Ana SayfaGIŞTÎSOL VE DİN

SOL VE DİN

Kendi içerisinde krizlerini ve çelişkilerini barındıran liberal ve kapitalist teorilerin emperyal ve sömürgeci pratikleri dünyamızı ve ülkemizi bir yozlaşmaya sürüklemiştir. Bu yozlaşma sadece sınıfların üretim süreci ve ekonomik politikalarında değil yaşamın her alanında kendini göstermiştir. Hukukta, cinsler arası ilişkilerde, sınıfların ahlaki ve etik değerlerinde belirgin bir şekilde yozlaşmanın etkileri görülmektedir.

Kapitalist politikaların üretim araçlarındaki şahsi ve grup tekelleşmesi ve dayatımı sınıfları boğmakta adeta bir bunalıma sokmaktadır. Peki, bu vahşi politikalar nasıl ve hangi formülle yok edilecek, bu bunalım süreci atlatılacaktır. Bu insanlık ve ekoloji düşmanı sistemden kurtulmanın yolu bilimsel sosyalist teori ve pratikten geçmektedir.

Bu kapitalist politikalar devleti ve aygıtlarını halkı sömüren bir güce çevirmiştir. Üretim araçlarını elinde bulunduran egemen güç ittifakının sermayedarının emekçi sınıfa kendi mezarını elleriyle kazdırtmasının ve  tüm artı değerini yok etmesinin önünde durabilecek güç sosyalizmdir. Toprağın kolektifleşmesi, emeğin imeceleşmesi, ortak üretim, emek-ücret hakkının korunması gibi ilkeleriyle bu ekonomik sömürü ve bunalım atlatılabilir. Tabi ki bilimsel bir teori, yaşam ve ekonomi tavrı olan sosyalizmi birkaç cümleye sığdırmak imkansızdır. Ekonomik-politik ve ekolojik tutumlarıyla kurtuluşu içinde barındıran bu bilimsel öğreti halkların enternasyonalleşmesi ve barış içinde yaşaması için tek yoldur.

Peki, kapitalist politikalar ülkemize bu kadar yıkım getirmişken sosyalist alternatif neden ülkemizde etkin kılınamamıştır? İşte burada sosyalist hareketlerin bir öz eleştiri yapması gerekmektedir. Etkin kılınamaması ile ilgili pek çok neden sıralanabilir: Sosyalizmin halka tam olarak anlatılamaması bundan dolayı halk yığınlarından gerekli karşılığı alamaması, dünyadaki kapitalist bloğun gücü ve reel sosyalizm uygulamalarının yanlış yönetim biçimleri gibi daha pek çok sebep sayılabilir. Ancak hiç kuşkusuz ki ülkemizde sosyalist halk iktidarının kurulamamasının en büyük sebebi sosyalizm ve din ilişkisidir. Bu tespit esasında bu coğrafyadaki sosyalist yoksunluğun en temel sebebidir.

Peki, burada suçlu kimdir? Tarihsel sürecin bize gösterdiği suçlu sosyalist örgütlenmelerdir. Çünkü toplumun sosyolojik yapısını bilmeden ve hassasiyetlerini dikkate almadan yapılacak bütün propaganda faaliyetleri karşılık bulmayacaktır. Bu kadar uygun şartlara rağmen sosyalizmin gelişmemesi bu tespiti haklı çıkarmaktadır.

Türkiye’deki sosyalist hareketler sosyalizmin dine bakışını yerelden enternasyonale ilkesini hiçe sayarak tepeden bir bakışla ifade etmiştir. Bunun en tanınmış metaforu ‘din toplumun afyonudur’ sözüyle ateizm propagandası sosyalist gelişmeleri geriletmiştir. İşte sorunun temeli burada başlamaktadır. Bu ifade ateist bir toplum yaratma anlayışındaki hareketlerin sloganına dönüşmüştür. Ama gerçekteki sosyolojik yapı bizim ülkemiz gibi olunca bu anarşist bir gevezelikten öteye geçememektedir.

Bu durumda sosyalizmin dine bakışını mevcut sosyolojik durumda göz önüne alınarak incelemek gerekmektedir: Avcı ve toplayıcı toplumdaki doğaya karşı güçsüzlük, ölüm karşısındaki çaresizlik; feodal toplumdaki toprağını, evini, özgürlüğünü kaybetme gibi korkular; kapitalist toplumdaki bunalım, kimsesizlik, ekonomik çıkmazlar insanlarda bu dünyanın ruhunun ve vicdanının olmadığı kanısını uyandırmış ve dinler bu dünyanın vicdanı ve ruhu olarak insanı rahatlatmıştır. İşte dinin afyonluğu burada devreye girmektedir. Yoksa sosyalizmin din afyondur sözü temelsiz bir ateizm propagandası değildir.

Dinler toplumlarda doğar ve bireylerde yaşar. Dinin yasaları bireyin huzuruna hizmet etmelidir. Ancak inançlar üretim süreçlerine dahil edilmemelidir. Bu hem üretim sürecini hem de dini yozlaştırır. O halde bilimsel sosyalistler toplumun dinini sorgulamak yerine dini bireye bırakarak dinin üretim sürecine dahil edilmemesi gerekliliğini anlatmalıdır. Yazıda belirttiğim gibi dinler kaygı ve huzursuzlukların getirdiği yıkımların rahatlama pratiğidir. Bir toplumda ekonomik ve sosyal yaşam korkuları ve bireyin geleceği ile ilgili kaygıları giderilirse din toplumsal süreçten çıkıp gerçek yeri olan bireyin vicdanına yerleşecektir. Elbette ki tüm bunlar sosyalist bir halk devrimiyle gerçekleşebilir. Devrimi de halk yığınlarının tarihi insiyatif alma pratiği gerçekleştirecektir.

 

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights