı bulmuyor! Bugünkü 27 Şubat eylemini saymazsak halk kitlesel olarak sokağa dökülmüyor.
*3 aydan beri Sur’da, Cizre’de… kesintisiz sokağa çıkma yasağı var! Cizre bodrumlarında ki katliamlarda 167 ölü bedene ulaşıldı ve bunların 137’sinin kimlik bilgileri dahi tespit edilemiyor! Ölü bedenleri yansıtan kimi fotoğraflar, “insanım” diyeni insanlığından utandıracak düzeyde! Buna rağmen yönetici ve militan kadrolar dışında kitlesel tepki yok!
*Şimdi Sur’da, Cizre benzeri bir katliamın ayak sesleri geliyor. Yıkık bina bodrumlarında “çoğunluğu sivil 200 civarında insan” ölümle burun buruna! Aydın ve gazetecilerin, parti merkez ve yerel yöneticilerinin çağrı ve eylemleri dışında halkımız bugüne kadar en ilerisi özgün/kederli seyirci konumda kaldı!
*Öncesi var; Varto, Cizre, Şırnak’ta ölü ve çıplak kadın bedenleri meydanlara bırakıldı, ölü bedenler gözümüzün içerisine sokulurcasına zırhlı araçlara bağlanarak caddelerde taşındı! İnsan cesetleri sokaklarda çürümeye terk edildi ancak beklenen ve çağrılan kitle sokağa çıkmadı! Öyle ki halkımızın, yurtsever halkımızın ezici çoğunluğu, vicdanları çatlatan bir temaşa/ seyretme pozisyonunda kaldı!
*Türk devleti kentlerimizde tam anlamıyla taş üstüne taş bırakmadı. Amiyane tabirle tanklarla “evlerimiz başlarımıza yıkıldı”! Sıraya koyulmuş gibi kentlerimiz tek tek yıkılmaya devam ediliyor! Öyle ki halkın en kutsal değerleri olan cami, kilise gibi mekanların yakılmış, yıkılmış, kurşunlanmış görüntüleri yayınlandı! Bütün bunlara rağmen halkımız evinde beddua etmekle yetindi!
* Öcalan bir yıldır ailesi dışında kimseyle görüştürülmüyor, “Öcalan üzerinde tecrit var kaldırılsın” şeklinde çağrı üstüne çağrılar en etkili mevkilerden yapılıyor. Sokağa dökülen sınırlı militan damar dışında kitle yine sessiz!
* Keşke bazı iyi niyetlilerin söylediği gibi, Sur’da yaşananlar nedeniyle “Tüm şehrin ruh hâli bozulmuş durumda” olsaydı! Keşke “herkesin yüreği Sur’da atıyor” olsaydı! O zaman bu mesele daha ilk haftasında çözümlenirdi. Nasıl mı? Halk Sur’a yürüyüp “içerdeki savaşçılar neyse biz oyuz” deselerdi içerdekilerle buluşur abluka kırılırdı. Ama tersi oldu koca Diyarbakır yönetici kadro ve gençlerin tepkisi dışında seyretmekle yetindi, halen de bununla yetiniyor! Bu arada bugünkü Koşu Yolu Parkı’ndaki“Sur’a Ses Ver” kitlesel eylemini olumlu çıkış olarak not edelim.
Halk sadece sessiz değil, beterin beteri kitlesel olarak kentinden göçüyor!
Bunca yaşananlara karşı halkımız; Diyarbakır, Van, Mardin, Urfa’da ulusal bakımdan bedel ödemiş en duyarlı halkımız bile çoğunluğu halen adeta taş olsa çatlardı dedirten bir sessizlik içinde!
Beterin beteri olan, halkın kitlesel olarak kentlerinden göçüyor olmasıdır! 90’lı yıllarda kırsal alan, devlet zoruyla yakılıp yıkılarak boşaltıldı. Şimdi kentlerimiz Silvan, Cizre, Nusaybin, Sur, Yüksekova … bir bir boşalıyor. Hendeklerin kazıldığı dolayısıyla sokağa çıkma yasağının ilan edildiği, hatta ilan edileceğinin duyulduğu kentlerimiz hızla boşalıyor.
Kısa süreliğine sokağa çıkma yasağının ilan edildiği ancak Cizre ve Sur’daki operasyonlar nedeniyle geçici olarak yasağın kaldırıldığı Nusaybin’de yeniden sokağa çıkma yasağı söylemi bile halkın kenti hızla boşaltmasına neden oluyor. Derik’te benzer durum yaşandı; “sokağa çıkma yasağı ilan edilecek” açıklamasının ardında birkaç saat içerisinde ilçenin büyük oranda boşaldığı söyleniyor. “Operasyon yapılacak” söyleminin kitlesel göçe yol açtığı bir diğer önemli kentimiz, Yüksekova! Bütün bunlar niye, neden?
Halkımız, Serhıldanları yaratan aynı halk! O halde niye neden?
Devletin onca hukuksuzluğuna, sıkıyönetimden beter uygulamalarına rağmen halk seyirci kalıyorsa bunun üzerinde düşünülmeli!
Birincisi; “Türkiye, Rusya’nın Kafkasya Siyasetini Kürdistan mı İzlemek İstiyor” başlıklı yazıda; “I- Rusya’nın Kafkasya (Çeçenistan) savaşındaki ‘başarı’sında, başka faktörlerle birlikte izlediği şu taktiğin önemli rol oynadığı görülür: Çeçen iktidarını katı şeriatı savunmak gibi en uca iterek yalnızlaştırmak! … Böylece bağımsızlık hareketini halktan ve uluslararası kurumlardan büyük ölçüde soyutlamak” olduğunu belirtmiştim.
Barikat kazılan kentlerde yerel yönetim elindeyken; görünür gelecekte Türkiye’nin Suriye ve Cizre’nin de Kobanê olma durumu yokken kentlerde silahlı özerklik ilanı ne halkta ne de uluslararası kamuoyunda destek görmeyecekti, görmedi de!
Devlet ve AKP bilinçli politikalarla savaşı dayatarak PKK’yi kentte silahlı özerklik ilanı ile bugün en uca itmiş oldu! PKK’de, bölgesel gelişmeler çerçevesinde Rojava’da kendi misyonuna dair gördüğü fotoğrafının aynısını Kuzey Kürdistan’da da görme, Sur, Cizre ile Kobanê’yi aynı bölgesel/küresel denklem içerisindeymiş gibi algılama hatasına mı düştü? Altı aydan beri yaşananlar bu hataya düştüğünü gösteriyor. Kısacası bugün Cizre veya Sur’u “Kobanê’leştireceğim” demekle PKK, devletin kendisinden beklediği hataya düşmüş oldu. Sonuç, halk devlet terörü ile PKK’nin kentlerdeki silahlı eylemleri arasında sıkışıp kaldı. Başta özetlediğim tabloya rağmen halkın seyirci-izleyici olmasında öncelikle bu etkili oldu.
İkincisi; Amed, Suruç, Ankara’da bombalı saldırılarla yüzlerce can alınırken esas amaç siyasal ortamı özellikle kitlelerin siyaset alanını bilinçli olarak terörize etmekti. Ki yaratılan tedirginlik, terörize edilmiş ortam halen etkisini sürdürüyor!
Üçüncüsü; kitlelerin sokağa mesafeli duruşunda elbette devletin son altı aydan beri görülmemiş bir baskı ve terörle halkın üzerine gitmesinin de altını çizelim. Öyle ki Kürdistan kentlerinde savaş karşıtı bir bildiri dağıtmak, mitinge çağrı yapmak bile artık gözaltı hatta tutuklanmaya neden olabilmektedir.
Dördüncüsü ve önemlisi; halkımızın kitlesel sokağa çıkmamasında, barikat/hendek savaşlarını yanlış bulmasının da önemli bir payı vardır! HDP’ye oy veren kitlenin çoğunluğu buna dahildir! HDP Eş Başkanları da önce barikat/hendek uygulamasını yanlış bulduklarını açıkladılar; fakat daha sonra “savaşırken farklı sesler çıkmasın” kaygı ve basıncıyla barikatları destekleyen açıklamalar yaptılar. Demirtaş’ın, DTK Genişletilmiş Olağanüstü Kongresinde yaptığı konuşmasında hem devletin Kürt siyasetini uca itme siyasetinin hem de PKK’nin “savaşırken farklı sesler çıkmasın” çağrısının basıncı altında olduğu görülür! Örneğin Demirtaş’ın;
“Kürt gençleri bugün bu tarihi bilinçle, travmayla, yaşanan acılarla yola çıkarak bu direnişi ortaya koyuyor… Madem hasta ameliyat masasına yatırıldı ki hasta 200 yıldır hastadır. Defalarca denedik ilaç verdik, serum taktık olmadı. Madem ameliyat masasına yatırdık. Bu hasta oradan iyileşmeden kalkmayacak, bu direniş zaferle sonuçlanacak. Herkes halkımızın iradesine saygı duyacak ki, bir daha bu acıları yaşamayalım. ..Kağıttan kaplanların, ucuz kahramanların sonu geldi” demesi belirttiğim duruma tipik örnektir!
Ne yapılmalı?
Şu an birinci mesele; Cizre’de yaşanan ve Sur’da da adım adım yaklaşılan toplu katliamın nasıl engelleneceğidir! Bu meselede iç basınç yetmez, yetmiyor uluslararası basınç da gereklidir. Öncelikle ne yapılmalı ki, uluslararası kamuoyu ile Türkiye toplumu, devlet ve hükümet politikalarını sorgular hale gelsinler, getirebilelim.!
İkinci ve kilit mesele şudur; hangi siyasetle kentlerimizin boşalmasını engelleyeceğiz!
Şurası açık bunca olup bitenden sonra bugünkü koşullarda kentlerde silahlı özyönetim sürdürülemez. Hendekler eşliğinde silahlı öz yönetimin ilan edileceği kentin geleceğinin Cizre, Sur, Derik … olacağı açıkken; sokağa çıkma yasaklarının ilan edileceği dolayısıyla operasyonların yapılacağının duyulduğu her kentin hızla boşalmaya başladığı gerçeği ortadayken, silahlı barikat savaşı sürdürülmemeli.
Çağrımız, esas KCK’nin bu gerçeği bir an evvel kabul edip işi Nisan ve sonrasına uzatmadan barikat savaşını sonlandırarak Newroz eylemliliği öncesinde demokratik tepki ve sivil siyasetin önünü açmasıdır. Halkı zaten öfkeyle yüklü idi rejimin son aylardaki uygulamaları ise öfkesini biledi. Öfkeyi siyaseten akacağı yatak ile buluşturmak lazım.
Hazır DTK, HDP ve DBP eşbaşkanlarının çağrısı ile 27 Şubat’ta Koşuyolu Parkı’nda organize edilen “Sur’a Ses Ver” kitlesel basın açıklaması ile 200 insanın yaşamlarının garantiye alınması için devlete güçlü bir mesaj verilmesi hedeflenen” eyleme aylardan beri ilk kez ciddi bir katılım olmuşken, Mart eylemliliğine doğru kitle sokak ilişkisinin güçlenmesi için barikat savaşları sonlandırılmalıdır.
Yoksa kentlerde barikat savaşları sürdürülürse, Mart ayı (Newroz) eylemlilikleriyle, halkın yeniden kitlesel olarak sokaklara çıkış hedefi de gerçekleşmeyebilir. Böyle bir ihtimal var! Dolayısıyla şu an yaygın konuşulan, Mart eylemlilikleriyle birlikte kırsal alanda silahlı mücadeleyi yeniden başlatmak da sürece katkı koymayacak. Biliniyor, kırsal alanda silah çözüm getirmediği için kentte silah denendi, deneniyor!
Üçüncüsü; yerle bir edilen kentlerimizde canını ancak kurtarabilen halk; elbette devleti sorguluyor, sorgulayacak. Bunca olup bitenden sonra Kürt halkının devlete, AKP’ye yüzünü dönmesi mümkün değil. Devletin vahşeti, kopuşu derinleştirecek! Devlet dağa, kente, mahalleye kalekollar kurarak, öğrenci yurtlarını, hastaneleri, okulları özel kuvvetlerin kışlalarına dönüştürerek Kürdistan’da sadece askeri aparat ile ayakta duramaz. Burası açık!
Ama bir şey daha var; barikat/hendek siyaseti nedeniyle PKK de halk tarafından sorgulanıyor. HDP oy vermiş kitlenin önemli bir kesimi hendek siyasetini yanlış buluyor. Bunu görmek ve duymak için Diyarbakır sokaklarında, kahvelerinde gezmek, oturmak yeterlidir. Bir HDP’li Ceyda Kara’ya, “Kandil HDP’yi batırdı. Daha da başka bir şey demeyeceğim” diyerek durumu özetler! Ahmet Türk de, “Sıkıntılı bir süreç bu. İnsanlar devletin bu zulüm politikasına nefretle bakıyor. Ama bize karşı da kırgınlar. ‘Devlete bu katliamı yapmak için niye fırsat verildi?’ diye bize bir tepkileri var” diyecekti.
Barikat savaşlarına Demirtaş’ın açık desteği HDP’nin üstlendiği ikili misyondan biri olan Türkiye’nin SYRİZA’sı olma hedefine darbe vurduğu gibi Kürt partisi olma meselesinde de yara aldığını belirteyim. Alternatif bir Kürt partisi çıkarsa HDP/DBP geleneğinin zorlanacağı görülüyor!
Dördüncüsü; kepenk kapatmak benzeri eylemler de artık halkta bıkkınlık yaratmış durumda çünkü özellikle olur olmaz bu tür eylemlere başvurulduğunda halkın kendisine zarar vermenin dışında devlet ve hükümet üzerinde bir caydırıcılığı yok! Kepenk kapatma eylemi meselesi üzerinde de artık düşünülmelidir.
Beşincisi; Devletin esas korkusu, bugün Rojava ve Güney’in Kuzey üzerindeki siyasal, kültürel etkisini engellemek! Bunun için Cizre-Silopi-Nusaybin başta olmak üzere sınırda beton duvarlar örmeyi sürdürüyor. Bu gidişle Doğu, Güney ve Güneydoğu sınırlarını beton duvarlarla örerek Kuzey Kürdistan’ı diğer üç parçadan yalıtlamaya çalışacak. Devlet; beton duvarlarla halkımız arasındaki etkileşimi engelleme derdindeyken, biz ne yapacağız ki etkileşimi geliştirip güçlendirelim! Öncelikle parçalar arasında siyasetin ortak hareket etmesinin ve karşılıklı kültürel etkileşim kanallarının güçlendirilmesi üzerinde düşünelim!
Altıncısı; daha önce yazdığımı burada tekrarlayayım; “Devletin dayattığı savaşa Kürdün yanıtı silah olmamalı. PKK kırsal merkezli gerilla savaşını uzun yıllar sürdürdü ve yöneticilerinin sıkça belirlemesiyle ‘silah yapacağını yaptı, artık kullanmak istemiyoruz’ noktasına gelindi. Kent merkezli barikat savaşları da bir yılı aşkındır deneniyor. Bu yöntemle sonuç alınmayacağı açık! Onca çağrı, çaba, bedele rağmen kitleler barikat savaşlarını desteklemiyor. Geriye elimizde sonuç almada ısrarlı davranılacak mücadele silahı olarak sivil itaatsizlik kalıyor!” Hazır Koşu Yolu Parkı’ndaki 27 Şubat eylemiyle kitle sokak eylemliliği yeniden canlanmışken! 27-02-2016