Bülent Tekin / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Yüzlerce kişilik kurtarma ve yardım ekipleri 24 saat içinde dünyanın bir ucundan Türkiye’ye gelmeyi başarırken, iktidar Türkiye içindekileri koordine edip deprem bölgesine göndermeyi beceremedi. Bu durum nasıl bir iktidarla karşı karşıya kaldığımızı ortaya çıkardı. 10 ilde çok büyük bir yıkım yaratan depremin yarattığı felâketin gerçek boyutları henüz tam olarak açığa çıkmış değildir. Buna karşın rejim, ülkeyi nasıl çöküşe sürüklediğini ve emekçileri nasıl enkaza gömdüğünü çok iyi bilmektedir. Zaten bu yüzden deprem bölgesinden yükselen çığlıklar, ülkenin tamamını kaplayan öfke dalgasına neden oldu.
Havanın son derece soğuk olduğu bölgede milyonlarca insan yıkılma tehlikesi nedeniyle evlerine giremedi ya da giremiyor. Yıkımın büyük olduğu Hatay da dâhil olmak üzere ilk aşamada enkaz bölgelerine AFAD ekipleri ulaşmamışken, halk son derece sınırlı imkânlarıyla göçük altındakilere ulaşmaya çalıştı. Tuhaftır ki 20 yılını büyük inşaat ve altyapı projeleriyle övünmekle geçiren AKP iktidarının yaptığı otoyollar, havaalanları, hastaneler ve belediye binaları kullanılamaz hale geldi.
Çok sayıda deprembilimcinin son yıllarda neredeyse noktasal konum ve büyüklük belirterek yaklaşan büyük bir depreme dikkat çekmelerine rağmen mevcut iktidarın ve belediye yönetimlerinin hiçbir önlem almadıkları ortaya çıkmıştır. 1999 Gölcük Depremi’nden bugüne kadar meydana gelen depremlerde görüldüğü gibi felâket resmen göz göre göre gelmiştir. Bu topraklarda yaşayan milyonlarca emekçinin yaşadığı sefalet de öyle!
Bu topraklarda paralı otoyollar, köprüler ve şehir hastaneleri için tekelci sermayeye her yıl milyarlarca dolar akıtıldı. Buna karşın bu topraklarda yaşayan insanlar için alınması gereken yaşamsal deprem önlemleri alınmadı. Mesela deprem bölgelerinin altyapısını güçlendirmek ya da gerekli kentsel dönüşümü sağlamak gibi bir yola gidilmemiştir. Deprem sonrasında insanların koşacağı toplanma alanları olabilecek yerler dahi imara yani ranta açıldı. toplanan deprem vergilerinin duble yollara, havaalanlarına, sağlığa harcadığı söylendi. Övünülen bu eserlerin bir afet anında sapır sapır döküldüğü görüldü.
Yaşanan felaketleri, faciaları “fıtratında var,” “takdiri ilahi” ya da “kader planı” olarak görmeyenlerin yaptığı binalar ayakta kalmaktadır. Etrafı yıkılıp enkaza dönüşmüş bir bölgede dimdik ayakta duran bir bina var Kahramanmaraş’ta: İnşaat Mühendisleri Odası’nın Kahramanmaraş İl Temsilciliği Binası. Etrafı yıkılıp boşaldığı halde bu binanın ayakta kalmasının birkaç nedeni var: Bu bina bilim ve mühendislik yöntemleri kullanılarak yapıldı. Riskli olduğu bilinen bölgede bina dikey değil yatay inşa edildi. Bu durum, bilimin aydınlatıcı yolunda çalışan ve iş görenlerin varlığını önemli kılıyor. İki büyük depremin merkez üssü olan Kahramanmaraş’taki İnşaat Mühendisleri Odası Binası depremde ölümün “kader planı” olmadığını ortaya koydu.
Yaşadığımız bu büyük depremin yarattığı gerçek yıkım ve acı daha önce yaşananların bir tekrarından başka olmadığını bize gösterdi. Daha önce yaşanan benzer felâketlerden de biliyoruz ki, devlet bir afet durumunda yapması gerekenleri yapmaktan çok, emekçilerin, emek örgütlerinin, sosyalistlerin, muhalefetin ve hatta muhalif gördüklerinin yardım girişimlerini engellemek için mücadele ediyor. Yardım ekiplerini ve toplanan yardımları bölgeye sokmamak onun en büyük başarısı oluyor. Bu depremde de aynı tutum takınılmak istendi. Bir örnek vermek istiyorum: Can kaybının artma sorumlularından biri olarak ortaya çıkan AFAD’ın beceriksizliğini gizlemek için Haluk Levent’in Ahbaplar’ı (Ahbap Derneği) iktidar yanlısı medya tarafından hedef gösterildi. Belki de önümüzdeki günlerde bir şekilde suçlanıp mal varlıklarına el konulacak. Bir diğer örnek: Madencilerin arama ve kurtarmalarda canla başla çalışmasının çok görünür yapılmaması.
Görünen manzaraya göre iktidarın paçaları tutuşmuş ve adeta korku içeren bir panik hali yaşanıyor. Kendisi de depremin enkazı altında kalmamak için ne yapması gerektiğini bulacak bir düşüncenin içine düşmüş gibidir. Adeta tek adam iktidarına dönüşmüş Cumhur İktidarı, elinde her türlü yetki varken yokmuş gibi OHAL silahına sarılmıştır. Afet bölgesi ilanı hükümete askerin seferber edilmesi de dâhil olmak üzere pek çok yetki verirken iktidarın neden OHAL’e ihtiyaç duyduğu pek açıklanmayacak durumdur. 10 ilde üç aylığına ilan edilen OHAL, deprem anında enkaz altında kalan ve evlerine giremeyen milyonlarca insana ilk iki gün içinde üzerine düşeni hiç yerine getirmeyen iktidarın (adeta) kendini korumaya alma kararıdır. Bu OHAL kararının üç ay sonra yapılacak seçimlere dönük nasıl bir etki yapacağı da zihinlerde soru işaretleri yaratmıştır. İktidar partilerinin lehine kullanılması kuşkusu var mesela.
Daha önce 15 Temmuz’un nasıl “Allah’ın lütfu”na dönüştürüldüğüne tanık olanlar bu depremin de aynı şekilde kullanılmasından endişe duymaktadırlar. Çünkü OHAL kararnameleri yargıyı ve Meclis’i tamamıyla devre dışı bırakması demektir. OHAL bir yerde zaten çok zayıf durumdaki basın özgürlüğünün, düşünce ve ifade özgürlüğünün, grev, toplanma, gösteri özgürlüğünün daha da kısıtlanması anlamına gelmektedir.
Bu depremde enkaz altında kalıp ölen insanımızın sayısı resmi rakamlara göre şimdiden yirmi binin çok üzerindedir-kesin rakamın çok acı bir rakam olacağı maalesef belli olmuştur. Deprem bir doğa olayıdır ve bunun felakete dönüşüp dönüşmemesi ise orada yaşayanların tavırlarına bağlıdır. Ne yazık ki bu topraklarda insanlar yaşadıklarını ürkerek, korkarak ve ölerek gündeme getirebiliyorlar.
Siyasi Haber