Eren Daldal / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Eşitlikçi düşünceler ve insanların hakları için verdikleri mücadele, Marksist Teori’nin oluşumundan yüzyıllar öncesine kadar uzanmaktadır.
Tarihte bilinen ilk köle isyanı, MÖ 139-132 yılları arasında gerçekleşen Aristokinos Ayaklanmasıdır.
Komünizm fikrinin sürekli olarak canlı ve diri kalacağının bir diğer ispatı da Şeyh Bedreddin’in “Yârin yanağından gayrı her şeyi paylaşmak gerek.” sözüdür.
Eşitlikçi fikirler, ezen ve ezilenlerin var olduğu her vakitte geçerliliğini korumuştur.
Bahsettiğimiz eşitlikçi fikirlerin yarattığı çok değerli bir okul bulunmakta: Grevler.
Grevler, işçilerin ve devrimcilerin doğasına göre şekillenen ve her dersinden yeni bilgiler ile bizi aydınlatan mücadele alanlarıdır. Şimdi bu okula birlikte kısaca bir bakış atalım.
Grev Nedir?
Grev, bir topluluğun birlikte ve dayanışma içerisinde hareket ederek herhangi bir konuda hak arama taleplerini şiddet içermeyen yöntemlerle başarıya ulaştırma çabasıdır.
Ancak yurdumuzda bir grev kültürünün oluşmamasından ötürü yurttaşlar, grevi yalnızca “Belirli bir işçi grubunun iş bırakarak patrondan taleplerini karşılaması için bir baskı aracı olarak kullandığı eylem” şeklinde basitleştirmektedir.
Tarihte bilinen ilk grev, 1539 yılında Paris ve Lyon’daki basımevi emekçilerinin maaşlarını alamadıkları için iş bırakmalarıyla gerçekleşmiştir.
Bu topraklarda ise bilinen ilk grev, 19. yüzyılın başlarında bir inşaatta, işçilerin yasadışı olarak örgütlenip iş bırakmalarıyla görülmüştür.
Ancak ne yazık ki bu topraklarda grev kültürü oturamamıştır.
Sık sık kapitalist devletin sermaye aygıtı olan TOKİ projelerinde işçilerin intihar teşebbüsünde bulunmalarına ve içerisinde bulundukları haksız koşulları bilmelerine rağmen, grev seçeneğini ne yazık ki göremedikleri gözlemleniyor.
Grevler ve Başarı Örnekleri
Grev konusunda bizlere en iyi dersi verenlerden biri Fernas Maden İşçileri olmuştur.
AKP Batman Milletvekili Ferhat Nasıroğlu’nun sahibi olduğu Fernas Maden’de işçiler, düşük maaş ve güvensiz işyeri şartları nedeniyle greve gitmiş, tutuklama ve açlık grevleri gibi bir dizi direnişten sonra haklarını kazanmışlardır.
Burada “Hak verilmez, alınır!” sloganı, grev kültürünün temelini oluşturmuştur.
Fransa gibi sendikaların çok güçlü olduğu ülkelerde grev kültürü oturmuş olsa da devrimci öncü parti eksikliği nedeniyle sosyalist halk iktidarının adımları atılamamaktadır.
Grevlerin Mücadele Okulu Rolü
Grevler yalnızca hak alma aracı değildir; aynı zamanda mücadele okullarına dönüşür.
Bunun en büyük örneklerinden biri, Funda Bakış arkadaşımızdır.
Özak Tekstil direnişinde bir işçi iken, grev sonrasında bir devrimci kadroya dönüşmüş ve EMEP Haliliye Belediye Başkan Adayı olmuştur.
Grev eyleminin bir diğer mücadele okulu öğrencileri ise 1970’lerde Yeni Çeltek maden işçileridir.
Bu işçiler, yalnızca çalışma koşullarında iyileştirme ve maaş artışı talep etmekle kalmamış, 12 Eylül faşist darbesiyle bastırılana kadar devam eden komün bir öz yönetim kurmuşlardır.
Ancak grevler her zaman iş yerlerinde gerçekleşmiyor. Grup Yorum emekçileri, uzun süredir çeşitli açlık grevleri ve ölüm oruçları ile özgür müzik haklarını elde edebilmek için mücadele vermektedir.
İdil, Helin ve İbrahim gibi mücadeleyle özdeşleşen isimler, kendi mücadele okullarını sokaklara taşımış ve biz devrimcileri bilinçlendirmiştir. Ne yazık ki bu süreçte birçok dostumuz şehit düşmüştür.
Grevlerin Öğrettikleri
Grevler, biz emekçi halklara yalnızca mücadele etmeyi değil, birlikte olmayı ve dayanışmayı da öğretmektedir.
Faşizme karşı bir yoldaş, başka bir yoldaşını omuz üstünde nasıl gözetirse, grevlerde de emekçiler birbirleriyle aynı şekilde dayanışma içerisindedir.
Bu mücadele okulu, yalnızca fabrika veya madenlerdeki işçileri değil, ailelerimizi, arkadaşlarımızı ve sesimizi duyurabildiğimiz geniş bir kitleyi bilinçlendirme fırsatı sunmaktadır.
Ayrıca, grevlerde devrimci öncü partiler için çeşitli yetenekleriyle ön plana çıkan devrimci kadrolar da yetişmektedir.
Grevlerde elde edilen bilinçsel ve maddi kazanımlar, devrimci kadroların yetenekleriyle birleşerek kuşaktan kuşağa aktarılan bir mücadele kültürü yaratmaktadır.
Ancak, bu kadar önemli kazanımlara sahip grev kültürü ne yazık ki yurdumuzda yeterince yer edinememiştir.
Bu konuda ilk olarak devrimci örgütler olarak öz eleştiri yapılması gerekmektedir.
Bir işçi direnişi gündeme gelmediği sürece “Bu benim sendikam değil” gibi sebeplerle destek sunulmaması, gündemleştirme çabasına katkıda bulunulmaması, Türkiye solunda sıkça karşılaşılan bir durumdur.
Maalesef, bir grev ile işçilerin kazandığı bilinci yüz yıldır Türkiye ve Kürdistan solu kazanamamış ve sol içi dayanışmaya yanaşmamaktadır.
Bunun yanında, işçilerin ekmekleriyle korkutulması, baskıcı burjuva devlet yapısının engellemeleri ve stratejik hatalar da grev kültürünün oluşmasında bir engel olarak karşımızda durmaktadır.
Kapitalist devlet yapısı ve onun sermaye sahipleri, işçileri uluslara, inançlara, yaş gruplarına ve mevkilere bölerek işçi dayanışmasının önüne set çekmeye çalışmaktadır.
Bu çabaya karşı enternasyonal bir bilinç yaratmak ise, esnek mücadele araçlarıyla işçi kitleler başta olmak üzere tüm halklara ulaşmayı hedefleyen devrimci örgütlerin görevidir.