Ana SayfaPARTİMİZ VE KADIN SORUNUNA BAKIŞTA ATILMASI GEREKEN ADIMLAR / SELMA ASLAN

PARTİMİZ VE KADIN SORUNUNA BAKIŞTA ATILMASI GEREKEN ADIMLAR / SELMA ASLAN

Önce tarihin ilk çağlarında kadına ufak bir göz atalım;

İki milyon yıllık Paleolitik Çağ boyunca insanlar toplayıcılık ve avcılıkla geçimlerini sağladı. Doğa koşullarının etkileri altında baskılanan Homosapiens (bugünkü insanın atası) doğayla barışık yaşamak zorundaydı. İhtiyacı olan besini doğadan aldı ve savaşmaktan kaçındı. Özel mülkiyetin olmadığı bu çağda cinsler arasında bir sömürme ilişkisi gelişmedi. Genel olarak kadınlar bu çağda yiyecek topladı, erkeklerle birlikte ava çıktı ve vurulan avı pişirdi.

Geçimin sağlanmasında etkin rol alan kadınlar ne yazık ki sağlık bilgisinin eksikliği yüzünden doğumda ve sonrasında ölümler yaşadı. Bu durum toplumdaki kadın sayısının azalmasına ve kadın cinsinin daha değerli sayılmasına neden oldu. Özellikle toplumun kendini yeni kuşaklar üzerinden ürettiği bu çağda kadının doğurganlığı çok önemliydi. O dönemde üretilen sanat eserlerinde bunu rahatlıkla görebiliriz. Paleolitik Çağda yapılan küçük heykelciklerde, mağara duvarlarına yapılan resimlerde ve kabartmalarda kadın ve erkek cinsel simgelerle gösterilmiş. Bilim insanlarının Venüs adını taktığı taştan ya da fildişinden yapılmış küçük heykelciklerde kadın bedeninin göğüs ve kalça kısımları abartılı bir biçimde işlenmiş. Yani kadının cinselliği ve doğurganlığı bu çağın sanat eserlerinin konusu olmuştur.

Derken, Paleolitik Çağın kapanmasına neden olan Neolitik devrim gerçekleşti. İklim koşullarının değişmesinin de etkisiyle ortaya çıkan bu çok önemli olay boyunca, o dönemin yegane geçim yöntemi olan avcılığa çapalı tarım eklendi ve avcılık gittikçe azaldı. Bazı tarihçiler çapalı tarım yönteminin kadınlar tarafından bulunduğunu öne sürüyor. Bu doğru olabilir, çünkü çapalı tarımın yeni tekniklerle gelişmesini sağlayan kadınlardı. Buğday tanelerini öğütmek için daha geniş ve daha ağır taştan tekerleği yapanlar, taneleri korumak için kaplar hazırlayanlar, ilk çanak ve çömlekleri yapanlar kadınlardı. Üstelik kadınlar o dönemde bu icatlarla da yetinmedi. Yün eğirmeyi ve örmeyi de buldular. Tüm bu buluşlar kadının o çağda toplumsal hayatta ne kadar etkin, üretim ilişkilerinde ne kadar belirleyici bir rolde olduğunu gösteriyor.

Çapalı tarımla beraber gelişen teknikleri ve buluşları yeni kuşağa aktarırken kadınlar adeta tanrılaştı ve bu durum sanata yansıdı. O dönemde yapılan kil heykellerde kadın bedeni toplumdaki üretkenliğin ve bereketin sembolü olarak tanrıça şeklinde işlendi. Toprağın bereketiyle kadının üretkenliği bu heykellerde cisimleşti ve özellikle mezarlara bu kil heykeller konuldu. Böylece kadının toplumsal rolünün sanata nasıl yansıdığını görebiliyoruz. ( http://ozgurgenclik.org/ilk-caglarda-kadinin-topumdaki-yeri-ve-sanatla-iliskisi/BERİVAN SAYDAN )

Yukarıdaki alıntıda gördüğümüz gibi;

Kadının, tarihte üretkenliği, çalışkanlığı, zekası ve yaşama katılımı ile günümüzde geldiği nokta karşılaştırıldığında kadının 2. kimlik konumuna itildiği açıkça görülmektedir. Kadın geçmişten günümüze gelişen toplumsal koşullar, dini inançlar, siyasi çıkarlar sonucu kendisi için biçimlenen rolü oynamak zorunda bırakılmış, bilinçaltı buna inandırılmıştır. İlk çağlarda doğa ile savaşta, üretmede her alanda varlığını sürdürebilen kadın üretimin metalaşması sürecinin başlaması, ilk sömürü sürecinin başlaması ile geri plana alınmaya başlamıştır. Daha sonra dinler sürecinde ise tamamen dışlanmıştır. Dinler sürecinde kadın kimliksizleştirilip erkek egemen dünyanın metası haline getirilmiştir. (Tüm peygamberler / krallar / liderler erkektir nedense) Kadın; yavaş yavaş ısıtılarak haşlanan kurbağa deneyindeki örnekte olduğu gibi, zayıf, edilgen, korunması gereken kimlikler olarak kendi güçlerine inanmayan bireyler haline getirilmiştir. Dışarıda, sokakta taciz, tecavüz, şiddet, ağır koşullardaki iş yaşamında kendilerini var edemeyeceklerine inandırılan kadın, yönetme erkini terk etmek istemeyen erkek egemenliğine teslim edilmiştir. Oysa kendi celladını yetiştirme görevi de yine kadının eline bırakılmıştır. Evde kızını ve oğlunu av ya / ya da avcı yetiştiren de kadındır. Kendine verilen görev gereği, pembe dünyalarda bebekleri ile oynayan kız çocuklarını geleceğin prangalı kadınına dönüşmelerinin ilk adımlarını atarken, ellerinde kılıç, silah, araba, sopa ile geleceğin egemenlerini hayata hazırlamaktadır. Kızlara ayıp, günah sayılan her olay, erkek çocuk için ise gurur kaynağıdır. Oysa insan anatomi ve fizyolojisinin temel taşı DNA’lar aynıdır. Kadın ve erkeği ise birbirinden ayıran yalnızca bir kromozomdur. Kadın ve / veya erkeği şekillendiren fizyolojik, sosyolojik ve psikolojik koşullardır. Tüm canlı türleri gibi insan da yaşadığı ortam ve koşullara göre fiziki ve psikolojik değişime uğramıştır. Örneğin kız ve erkek çocukları bağımsız bir ortamda tam da ters koşullarda yetiştirsek kadınların beden gücü ve psikolojik gücünün değiştiğini, bugün erkeklere biçilen rolü tamamen kazanabileceği de görülecektir.

Tüm bu bakış açılarının ışığında sosyalist / komünist açıdan kadın ve erkek irdelendiğinde ise; sonucun bugün gelinen noktadan pek farklı olmadığını görmekteyiz. Neredeyse tüm lider konumundakilerin erkek olduğunu yönetimlerin ise çoğunluğunun erkek egemenliğinde olduğunu görmekteyiz.

Bunun sebebinin erkeklerin daha zeki, daha düşünür, daha güçlü olması… kadınların düşüncede, eylemde, savaşta, acıda daha edilgen olduğundan mıdır?

Yoksa erkek egemen dünyanın hala sosyalist/komünist dünyada da egemen olmasından mı?

Eğer ilk görüşteki gibi ise, erkek yoldaşlar kadınlardan daha bilinçli ve hakim konumda ise eşlerini/yaşam yoldaşlarını, kızlarını yan yana yürüyecek, tartışacak, konuşacak bilince getirememiş/getirmemiş olmalarının nedeni neden sorgulanmaz?

Sokakta, eylemde erkek yoldaşlar yanlarında olan kadın yoldaşların neden kendi eşleri/yaşam yoldaşları, kızları olmadığını kendilerince sorgulamışlar mıdır acaba? (Dışarıda birlikte oldukları kadın yoldaşlar ile gurur duyarken evdeki “eş/kız” kadınların yapacak çok işleri vardırJ kendilerini dışarıda var edecek koşulları, döndüğünde sıcak bir ev, hazır yemek, sorunsuz çocuk, temiz çamaşır… vs)

Oysa kadınların katıldığı hatta çocuklarının içinde olduğu siyasetlerin varlığı ve başarıları alkışlanırken kendi kadınlarımızın evlerinde olması sorgulanması gereken bir durum değil midir?

Partimizde; tüm kadın üyelerin, yöneticilerin vs baktığımızda birçok barikatı aşarak, önce erkekleri, sonra çocukları ve üzerlerine atılı durumdaki ev kadını sorumluluğunu, sonra toplumsal sorunlarını aşarak sokağa, siyasete, eyleme gelmeleri gerekmektedir.

Tüm bunlar aşılmadan kadınların eşitliği ilkesinden söz etmemiz mümkün değildir. Bu sorunların aşılmasında da ee kadın yoldaşlarımız insiyatif alsınlardan öte, kadınları evlerinde de eş olarak değil yaşamda yoldaş görmesi gerekenler erkek yoldaşlardır.

Bir arkadaşın sözüdür. Demokrasi evde başlar… Aile içinde kendi devrimini yapamayanların dışarıda söyleyecek sözü yoktur. Kadına psikolojik, sosyolojik ve /veya fiziksel şiddet ve baskılara önce kendi evimizden başlamalı, kadını önce kendi evlerimizde özgürleştirmeliyiz.

“Damdan düşenin halini damdan düşen bilir” örneği örnek alamazsanız, merkezde olamazsınız.

Kadınların psikolojik, sosyolojik ve fiziksel devrimine adım adım…

SELMA ASLAN

 

 

 

 

 

 

 

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights