Site icon Rojnameya Newroz

SİYASAL ÇÖZÜMDE ÇITA YÜKSELDİ, DENİLEBİLİR Kİ İÇERİK MAKAS DEĞİŞTİRDİ!

Sinan Çiftyürek / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

Kürdistan meselesinde, birbiriyle bağlantılı yeni gelişmeler var. Kürdistan parçalarında yaşananlar, Kürt meselesinin çözümünde siyasal çıtayı yükselti ve denilebilir ki çözümün içeriği makas değiştirdi. Üstelik bu yükselme Kürdistan coğrafyasının hareketlenen jeopolitiği nedeniyle siyaset kadrosundan da belirli ölçüde bağımsız gelişiyor. Türk devleti ve çözüm odaklı herkesin başta bunu göz önünde bulundurması gerekiyor.

Kürt meselesinin, Kürdistan meselesine evirildiği günümüzde, Türkiye yeni bir çözüme yönelmeyi göze alabilecek mi? Daha resmen Kürdün varlığını kabullenmemiş tekçi-ırkçı ulus devletin temsilcileri; coğrafik statüyü içerecek çözüm masasına oturacak mı? Şu an bunun verileri var mı? Geçmiş-geleceğiyle irdelenmesi gerekiyor.

Kürtlerin yerel ve merkezi iktidar seçimlerinde anahtar hale gelmeleri; Türkiye’de iktidar ve muhalefet nezdinde birden kıymet kazanmasını sağlarken, çözüm paketinin de “buzdolabından çıkarılması”nı tetikleyen faktörlerden biri mi?

I – Kürt meselesinde çözüm çıtasının yükselmesi temelinde yatan belli başlı olgular

Bir süreden beri yeniden tartışılan ve Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesiyle daha da hareketlenen siyasal çözüm, masaya 2013’teki içerikle gelmeyecek. Söylem ve kavramsal olarak 2013 taşınsa bile illaki yeni girdilerle masaya gelecek. Bunun birden fazla iç ve bölgesel nedenleri bulunuyor. Yaşanmış dünya deneylerinde de yeniden başlatılan her çözüm, sonuçsuz kalan önceki adımların aynen tekrarı olmamış, bizde de olmayacak. Yakından bakıldığında, çözümün çıtasını yükselten ya da makas değiştiren şu gelişmeler öne çıkıyor:

Birincisi; “ABD liderliğindeki Batı ile Rusya liderliğindeki Doğu eksenlerinin son 30 yıldan beri süren Küresel hakimiyet savaşları, esas olarak Asya üzerinde sürmekte olup Ortadoğu-Kürdistan bu savaşın merkezinde yer almaktadır. Bu uzun süren savaşın yakında sonlanacağının işaretleri görünmüyor çünkü savaşın küresel ve bölgesel aktörleri ne uzlaşarak ne de savaşarak çözüm üretemiyorlar. Üstelik ABD’nin Körfez’de İran’a karşı uygulayacağı ambargo ile savaşı daha da ağırlaştıracaktır. Halkların bağımsız siyasal iradesi ise halen çözüm dinamiği olmaktan uzak.” (KKP Kasım 2018 Kongre kararından)

Sadece İran’a ambargo üzerinden değil; İdlib, Efrin, Fırat Doğusu, Şengal Kerkük, Gazze/Filistin, Yemen… yani Doğu Akdeniz’den Basra Körfezine savaşın tırmanma potansiyeli taşıması, Kürdistan meselesinde çözümün makas değiştirmesinin tetikleyicilerinden biridir. Çünkü bu iklim coğrafyanın siyasallaşmasının ana nedenidir.

İkincisi; Bu iklimde, Kürdistan coğrafyasının olağanüstü hareketlilikle siyasal içerik kazanması (ki süreç olarak devam ediyor); başta Güney ve Rojava olmak üzere Kürdistan parçalarında; Kürt meselesi Kürdistan meselesine doğru genleşmesinin önemli bir nedeni. En küçük Kürdistan parçası Rojava’da bile meselenin oturduğu çözüm çerçevesi artık Kürtlerin bireysel-kültürel haklarını aşarak coğrafyanın statü kazanması seviyesine yükseldiyse, Kuzey’de meselenin artık kültürel haklarla yani coğrafik statü olmadan bireysel haklarla sınırlı çözümlenmeyeceği çok netçe herkese göstermiş olması, çıtanın yükselmesinde diğer bir faktör. Elbette burada, halkımızın yüz elli yıllık özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinin altını çizmemiz lazım!

Üçüncüsü; Aynı siyasal iklimde, Güney Kürdistan’ın, belli bir geriden takiple Rojava Kürdistan’ının askeri-siyasal yapılanmasıyla Irak ve Suriye’de ikili devlet yapısını fiilen oluşturmuş olmaları; Kuzey ve Doğu Kürdistan parçalarındaki çözüm çıtasını yükselten en önemli etken. Türkiye’nin, Iğdır’dan Hakkari-Kilise uzanan Kürdistan sınırını beton duvarla sonra canlı kalkanlarla örmesi de bu etkilerin geçişini engelleyemedi. Hatta çaresiz-çözümsüz askeri saldırı ve işgalleri geliştirmesi bile farkında olmadan Kürdistan parçalarının hem siyasal içerik kazanmasına hem de bölgesel küresel tanınmasına hizmet ediyor.

Dördüncüsü ve en önemlisi; bağımsızlık referandumunu gerçekleştiren Güney’in, Kerkük yıkımına rağmen bağımsızlık ilanı için bölgesel-küresel güç dengelerini gözetiyor konumda beklemesi. Kerkük ve diğer “tartışmalı” kentlerin Irak Federal Anayasa’sının 140. Maddesi gereği referandumla çözümü BM gündemine gelme durumunun güçlenmesi durumu da var. Başbakan Nêçirvan Barzani’nin Kerkük ve diğer “tartışmalı” kentler için BM’ye başvurmasıyla BM Irak Özel Temsilcisinin; “140. Madde konusu uzun zamandır diyalog masasında. Sanırım artık sorunun köklü çözümü için vakit geldi” diyerek üçüncü taraf olarak gözlemci olabilme mesajını vermesi… Kısacası bağımsızlık ilanının gündemden düşmemiş olması siyasal çıtayı yükselten önemli faktörlerden biri olmanın yanı sıra Türkiye ve İran’ın hep teyakkuz halinde olmalarının da asıl nedenidir.

Beşincisi; Kürt siyasal dinamiklerinin, bölgesel denklemin ötesinde küresel güç merkezlerinin bölgedeki önemli müttefikleri haline gelmiş olmaları. Güney Kürdistan’ın ise, artık bölgesel hatta küresel enerji denkleminin de bir parçası haline gelmesi… İran’a ambargo nedeniyle sıkışan Türkiye’nin ilk kapısını çaldığı ülkenin Güney Kürdistan olması tesadüf değil. Seçim propagandası boyunca “yalla” hatta “defolun Kürdistan’a” deyip duranlar şimdi en üst (Dışişleri Bakanı) düzeyde 28 Nisanda Hewlêr’e gidip değişmez gündem Kandil ile birlikte ekonomik krizi hafifletecek ticari görüşmeler yapmış olmaları çıtayı yükselten önemli faktör çünkü “orada Kürdistan bayrağı ile Türkiye bayrağı yan yana konulurken burada Kürtlerin resmen halen Türk sayılmasının derin çelişkisini yansıtır.

Altıncısı; Hatta Çin, Japonya, Almanya… ve farklı hesaplarla Rusya’nın Güney Kürdistan ile ciddi enerji yatırımlarına gitmeleri bu amaçla siyasal-askeri ilişkileri geliştirme gerçeği, çözümde çıtanın yükselmesinin diğer etkenidir.

Yedincisi; Türk yetkililerin, Kürt çözüm paketini buzluktan çıkarmak isterken illaki Kürdistan parçalarında siyasal çözüm çıtasının yükseldiğini hatta içerik olarak makas değiştirdiğini, bu yükselmenin de esas Kürdistan coğrafyasının hareketlenen jeopolitiği nedeniyle siyaset kadrosundan kısmen bağımsız gerçekleştiğini gördükçe, daha çok dehşete kapılıp “askeri olmuyor bu kez siyasal çözümle önlerini kesebiliriz miyiz” deme ihtimallerini ekleyelim.

Kısacası, bu süreçlerde Kürt meselesi Kürdistan meselesine dönüşmekle kalmayıp her açıdan derinleştiği, son 30 yıllık yoğun askeri müdahalelerle de bunu durduramadıklarını pratikleriyle gören Türk yetkililer, Kürdistan meselesi küresel aktörlerle daha fazla ilişkili hale gelmeden siyasal çözüme dönmeyi hedeflemiş olabilirler.

II – Demek ki Türkiye yeni bir çözüm aramıyor birden fazla nedenle çözüme zorlanıyor

Türk devleti ve AKP iktidarı, Kürt meselesini çözmeyi amaçlayan bir yönelimden çok birden fazla nedenle çözüm paketini yeniden açmaya zorlanıyor. Yoksa barışçıl siyasal çözüm hedeflenseydi Kandil hedefiyle Hakurk işgal edilmezdi.

Çünkü Türkiye’nin Hakurk “Pençe” harekatına yüklediği misyona bakılırsa, barışçıl siyasal çözüm yerine askeri çözümde ısrar ettiği görülür. Çünkü Hakurk harekatıyla hedef Kandil belirlense de bununla sınırlı değil. Kürdistan parçaları arasında özellikle Güneyi ile Rojava yani Kandil-Şengal-Qamışlo arası ulaşımı kesmeyi hedefliyormuş! Kürdistan politikaları nedeniyle ABD’ye mesaj vermek ve Suriye’de elini güçlendirmek… istiyormuş! Bahçeli ekledi “gitmişken Fırat’ın Doğusunu da halledip” gelin! Sanki patates toplamaya gitmişler! Aslında bu hedeflerin hiçbirisinin gerçekleşmeyeceğini Türkiye pratiğiyle biliyor ama zorlandığı çözüm nedeniyle elini güçlendirmek veya “ya tutarsa” hesabıyla askeri çözümü bir daha deniyor. Türkiye’yi muhtemel bir çözüme zorlayan görünür faktörler olarak:

Bir; Türkiye bugüne kadar “Çelik-Çekiç-Şafak-Güneş-Fırat Kalkanı…” harekatları düzenledi ama bir şeyi çözemedi. “Pençe harekatı” ile çözüm olmayacak. Onca askeri harekata rağmen sonuç, Güney Kürdistan’da Konfederal devlet, Rojava Kürdistan’ında fiilen federal yapı oluştu! Dün nasıl ki ortadan kaldıramadığı Güney Kürdistan’ı resmen tanımak hatta büyük dış ticari ilişkiler geliştirmek zorunda kalındıysa bugün belli farklılıklarla aynı durumla giderek Rojava Kürdistan’ı ile de yüz yüze geliyor olması.

İki; “Güney Kürdistan’ı engelleyemedim bari Rojava’yı engelleyeyim” politikasını Suriye savaşı çıktığı günden beri izleyen Türk Devleti, sonuçta Şehba, Efrin işgallerine rağmen hedefine varmadı. Hedefte önce Minbiç sonra Fırat’ın Doğusunun tamamının işgal edilmesini içeren Güvenli Bölge vardı, bunun sonuçsuz kalması Türkiye’yi yeni arayışlara itiyor. Ayrıca Türkiye’nin Rojava’yı tanıması, içerde açılacak yeni çözüm paketinin de ön şartlarından biri haline gelmesini ekleyelim. Rojava’yı tanımış ve ilişkilenmiş bir Türkiye yarın “Esad gitsin” karşıtlığında Kürtlerle ortaklaşabilir mi? ABD’nin de hedefi bu ortaklaşmayı sağlamak.

Üç; Türkiye’nin, Rusya’dan “İdlib askeri harekatı durdurulsun” çağrısıyla Suriye İdlib operasyonunu geçici soğutmaya aldı. Bunda Rusya’nın etkisinin yanı sıra ABD/İngiltere bloğunun “kimyasal silah kullanırsa saldırırız” beyanları da etkili oldu. Soğutmaya alınsa da Suriye İdlip’i almada ısrarlı. Bu ısrar Türkiye üzerine şimdiden karabasan gibi çöken iki meseleyi öne çıkarıyor; “İdlip düşerse silahlı Cihadistleri ne yapacağım”? Çünkü Cihadistleri aktaracağı Güvenli Bölge yok. Ayrıca İdlip’ten sonra Türkiye’ye “artık Efrin-Şehba’dan çıkın” denilecek olması! Bu durumda Türkiye, “madem Rojava’yı işgal edemedim, madem çok uğraştığım Arap Kemerini oluşturamadım o zaman dost olayım” yaklaşımıyla ilişkiye zorlanma hali var.

Dört; Türkiye’yi Güney, Güneydoğu’dan çevreleyen haritanın siyasal-ekonomik tercümesi; Güney ile Rojava Kürdistan’ı, Türkiye’nin Ortadoğu’ya açılan kapılarıdır. Ortadoğu ile ekonomik-ticari ilişki kuracaksan, Kürdistan atlanarak olmuyor. Ya yok edeceksin ya tanıyacaksın. 100 yıldır dört sömürgeci devlet birlikte yok edemediniz, elde tanıma seçeneği kaldı, tıpkı Güney’i tanıdığız gibi. Tabi Antep, Urfa hatta Ege sermayesinin, “Rojava’yla var olan kapıları açın yenilerini ekleyin ticaret yapalım” basıncı da var.

Beş; Türkiye epeydir S-400 ile Rojava pazarlığını ABD’yle yaptı halen de masada. Yani “sen Rojava’yı bana bırak ben de S-400’lerden vazgeçeyim” dedi olmadı. Güvenli Bölge ısrarı ile Rojava’nın işgalini hedefledi olmadı. İdlib sonrası Suriye ve Rusya tarafından “Efrin-Şehba’dan çekilin” baskısının da görünür olması ve Rojava ile ilişkilenmenin içerdeki çözüm ön şartı haline gelmesi, Türkiye’yi Rojava ile ilişkilenmeye zorlayan gelişmeler. Böyle olunca, ABD aracılığıyla SDG ile görüşmek yerine “doğrudan görüşeyim” seçeneğini tercih ettiğinin kimi verileri basına yansıdı; MİT’in SDG komutanlarıyla doğrudan görüşmesi gibi.

Altı; Ağırlaşan ekonomik kriz, S-400 ve F-35 gerilimi nedeniyle ABD’den gelecek ekonomik, askeri ambargoyla hızla derinleşip kontrolden çıkabilir olması. Buna siyasal baskılar da eklenirse Türkiye’yi bunaltacağı korkusu, Türk iktidarını yeni arayışlara itti. ABD ve AB ile ilişkileri iyileştirmede bizzat Erdoğan tarafından “yargı reformu” paketi üzerinden mesaj üstüne mesaj gönderme hamleleri çerçevesinde Kürt meselesinde de yeniden siyasal çözüme dönülebileceğinin kimi ön işaretlerini vermek zorunda kalması. Bu arada ABD, AB ile ilişkilerini yeniden güçlendirirse, Rusya ile ne yapacak? Onu da Türkiye dert etsin.

Yedi; Türkiye’nin Batı ve müttefikleri İsrail, Mısır’la yaşadığı geriliminin, Doğu Akdeniz doğal gaz aramalarında sorunlara yol açması, Türkiye’yi zorlayan diğer gelişme. Şu kadar “arama-tarama gemisi gönderdim, hakkımı yedirtmem” dense de yalnızlığın ciddi güçlükleriyle yüz yüze! Bunu aşmak için kimi yeni adımları atma zorunluluğu var!

Sekiz; Bütün bunlara ek olarak Kürt meselesinin, iki ucu keskin bıçak misali canını yakması gerçeği ise çözüm meselesinde zorlayıcı esas faktördür. Çünkü Kürtlerin, bir yandan demokrasi ve özgürlüğün büyük dinamiği olma gerçekleri var ve bunu 31 Mart’ta gördük. Diğer yandan Türk ırkçı rejimin temel hak-özgürlükleri frenleme hatta tırpanlamanın her daim hazır bahanesi yapması durumu var! Yani atacakları her adımda; “ya Kürtlerin ayrılmasını hızlandırırsa” korkusu! Bu ikili durumun daha fazla sürdürülebilir olmaması gerçeğiyle çıplak yüzleşmesi, Türkiye’yi zorlayan diğer bir faktör.

Türkiye’yi yeni çözüme zorlayan, zorlayacak olan bu olgu ve gelişmelerin toplamıdır. Bu sıkışmışlıkta Türk devletinin yeni çözüm sürecine yöneleceğinin kimi işaretleri var. AKP’yi aşan devletin yeni bir çözüme yöneldiğinin işareti; Bahçeli’nin “bana sorarsanız Öcalan avukatlarıyla görüşebilir” demesi ve Kılıçdaroğlu’nun Kürt ana dili ile ilgili açıklamaları, 23 Haziran İstanbul seçim hesabının yanı sıra esas yeni bir çözüm sürecinin ilk işaretleri gibi. Böylece ilk kez iktidar ve muhalefetiyle çözüm arayışında ortaklaşacaklar gibi!

Sonuç olarak;

1 – Mutfakta Kürtler hakkında bir şeyler pişiriliyor! Kim ne pişiriyor? Net değil, net olan Türk iktidarı ile Kürt siyasetinin yanı sıra kimi üçüncü aktörlerinde yer aldığı çözüm arayışı var. Ama Türkiye halen çözümden çok nefes almak için “çözüm” oyununu tekrarlamak isteyecek, başarabilirse! Çünkü Türkiye çözüme yönelmiyor, zorlanıyor o zaman ayranı üfleyerek içmekte yarar var! Kürt siyaseti “akrebin soktuğu deliğe bir daha parmağını sokmamalı” zira geçmişte aynı delikte birden fazla kendilerini zehirletmişti!

2 – Erdoğan, Japonya yolunda uçakta, “ben çözüm süreci kaldırılmıştır demedim, şu aşamada buzdolabına konulmuştur dedim. İşler yoluna giderse, süreç yeniden gündeme gelir”. Peki, bu sürede “işler yoluna” girdi mi yoksa Kürt meselesi derinleşip Kürdistan meseline bürünerek ve uluslar arası ilişkileriyle daha karmaşık hale mi geldi? Türkiye yeni çözüm paketi açmak istiyorsa, yükselen siyasal çıta ile makas değiştiren Kürt meselesinde coğrafik statüye dayalı çözüme hazır olmalı. Yoksa çözüm diye buzdolabına konulan paketi çıkarıp aynen masaya getirirse zahmet etmesin o köprünün altından çok sular aktı.

3 – Ayrıca, AKP iktidarıyla “Çözüm” sürecinin yeniden açılması üç nedenle sorunludur;

Bir, AKP’nin iktidar ömrünün buna yetip yetmeyeceği tartışmalıdır çünkü iktidar geleceği belirsiz.

İki, İç politika hesaplı açıklamalardan yani taktik siyasi hesaplardan uzaklaşmadan ve “MHP ile Mezara kadar” ırkçı ittifakından kopmadan ve de Bahçeli’nin basıncından kurtulmadan mümkün değil. Zaten Erdoğan/AKP de 31 Mart sonrası yüzleştiği kavşakta; Ya MHP ile “mezara kadar devam” ya da çözüme yeniden dönüş! İkisinin de bedeli var: MHP ile yola devamın bedeli erken tükeniş. Siyasi çözüme dönüşün bedeli ise derinleşecek Kürt talepleriyle yüzleşmek.

Üç, Eklemek lazım ki Kürt halkı ve siyaseti de; onca siyasi soykırımdan, onca irade gaspından, beyaz tülbentli annelerimizin yaşadıklarından ve Halfeti vahşetinden hareketle AKP ile yeni bir çözüm sürecine istekli değil. Çünkü halkımız, AKP’nin laflarını değil pratiğini esas alıyor. Görmek duymaktan daha iyi bir tanıksa, halkımız da “söyleneni değil görüp yaşadığını esas alacak.

4 – Türkiye yeni bir çözüme yönelecekse öncellikle Rojava ile ilişkileri normalleştirerek bu sürece girmeli. Rojava’yı tanıyıp bir an evvel ilişkilenmeli ki Antep-Urfa hatta Marmara tüccarı da fazla beklemesin bu kriz ortamında!  4 Haziran 2019

canbegyekbun@hotmail.com

Exit mobile version