Sinan ÇİFTYÜREK / Sosyalist Mezopotamya Dergisi – Sayı: 15
Uzun süredir sosyal yardım ve sosyal devlet meselesi üzerinde yazmak istiyordum. Fakat KKP faaliyeti, Dibistan a Marksîst Li Amedê ve milletvekilliği çalışmalarının bütünü hem okumamı hem de yazmamı zorlaştırıyor. Dolmuşta, uçakta da olsa ayda üç dört kitap okur ve haftalık makale yazardım ama şimdi her ikisini birden yapmakta oldukça zorlanıyorum. Neyse ki mecliste sosyal yardım ve sosyal devlet üzerine yaptığım basın açıklaması için tuttuğum notları yazıya dökerek kalıcı bir belgeye dönüşmesini istedim.
I – Öncelikle kelime kökeni ve anlamı üzerinde kısaca durmak gerekiyor
Sosyal kelimesi esas olarak İngilizce ve Fransızcadaki social kelimesinin Türkçe kullanım halidir. Social anlamı “1- Yoldaşlık eden, cana yakın, 2- Topluma uygun, toplumu gözeten, toplumsal” sözcüğünden alıntıdır. Dolaysıyla social kelimesinin eş anlamlısı Türkçede toplumsal. Socialiste ise toplumsalcı demek. Sosyal sözcüğü İngilizcede en erken 1822’de Fransızcada ise 1831’de yer aldı. Yani sosyal kavramı toplumların yaşamına Avrupa işçi hareketlerinin 19. yy’daki büyük kitlesel eylem ve grevlerinden sonra girmiştir. Sosyalist sözcüğü de Latince “sociare”den türetilmiştir. Birleşmek ya da paylaşmak anlamına gelmektedir. Sosyalizm, çalışan sınıfın iktidarını savunan sosyoekonomik bir modeldir.
Demek ki sosyal kavramının tarih sahnesine çıkışı emek mücadelesinin ürünüdür. Demek ki sosyal yardım ve sosyal devlet olgusunu yaratan devletler ya da hükümetler değildir. Bunun altını çizdikten sonra devam edebiliriz.
II – Sosyal devlet ve sosyal yardımlar olgusunu yaratanın kim, kimler olduğu meselesine gelince
Gelelim can alıcı olup yanıtlanması gereken sosyal devlet olgusunun içeriğini belirleyenin hangi dinamiklerin hangi ağır bedeller sonucu belirlediği meselesine!.. Bugünkü sosyal devlet ve sosyal yardımların temelinde esas iki dinamik yer alır. Birincisi, köleden modern köle olan işçi sınıfının büyük mücadeleleri ve ikincisi, yine emek mücadelesinin ürünü olan SSCB ve sosyalist sistemin başta Avrupa olmak üzere kapitalist toplumlar üzerinde soldan oluşturduğu basınç.
A- Sosyal yardım ve devletin esas yaratıcısı işçi sınıfı ve sömürülenlerin mücadelesidir
Kölelik düzeninin tarih sahnesine çıkışı, farklı coğrafya ve toplumlarda bilinen yazılı tarihten daha önceleri gerçekleşmişti.
Özellikle başta Verimli Hilal olmak üzere tarım devrimiyle birlikte kölelik giderek yaygın hale geldi. İlk yazılı kaynaklar köleliğin ilk çağ toplumlarında bir kurum haline geldiğini belirtir. Örneğin MÖ 1760’ta yazılmış Hammurabi Kanunları, bir kölenin kaçmasına yardım eden veya kaçak bir köleyi barındıran kişiler için ölüm cezası hükmetmektedir. MÖ 3000 – MS 500 yılları arasında yaşanan antik (ya da ilk) çağ uygarlıklarında insanlığın yaşadığı tüm kıtalarda kölelik etkin olarak uygulanmaktaydı. “Köleler, borçların ödenememesi, bir suça ceza olarak, savaş esirleri, çocukların terk edilmesi veya kölelerin çocuklarının da köleleştirilmesi gibi farklı metotlar vasıtasıyla elde edilmekteydiler.” İlk ezen – ezilen sınıfları ve bu sınıflar arası mücadeleyi temsil eden dolaysıyla ilk sömürülen sınıf olarak köleliğin toplumlarda uygulanmaya başlanmasıyla birlikte, kölelerin isyanları da gelişmiştir. Çünkü köleler herhangi bir hakka sahip değiller ve hukuk sistemi içerisinde kişi/ birey olarak kabul edilmezler.
Köleler için “haklara ve borçlara ehil değillerdir” hükmü vardır. Köle kendi efendisinin malıdır.
Tarihte kayda geçen ilk büyük köle savaşı, MÖ 135 – 132 yılları arasında “Suriye asıllı Eunus liderliğindeki Sicilyalı köleler ve gladyatörler, Romalı sahiplerine karşı özgürlük için isyan başlattı. İsyan başarıyla sonuçlandı, köleler ve gladyatörler özgür oldu”.
İkinci büyük köle savaşı MÖ 104 – 100 yılları arasında asıl adı Slavius olan bir köle tarafından yine “Sicilya’da Romalılara karşı başlatılan ve sonra Athenion adlı bir köle tarafından devam ettirilen köle isyanı MÖ 100’de Roma konsülü “Manius Aquillius” ve isyancıların lideri Athenion arasında yapılan teke-tek çatışma sonunda bastırıldı” ama köle hareketi geriye önemli bir mücadele deneyimini miras bıraktı.
Ve üçüncü büyük köle savaşı gladyatör Spartaküs liderliğinde MÖ 73 – 71 yılları arasında Roma Cumhuriyeti’ne karşı başlayan isyandır. “Kölelerden oluşan ordular arka arkaya çok sayıda Roma birliğini yendi, isyancılar Roma’ya dayandı. İsyan güçlükle de olsa bastırıldı” ama tarihe Spartaküsler not düştüler artık kölelere eskisi gibi davranılamayacağını egemen sınıflar anlayacaklardı.
Elbette sınıfsız – sömürüsüz toplum olan çanak çömleksiz neolitik çağın uygarlıkları olarak Urfa Göbeklitepe (tarihin sıfır noktası) ve Diyarbakır Ergani Çayönü (MÖ 8.500) gibi uygarlıkları takip eden sınıflı toplumların ilk çıkış yerleri olan Mezopotamya, Mısır, Yunan, Roma, İran, Orta Asya’da kölelik var olduğundan beri irili ufaklı köle isyanları hep var olmuştur ama en belirgin ve kitlesel olup tarihte iz bırakan yukarıda değindiğimiz üç büyük köle savaşları olmuştur.
Yakın tarihte ise başta Fransa olmak üzere 1800’lü yılların başından 1848’e kesintisiz süren Avrupa işçi direnişleri yaşandı.
Bu direniş ve grevlerin yaşanmasının yarattığı büyük baskı, 1848 Fransız anayasasında, sosyal devlet, sosyal haklar, sosyal güvenlik ağları ve insan hakları alanında ilk ciddi adımlar atılmış oldu.
Kısacası Fransa ve Avrupa işçi mücadelesi başta olmak üzere gelişen küresel devrim dalgasının çapı ve derinliği 1871 Paris Komünü’nü gerçekleştirdi. Kapitalizme ciddi darbeler vuruldu ama onu yıkamadı. Paris Komünü yenildi ve devrimci dalga geri çekildi ama Paris Komünü’nü gerçekleştiren büyük işçi emekçi ayaklanmaları sonucu, Avrupa sosyal demokrat partilerinin kuruluşuna ve sosyal demokrasiye yol açtı. Böylece 1870’li yıllarda dünya ilk kez sosyal demokrasi ve sosyal devlet tanımlarıyla tanıştı, sosyal demokrat partiler kuruldu.
Demek ki sosyal alanda işçi emekçilerin çıkarlarını savunan ve toplumda eşit bölüşümü hedef alan sosyal demokrasi 1871 Komünü’nü yaratan küresel emek hareketinin yeni bir hamlesinin ürünü. Vurgulamak istediğim şudur; 1871 Paris Komünü sosyal yardım ve devletin yaratılmasında önemli ve yeni bir kilometre taşı olmuştur. Buna siyahi halkın ABD’de köleliğe karşı mücadelesini de eklememiz lazım.
Kısacası kökenleri eskilere dayanmasına rağmen, günümüz batılı sosyal devletleri ancak 19. yy ortalarında Batı Avrupa’da ortaya çıkmaya başladılar. Demek ki köleden modern ücretli köle olarak günümüz işçisine kadar ezilen işçi-emekçi sınıfların mücadelesi sosyal haklar ve sosyal devleti yaratan birinci ve esas dinamiklerdir.
B- SSCB ve sosyalist sistemin, sosyal yardım ve sosyal devletteki rolü
Avrupa ve hatta dünya genelinde sosyal devlet kavramının içerik kazanmasında kurulmuş olan sosyalist devletlerin soldan basıncı ikinci büyük dinamik olmuştur. Peki sosyalist devletler kimin, hangi sınıfların mücadelesinin ürünü? Şüphesiz 1871 Paris Komünü’nden SSCB’ye ve Doğu Avrupa sosyalist devletlerinden Küba’ya varana kadar kurulmuş olan sosyalist devletler ve oluşan sosyalist sistemin kendisi de işçi – emekçi sınıfların kapitalizme karşı mücadelesinin ürünüdürler.
İşçi-emekçilerin, ezilen ve sömürge halkların büyük mücadelesinin içerik kattığı 20. yy devrimci dalgasının çapı, derinliği ve sonuçları Paris Komünü’nü yaratan 19. yy devrimci dalgasına göre daha büyük oldu. Bu sonuçlardan biri SSCB ve sosyalist sistemin oluşmasıydı. SSCB, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Doğu Avrupa sosyalist ülkeleri ile Çin, Vietnam, Küba olarak oluşan sosyalist sistem; güçlü dünya komünist ve işçi hareketi ve de Bağımsız Bağlantısızlar Hareketi bütününde oluşan 20. yy devrimci dinamiği emperyalist kapitalist siteme ölümcül darbeler vurdu. 19. yy devrimci dinamiği gibi sadece kapitalist sistemin dallarını kırmakla kalmayıp gövdesini ikiye böldü. Ancak özetin özeti kapitalizm ağacını kökünden sökemediği için kapitalizm kendisini onardı ve devrimci dalganın geri çekilmesiyle paralel SSCB ile sosyalist sistem yıkıldı. Yıkıldı ve tıpkı 1871 Paris Komünü gibi fakat daha kapsamlı yani küresel olarak sosyal, siyasal sonuçlara yol açtı.
SSCB ile sosyalist sistemin başta Avrupa olmak üzere küresel çapta yol açtığı sosyal ve siyasal sonuçların ne nasıl olduğunu uzun uzun anlatmak yerine Avrupa sosyal demokrasisinin beyni Willy Brandt ile yapılan bir röportajı özetleyerek aktarayım.
Gorbaçov’un SSCB’de başlattığı Glasnost (açıklık) ve Perestroyka (yeniden yapılanma) Sovyetler’de ve dünyada tartışılırken, bir gazeteci Willy Brandt’a şöyle sorar; “Sayın Brandt Glasnost ve Perestroyka başarılı olur mu? Siz nasıl bakıyorsunuz” der.
Brandt’ın yanıtı kısa ama çarpıcıdır; “Eğer Gorbaçov liderliğindeki SSCB, başlattığı Glasnost (açıklık) ve Perestroyka politikalarında başarılı olursa Avrupa daha sola gidemez çünkü bir adım daha sola atarsak bu komünizm olur” der. Çünkü SSCB ve diğer sosyalist ülkeler ağır ekonomik, sosyal güçlükleri olmasına rağmen iktidara geldikleri andan itibaren, sıfır işsizlik politikasıyla herkese çalışabileceği bir iş, evli her çifte bir ev ve herkese bedava sağlık, eğitim hizmetlerini hayata geçirerek öncelikle toplumun temel ve yaşamsal ekonomik, sosyal sorunlarını çözer. İşte sosyal devlet budur. Eğer sosyal devletin temel amaçlarından biri tam istihdamla işsizliği ortadan kaldırmaksa sosyalist ülkeler kuruldukları andan itibaren sosyal devletin ilk ve olmazsa olmazı olan adımları atarlar. Bunun ötesine (yani temel ve yaşamsal ekonomik, sosyal, kültürel sorunlarını çözmenin ötesine) varmak yani sosyalizmin amaçları arasında olan kültürel estetiğe ve talep esnekliğine de cevap verecek konuma yükselmesinden korkar Brand ve temsil ettiği kapitalist sistem.
Brandt’ın söylemi Avrupa sosyal devlet ve sosyal yardım olgusunun temelinde soldan baskı unsuru olan SSCB ve sosyalist sistemin kendisi olduğunun itirafıdır. Gorbaçov liderliğindeki SSCB, Glasnost ve Perestroyka politikalarında başarılı olsaydı ne olurdu? Bu sorunun yanıtını düşünmek bile istemeyen Brandt, SSCB’de Gorbaçov politikalarının başarılı olmamasını diler. Sonuç başarısız olur.
SSCB ve sosyalist sistem yıkılır devamında küresel çapta belli başlı siyaset disiplinlerinin her biri olduğu yerden bir adım sağa kayar. Komünist hareket yeni sosyal demokrat ve yeşil harekete, sosyal demokrat hareket liberalizme, liberalizm ise neoliberalizme evrilir. Böylece dünya sermayesi ile siyasal rejimleri geçici rahat bir nefes alır. Ancak kapitalist sistem üzerindeki sol basınçtan kurtulsa da Paris Komünü’ne göre çok çaplı sosyal ve siyasal sonuçları geride bıraktı.
İşte sosyal yardım ve sosyal devlet olgusunu tarih sahnesine çıkaran süreç ve dinamiklerin kısa özeti ve işte sağ siyasetin ancak 1945 sonrası sahip çıktığı sosyal yardım ve sosyal devletin kökeni böylesine tarihsel arka plana sahip.
III- Türkiye sosyal devlet ile 2. Dünya Savaşı sonrası tanıştı?
Dünyadaki gelişmeler özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın son bulmasıyla güçlenen SSCB ve kurulan sosyalist sistemin soldan basıncı, dünya ile paralel Türkiye’yi de etkilemiştir. II. Dünya Savaşı’nın bitmesinin hemen ardından Türkiye’de de sınırlı siyasal demokrasi ve sosyal devlet yönünde adımlar gelişmeye başladı. Sosyal haklar yönündeki gelişmelerin başında ilk olarak devletin işçilere yönelik yasal düzenlemeleri çıkarması gelir.
Daha 1945 yılında, “ilk 3008 Sayılı İş Kanunu’nun uygulanması ve çalışma yaşamıyla ilgili konuları düzenleme, yürütme ve denetleme ile ilgili görevli olarak çalışma bakanlığı, bunun akabinde ise iş gücü piyasasının düzenlenmesi amacıyla İş Ve İşçi Bulma Kurumu kurulmuştu.” Devamında, çok partili sisteme geçiş, 1947 yılında ilk Sendikalar Kanunu’nun kabul edilmesi ve 1952 yılında TÜRK-İŞ’in kurulması… Bu adımlarla birlikte esas 1961 Anayasasıyla sosyal devletin ilk adımları atıldı. Bu ve benzeri kimi sosyal adımlar 1961 Anayasası’nda “sosyal devlet ilkesi” olarak yer alır. Devamında yeni Sendikalar Kanunu 1965’te yürürlüğe girer ve 13 Şubat 1967 yılında DİSK kurulur. Zaten 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin nedenlerinden biri de 1945 sonrası değişen küresel siyasi dengeler ve Avrupa’da güçlenen sosyal devlet gibi yeni gelişmelere Türkiye’nin adapte olmasını sağlamaktı. Fakat atılan bu sınırlı kimi sosyal iyileştirmelere bile Türkiye sermayesi ile siyasal temsilcilerinin tahammülü yoktu. 1970’li yılların sonlarında dünyada gelişen Teacerizm ve Reganizm diye tanınan neoliberal politikaların etkisi çok geçmeden Türkiye’yi etkilemeye başlamasıyla sermaye ve siyasi iktidar “1961 Anayasası’na karşı olduklarını” açıklamaya başladılar. Nihayet bunu en net olarak Adalet Partisi başkanı Süleyman Demirel “bu gömlek bize geniş geliyor” diyerek Anayasa’yı açıkça hedef göstermişti. Bu çağrılar önce 24 Ocak 1980 kararlarıyla içerik kazanarak vahşi kapitalist politikalar yeniden uygulanmaya başlandı.
Ardından 1982 Anayasası’yla zaten siyasetin “geniş gömlek” olarak tarif ettiği 1961 Anayasası’nda köklü değişikliklere gidilerek 1961 Anayasası’nda yer alan sınırlı “sosyal devlet ilkesi” ve hakların içeriği tamamıyla kuşa çevrildi.
Türkiye özelinde yaratılan sosyal yardım algısı
Sosyal devlet ve sosyal yardımlar küresel olarak kazanılmış hak iken, Türkiye’de siyasi iktidar hatta son 22 yılda AKP/ Erdoğan tarafından halka “yardım, sadaka, hayırseverlik” olarak taşındı. Kısacası Türkiye toplumunda yaratılan algı şudur, sosyal yardımları sağlayan devlet ve ilgili kurumları değil de iktidardaki parti hatta lideridir. AKP 22 yıllık iktidarı boyunca özellikle her seçim öncesinde halk arasında sürdürdüğü sözlü ve yazılı propaganda ile “yardımlar bizden yani AKP’den geliyor” algısını yerleştirmeye çalıştı ve kısmen başarılı da oldu. 65 yaş üstü sosyal güvencesi olmayan vatandaşa yapılan yardımlar, evde yaşlılık bakım ücretleri, sosyal yardıma muhtaç ailelere ayni (kömür, patates, gıda paketleri) yardımlar, aile destek paketleri, okul desteği ve nakdi yardımlar vb. Ayni yardımlar özellikle seçim dönemlerinde halka dağıtılan kömür, elektrik, doğal gaz, doğum ve gıda yardımları öne çıkarılır.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, “Sosyal yardım programlarımız AB tarafından finanse edilen ve Türkiye Kızılay Derneği ile Aile Sosyal Yardımlaşma Bakanlığı arasında oluşturulan ortaklıkla uygulanan bir yardımlaşma programıdır” denilir. Açıkça kaynağı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı ve Teşvik Fonu (SYDT) diyor. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu, 3294 Sayılı Yasa ile 1986 yılında kurulmuştu ama “633 Sayılı Sosyal Hizmetler Alanında Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Fon Kurulunun teşkiline ilişkin hükümleri 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yürürlükten kaldırılmıştır. Fon Kurulunun görevleri ise 2018/3 Nolu Cumhurbaşkanlığı Genelgesi ile Cumhurbaşkanına, Sosyal Politikalar Kuruluna ve Bakanlığımıza verilmiştir.”
Dolaysıyla bu yardımları, devlet ve ilgili kurumlarının sosyal devlet yasası gereği sağlanan yardımlar değil de sanki “hayırseverlik, iyilik, sadaka, zekat” olarak AKP özelde Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından sağlandığı gizli ve aleni propaganda edilir.
Ekonomik kriz bu algıyı kısmen 2024 Mart Yerel seçimlerinde yıksa da halen devam ediyor. Halen sosyal yardım alan önemli bir kesim “Allah Erdoğan’dan razı olsun” diyor. Sosyal yardımların kaynağı elbette iktidar partileri değil ama “sosyal yardımların dağıtımının idari karar gereği iktidarın kararı olduğu için sosyal yardımların iktidardaki parti veriyor iklimi oluşuyor” ve de amaçlı oluşturuluyor.
Bu da geniş bir seçmen kitlesi üzerinde iktidar partisi lehine siyasi etki yaratıyor. AKP iktidar olmanın bu avantajını hep kullandı kullanıyor ama yolun sonuna gelindi. Ve de “sosyal yardım” deyip geçmeyelim bu yardımların toplumsal etki alanı “2017’de 3 milyon 200 bin haneye ulaşırken… 2022’de yardım alan hane sayısı 4 milyon 400 bine yükseliyor”.
Bu sayı “yaklaşık 16-17 milyon kişiye” yani “10-11 milyon dolayında seçmen demektir. 2024 Mart seçimlerinde sosyal yardım alan kitle ve seçmen sayısının daha da arttığı açıktır.
Sonuç ve çağrı
Sosyal yardımlar önce SSCB ve sosyalist sistemin yıkılması ve ardından güçlendirilen neoliberal politikalarla çok büyük oranda kısıtlandı ve öyle ki Türkiye ve dünyada sosyal adalet var mı sorusu çoktandır ciddi olarak soruluyor.
Dünyanın en zengin 10 insanının toplam servetleri 1.5 trilyon dolarken; “Dünya nüfusunun yüzde 55’ini oluşturan ve 10 bin dolar altı servete sahip 2,9 milyar kişinin toplam servetten aldığı pay ise yüzde 1.3 yani toplam serveti 5,5 trilyon dolar” ise; Dünya nüfusunun yüzde 1,1’ine denk gelen dolar milyoneri olan 56 milyon kişinin toplam servetten aldığı pay yüzde 45,8’e yükselmişken, dünya nüfusunun geriye kalan 99’unun toplam servetten aldığı pay ise 54.2 ile sınırlı kalmışsa, dünyada “sosyal adalet ve denge var” denilemez. Sermayenin iktidarları bu vahşi sömürü ve talan düzenini sürdürebilmek için de “yardım” adı altında sadaka dağıtarak yoksulluğu devamlı kılan yani ne öldüren ne de yaşatan politikalarla halkı kendine bağımlı kılmayı hedefliyor.
Kaldı ki “sosyal devlet ve sosyal yardımlara, İkinci Dünya Savaşı sonrası uygulandığı haliyle uygulanmaya dönülse bile toplumda eşitsizliği ve ekonomik, sosyal sorunları kökten çözmüyor, sistem içi iyileştirmeler yapıyor. Bunlar kapitalist sömürü düzenin kökten aşılması yolunda kazanılmış haklar olup elbette geliştirmeliyiz ama nihai çözümü getirmeyeceğini bilerek.
(Mayıs 2024)