İran’ın Batı ile anlaşması; Türkiye’nin İncirlik başta olmak üzere ABD ile yaptığı üs anlaşması; ABD Kara kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ray Odierno’nun, gelecek birkaç ay içinde IŞİD’le mücadelede ilerleme kaydedilmemesi halinde, kara gücünü devreye sokabiliriz” beyanına, ABD “komando timlerinin ilk kez Rojava’ya giderek, IŞİD’e karşı savaşta YPG’ye yardım ettiği” iddialarının eklenmesi; Rusya’nın Suriye’de, “Tarsus deniz üssüne askeri sevkiyatın yanı sıra Lazkiye’de askeri hava üssü” kurması ve Barzani ile S. Müslim’in ABD Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Brett McGurk’la birlikte görüşmelerinde, Rojavalı partilerin 2014 Duhok Anlaşmasının pratiğe geçirilmesinde hemfikir olmalarının ardından, “Rojavalı Peşmergelerin Rojava’ya döneceği” haberleri… Bunlar bölgede ki yeni gelişmelerden öne çıkanlarıdır.
Bu gelişmelerin her biri, beraberinde yeni gelişmeleri tetikleyecek özellikte.
I – Can alıcı mesele şudur: ABD ve Rusya şu ana kadar sürdürdükleri vekâlet savaşlarını geride bırakıp doğrudan cephe savaşına girerler mi? Suriye gibi küçük coğrafya içerisinde Rusya ve ABD’nin doğrudan askeri güç bulundurması, iki emperyal gücü doğrudan çatışmaya iter mi?
Elbette nükleer silah kapasiteleri ve 20 yıldır süren uzatmalı postmodern savaşın karakteri göz önüne alındığında (ki Afganistan-Mısır-Ukrayna üçgeninde 20 yıldır süren savaşlarda doğrudan çatışmaya girmediler) ABD ile Rusya’nın doğrudan birbirleriyle çatışmaya girmesi çok zor. Bu doğru ama bir başka doğru var; Rusya eğer, Tarsus’ta ki deniz üssüne ilaveten Lazkiye’de yani Efrin’e (Rojava’ya) yüz kilometre uzaklıkta askeri hava üssü kuruyorsa; ABD de Rojava’da hava saldırılarının yanı sıra karadan da müdahale ediyor veya edecekse tehlike var demek, çünkü “kuyrukları birbirine değeceği” kadar küçük alanda askeri olarak karşı karşıya gelebilirler.
II – ABD ve Rusya’nın başını çektiği Batı ve Doğu güç eksenleri neden genelde Afganistan-Mısır-Ukrayna üçgeninde özelde de bugün Suriye üzerinde ölümüne egemenlik savaşlarını sürdürüyor? Bunun üzerinde epeyce durmuştum sadece şunu ekleyeyim; ABD’nin liderliğindeki Batının hedefleri; Asya özelde de Ortadoğu enerji kaynakları üzerinde hâkimiyet kurmak, enerji nakil hatlarını güvenceye almak, genelde Batı çıkarlarının savunulması özelde de bölgede İsrail’in güvenliğini sağlamak şeklinde özetlenebilir.
Rusya liderliğindeki Doğu bloğu (Rusya ve İran gibi yanı Asya’nın büyük güçleri) ise, “Asya bizimdir Atlantikçilerin egemen olmasına ve kendi çıkarları doğrultusunda yeni sınırlar çizmesine izin vermeyiz” diyorlar. Somutta da Rusya, Akdeniz’deki tek müttefikini kaybetmek istemiyor. İran ise “dün Irak bugün Suriye, yarın Türkiye ve İran parçalanacak” diyerek savunma hattını Suriye’nin birliği üzerinde kurduğu için ölümüne savunuyor.
III – İran’ın Batı ile anlaşmasının bölgesel sonuçları
BM, AB ve ABD uyguladıkları ekonomik ve siyasal ambargo ile İran’ı sıkıştırıp zaman zaman bunalttılar ama sonunda “hizaya getiremeden yorulup” anlaştılar. İran’ın 35 yıl aradan sonra ABD liderliğindeki Batı ile anlaşmasının hem küresel hem de bölgesel sonuçları olacak.
Öncelikle İran üzerindeki mali ve ekonomik ambargonun kalkacak olmasıyla her açıdan bakir olan 75 milyonluk pazara başta AB ve ABD’den olmak üzere ciddi yatırımların akacak olması İran ekonomisini canlandıracak. Buna 100 milyar dolardan fazla bloke edilmiş mal varlığının da serbest bırakılacak olmasını eklemek gerekiyor.
Suriye’de kapanan Ortadoğu ticaret kapılarının İran üzerinden dolambaçlı da olsa açılacak olması, Türk ekonomisinin de lehine. Fakat İran ile Batının anlaşmasıyla, Azerbaycan’dan Mısır’a uzanan 300 milyonluk havzanın küresel kapitalizme entegre edilmesinde Türkiye’nin tek seçenek olmaktan çıkacak olması gibi aleyhte sonuç da üretebilir. Demek ki İran’ın dönüşü siyasal ve askeri olarak Türkiye’yi bölgede Batı için tek alternatif olmaktan çıkaracağı açık.
Üzerindeki tecrit kalkacak olmasıyla İran rejimi siyasal olarak da güçlenecek. İran-Arap dengesinin İran lehine değişmenin yanı sıra Rusya liderliğindeki Şanghay ittifakına mecburi bağlılıktan kurtulması gibi yeni imkanlar da İran’a sunmakta.
ABD ise İran gibi büyük bölgesel müttefiki kazanmakla eli güçlenmiş olacak ki sadece IŞİD’e karşı değil Suriye, Yemen, Lübnan gibi birçok bölgesel meselelerde İran ile ortak hareket edebilecek. Şunu da ekleyelim; ABD, İran ile anlaşırken orta vadede O’nu Şanghay ittifakından kopartarak Doğu bloğunu zayıflatma hesabını da yaptığı söylenebilir.
İran’ın bölgesel konumunun güçlenecek olmasının bir diğer sonucu; Esat rejimine güç katarken, Şiiliğin uluslararası alanda ötekileştirilmesinin de önüne geçecek olmasıdır.
İran’ın Batı ile anlaşmasının Kürdistan’a özelde de Doğu Kürdistan’a yönelik sonuçları da olacaktır. Bir kere Kürdistan siyasetinin dört parçasında eli bulunan İran’ın bu pozisyonu güçlenebilir. Siyasal olarak canlanan, uluslararası ilişkilerde yeniden hamle yapan Doğu Kürdistan, İran’ın Batı ile anlaşmasıyla önemli sorunlar yaşayacağı görülüyor. İran bu hamle ile hem PDK-İ’nin uluslararası ilişkilerini baskılama hem de Kürdistan’a yönelik askeri operasyonlarını Batının görmezden gelmesini sağlayabilir ki bunun ilk işaretleri görülüyor.
IV – Suriye’de siyasal çözüm ağırlık kazanıyor,
İran’ın bölgesel denklemdeki yerinin güçlenmesine, Rusya’nın yeni askeri hamlelerinin eklenmesi ve İran ile Rusya’nın kararlılıkla Suriye Esat rejimini desteklemeleri, dahası Şii eksenin Suriye rejimini savunma hattı olarak görüp davranması, Esat iktidarına sadece nefes aldırıp ömrünü uzatmakla kalmıyor askeri çözümü de gittikçe seçenek dışı bırakıyor.
Suriye’de başından beri askeri çözümün peşinde olan S. Arabistan ve Türkiye’nin son aylarda daha aktif Suriye’ye müdahale etmeleri, önce İran’ı ardında da Rusya’yı askeri olarak da harekete geçirdi. Suriye içerisindeki askeri yığınakları artırdılar ve Türkiye’nin ABD’ye IŞİD’e karşı askeri üsleri kullanıma açma anlaşması üzerine, Rusya’da karşı hamle olarak Lazkiye’de Suriye ile askeri hava üssü kurma anlaşmasını yaptı.
Rusya, Riyad başta olmak üzere bölgede diplomatik atağa da kalktı ve bununla da “IŞİD’de karşı savaşta bende varım” mesajını verdi. “Ruslar Kırım nedeniyle Ortadoğu’ya aktif müdahale edemez” diyenler yanıldı. Putin, Suriye kartını askeri alanda da açtı. Kısacası, Obama dahil küresel odakların Suriye’de siyasi çözümden daha fazla söz etmeleri Rusya ve İran’ın başarısıdır.
V – Akdeniz’e Kürdistan koridoru meselesi ve Türkiye’nin Güvenli Bölge arayışı.
Irak ve Suriye’nin er ya da geç parçalanacağı gerçeği, gerek Türkiye ve İran gibi bölgesel güçlerin gerekse ABD ve Rusya gibi küresel güçlerin dikkatleri, Akdeniz’e açılacak koridora çevrildi. Koridor açılacak mı, açılacaksa Sünnistan mı yoksa Kürdistan koridoru mu olacak? Belirtmiştim Kobanê savaşında, Kobanê’yi aşan özelliği de Akdeniz’e açılacak Kürdistan koridorunda önemli bir yer olmasıydı. Zaten IŞİD Kobanê’de atılıp gözler Kobanê-Afrin coğrafik birliğine çevrilince, başta Türkiye olmak üzere herkes buraya odaklandı.
İran bir yandan Rojava’da PYD’yi destekler ama aynı İran ileride ihtimal dâhilinde olan Akdeniz’e Kürdistan koridorunu engellemek için de askeri, diplomatik her şeyi yaptı yapıyor. Tam İran’a özgü bir tutum; dost görünüp düşmanca darbe vurmak! Güya PYD’yi destekleyen İran, aynı zamanda Akdeniz kıyısındaki Kesseb kasabası ile “İdlip arasındaki sınır bölgeleri yani Suriye’nin Kuzeyinden Akdeniz’e açılan koridor İran askeri güçlerinin kontrolünde.
Türkiye’nin Güvenli Bölge (GB) ısrarına, ABD kısmen zaten ayak diretiyordu derken İran ile Rusya’nın peş peşe hamleleri geldi. Böylece Türkiye’nin “Güvenli bölge” hedefi hiç beklemediği bir yerden yani Rusya’dan gelen hamle ile engelleniyor. Rusya’dan önce İran “Güvenli bölge Suriye egemenliğinin ihlalidir” diyerek açık tutum almıştı. Rusya’da sınırın hemen altında yani Lazkiye’nin Cebel kasabasındaki Basil Esad Uluslararası Havaalanı’nın da askeri hava üsse kuruyorsa, Türkiye GB ısrarını bir değil on kere düşünmek zorunda.
Diyelim ki Türkiye ileride ABD ile de pürüzleri gidererek GB oluşturma çerçevesinde Suriye’ye karadan girdi. Kobanê ile Afrin arasındaki bölgede IŞİD ve El Nusra benzeri gruplarla kara savaşında bir adım Güneye inerse Esad, İran ve Rusya ile bir adım Batı’ya yönelirse bu kez YPG ve ABD ile burun buruna gelecek gibi bir durum var! Ayrıca İncirlik’ten kalkacak olan F-16’ların hava trafiğiyle, İncirlik’e karşı kurulan Basil askeri üssündeki Rus savaş uçaklarının trafiğinin dar koridorda yol açacağı sonuçları da gözden ırak tutmamak lazım.
VI – İlginçtir, Rusya ve İran’ın bu adımları Esad rejiminin ömrünü uzatmakla Türkiye’nin planlarını bozuyor olabilir fakat gerek İran’ın Kesseb-İdlip arasına askeri olarak yerleştiği iddiaları, gerekse Rusya’nın askeri yığınağı, iki noktada Türkiye’nin politikasıyla örtüşüyor. Birincisi, Akdeniz’e Kürdistan koridorunun engellenmesi; ikincisi, Suriye birliğinin sağlanması. Bu iki hedef başından beri Türkiye’nin de asıl hedefleridir. Türkiye’nin, Rusya ve İran’dan ayrıldığı nokta Esad rejimine sahip çıkmalarıdır. Türkiye GB ile esas Akdeniz’e Kürdistan koridorunu engellemeyi hedeflediğine göre, Rusya ve İran’da zaten bunu yapmak istiyorlar.
VII – Kürtler ne yapacak?
Önce Kürtler neyle yüz yüze birkaç cümle ile çıplak olarak özetleyelim:
*“2015 Şubat ayında İran büyükelçisi Bikdeli aralarında Ali Bulaç’ın da bulunduğu 5 gazeteciyle yemekli bir toplantı gerçekleştirir. Türkiye ve İran’ın önümüzdeki 15-20 sene içinde parçalanacağını ileri süren büyükelçi ‘Türkiye coğrafyasının altında fay kırılacak olursa, onun ayağa fırlayacak bir ucu İran’dadır, İran’da alt üst olur” diyen büyükelçi, “Suriye bölünür de Kürtler Kuzeyde ikinci bir Kürt federe devlet kuracak olurlarsa, bunun arkasından Türkiye’nin ve eşzamanlı olarak İran’ın da parçalanacağından kaygı duyan İranlılar” diye devam eder!
Görülüyor ki Türkiye gibi İran’da, “bütünlüğünü” Suriye’nin bütünlüğü üzerinden arıyor. Dahası İran açıkça Türkiye’ye “gelin Kürdistan’a karşı ortak hareket edelim” diyor ve bunu her fırsatta tekrarlıyor!
*Gerek Türkiye’nin ABD ile üs anlaşması gerek İran’ın 5+1 ile nükleer anlaşması vb gelişmeler, Kürtlerin bölgesel ve küresel siyaset denkleminde ki pozisyonlarını hem olumsuz etkiler hem de “ABD Kürtleri yine satar mı” tartışmasını gündeme getirdi. ABD Kürtleri satmıyor ama İran artı Türkiye’nin bölgede oluşturduğu ağırlık dengesi ABD ve AB’nin emperyal çıkarları için önemli ve Kürtlere oranla ağır basıyor. Buna, Rusya’nın Suriye üzerinden aktif devreye girmesini ekleyelim. Tam da bu nedenle Kuzey ve Doğu Kürdistan halen küresel denklemde yer alamıyor. Buna karşın ABD’nin Güney ve Rojava Kürtlerini desteklemesi konjonktürsel değil stratejiktir çünkü emperyal çıkarı şimdilik Güney ile Rojava’yı ortaklaştırarak desteklemeyi gerektiriyor.
*Dolaysıyla dün Güney, bugün Rojava üzerinden gelecek korkusu yaşayan Türkiye ve İran beklenmedik bir hamle ile Kürdistan meselesinde özelde de Kandil meselesinde ortaklaşıp Güney hükümetine “boşaltın yoksa savaş nedeni sayarım” diyebilirler mi? “Rojava’da etkin olmak PKK’ya coğrafik derinlik sağlamışken” Türk devletinin “Kandil boşatılsın” çağrısı, ABD tarafından da desteklenir mi? Sorular, sorular..!
*Bunlara, petrol, doğalgaz ve Fırat, Dicle gibi tatlı su kaynakları başta olmak üzere Kürdistan jeopolitiğinin Kürdistan siyasetine büyük avantajlar sağladığı gibi aynı jeopolitiğin tarih boyunca düşman gözlerin Kürdistan’a yönelmesinin nedeni olduğunu da ekleyelim. Genel kuraldır, bir ülke kendi jeopolitiğini lehine kullanamazsa O’nu kendisine karşı kullanırlar!
*Tüm bunlara şu iç sorunları da ekleyelim: Güney parlamentosunun başkanlık krizini aşamadığını; Rojava’nın kendi iç birliğini kuramadığı ve onca gelişmelere rağmen Esad’ın halen Kürtlerin taleplerine ilişkin “hele önce ülke kurtulsun sonra Suriye halkı karar verir” dediğini;
Kuzey’in ulusal demokratik ittifaktan uzak olduğunu; Doğu zaten sıkıntılıydı, İran’ın Batı ile yaptığı nükleer anlaşmasıyla daha da sıkıntılı hale geldiğini ekleyelim.
Sonuç olarak; Kürtleri, Kürdistan’ı kuşatan birden fazla sorun var ama eğer değerlendirebilirsek daha fazla lehte koşullar/imkanlar da var.
Birincisi; Kürt siyasetinin Kürdistan parçalanmışlığının da etkisiyle komşu devletlere verdikleri tavizlerin onda birini birbirlerine verseler, bölgenin sunduğu yeni koşullarda önemli yeni mevziler kazanır. Bunun üzerinde hepimiz düşünelim! Bu açıdan Ulusal Kongre’nin toplanması aciliyetini koruyor.
İkincisi; 2012 Erbil ve 2014 Duhok’ta ENKS ve TEV-DEM’in, Barzani ve ABD’nin de katılımıyla başta Rojavalı Peşmergelerin topraklarına dönüp YPG ile birlikte savaşması olmak üzere vardıkları anlaşmayı hayata geçirmeleri gerekiyor. Böyle bir adım Güney ile Rojava’nın geleceği açısından stratejik önemde olup iki parçanın birliğinin yolunu döşeyebilir.
Üçüncüsü; İran’ın, “Irak ile Suriye’nin ardından parçalanma sırası önce sana, sonra bana gelecek” diyerek Türkiye’yi Kürtlere karşı ortak hareket etmeye çağırması benzeri gelişmeler nedeniyle, “düşmanımın düşmanı dostumdur” taktiğini günümüz koşullarında sürdürmek daha zor olacak.
Dördüncüsü; Rusya ve ABD’nin özetlediğim şekilde Suriye özellikle Rojava’da böylesine karşı karşıya gelmeleri, kendi emperyal çıkarları lehine sonuç almak için böylesine yüklenmeleri dikkate alındığında, Kürt siyasetinin, bu iki güç odağı arasında ki manevra alanı eskiye oranla daralacak demek.
Beşincisi; Kürdistan ve Bölgenin komünist hareketi yukarıda özetlediklerimizi görüşerek yeni politikalar belirlemekle yüz yüzedir! 19-05-2015