Ana SayfaSIYASETLATİN AMERİKA’NIN DESAPARECIDO’LARI/SİBEL ÖZBUDUN

LATİN AMERİKA’NIN DESAPARECIDO’LARI/SİBEL ÖZBUDUN

         SİBEL ÖZBUDUN                                             

“Ailen kaybolabilir,

Mahalleden dostların kaybolabilir,

Sevdiğin her şey kaybolabilir,

Ama dinozorlar, kaybolmaz.”[1]

 

Allin libertadllaqa,/ wanuyllawantaq./ Allin democraciaqa,/ carcelllawantaq,/ wanuyllawantaq./ Pillatapas mayllatapas,/ imanallan niytan./ Pillatapas mayllatapas,/ laykan-nallan niytan./ Llaqtayman chayaramuspa,/ aparunanpaq./ Kuyasqa yanachallayta/ chinkachinanpaq /apakunanpaq”

Peru yerlilerinin çoğunun konuştuğu Quechua dilinde bir ağıt bu. 1991-1992 yıllarında yakılmış, ağızdan ağıza, kısa sürede tüm ülkeyi sarmış. Çevirisi kabaca şöyle:

“Ama bu güzel özgürlük/ Bize ölümcül/ Bu iyi demokrasi/ Cezaevi/ ve ölüm getiriyor./ Köyüme geldiler/ Ve onu tutsak aldılar/ Sevgili kocamı götürdüler/ Ve sonsuza dek kaybettiler.”[2]

Kayıplar… Ya da Latin Amerika’nın özgün devlet terörü deneyimiyle evrensel insan hakları literatürüne armağan ettiği “teknik” terimle, desaparecidos…

“Uluslararası insan hakları hukukunda, ‘zorla kaybedilme’ terimi bir kişinin devlet, ya da bir devlet veya siyasal örgütün izin, destek ya da rızasıyla bir siyasal örgüt ya da üçüncü bir tarafça, kişinin başına gelenler ya da nerede olduğu konusunda bilgi verilmesi, kurbanı yasanın koruması dışına çıkartmak amacıyla reddedilmek suretiyle gizlice kaçırılması, hapsedilmesi durumunda kullanılmaktadır. (…) Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kurumsallaştıran Roma Tüzüğü, zorla kaybedilmeyi ‘insanlık suçu’ kapsamında değerlendirmektedir (…) Aynı değerlendirme, 20 Aralık 2006 tarihinde BM Genel Kurulu’nda kabul edilen Kişileri Gözaltında/ Zorla Kaybedilmeye Karşı Korumayla İlgili Uluslararası Sözleşme’de de yer alır. Bu sözleşme, kurbanların ailelerine tazminat ve sevdiklerinin kaybedilmesiyle ilgili hakikâti talep etme hakkını tanımaktadır…”

Terimin Wikipedia’da da yer alan hukukî tanımı ve tarifi bu. Devlet ya da siyasal yetkelerce “sakıncalı” görülen kişilerin “kayıtdışı” olarak yok edilmesi. İz bırakmamacasına… Bu ülkenin insanlarının, 12 Eylül vahşetinden, ama özellikle de 1990’ların Kirli Savaş yıllarından çok iyi bildikleri bir başka “devlet aklı” uygulaması. “Kaybedilen”lerin anaları, eşleri, evlatları, sevenleri o gün bugündür her Cumartesi günü İstanbul’da Galatasaray Lisesi önünde “bari başucunda ağlayacağım bir mezarı olsun” umuduyla [“umut”… ne kadar göreli bir kavram; değil mi?] yitik sevdiklerinin fotoğraflarını uzatmıyorlar mı görmek istemeyen gözlere, paslanmış vicdanlara?

Bu bakımdan, söyleyeceklerim, büyük ölçüde bizim de hikâyemiz…

“Kaybedilenler Kıtası”: Latin Amerika

Dedim ya, uygulamanın anayurdu, Latin Amerika. Latin Amerika için o kadar tanış, o kadar “yerli malı” ki, terim İspanyolca olarak yerleşiyor Uluslararası literatüre: desaparecidos…

Yalnızca terim değil. “Kaybedilme” olaylarına karşı yürütülecek mücadele ve örgütlenme biçimleri, kayıpların izlerinin sürülmesi, izlenecek teknik ve hukuksal süreçleri, sorumluların teşhis ve cezalandırılması konusunda da kıta ülkeleri kayda değer bir birikimi taşıyor. Dahası, kıta, “zorla kaybedilme” konusunun en iyi araştırılıp belgelendiği coğrafya.

Hiç kuşku yok ki Latin Amerika’nın bu özelliği, onu Monroe Doktriniyle birlikte “arka bahçe” ilan eden Kuzey komşusunun kıtaya ilişkin niyetlerinden bağışık değil. “Zorla kaybedilme”, yerel müstebitlerin kendi kafalarından uydurup keyiflerince uyguladıkları bir zorbalıktan ibaret değil, çünkü. Aksine, ABD’nin 1946’da kurup 1961’den itibaren müfredatına “antikomünist karşı ayaklanma eğitimi”ni, 1980’lerde ise işkence tekniklerini dâhil ettiği, başta Latin Amerika olmak üzere pek çok ülkeden Amerikancı devlet başkanları, bürokrat, polis ve askerlerin eğitildiği School of Americas’da[3] öğretilen bir “komünizme karşı mücadele” tekniği. Bu nedenle, kıta ülkelerinde (ve oradan aktarıldıkları başka coğrafyalarda: örneğin Türkiye Kürdistanı, Irak, İran, Pakistan, Rusya, Sri Lanka…) oldukça tekdüze ve eşbiçimli olarak uygulanabildi.

Anette Fingscheit, Latin Amerika’da “zorla kaybedilme”nin tarihini, üç bölüm ve üç bölge çerçevesinde ele almayı önerir:[4]

1) Askeri diktatörlükler bağlamındaki kayıplar: Kıta güneyindeki ülkelerde (Şili, Arjantin, Paraguay ve Uruguay), 1970-80’li yıllardaki ABD-destekli askerî diktatörlükler boyunca solcu muhalifler ve halk önderleri “anavatanın düşmanı” olarak tanımlanıp sistemli bir tasfiyeye tabi tutulmuşlardı. Bu yıllarda bu ülkelerde on binlerce kişi gizli tutuklama merkezlerinde tutulup işkence edildiler. Pek çoğu, geride bir iz bırakmadan kaybedildi. Sevdiklerinin çoğu kez üniformalı kişilerce götürülmesine tanık olup ardından da başvurdukları her merciden eli boş geri çevrilen, yalancılıkla, yıkıcıların oyuncağı olmakla suçlanan, deli muamelesi gören, tehdit edilen, fiziksel saldırılara maruz kalan, hatta kimi zaman kendileri de “kaybedilen” kayıp yakınları yorulmak bilmez adalet ve hakikât arayışlarıyla, izleyen onyıllarda kayıplara ve sorumluların dokunulmazlığına karşı mücadelenin öncüsü olacaklardır. Bu başlık altında gerçekleşen kayıplarda “hedef” genellikle çoğu işçi sınıfı eylemcileri, sendikacılar ya da kentli orta sınıf aydınları olan silahsız kişilerdir ve aktör, her zaman devletle bağlantılı görevlilerdir. Fingscheit’a göre güney ülkelerindeki askerî rejimler boyunca her bir kayıp hadisesinin kaydının devlet otoritelerince tutulmuş olması, hatta işkence edilen ya da yargısız infaz edilenlerin parmak izlerinin alınmış olması, sonradan kayıpların teşhis edilmesini ve sorumluların kovuşturulmasını kolaylaştıracaktır.

2) Silahlı ayaklanmalar bağlamındaki kayıplar: 1980’li yıllarda başta Guatemala ve El Salvador olmak üzere Orta Amerika Ve Peru ile Kolombiya gibi And ülkelerinde iç savaşların yoğunlaşmasıyla, kayıplar biçim değiştirecekti. ABD’nin eğitip desteklediği ordular, “arındırılmış topraklar stratejisi” adı altında gerilla güçlerine halk desteğinin tasfiyesi hedefini benimsedi. Bu strateji, özellikle yerli halkların yaşadığı geniş kırsal kesimlerin boşaltılmasını içeriyordu. Özellikle Orta Amerika’da binlerce yerli-köylü aile Honduras ya da Meksika’ya kaçarken, And bölgesinde bu strateji onbinlerce “iç mülteci” yaratacaktı. Ordu operasyonlarından kaçamayanlar vahşice öldürüldü; çoğu yoksul köylü, binlerce kişi “desaparecido”lar kervanına katıldı. Bunların çoğu, olasılıkla gerilla hareketlerine sıcak bakıyor, bir kısmı fiilî destek de veriyordu. Ama hemen tümü, adsız sivillerdi. Katliam ve kayıplar, ordu vahşetinin Maya nüfusunu hedef aldığı Guatemala’da soykırım boyutunu alacaktı.

Bu başlık altında yer alan kayıpların ortak özelliği, hem kitlesel oldukları, hem kurbanlarının toplumun en az görünen katmanlarını, yoksul, yerli köylüleri hedefledikleri, hem kayıtların çoğunlukla failler tarafından dahi tutulmayışı ve insan hakları eylemcilerinin katliamların gerçekleştiği bölgelere erişmesine izin verilmemesi nedeniyle, kurbanların kimliklerinin teşhis edilemeyişiydi. Dahası, aileler çoğunlukla başka ülkelere dağılmış durumdaydı; bu nedenle kurbanların kaderini araştıracak pek kimse de kalmamıştı geride. Fingscheit, Şili ve Arjantin’deki durumun tersine, El Salvador, Guatemala ve Peru’da kurulan Hakikât Komisyonlarının kurbanların tam listesini çıkartamamasını bu faktörlerle açıklamaktadır.

Bu bölgelerdeki güçlüklerden bir başkası da, yerli halkın çatışmada taraf olmaya zorlanmasıdır; örneğin Guatemala ordusu, ayaklanma bastırma stratejisi çerçevesinde yerli halkı, yerel çelişkilerden de yararlanarak, Türkiye’deki korucu sistemine pek benzeyen “özsavunma devriyeleri” hâlinde örgütlenmeye zorlamıştı; böylelikle köylülerin birbirini katletmesi ya da “kaybetmesi”nin önü açılacaktır.

3) Günümüzde kayıplar: Kayıplar, Latin Amerika’nın (yakın) tarihine ait bir görüngü olmanın uzağındadır ve kıtanın kimi bölgelerinde, farklı motiflerle süregitmektedir. Örneğin Kolombiya’da kovuşturulmazlık/dokunulmazlık edinen paramiliterler, çoğunlukla başta uyuşturucu olmak üzere farklı suç örgütleri biçiminde yeniden yapılanmaya girmişler, genellikle yerel yetkelerin de göz yummasıyla, sivil halk üzerine (“kaybetme” dâhil) terör uygulamaktadırlar. Benzer bir durum, Meksika için de söz konusudur; ülkenin özellikle kuzey bölgelerinde at oynatan çeteler sivil toplum önderlerini, aktivistleri, ama aynı zamanda hiçbir siyasal/toplumsal etiketi olmayan sıradan insanları da hedef almaktadır. Örneğin, 2003 yılından bu yana ABD-Meksika sınırındaki Ciudad Juárez’de, çoğu işçi, hizmetçi ya da öğrenci, alt sınıflara mensup çok sayıda genç kadın kaçırılmış, tecavüze uğramıştır; bu kadınların ancak vahşice katledilmiş cesetlerine ulaşılabilmektedir. Bu cinayetlerin gerisindeki motif, belirsizdir.

İnsan hakları örgütleri, bazı Latin Amerika ülkelerinde son yıllarda boy veren ve amaçları, hedefleri netleşmemiş bu tür kayıp/işkence/öldürme vak’alarını, eski paramiliterlerin, ölüm mangaları mensuplarının, bir kısmı eski yüksek rütbeli subayların kurduğu özel güvenlik şirketleriyle bağlantılı suç örgütleriyle işbirliğine gitmesiyle açıklıyor.

Fingscheit, kayıpların bu yeni biçiminin münhasıran asker ve/veya polis tarafından gerçekleştirilen siyasal motifli kayıplardan farklı olduğunu vurgularken, bu durumun hükümetlerin sorumluluğunu muğlâklaştırdığını söylüyor. Yeni durumun bir başka güçlüğü ise, çoğunun konumu iktisadi, toplumsal ya da siyasal herhangi bir statüye denk düşmeyen kurbanların Uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmedeki yetersizliğidir. “Devlet, para-devlet ve devlet-dışı aktörler arasındaki sınırlar artan ölçüde bulanıklaşmaktadır,” diyor, “dünyada pek çok ülkede paralel iktidar yapıları ortaya çıktı; böylelikle zorla kaybedilme dâhil insan hakları suçlarını tanımlama yetimiz büyük ölçüde sınırlanabilir.”

Bir Bilanço Girişimi

Dönemi ve biçimi ne olursa olsun, “zorla kaybedilme”lerin Latin Amerika bilançosu ağırdır. Tüm Latin Amerika ülkelerinde ve Karayipler’de faaliyet gösteren Gözaltında Kaybolanların Yakınları Dernekleri Federasyonu FEDEFAM, yakın geçmişte ya da hâlen zorla kaybedilme olaylarının gerçekleştiği ülkeleri şöyle sıralıyor: Arjantin, Bolivya, Brezilya, Kolombiya, Şili, El Salvador, Guatemala, Haiti, Honduras, Meksika, Paraguay, Peru, Uruguay[5]… Haritaya baktığınızda, gerçekten de geriye pek bir şey kalmıyor!

Durum, gerçekten vahim. Meksika’da örneğin, 2006’dan bu yana 3000’in üzerinde kişi kaybedildi. Kayıplar, ülkenin yakın tarihindeki “kirli savaş”ın da bir silahı olagelmişti üstelik: 1960’ların sonları ile 1970’ler boyunca, Ulusal İnsan Hakları Komisyonu’na göre, çoğu sol eylemci, toplum önderi ve gerilla, 532 kişi kaybedilmişti.

Guatemala’da 1960-1996 arasındaki iç savaşın 200 bin kurbanının (Guatemala’nın nüfusu 1995’te yaklaşık 10 milyondu. Bir başka deyişle Guatemala iç savaş boyunca nüfusunun yüzde 2’sini yitirmişti!) 45 000’i hâlen “kayıp” statüsündedir…

Honduras’ta “kayıplar” çarpıcı bir tezatla, 20 yıllık bir diktatörlüğün ardından ülkenin “demokrasi”ye döndüğü 1981 sonrasında yoğunlaşmıştır. ABD’nin “güvenlik doktrini” çerçevesinde biçimlenen Honduras “demokrasi”si, 1980-1989 arasında 184 kişinin yetkililerin kılı kıpırdamaksızın “kaybedilişi”ne sahne olacaktır.[6]

Şili’de 1973-1990 arasındaki askerî diktatörlük boyunca kaydedilen kayıp sayısı, ilki, General Pinochet’nin sosyalist başkan Salvador Allende’ye karşı darbesinin hemen ardından yok edilen sendikacı Gastón de Jesús Cortés olmak üzere, 2115 olmuştur.

Uruguay’ın 1973-1985 yılları arasındaki sivil-askerî ara rejimi boyunca ise, çoğu Arjantin, Bolivya, Brezilya, Şili ve Paraguay askerî rejimlerince ortaklaşa yürütülen ABD güdümlü “Condor Operasyonu” kapsamında olmak üzere 172 kişi kaybedildi. Arjantin askerî rejiminin uçaklarla nakledip Rio de la Plata’da denize attığı “kayıplar”la ilgili soruşturmalar sürdükçe, bu sayı daha da kabaracağa benziyor.[7]

Kolombiya’da 2009 yılında cumhuriyet savcıları, ülkenin iç savaş ve çatışmaları boyunca kayıp sayısını 28 000 olarak açıkladılar. Ancak Kolombiya’da iç çatışmalar, tüm 20. yüzyıla yayılmaktadır; yüzbinlerin yaşamına mal olan La Violencia’nın patlak verdiği 1948’den bu yana “kaybedilenler”in sayısı, Kayıp Kişilerin Aranması Ulusal Komisyonu’nun açıklamasına göre, en az 61 604’tür.[8] Ülkede toplu mezarlar açılmaya devam ediliyor. 1978’de patlak veren iç savaşı öncesi ve boyunca El Salvador’daki kayıp sayısı ise 8000 olarak tahmin ediliyor. Hakikât Komisyonu Raporu’nda bu sayı 5500 olarak geçiyor.

Arjantin Deneyimi

Ancak “zorla kaybedilme”de kıta rekorunu -göreli kısa bir zaman dilimi içerisinde yoğunlaşmış olmasıyla-, Arjantin’in askerî rejim(ler)i elinde tutmaktadır. Ülkede 1976’da Peronist rejimi devirerek iktidara gelen General Jorge Rafael Videla başkanlığındaki cuntayı birbirini devirerek işbaşına gelen iki cunta daha izlemişti: General Robereto Viola ve General Leopoldo Fortunato Galtieri’nin cuntaları…

Yedi yıl süren üç cunta döneminin acı bilançosu, ancak 1983 yılında gerçekleştirilen ve Raúl Alfonsín’i devlet başkanlığına getiren seçimlerden sonra ortaya çıkmaya başlayacaktı: İnsan Hakları örgütlerinin tahminlerine göre en az 30 bin kayıp!

Kimler yoktu ki… Kuruluşuna bizzat başkan Alfonsín’in önayak olduğu Kişilerin Kaybolması Üzerine Ulusal Komisyon (CONADEP)’in devlet başkanına sunduğu 1984 tarihli Nunca más (Bir Daha Asla) başlıklı, tanıklıklar içeren rapor,[9] kayıplar hakkında ayrıntılı bir döküm sunuyor: öğretmenler, hemşireler, işçiler, öğrenciler, öğretim elemanları, devrimciler, sendikacılar, insan hakları aktivistleri, gerilla örgütü üyeleri, solcu aydınlar, “olağan kayıplar” arasındaydı kuşkusuz.[10] Aralarında 13-14 yaşlarındaki çocuklar, gebe kadınlar, hasta ve engelliler, hatta tüm aileler eksik değildi. Ama bu kadar değil: “yanlış zamanda yanlış yerde” olan kişiler de “kaybedilmekten” kaçınamıyorlardı.[11] Hatta, salt “yanlışlık” sonucu kaybedilip öldürülenler de vardı.[12] Dahası, gerilla örgütlerini desteklediklerinden “kuşkulanılan” parlamenterler, gazeteciler, bakan kızları, diplomatlar, iş adamları, din görevlileri, kimi zaman sadece fidye için paramiliter ölüm mangaları üyelerince kaçırılıyor, askerî yönetim ise, başvurulara “nasihat”la karşılık veriyordu çoğu kez.

Kayıpların pek azı geri dönebildi. Anlattıkları, vahşetti. İşte 14 yaşında kayıtdışı olarak gözaltına alınan ortaokul öğrencisi Pablo A. D.’nin tanıklığı:

“Hem Arana hem de Bánfeld’de işkence gördüm. Arana’da ağzıma, dişetlerime ve cinsel organıma elektrik verdiler. Ayak parmaklarımdan birinin tırnağını söktüler. Bánfeld’de elektrik kullanmadılar, ama sopalarla dövüldüm, vücuduma iğneler batırdılar. Birkaç gün aç bırakılmak olağan uygulamalardandı; günler boyu boynumdan iple bağladılar…”[13]

Devletin güvenlik güçleri ya da paramiliterlerce kaçırılanlar, çoğunlukla gizli işkence merkezlerine götürülerek burada günlerce, haftalarca işkenceli sorgulara tabi tutuluyorlardı. Yerleri belli olmayan bu meş’um Centros Clandestinos de Detencion (Gizli Tutuklama Merkezleri: CCD)’lardan Arjantin’de 340 adet olduğu hesaplanmaktadır. Aralarından en ünlüsü, 5000 kadar “kayıp”ın işkencelerle katline sahne olan ve Kirschner tarafından kapatılarak desaparecidos için bir anıta dönüştürülen La Escuela de Mecanica de la Armada (Donanma Mekanik Okulu – ESMA)’dır.

CCD’lerden pek az kişi sağ çıkabildi… Geri kalanlar? Geri kalanlar, ya isimsiz faili meçhuller olarak rastgele toplu mezarlara gömülüyor, ya dinamitlerle tahrip ediliyor ya da… Ya da uçaklara yüklenerek Arjantin ile Uruguay arasında uzanan Rio de la Plata körfezine atılıyorlardı! Havadan…

“O zamanlar askerî uçakların bölgeye garip koliler attığını gördüğümü anımsıyorum,” diyor1970’lerin sonlarında Parana deltasındaki adacıklarda çalışan mekanik ustası Marcos Queipo. “Başta ne olduklarını bilmiyordum. Ama birgün kolilerin nehirde yüzdüğünü gördüm. Açtığımda neye uğradığımı şaşırdım. Koliler cesetlerle doluydu.”[14] Queipo, bu manzara karşısında “yurttaşlık görevi”ni yaparak durumu polise anlatmış. Aldığı yanıt, bazıları askerî pilot olan yedi kişinin cesetleri Atlas Okyanusu’na atmaktan yargılandığı “Ölüm Uçuşları” davasının tanıklıkları arasında yer alıyor. “Çeneni kapa, yoksa aynı şey senin de başına gelir!”

Bir başka tanık, 40 yıl boyunca deltada çocukları sandalla okula taşıyan Jose Luis Pinazo, “Gökyüzünde uçaklar belirir, kapakları açılır alana koliler atarlardı,” diye anlatıyor. “Çocuklara nehirde yüzen cesetlere bakmamalarını söylerdim. Güzel bir şey değildi.” Gazeteci Fabian Magnotta’nın bölgeden derlediği tanıklıklar arasında[15] bölge sakinlerinin kimi zaman ağaçlara asılı kalmış cesetler gördükleri yer alıyor. Ya da cesetlerin evlerinin damına isabet ettiği…

* * *

Bu karabasandan çıkışın baş aktörü Raúl Alfonsín, üç cunta dönemindeki insan hakları ihlâllerini kovuşturacağı vaadiyle toplamıştı oyları. Bu yolda girişimleri de oldu; başkanlığı döneminde Cuntalar Davası ile darbe liderlerinden bazılarını[16] demir parmaklıkların ardına göndermeyi başardı. Ancak ordunun baskısıyla bu süreç kısa sürede kesintiye uğradı, 1986 ve 1987’de çıkartılan yasalarla kovuşturmalara son verildi. Alfonsin’i izleyen neo-liberal/Peronist başkan Carlos Menem ise 1989-90’da cunta mensupları için genel af ilan etti. Arjantin’in “Kirli Savaş”ına ilişkin yargılama süreci, Néstor Kirscner’in iktidara gelmesiyle birlikte yeniden başlayabilecekti. Kirschner 2003 yılında insanlık suçu işleyenler için Anayasa Mahkemesi’nden iade kararı çıkarttırdı. Aynı yıl Arjantin kongresi, 1986’da çıkartılan ve dava açılma süresini yasanın çıkmasını izleyen 60 günle sınırlandıran “Son Nokta Yasası”nı ilga edip Menem’in “af”larını geçersiz kılan bir yasa çıkardı. Anayasa Mahkemesi de, 2005 yılında suçluları koruma kalkanı ardına alan 1986-87 yasalarının Anayasa’ya aykırılığına hükmetti. Böylelikle, cuntalar dönemindeki insan hakları ihlâllerinden sorumlu görülen 654 devlet görevlisinin yargılanmasının önü açılmış olacaktı.[17]

Ancak ne Alfonsin ne de Kirschner, Arjantinli darbe mağdurlarının ve kayıp yakınlarının iğneyle kuyu kazarcasına verdikleri o sessiz, ama kahramanca mücadele olmasaydı bu adımları atamazlardı.

Madres, Abuelas, Hijos, Antropologos: Analar, Nineler, Evlatlar, Antropologlar…

Ocak 1976’da, Córdoba’da aynı gün 24 kişinin birden kaybedilmesi üzerine ülkedeki ilk kayıp yakınları grubu ortaya çıkacaktı. Aynı yılın mart ayında, darbenin hemen ardından, karşı duruş stratejileri geliştirmek, medyada görünür olabilmek ve siyasal gerekçelerle tutuklananları ya da kaybedilenleri diri geri istemek için düzenli biçimde toplanmaya başladılar. Arjantin’in ilk insan hakları örgütü doğmuştu… Aynı yılın Eylül ayında, darbeden altı ay sonra ise, başkent Buenos Aires’de Siyasal Nedenlerle Tutuklananlar ve Kayıp Yakınları örgütü oluşturulacaktı.[18]

Bu örgütlerden -ve burada adını anamadığım nicelerinden- ve darbecilerin, katillerin mahkeme önüne çıkartılmalarını, kayıpların önemli bir kısmının kemiklerinin nerede olduklarının saptanmasını, kaybedilenlerin subay ailelerine evlatlık verilen çocuklarının geri alınması, işkencehanelerin bellek müzelerine dönüştürmelerini, ama en önemlisi Arjantinlilerin içine sürüklendikleri korku, suskunluk ve unutuş girdabından sıyrılıp meydanlara dökülerek milyonlarla “Nunca mas/Bir daha asla!” diye haykırmalarını sağlayan gelişmelerden hiçbiri, “onlar” olmasa olmazdı.

Onlar… 1976’dan beri her Perşembe günü, yılmadan, yorulmadan, sessiz ve akıl almaz bir direnç ve inatla başkent Buenos Aires’de Başkanlık Sarayı Casa Rosada’nın önündeki Plaza de Mayo (Mayıs Meydanı)’da bir araya gelerek çocuklarını canlı olarak geri isteyen beyaz başörtülü anneler. Birbirlerini karakollar, askerî karargâhlar, hastaneler, cezaevleri, avukat büroları, İçişleri Bakanlığı ofisleri ve bilumum resmî dairede yitik evlatlarını, eşlerini ararken bulmuşlardı. Başta tek istekleri vardı: “Sağ aldınız, sağ istiyoruz!”

Çeşitli eylem biçimlerini denediler. Akıl tutulmasına son vermek, belleği diri tutabilmek için gerçek boyda kağıt silüetler kesip her birinin üzerine gerçek bir desaparecido’nun adını yazarak kent duvarlarını donattılar örneğin. Sevdiklerinin isimlerinin yazılı olduğu balonları göğe saldılar. Devlet terörizmi kurbanlarının anonimliğini ve ortak yazgısını dile getirebilmek için yüzlerine birörnek maskeler takıp yürüdüler kent sokaklarında. Çocuklarının imgeleri fotoğraflar gibi bireysel temsillerden maskeli anonim figürlere doğru evrildikçe, yitirilenlerin kolektifliği vurgusu öne çıkıyordu: “Bir çocuk, tüm çocuklar!”

Talepleri 1984-86 arasındaki yargılamalar sırasında daha politize olacaktı: Anneler, yargılamaların salt üst düzey subaylarla sınırlandırılmasına karşı çıkıp bütün sorumluların yargı önüne getirilmesini talep etmeye başladılar: “Tüm suçlular yargılanıp cezalandırılsın!”

Bütün bunlar sorunsuz olmadı elbet. Görmezden gelindiler, itilip kakıldılar, alay edildiler, “deli” muamelesi gördüler, hakaretlere uğradılar, tehdit edildiler, saldırıya uğradılar[19]

Madre’ler, yitik evlatlarının geri gelmeyeceğini artık biliyorlar. Bugün Arjantin’in, çekirdeğini oluşturdukları İnsan Hakları Hareketi kapsamına yerleşen mücadeleleri daha genel bir adalet talebi etrafında örülüyor. Örneğin zorunlu askerliğin kaldırılması, askerî rejim döneminde işlenen suçları insanlık suçu kapsamına alacak yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi, abuela’larla birlikte, kaybedilenlerin elinden alınan çocukların kimliklerinin teşhisine olanak verecek genetik bankanın kurulması vb. konularda kampanyalar düzenliyor ya da katılıyorlar.[20]

Madre’ler, bu mücadelelerinde yalnız değil: yanlarında, abulela’lar (“Nineler”) ve hijo’lar (evlatlar) var.

Haziran 1977’de, Plaza de Mayo’daki Perşembe protestolarından birinde, analardan biri sorar: “Aramızda başka yalnızca kayıp evladını değil de, kayıp torununu da arayan var mı?” Abuelas de Plaza de Mayo (Mayıs Meydanı Nineleri) örgütünün tohumu bu soruyla atılmıştı…

Arjantinli cuntacıların bir saplantısı vardı – tıpkı bizim Dersim komutanları gibi. “Komünizm şeytanının uşağı” gerillaların, ya da onların yatakçılarının, ya da yatakçılara sempati besleyenlerin, ya da kitap yazanların, okuyanların… velhasıl toplum için tehlike oluşturan herkesin soyunu kurutarak toplumu ‘kızıl tehkike’den ilelebet kurtarmak…

Bunun için yukarıda adı geçenleri -ve daha nicelerini- gözaltılarda işkencelerle katledip uçaklardan denize atmakla yetinmediler… baskınlar sırasında ele geçirdikleri, ya da gebe tutsakların gözaltı sırasında doğurdukları çocukları da, “iyi, erdemli, millî-manevî değerlere saygılı yurttaşlar” olarak yetiştirilmek üzere “saygın” ailelerin yanına evlatlık verdiler: askerler, yandaş gazeteciler, iş adamları[21]… Arjantin’de 1976-1983 yılları arasında 500 kadar bebeğin bu şekilde verildiği ya da satıldığı hesaplanmaktadır. Bu nedenledir ki Abuela’lar kampanyalarını başlatırken, “Arjantin’de kimse kim olduğunu bilemez!” sloganını seçmişlerdi…

Kayıp çocukları geri alabilmek için bir dedektif titizliğiyle çalışıyorlar. Kayıtların izlerini sürüyor, meş’um cunta dönemindeki tüm evlat edinme ve kuşkulu doğumları araştırıyor, sağ kurtulabilen tanıkları dinliyorlar.

Bu savaşımlarında bir de bilimsel buluşa aracı oldular. Arjantin yasaları kimliğin teşhisi için söz konusu kişiler arasındaki biyolojik akrabalığın bilimsel olarak kanıtlanmasını gerekli görmektedir. Abuela’lar bunun için New York’daki Kan Merkezi’nden Dr. Fred Allen ve Berkeley Üniversitesi’nden Dr. Mary-Claire King ve Dr. Cristian Orrego ile temasa geçtiler. Sonuç, bir kuşak atlayarak büyükanne/büyükbaba-torun ilişkisini genetik olarak saptayan, yüzde 99.6 güvenilir bir tekniğin geliştirilmesiydi: Abuelalık endisi…

Abuela’lar bununla yetinmediler. Şubat 1986’da, Başkan Raúl Alfonsín’le buluşup, kökeninden kuşku duyan çocukların başvurup kendi genetik malzemeleriyle karşılaştırabileceği DNA örneklerinin kaydedilip saklandığı Ulusal Genetik Veritabanı’nın (BNDG) oluşturulmasını sağladılar. Böylelikle, kendileri göçüp gittikten sonra da kayıp torunlarının bulunabilme olanağını güvenceye almışlardı!

Abuela’lar, böylelikle bugüne dek 103 torunu geri kazanabildiler.

Peki ya evlatlar? Öyle ya, ister “geri kazanılmış” olsun, ister büyük anneleri, büyük babaları tarafından büyütülmüş olsunlar, askerî yönetim kurbanları geride binlerce çocuk bırakmışlardı. Bugün otuzlu-kırklı yaşlarını yaşayan, çocuklukları çalınmış binlerce öfkeli kadın ve erkek… Onlar da 1995’te H.I.J.O.S’da[22] örgütlendiler… Mücadeleyi, birlikte Arjantin İnsan Hakları Hareketi’nin çekirdeğini oluşturdukları, artık iyice yaşlanmakta olan madre ve abuela’lardan devralmaya hazırlar…

Onların temel sorunu “unut(tur)ma”yla… Bu, Raúl Alfonsín’le başlayıp, onu izleyen Carlos Menem’le devam eden resmî politika: cunta dönemine ait suçların kovuşturulmasının devlet terörizminin verdiği zararları derinleştirmekten başka bir şeye yaramayacağı söylemi. “Siyasal ve hukuksal bir tartışma bireysel travmatik bir deneyimmiş gibi ele alınıp siyaset, medya ve parlamenter tartışmalarda şu öne sürülüyordu: toplumsal acılara son vermenin, toplumsal tutunumu sağlamanın tek yolu, ‘unutmak ve bağışlamak’tır – bir başka deyişle her türlü soruşturma ve davadan kaçınmak. Bu, zamansallığa, travmatik olayları geçmişe aitmiş gibi gören, ama aynı zamanda geçmişi bugünden tümüyle kopuk, onunla ilişkisiz olarak tasarlayan özel bir söylemsel müdahaleydi…”[23]

Tüm çocuklukları basılan, tarumar edilen evler, sürüklenerek götürülen ve bir daha hiç dönmeyen ebeveynler, acıdan lâl olmuş büyük ebeveynler, peşlerini kovalayan arkadaş fısıldaşmaları, devlet kapılarını tekrar tekrar çalan bitmek, tükenmek, yorulmak bilmez bir arayışın karabasanı içinde parçalanmış H:I:J.O.S. için ise unutmak ve bağışlamak, sevdiklerini ve çocukluklarını bir kez daha öldürmek anlamına geliyordu. Onlar, çocukluk travmalarını bir siyasal mücadeleye dönüştürmeyi başarabildiler. Kayıpları geri isteyen tüm gösterilerin ön saflarındaydılar. Başlarına gelenlerin resmen yeniden tanımlanmasını sağlayacak savaşımlar yürüttüler: Soykırım! Ve kendi takvimlerini Arjantin toplumuna kabul ettirdiler: Resmen kabul edilmiş “Kayıplar Günü”, ama aynı zamanda üniformalarını çıkarmış katillerin seçimlere katılıp “demokratik” yollarla politik konumlara gelişini lanetleyen “Ulusal Utanç Günü”… Katliaam mahallerinin “kayıp anıtları”na dönüşmesine önayak oldular. Ve belki de yakın geçmişleri ya da bugünleri kayıplarla gölgelenen tüm dünyaya eşsiz bir eylem biçimini armağan ettiler: Escrache’ler…

HIJOS üyeleri yargının gözünden kaçmış ya da kaçırılmış katillerin, işkencecilerin izini sürüp, onları her şeyden habersiz komşular arasında saygın bir yaşam sürdürdükleri mahallelerinde tespit ediyor ve… aylar süren “taciz atışları”nın (duvar yazıları, bildiriler, afişler, radyo yayınları…) ardından bir gün ansızın kapısının önünde bitiveriyorlar. Olanca gürültüleriyle… Tencere-tava çalmalar, “katil/ soykırımcı/işkenceci” sloganları, protesto şarkıları… Ardından kaçağın suçları yüksek sesle kapısının önünde okunuyor. Ve protestocular, konutun duvarına, kayıplarının kanını simgeleyen kırmızı boyayla işaretledikten sonra sessizce dağılıyorlar[24]… “Adalet yoksa, escrache var!”

Ve en önemlisi; HIJOS, Arjantin İnsan Hakları Hareketi içinde, siyasal bilinci en gelişkin olan örgütlerden biri. Arjantin’i kasıp kavuran askerî cuntaların kendi başlarına hareket etmedikleri, büyük şirketlerin açık ya da örtülü desteğini aldıklarının ve nihayetinde tüm bu gelişmelerin, Arjantin’deki (ve genelde kıtadaki neo-liberal dönüşüm”ün sağlanmasıyla ilgili olduğunun bilincindeler. “Darbenin gerçekleşmesine ve de facto hükümetin işbaşına gelmesine olanak sağlayan pek çok veçhe var,” diyor HIJOS kurucu üyelerinden Camilo Juárez, kendisiyle yapılan bir söyleşide. “Bunlardan biri, büyük, güçlü şirketlerin desteğine sahip olmasıydı. İlerleyen bir toplum olarak bizim için sivil işbirlikçileri de rejimden iktisadî olarak yararlananların da yargılanması bizim için önemlidir. Bu gruplar tüm toplum tarafından dışlanmayı, hatta işledikleri suçlar için cezalandırılmayı hak ediyorlar, çünkü bu gruplardan bazıları suç ortağı konumunda kalmadı, aynı zamanda etkin biçimde suça katıldılar.”[25]

HİJOS’un başlangıçta toplumun geniş kesimlerince “radikal” bulunan saptamaları, Arjantin’in derin iktisadî krizi sonucu 19-20 Aralık 2001’de Başkan De la Rúa’nın istifası ve onu izleyen üç devlet başkanının tası tarağı toplayıp ülkeyi terk etmesiyle sonuçlanacak büyük toplumsal patlama ile birlikte ana akıma yerleşecekti. Günümüzde neo-liberalizmi diktatörlük rejiminin taammüdî sonucu olarak görmeyen Arjantinliye rastlamak, zor…

Aslında bu başlığı “onlar”dan söz etmeden kapatmak, haksızlık olur. Bilgi ve tekniklerini, toplumun ezilenlerinin, adaletsizliğe isyan edenlerin hizmetine sunmaktan gocunmayan uzmanlar: antropologlar, arkeologlar, dişçiler, doktorlar, adlî tıpçılar ve diğerleri…

“Kaybedilenler”den geriye pek azı dönebildiği, dönenlerin tüm bir tutukluluk sürelerince gözleri bağlı olduğundan tanıklıkları fazla işe yarayamadığı, yargı önüne çıkartılabilen failler ise genellikle “unutmayı” yeğledikleri için kayıplara sevenlerinin ziyaret edebileceği bir mezar verebilmek bile çok uzun ve zorlu bir uğraş gerektiriyor. Uzmanlar, işte bu konuda devreye girmişler. Çünkü adsız toplu mezarlardan ve Rio del Plata’nın çamurlu sularından fışkıran binlerce dilsiz kemiği konuşturabilmek, onların işi…

Girişimi 1985’te ABD’li adlî antropolog Clyde Snow başlatmış. Bir grup Arjantinli antropoloji ve tıp öğrencisine eğitim vermiş. Bu derslerden, bizzat Snow’un sözleriyle “tüm uzmanlardan daha fazla kazı yapıp daha çok insan kalıntısı çıkarttıkları için dünyanın en deneyimli takımı”[26] olan Equipo Argentino de Antropología Forense (EAAF -Arjantin Adlî Antropoloji Ekibi) doğmuş.

Ekibin oldukça özgün bir çalışma tarzı var. Önce kurbanların ailelerinden, kurtulabilen tutsaklardan, doktorlarından, dişçilerinden sağlık öykülerini devşiriyorlar. Ardından da bu verileri, arkeolojik kazı teknikleriyle çıkardıkları kalıntılara uyguluyorlar. Ekip, bugüne değin 500’ün üzerinde kazı gerçekleştirmiş. Vak’aların yüzde doksanının ölüm nedeni aynı: kafatasına arka taraftan girip önden çıkan bir kurşun… Nazi Almanyası’ndan sonra tarihin en büyük toplu mezarını açma “onuru” da onların: toplam 342 iskeleti çıkardıkları Avellaneda mezarlığı!

Antropologların yanı sıra bir hukukçu ve bir bilgisayar bilimcinin de dâhil olduğu EAAF’ın -kendileri için de “lanetli” bir uzmanlık olsa gerek- çalışma alanı Arjantin sınırlarını çoktan aşmış durumda. 1986’dan beri pek çok Latin Amerika ülkesi ve Filipinler’de adlî antropologların yetiştirilmesine katkıda bulunmuşlar. Snow ve diğerleriyle birlikte, ABD, Bolivya, El Salvador, Guatemala, Brezilya, Filipinler, Irak Kürdistanı, Etiyopya, Romanya, Hırvatistan ve Şili’de kazılara katılıp faili meçhullerin kimliğinin teşhisini sağlamışlar. Risk alarak: Guatemala’nın 30 yıllık iç savaşından arta kalan insan kalıntılarını çıkarma çalışmalarını, paramiliterlerin tehditleri nedeniyle bırakmak zorunda kalmışlar, örneğin[27]

Ve Sonuç: Nunca mas!

Arjantin’in öyküsü hemen tüm Latin Amerika’nın öyküsü… Ama aynı zamanda bizim de öykümüz… Bu nedenle sanırım anlatılanlar hiçbirinize “egzotik” gelmedi. Acı, ama “egzotik” değil…

Öte yandan Arjantin dersleri hepimiz için öğretici sonuçlarla dolu. Birkaç başlık hâlinde sıralayayım.

– Öncelikle XX. Yüzyılın son çeyreğinde Latin Amerika’dan başlayarak dünyanın -coğrafyamız dâhil- pek çok bölgesine yayılan paramiliter destekli askerî müdahaleler arızî görüngüler değildi. Onlar, ABD emperyalizminin “Komünizme karşı savaş” stratejisine içkin, planlanmış, koordine girişimlerdi. Ve neo-liberal tasalluta karşı direnç odaklarını yok etmekle sonuçlandılar.

– Bu nedenledir ki, askerî darbelerin sonuçlarına karşı mücadele, onları izleyen (ve tam anlamıyla onların epigon’ları olan “liberal-demokrat” rejimlere terk edilemez. FEDEFAM (Latin Amerika Gözaltında Kaybolanların Yakınları Dernekleri Federasyonu)’un bildirgesinde de vurgulandığı üzere, “toplumlar sahte uzlaşılar, yetersiz adalet, başkanlık afları ve yapılan haksızlıklar üzerine sünger çekme temeli üzerinde inşa edilemez.”[28]

– Bunun için, bu mücadeleyi mağdurlar (kurbanların/ölülerin yakınları) başta olmak üzere, toplumun üstlenmesi gerekmektedir. Katliamların, kovuşturmaların, kayıpların bir daha tekrar etmemesini sağlamak, ancak toplumun acılı geçmişiyle hesaplaşması ve bu konuda dikkatli bir kararlılığa sahip olmasıyla mümkün olur. İnsan Hakları konusunda uğraş veren örgütler, toplumun vahşeti unutmamasını ve ona karşı her an uyanık olmasını sağlayacak mekanizmaları sürekli devrede tutarken, bir yandan da “demokratik” iktidarlara, sorumluların gerçek anlamıyla yargılanması ve en ağır cezalara çarptırılmasının önünü açması konusunda basınç uygulamalıdırlar.

– Ancak, HİJOS, haklıdır. Darbeler ve diğer askerî girişimler, kafası kızan üç-beş komutanın aculluğu sonucu gerçekleşmez. Gerek ülke dışında, gerek içerisinde darbeyi teşvik eden, cesaretlendiren, onaylayan, onunla işbirliği yapan pek çok sivil güç bulunmaktadır. Ve söz konusu vak’alarda toplumsal uyanışın, sınıf muhalefetinin, emeğin mücadelesinin yükselmesinin sınıfsal çıkarlarına aykırı olduğu algısıyla harekete geçen büyük sermaye ve onun denetimindeki anaakım medyanın rolü, belirleyici olmuştur. Darbe sonrası “demokratikleşme” süreçlerinde hem gerçekleştirilebilen yargı süreçlerinde, hem de konunun kamuouy nezdindeki işleniş tarzında en az ele alınan konu da bu olmuştur. Tıpkı bu coğrafyada olduğu gibi Latin Amerika’da da, darbecilere alkış tutan, önlerinde ceketlerini ilikleyen, onlarla gizli toplantılar düzenleyen, ekonomik-ticarî konularda danışmanlıklarını üstlenen, onlara sırtlarını yaslayarak işçileri üzerinde amansız baskılar uygulayan, en küçük bir hak arama girişiminde işyerine asker çağıran büyük patronlar ve ellerindeki büyük basın, rüzgâr yön değiştirdiğinde “hızlı demokrat” kesilmişlerdir.

Tam da bu sonuncu şık nedeniyledir ki, darbelere, kayıplara ve insan hakları ihlâllerine karşı mücadele, hem kesintisiz ve bitimsiz bir mücadeledir, hem de tüm emekçilerin sömürü boyunduruğundan özgürleşme ve eşitlik mücadeleleriyle rezonansa girmediği ölçüde, bir Sisyphos çabasından öte bir anlam ifade etmeyecektir.

Balgat, 19 Haziran 2014.

 

N O T L A R

[*] Gözaltında Kayıplar: Cumartesi Anneleri-Cumartesi İnsanları, Derleyen: Mehmet Özer, AFSAD-İHD İstanbul Yay., 2016… içinde.

[1] Arjantin’den bir rock şarkının sözleri. Kaynak: Amalia Femenía ve Carlos Ariel Gil, “Argentina’s Mothers of Plaza de Mayo: The Mourning Process from Junta to Democracy”, Feminist Studies, c. 13, sayı 1 (Bahar 1987).

[2] Ağıtın orijinali ve İngilizce çevirisi için bkz. Billie Jean Isbell, “Violence in Peru: Performences and Dialogues”,American Anthropologist, c. 100, sayı 2, Haziran 1998, s.283.

[3] 1990’larda tepkilerin yoğunlaşması üzerine kurumun adı, 2000/2001’de Western Hemisphere Institute for Security Cooperation (WHINSEC – Batı Yarıküresi Güvenlik İşbirliği Enstitüsü) olarak değiştirilecektir.

[4] Annette Fingscheit, “Tracing Patterns of Disappareances in Latin America”, Voice, 2007, http://www.afad-online.org/voice/aug_07/latinamerica.htm

[5] FEDEFAM: Fighting Against Forced Disappareances in Latin America, http://www.desaparecidos.org/ fedefam/eng.html

[6] “Reseña Histórica”, http://www.cofadeh.org/html/historia/index.htm

[7] Emilio Godoy, “Rights-Latin America: Making Forced Disappearance ‘Disappear’”, http://www.ipsnews.net/2010/10/rights-latin-america-making-forced-disappearance-disappear/

[8] Delphine Mechoulan, “Forced Disappearances in Colombia”, 1 Kasım 2011, http://www.coha.org/forced-disappearances-in-colombia/.

[9] Raporun İngilizce çevirisi için bkz. http://www.desaparecidos.org/nuncamas/web/english/library/ nevagain/nevagain_001.htm

[10] “Askerler tarafından kaçırılan kişiler büyük ölçüde aktüel değil, algıya bağlı tehditlerdi. Cuntadan sonra Los Desaparecidos’un büyük bölümünün şiddete baş vuran solcu gerilla gruplarla ilişkisi olmadığı ortaya çıkacaktı. Ordu toplumsal eylemcileri, Marksistleri, sol eğilimli Peronistleri, Yahudileri, varoşlarda çalışan Katolik ruhbanı, eylemci öğrencileri, hatta psikoloh ve sosyolog gibi kuşkulu mesleklerin mensuplarını hedef alıyordu.” (“Los Desaparecidos”, http://digitalunion.osu.edu/r2/summer06/herbert/dirty_war/desaparecidos.html)

[11] Bunlardan geri dönecek kadar şanslı olanlardan biri, bakın kaybedilişini nasıl anlatıyor: “1 Mart 1977’de Rio Negro’da General Roca kasabasında bir iş arkadaşımın evinde otururken bir grup silahlı adam içeri dalıp her ikimizi de kelepçeledi ve Nequén yakınlarındaki bir tutuklama merkezine götürdüler. Neden tutuklandığımı sonra öğrenecektim: çalıştığım fabrikanın personel müdürünün Bahia Blanca’da oturan yeğeni Roca’ya gelmiş ve benim bulunduğum apartman dairesine uğramıştı. Daha sonra tutuklanan ve ateş açılarak öldürülen kadının adres defterinden arkadaşımın adresi çıkmıştı… Evi bastıklarında benim suçum orada bulunmaktı…” (http://www.desaparecidos.org/nuncamas/web/english/library/nevagain/nevagain_022.htm)

[12] Brezilya tarafından “insanlığa karşı işlediği suçlar” nedeniyle Arjantin’e iade edilen Claudio Vallejos, 1986’da Senhor dergisine verdiği bir röportajda Brezilyalı piyanist Francisco Tenório Cerqueira Junior’un “bir teröriste benzetildiği” için kaçırılıp ESMA’da öldürüldüğünü söyleyecekti. Chris Barrett, “Brazil Approves Extradition of ex-soldier in Human Rights case”, The Argentina Independent, 19 Eylül 2012, http://www.argentinaindependent.com/currentaffairs/newsfromargentina/brazil-approves-extradition-of-ex-soldier-in-human-rights-case/.

[13] Nunca mas, “The memories of the freed prisoners”, http://www.desaparecidos.org/nuncamas/web/english/library/nevagain/nevagain_224.htm

[14] Vladimir Hernandez, “Painful search for Argentina’s disappeared”, http://www.bbc.com/news/world-latin-america-21884147.

[15] Fabian Magnotta bu tanıklıkları El Lugar pefecto başlıklı kitabında topladı (2012).

[16]  Birinci cuntadan General Jorge Videla ile Amiral Emilio Massera müebbet hapis cezasına, General Roberto Vieola ise 17 yıla mahkûm oldu. Galtieri cuntası ise “Cuntalar Davası”nda beraat etmekle birlikte, Falkland (Malvinas) savaşı nedeniyle askerî mahkemeye sevkedildi.

[17] Latin Amerika’yı 1970’li yıllarda kasıp kavuran diktatörlükler ya da onları izleyen neo-liberal “demokrasiler” döneminde çıkartılan af ve/veya dokunulmazlık yasaları karşısında en radikal tavrı alabilen “sol” lider, öyle görülüyor ki Kirschner olmuştur. Ne Brezilya’da Lula, ne de Şili’de Bachelet diktatörlerin kendi dönemlerine ilişkin çıkardıkları af yasalarını yürürlükten kaldırmaya cesaret edemediler. Uruguay’da ise 1973-1985 ara rejiminde işlenen insanlık suçlarına zamanaşımı getiren 1986 tarihli yasa, iki kez referanduma sunulmasına karşın ilga edilemedi. El Salvador’da Inter-Amerikan Mahkemesi’nin talebiyle silahlı çatışmalar sırasında “kaybolan” çocuklara ilişkin bir Ulusal Araştırma Komisyonu kurulsa da komisyon somut bir sonuca ulaşmadan kadükleşti. Hakikat Komisyonu raporuna göre 45 bin kişinin kaybedildiği Guatemala’da ise, ancak dokuz kişi yargı önüne çıkartılabildi! Bkz. Marcela Valente, “South America: Amnesties for Dictatorship Crimes Slowly Crumble”, http://www.ipsnews.net/2010/09/south-america-amnesties-for-dictatorship-crimes-slowly-crumble/ , ve “CEJIL calls for decisive action on forced disappearance in the Americas” http://cejil.org/en/comunicados/ cejil-calls-decisive-action-forced-disappearance-americas

[18] Familiares de desaparecidos y detenidos por las razones politicas, Historía de los Organismos de Derechos Humanos – 25 Anõs de Resistencia, Dossier 8, http://www.comisionporlamemoria.org/ investigacionyense %C3%B1anza/materiales/dossiersddhh/dossier8Familiares_de_desaparecidos_y_detenidos_por_las_razones_politicas.pdf

[19] Hâlâ da uğruyorlar… Plaza de Mayo Anası 76 yaşındaki Nora Centeno 2012 yılında iki kez evinde saldırıya uğradı, dövüldü, evi talan edildi… (“Nora Centeno, Mother of Plaza de Mayo, was attacked at her home again”, http://m24digital.com/en/2012/05/06/nora-centeno-mother-of-plaza-de-mayo-was-attacked-at-her-home-again/)

[20] Amalia Femenía ve Carlos Ariel Gil, “Argentina’s Mothers of Plaza de Mayo: The Mourning Process from Junta to Democracy”, Feminist Studies, c. 13, sayı 1 (Bahar 1987).

[21] Yargı önüne çıkartılan en kanlı sanıklardan birinin, general Miguel Etrchecolatz’ın avukatı Adolfo Casabal Elias, bu uygulamayı şöyle savunuyordu: “Gerçekte çocukları kaçırma gibi bir plan yoktu… Tersine, Silahlı Kuvvetler gerillaların çocuklarını iyi ellere teslim etmeye çalışıyordu.” (Patricia di Filippo, “Do You Know Who You Are? The Never-ending Search of the Abuelas” Argentina Independent, 29 Temmuz 2011, http://www.argentinaindependent.com/socialissues/humanrights/do-you-know-who-you-are-the-neverending-search-of-the-abuelas/)

[22] “Hijos” sözcüğü İspanyolca “evlatlar” anlamına gelir. Örgütün adının açılımı, Hijos por la Identidad y la Justicia contra el Olvido y el Silencio (Unutulma ve Sessizliğe Karşı Kimlik ve Adalet İçin Evlatlar)’dur.

[23] Diego Benegas Loyo, “Argentina’s Post-Dictatorship Activism: Towards a Political Psychology of Trauma”, http://www.oppositionalconversations.org/Argentina-s-Post-Dictatorship-Activism-Towards-a-Political-Psychology.

[24] Loyo, a.y.

[25] Veronica Carchedi, “Argentina’s Desaparecidos on the 1976 Coup Anniversary (Interview With Camilo Juárez)”, 29 Mart 2014, NACLA-CLACS Student Blog, https://nacla.org/blog/2014/3/29/argentina %E2%80%99s-desaparecidos-1976-coup-anniversary-interview-camilo-ju%C3%A1rez

[26] Christina Bellelli ve Jeffrey Tobin, “Archaeology of the Desaparecidos”, http://www.saa.org/portals/0/saa/publications/saabulletin/14-2/SAA9.html

[27] Belleli ve Tobin, a.y.

[28] FEDEFAM, Fighting Against Forced Disappearances in Latin America, http://www.desaparecidos.org/ fedefam/eng.html

 

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights