Mehmet Uçar / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
DİLİN ULUSLAŞMAYA KATKISI
Dil, anlaşma aracıdır.
İnsanların “anlaşma aracı” olarak sahip oldukları ve konuştukları kendi anadillerini tarihi süreç içinde koruyarak, her koşul altında nesilden nesillere taşımışlardır.
Komşu toplum ve toplulukların bazı kavram ile sözcükleri birinden ötekine “geçişken” yaparak, karşılıklı sözcük alıp verdikleri bir gerçekliktir. Dünyada gelişen sömürgeci siyasetler nedeniyle asimilasyona tabi tutulan kimi toplulukların kendi ana dillerini unutarak başka dili konuştukları bilinmektedir. Kimi topluluk (veya ulusun) da her türlü baskıya karşın kendi anadillerini günümüze kadar koruyabilmiştir.
Ulus: Aynı coğrafyada yaşayan, aralarında din, dil, kültür ve duygu birliği olan insanların oluşturduğu topluma ulus denmektedir.
Uluslaşmayı sağlayan birçok etmenin içinde önemli-özel yer tutan anadilin etkisini daha iyi kavramak, üç kıtaya yayılan Osmanlı Devletinin (Asya, Avrupa, Afrika) durumunu gözden geçirmek gerekiyor. Yüzyıllarca aynı devletin egemenliği altında yaşayan birçok toplumun yanı sıra, iki toplumun; Türk ve Kürt toplumunun dilini ve edebiyatlarını kısaca ele alıp irdelemek gerekiyor.
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI:
Türkçe, Ural-Altay dil grubundaki bir dildir.
Türkçe lehçeler: Türkçe, Azerice, Türkmence, Özbekçe, Kazakça, Kırgızca, Tatarca, Başkurtça, Uygurca, Gagavuzca, Karakalpakça, Kamukça, Karaçay-Balkarca, Nogayca, Altayca, Tuvaca, Çavuşça ve Yakutçadır.
Ural-Altay dil grubundaki öteki diller:
Ural Dil Grubu: Fin-Ugor ve Samoyed dil ailesi,
Altay Dil Grubu. Türkçe, Moğolca, Mancu-Tunguz, Korece ve Japon dil ailesi.
Ethologue’ye göre: Türkçe, dünyada konuşulan 168 dil arasında 17. sırada yer alıyor ve 90 milyon kişi tarafından konuşulmaktadır. Toplam: 359 195 sözcükten oluşan bir dil olduğu belirtilmiştir.
Türkler, ilk alfabe olarak Göktürk Alfabesini kullanmıştır.
Göktürk Alfabesi, Yenisey Irmağı boyunca dikilen yazıtlarda ve tabletlerde kullanılmıştır. Göktürklerden sonra Uygurlar döneminde de Türkler aynı alfabeyi kullanmaya devam etmiştir. Göktürk alfabesi, bazı değişikliklerle Bulgarlar, Hazarlar, Peçenekler ve Sekeller tarafından da kullanılmış; böylece Göktürk alfabesi Orta Asya’dan Avrupa içlerine kadar yayılmıştır.
Türklerin Şaman dinini terk ederek İslamiyet’i kabul etmesiyle birlikte, Göktürk alfabesini rafa kaldırıp, Arap alfabesini kullandıklarını görüyoruz. Türk diline: İslam dini ve kültürünün etkisiyle, doğal olarak bolca Arap ve Farsça sözcük ve kavramlar girmiştir. Türkçeye giren yabancı sözcük ve terkipler adeta Türk dilini “istila altına almıştır” demek yerinde olur. Bu da kaçınılmaz bir sonuçtu.
Osmanlı döneminde Türk diline fazla yabancı sözcük girmiştir. Divan edebiyatında kısmi nesir (düz yazı) metinlere rastlamak olmakla birlikte, büyük çoğunlukla nazım (Arapça-Farsça terkip ve terkib-i bentlerden oluşan) metinleri egemendir. Nesir örneklerine pek rastlanmaz. Uygulanan nazım dili Farsça taklitlerle doludur.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde “Lisan-ı Osmani” diye tanımlanan, yapay olarak geliştirilen Osmanlıcayı görüyoruz. Arapça, Farsça, Kürtçe –pek az da- Türkçe ögelerin olduğu bu dil; Saray çevresinde, okumuş “elit” kişiler tarafından kullanılmıştır. Osmanlıca taşrada yaşayan ahali arasında konuşulmuyordu. Osmanlıca, grameri olan bir dil değildir. İmparatorluğun yıkılmasıyla ve elbette Cumhuriyetin ilanıyla birlikte tarihe karışmıştır.
Osmanlı Devleti, fetihlerle toprak kazanma, sınırlarını genişletme çabasında olduğu ve ümmet anlayışı ile yönetildiği için, devletin kurucu unsuru Türk dilinin ve kültürünün “istila” altında eriyip gitmesine adeta seyirci kalmıştır. Devlet, din kurallarına göre (şeriatla) şekillendiği için de yönetimde sadece din ve inançlar üzerinde etkisini ve varlığını hissettirmeyi uygun görmüş olabilir.
İmparatorluk sınırları içindeki coğrafyada yaşayan toplulukların arasında duygusal bir yakınlık, aynı dili konuşma, kültürel birlik, benzer unsurlar yoktur. Durum böyle olunca da: İmparatorluk bünyesi içinde yaşayanlarda “ulusal birlik” diye bir düşünce serpilip gelişememiştir. Buna; Türklerin “yarı-göçebe” hayat tarzının etkisini ekleyebiliriz.
İmparatorluğun (son birkaç yılı hariç), “ulusalcılık” düşüncesi ne gelişti ne de devlet tarafından geliştirilmesine katkı sunuldu. Ancak, Osmanlı devletinin bölüm bölüm toprak kaybetmesi karşısında ve Balkanlarda gelişen “milliyetçilik” hareketlerine tepki olarak bir kısım genç subay öncülüğünde Türkçülük düşüncesi yeşermeye başlamıştı. İlhamını ve kaynağını 1789 Fransız Devriminden alan “Milliyetçilik” düşüncesi ilk kez dillendirildi diyebiliriz.
20. yüzyılın başlarında –Fransız Devriminin etkisiyle- gelişen Türkçülük hareketiyle birlikte, dilde sadeleşme ve öz Türkçe sözcüklerin kullanılması düşüncesi gelişti. 1928 yılında çıkarılan bir yasa ile Arap alfabesi yerine Latin alfabesi kullanılmaya başlandı.
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Türk edebiyatında hatırı sayılır nice roman ve öykü yazarları, şairler yetişti. Eserleri Türkiye dışında sayısız dile çevrildi. Bunlardan birkaç tanesini özet olarak yazmak gerekirse: Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Attila İlhan, Aziz Nesin, Necati Cumali, Kemal Tahir, Vedat Türkali, Muzaffer İzgü vd. tanınmış yazarlar yetişti.
Bunlara ek olarak, “kavga” şiirleri yazan: Pir Sultan Abdal, Dadaloğlu, Köroğlu, aşk ve doğa şiirleri yazan: Karac’oğlan gibi efsane şairleri görüyoruz. Yakın zamanda: Aşık Mahsuni, Şah Turna, Nesimi Çimen, Aşık İhsani gibi daha birçok saz-söz şairleri yetişmiştir.
KÜRT DİLİ VE EDEBİYATI
Kürtçe, Hind-Avrupa dil ailesindendir.
Kürtçe, birçok dil gibi farklı bölgelerde farklı lehçelerle konuşulmaktadır. Bu lehçeler sırasıyla: Kurmanci, Kırmançki (Zazaca), Sorani ve Gorani lehçeleridir.
Hind-Avrupa dil ailesindeki diller şunlardır: Kürtçe, Farsça, Fransızca, İngilizce, İspanyolca, Hintçe, Bengalce, Rusça, Portekizce, Urduca, Almanca ve Batı Pencapce’dir.
Ethologue’ye göre: Sıralamada Arapça ve Farsça dilini geçerek, dünyada konuşulan 168 dil içinde “en fazla sözcüğe sahip” 3. dildir. Kürtçeden önce ilk iki sırayı Fince ve Korece almaktadır.
Kürtçe, farklı farklı ülke topraklarında yaşayan 70 milyon insan tarafından konuşulmaktadır.
Aynı kaynağa göre:
Kürtçe :1 200 000 sözcüğe,
Türkçe : 359 195 sözcüğe,
Farsça : 104 581 sözcüğe,
Arapça : 67 620 sözcüğe sahiptir.
Konuyla ilgili araştırmacıların verdikleri bilgilere göre: Kürtler, 4. yüzyıla kadar çivi yazısını, 4. yüzyıldan sonra Pehlevi alfabesinin yanı sıra Arami (lehçesi) ve Yunan alfabelerini kullandılar. Arami alfabesiyle “Hawramani Kitabeleri” yazıldı.
Hawramani Kitabesi ceylan derisi üzerine yazılmıştır. Araştırmacılar, ceylan derisi üzerine yazılan kitabenin içerik olarak bir “ticaret” antlaşması olduğunun anlaşıldığı yönündedir.
Eski Sovyetler Birliği’nde (şimdiki Rusya) yaşayan Kürtler Kiril alfabesini, Irak ve İran’da yaşayanlar Arap alfabesini, Türkiye ve Suriye’de Latin alfabesini kullanmaktadırlar.
Türkiye’de 1932 yılında, Celadet Ali Bedirhan tarafından geliştirilen ve son şeklini verdiği Latin Alfabesi ile Kürtçe metinler yazılmıştır ve yazılmaya devam edilmektedir.
Kürtçe dili: Nesne ve kişileri “eril”, “dişi” ve “Tarafsız (Nötr)” sözcüklerle farklı biçimde tanımlar. Örneğin: Erkek için RINDO (güzel-yakışıklı), bayan için RINDE (güzel kadın) olarak söyler. Sözcüğün “tarafsız (Nötr)” şekli, yani kökü ise RIND’dır. Yine, “yaşlı” için söylenen PİR, PİRO ve PİRE; sırasıyla tarafsız, eril ve dişi tanımlaması için kullanılır. Bu özellik, Hint-Avrupa dil ailesinin ait belirgin bir durumudur.
Kürtçe dilbilgisinde cümle yapısı devriktir. Özneden sonra hemen yüklem gelir, en sonda tümleç bulunur. Türk dilindeki gibi “kurallı” cümle yoktur. Ayrıca Hint-Avrupa dil ailesinin bir özelliği olan “yardımcı fiil” özelliğine sahiptir: “Tu DI KANİYE hara male?” (Sen eve gidebilecek misin?” Burada DI KANİYE yardımcı fiildir.
Kürtçe, günümüzde 8 ünlü, 23 ünsüz harfle yazılmaktadır.” Kürt alfabesinde Türkçe alfabede kullanılan (ğ) ve (ö) harfleri yoktur. Yani, bu iki harfle başlayan sözcüğe rastlanmaz.
Şunu da belirtmek gerekir ki toplamda 31 harfli Kürtçe alfabe günlük dilde konuşulan bütün sesleri karşılamaktan uzaktır, Latin alfabesi yetersizdir. Başlı başına uzmanlık ve akademik çalışma gerektiren bir konudur. Çok fazla derinliğe girmeden ve kafa karışıklığına neden olmadan küçük bir iki örnek vermek gerekiyor: Pisik (kedi) – Pismam (amcaoğlu); bu iki sözcüğü ele aldığımızda Pisik’teki (P) harfi daha güçlü vurguyla söylenir ama Pismam’daki (P) harfinin vurgusunun daha zayıf olduğunu görürüz. Keza, yaşlı anlama gelen PİR sözcüğünün (erkek içini PİRO, kadın için PİRE) seslendirilmesinde vurgu zayıftır. Bunun gibi birçok sözcüğün telaffuzu mevcut Latin alfabesi ile tamamen karşılanamamaktadır.
KÜRT DESTANLARI
Destan: Toplumları derinden etkileyen, uzun yıllar iz bırakacak büyük savaşlar, istila, doğal afetler, göçler, yiğitlikleri ve ortak acıları uzun uzun manzum biçimde anlatan değerli metinlerdir. Destanlar, çağdan çağa aktarılmış, kimi zaman hayal ögesi de katılarak süslendirilmiş ve (belki de) değiştirilmiş ögeleri kapsar.
Kürt destanlarını yazılı ve sözlü destanlar olarak iki başlık altında ele alalım:
Yazılı Destanlar:
M.Ö. 3000 yıllarında Mezopotamya’da yaşayan Kral Gılgameş’in ölümsüzlüğü arayış serüvenini anlatır. Gılgameş Destanı, M.Ö. 1250 yılında, Kürt şair Sin Leqe Uninni tarafından, Kiril alfabesiyle yazılmış ilk yazılı Kürt destanıdır.
Zembilfroş: Klasik Kürt edebiyatının önemli şairlerinden Meleye Bate tarafından yazılmıştır. Meleye Bate, aynı zamanda Kürtçe Mevlid’in yazarıdır.
Mem u Zin: Ehmedê Xanî tarafından yazılmıştır. Ehmedê Xanî, 17. yüzyılda yaşamış; Kürt edebiyatçı, astronom, şair, tarihçi ve İslam bilginidir. Birçok eser yazmıştır. Yurtsever ve halkçıdır. Bölünmüşlükten şikayet eder. Başka halklardan insanları karşısına almaz; tersine, onların kültürel, tarihsel ve dilsel yakınlıklarını kardeşlik olarak görür. Felsefi olarak birleştiriciliği, eşitliği ve kardeşliği savunur.
Sözlü (anonim) Edebiyat ve Destanlar:
Cembel u Bınevşa Narin: Bir Kürt Bey’i (mir) ile genç bir kız arasındaki trajik aşkı konu eder. Sözlü edebiyat türüdür. Tiyatroya uyarlanmıştır.
Haso u Naze: İki amca çocuğu gencin aşkını konu eder. Günümüzde tiyatroya oyun olarak uyarlanmıştır. Sözlü edebiyat türüdür.
Siyabend u Xece: Aşkı konu edinen sözlü edebiyat ürünüdür. Sinema filmi olarak çekimi yapılmıştır.
KÜRT EDEBİYATINDA DENGBEJLERİN YERİ
Dengbej, Kürt sözlü edebiyatı ürünlerini sözlü olarak (bazen müzik aleti çalarak=Tamur) okuyan, söyleyen kişilerdir. Denbejlerin Kürt edebiyatında önemli bir yeri vardır.
Dengbejin toplum ve toplumun bireyleri arasında saygın bir yerleri vardır. Gittikleri yerlerde kendilerine büyük bir saygı gösterilir, evinde konuk edilir.
Dengbejler, diyar diyar, yayla yayla gezerek ezberledikleri destanları klam ve stran biçiminde seslendirirler. Konar-göçer bir yaşam sürdüren Kürt toplumuna; destanlara konu olmuş olayları, geçmişte yaşanan acıları yanık sesleriyle söyler, adeta çığlık atarlar.
Dengbejler: Mutluluk günlerinde, büyük emekle kazanılan zaferleri heyecanla anlatır; geçmişte yaşanan hastalık, doğal afet, deprem kaynaklı acıları, haksızlıkları… Konu edinen olayları günümüze kadar taşıdıkları için(belki bazen değiştirerek de olsa) Kürt Edebiyatında önemli bir yer tutarlar. Eğer dengbej veya dengbejlerin o özveriyle donatılmış tutumları olmasaydı belki de toplum bireyleri arasında “kaynaştırma” işlevi yapan destanlar tarih içinde eriyip yok olacaktı.
Dengbejler; üretim faaliyetinin yavaşladığı soğuk kış günlerinde, belirlenen köy evlerinde toplanan insanlara akşamdan gecenin geç saatlerine kadar klam ve stran okur, dinleyiciler de pür dikkat ve sessizlik içinde dengbeji dinlerler.
Bazı destanlar klam şeklinde okunur, anlatılır. Örn: Dewreşe Ewdi Destanı.
Önemli Kürt Dengbejleri ve Ozanları:
Topluma mal olmuş Kürt ozan ve dengbejlerden bazıları şunlardır: Ayşe Şan, Meyrem Xan, Hesene Zirek, M. Arif Cızrawi, Şakiro, Ewdi Celil Nurene, Evdale Zeynike, Delil Dilenar, Simo, Reso, Aram Tigran, Şiwan Perwer.
Prof. Celal Şengör: “Kürtçe, dünyada varlığını sürdüren en eski dildir” der.
Kürtleri devlet sınırları birbirinden ayırmıştır.
Gerçi günümüzde gelişen teknoloji ve teknolojinin sunduğu olanaklar sayesinde sınırların iki yanında kalan insanları birbirine yakınlaştırmaktadır. Özellikle “sosyal medya” sınır tanımamaktadır. İnternet ortamında her şey bir klavye tuşunun altında yatmaktadır. İsteyen istediği yere, istediği zamanda ve anında ulaşabilmektedir.
Yazının giriş bölümünde ulusu şöyle tanımlamıştık. Ulus: Aynı coğrafyada yaşayan, aralarında din, dil, kültür ve duygu birliği olan insanların oluşturduğu topluma ulus denmektedir.
Evet, Kürtler büyük çoğunluğu aynı coğrafyada yaşamaktadır (birkaç devletin sınırları içinde olsalar da kendi topraklarında yaşamaktadırlar). Kürtlerin büyük bir bölümü İslam’ın Sünni Mezhebi inancıyla ibadet eder. Aynı coğrafyada yaşayan diğer Kürt nüfus; Şafii, Alevi ve Ezidi inancıyla ibadet eder. Böyle olunca da aralarında “din birliği” tam olarak gelişmemiştir. Coğrafyanın hangi parçasında olursa olsun, Kürtlerin hepsi Kürtçe konuşmaktadır. Dil bütünlüğü vardır demek yerinde olur. Hemen hemen hepsi aynı kültüre(gelenek, görenek, töre) sahiptir. Aralarındaki duygu birliği zayıf kalmıştır.
Bununla birlikte, son yıllarda hazla gelişen teknolojik olanaklar, kitle iletişim araçlarının çoğalması ve sosyal medyanın yaygınlaşması sayesinde “duygu” birliğinin yeniden oluştuğunu ve güçlenmeye başladığını vurgulamak gerekiyor.
Tarihi geçmişe bakacak olursak:
İran Safevi Devleti Şii mezhebi resmi olarak ilan eden Şah İsmail döneminde Alevi Kürtler Şiilik şemsiyesinin altına çekilmek istenmiştir. (Hemen eklemek gerekir; son yıllarda farklı adlarla sistemli olarak örgütlenen yapıların aynı işlevi devam ettirdiğini, Aleviliği Şiilik şemsiyesinin altına çekmeye çalıştıklarını görmekteyiz).
Alevi Kürtler bu noktadan itibaren dini asimilasyonun etkisi altına girmiş oldular. Şah İsmail döneminde Sünni Türkmen akınlarına karşı savaşmak ve bir nevi “tampon” görevi yapmak amacıyla, İran’ın içlerine Alevi Kürtler göçertilmiş, iç bölgelere yerleştirilmişlerdir. Buralara göçertilen Alevi Kürtler zamanla Yaresani ya da Kakai tarikatlarına geçmiş; dillerini ve kültürlerini terk ederek Acemce ya da Arapça konuşmaya alıştırılmışlardır.
Zoraki göç yöntemi Şah İsmail’le başlayıp, sıralı olarak: Şah Tahmasb, Şah 2. Abbas tarafında sürdürülmüştür. Oradan oraya Kürtler göçertilmişlerdir.
Kürtlerin “Ömer Hayyamı” olarak kabul edilen kadın şair Baba Tahire Uryan yazdığı bir şiirde demiştir: “Kürt geceledim, Arap uyandım…” Baba Tahire bu şiirle, “Milli kayboluş” ve “Köklere sahiplenmeme” çığlığını atmıştır.
Bilindiği üzere, Çaldıran savaşında Şah İsmail yenildi. Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail’den yana tavır aldılar diye Alevi Kürtleri kılıçtan geçirdi. Arta kalan birçok Alevi Kürt ise Anadolu içlerine sürgün edildi.
Alevi Kürtler, sürgün edildikleri yerlerde asimilasyonla, eritilmekle karşı karşıya kaldılar. Dersim bölgesinde yaşayan Alevi Kürtler dağlara kaçarak sürgün ve asimilasyondan kurtulmaya çalıştılar. Bir bölümü de geldikleri yere; Horasan’a geri dönmek zorunda kaldılar.
1639 yılında Osmanlı devleti ile İran Safevi devleti arasında yapılan Kasr-ı Şirin Antlaşmasıyla; Bağdat Osmanlıya, Erivan İran’a bırakılmıştır. Böylelikle Kürt toprakları resmen ikiye bölünmüş oldu. Toros dağlarından Maraş’a kadarki topraklar, İran Safevi devleti egemenliğinde iken Osmanlı devletinin egemenliği altına girmiştir.
Daha önceleri İran Safevi devleti tarafından “güvenliği sağlamak” bahanesiyle Horasan’a sevk edilen Alevi Kürt aşiretleri yeniden kendi topraklarına geri dönmeye başlamıştır. (Burada bir not düşelim: “Horasan’dan geldik, Kürt değil, öz be öz Türk’üz!” kasıtlı söylemlerine tarihi bir cevap olsun) Horasan’dan Dımdım Kalesi üzerinden: Dersim, Malatya, Sivas, Adıyaman, Antep, Afrin’e kadar geri dönüşler olmuştur. Geri dönmeyip orada kalanlar ise bugün Horasan’daki Alevi Kürt nüfusunu oluşturmuşlardır.
Bunca baskı, zoraki sürgün, anadiliyle konuşma yasaklarına karşın Kürt dili günümüze kadar varlığını korumuş, sürdürmüş ve dünya dilleri arasındaki onurlu yerini almıştır.
8 Ocak 2024