Belli başlı güç merkezlerinin Ortadoğu’da hesap kesim tarihi ufukta gözükmese de gelişmeler, küresel ve bölgesel aktörlerin pozisyonlarını giderek netleştiriyor. Yeni ittifaklar ve uzlaşmalar şaşırtıcı bir hızla ilerliyor. Özetlemek gerekirse:
I – İngilizler (Batı) için Türkiye’nin, “Sovyet tehdidi” karşısındaki “stratejik denge unsuru” olma konumu, SSCB ve Sosyalist Blok’un 1991’de yıkılmasıyla ortadan kalkmıştı. Küresel düzlemde sosyalizm-kapitalizm savaşında Türkiye’nin “komünizmin sıcak denizlere inmesi”ni engelleyen jeopolitik konumuna ihtiyaç kalmayınca Kuzey Atlantik ittifakında “Türkiye’nin önemi azaldı” tartışmaları da yoğunlaştı. Çok geçmeden bu kez gerek Asya üzerinde egemenlik savaşındaki jeostratejik konumu, gerekse Doğu ile Batı arasında enerji nakil hatları üssü (Türkiye İsrail anlaşmasında bunun payı önemli) olmak üzere Türkiye birçok açıdan yine Batı için önemini korudu, koruyor. ABD ve müttefikleri izledikleri Kürdistan politikası ve İran ile vardıkları anlaşmayla Türkiye’nin Batı çıkarları açısından bölgedeki önemini hafifletmenin yollarını arıyorlar.
II – Suriye’den Yemen’e, Filistin’den Kafkasya’ya kadar hegemonya hesaplarını icra etme plan ve yeteneğindeki İran’ın Batı eksenine çekilme hamleleri; Avrasya egemenlik hesaplarında Rusya’yı yalnızlaştırma-kuşatma plan ve hesapları kadar, Türkiye’ye olan bağımlılığı azaltma hamlelerinden biridir aynı zamanda. Fakat ABD’nin İran’ı, kullanmasından çok İran’ın Batıyı çıkarları doğrultusunda kullandığı söylenebilir.
İran, ABD’nin izlediği Kürt politikasının kendisi açısından oluşturduğu “tehlikenin” farkında olarak hem Kürt siyaseti içerisindeki ellerini güçlendirmeyi sürdürüyor hem de Türkiye ve diğer sömürgeci devletlere “ortaklaşalım” çağrısını tekrarlıyor.
YNK ile Goran Hareketi’nin yakınlaşması hatta olası birliği, Kürdistan siyasetine iç dengenin gelmesini sağlayacak ve ulusal birliğe hizmet edecekse önemlidir, desteklenmelidir. Güney Kürdistan’da Barzani ailesinin başkan, başbakan gibi mevkileri sürgit elde tutması da savunulamaz ki kendileri de savunmuyor. Ancak PDK üzerinden geliştirilen bağımsızlık karşıtlığı, üstüne üstlük İran’ın parmak izlerini de taşıyorsa halkımızın davasına zarar verecektir, karşı çıkılmalıdır.
2009 yılında Goran’ın YNK’den ayrılması kadar bugün yeniden birliğe yönelmesinde ve Kerkük meselesinde, İran’ın parmak izlerinin olduğu kaygıları yaygın. Özetle Kürdistan bağımsızlık hamleleri geliştikçe içerden bir dalgakıran olarak İran daha fazla hareketleniyor.
İran sadece içerden siyasal müdahale ile yetinmiyor askeri olarak da Irak, Suriye ve Kürdistan parçalarında aktif durumda. “İran İslam nizamı ve topraklarını tehdit eden her unsuru anında yok etmeye kararlıyız” (Devrim Muhafızları Ordusu Komutan Vekili Tuğgeneral Hüseyin Selami) diyerek askeri olarak da tehdit ediyor. Bu tehdidine bahane olarak da PDK-İ Peşmergelerinin son haftalardaki kimi eylemleri gösteriliyor. Yıllardır Kuzey’den devam eden Türk devleti saldırılarına, İran saldırıları da Doğu sınırından eklenirse ki ekleniyor Güney Kürdistan buna ne kadar dayanır? Batı ve İsrail muhtemel bir İran saldırısında nasıl hareket eder?
Kısacası İran büyük şeytan düşerken bile çelme takmayı ihmal etmiyor.
III- “Türkiye, Doğu ekseniyle ortaklaşma arayışına girebilir” uyarısını sıkça yaptık.
İran’ın pozisyonu nettir, mevcut statükonun devamı için savaşıyor, yok eğer illa da statüko değişecekse “bu benim çıkarlarım doğrultusunda olmalı” diyerek Doğu eksenindeki duruşunu koruyor. Batı ile yakınlaşmayı da bu strateji çevresinde sürdürüyor. Demem o ki İran, ulusal özgürlük mücadelesinde halkımızın bugün kendini koruması gereken birincil düşmanıdır.
Pozisyonu net olmayan tam anlamıyla iki ara bir derede kalan Türkiye’dir. Kendisi Batı (NATO) ittifakının etkin gücü ama gönlü Doğu ekseninin yani statükoyu savunan Rusya-İran-Suriye ittifakının başarısından yana. Hem statükonun değişmesini savunan emperyalist Batı bloğunun 60 yıllık müttefiki hem de statükoyu ölümüne koruyan emperyalist Doğu eksenin başarısına sadece duacı olmakla kalmıyor giderek bu eksenle yakınlaşıyor da.
Güney Kürdistan’daki gelişmelere, Rojava’ya ABD, Fransız, Alman özel kuvvetlerinin yerleşmesi ve Doğu Kürdistan’daki ulusal özgürlük mücadelesinin son aylarda yeniden güçlenmesi eklenince, bu durum sadece Türkiye’yi değil İran ve Rusya’yı da ciddi rahatsız ediyor. Bu gelişmeler İran-Rusya-Esad eksenini iyice perçinlemekle kalmadı Türkiye’nin Doğu eksenine yaklaşmasını da tetikledi. İran’ın “bugün Irak-Suriye yarın sıra sana sonra bana gelecek, gel birlikte karşı duralım” çağrıları Türkiye hükümetinde karşılık bulmaya başladı. Amerikan Sesi radyosuna konuşan VASA Strategies’in CEO’su Ryan Greer’in, “Kürtlere, fazla ileri gitmeleri durumunda bölge hükümetlerinden karşı bir hamle geleceği ortada” dediği süreçte İran arabuluculuğunda Türkiye Suriye buluşması Cezayir’de gerçekleşti denildi.
Türkiye’nin esas Kürdistan’daki gelişmelerin basıncıyla tükürdüğünü yalayarak Rusya ile yeniden anlaşması Kürdistan meselesinde Türkiye’yi Doğu eksenine daha da yakınlaştırabilir. Bu durumda ABD’nin, “izlediğim Kürdistan politikalarına karşı Türkiye ile İran ortaklaşırsa bölgesel dengeler aleyhime kökten değişir” kaygısının tetikleyeceği muhtemel gelişme düne göre daha reel.
İran’ın Türkiye ile ortaklaşması kolay değil ancak mesele Kürdistan olunca imkansız da değil. Bilindiği gibi İran ile Türkiye arasında, Ağrı isyanını bastırmak için Türkiye tarafından önerilen ve 23 Ocak 1932’de imzalanan anlaşma ile “Maku-Beyazıt yolunun sınırı kestiği noktadaki Kotur ve Bazirgân’ı kapsayan toprakların” İran’a verilmesi karşılığında Ağrı Dağı’nın tamamının Türkiye sınırları içine alınması sağlanmıştı. Bugün ciddi tavizler vererek İsrail ve Rusya ile anlaşan Mısır ile aynı süreci başlatan Türk devleti, yarın büyüyen Kürdistan “tehdidi” üzerinden Esad’la da uzlaşmaya giderse kimse şaşırmasın. Cezayir bunun ilk adımı.
IV – Batı ve Doğu eksenlerinin Irak ve Suriye sahasındaki müttefikleri netleşiyor
Irak ve Suriye’de süren savaşta Batı ve Doğu eksenlerinin üzerinde geleceğin hesabını yaptığı müttefikler meselesi sahada giderek belirginleşiyor. ABD liderliğindeki Batı’nın Irak ve Suriye’de esas Kürdistan ulusal güçleriyle ortaklaşması derinleştikçe, Şii ve hatta Sünni Araplarla aradaki mesafenin açılmakta oluşunu şimdilik göze aldığı görülüyor. Bu durumda Rusya ve İran liderliğindeki Doğu ekseni ise iki ülkede de Şii ve Nusayrileri esas alarak egemenlik sahalarını genişletme çabasında.
Felluce’de İran destekli Irak güçleri etkin olunca Musul operasyonunda Kürtler ile Arapların dengesi gözetilse de Peşmergenin etkin olması hedefleniyor. Irak’ta şimdilik Kürtler Batı, Şii Araplar ise İran ile bağlarını güçlendiriyor ki IŞİD sonrası yeni gelişmeler olmazsa bu süreç derinleşecek. Sünni Arapların pozisyonu da yine IŞİD ve özellikle Musul sonrası Arap- Kürt ilişki ve çatışmasına bağlı şekillenecektir. Arap milliyetçiliği Kürtler karşısında mezhepçiliği aşar mı aşmaz mı? Burada tayin edici unsur Musul’un geleceği olacak. Çünkü:
Güney Kürdistanlı halkımız ulusal bağımsızlıkla paralel kendi coğrafik sınırlarını da netlikle belirlemek istiyor. 2014’te IŞİD saldırısı ile Irak ordusunun terk ettiği Şengal, Kerkük, Qanaqin ve Diyala gibi Kürdistan topraklarında fiili denetim kuran Peşmerge, buranın referandumla resmen de Kürdistan hükümetine bağlanması mücadelesini veriyor. IŞİD’e karşı savaşta Şengal’den Diyala’ya kazılan hendekler Kürdistan sınırlarını az çok belirliyor fakat Irak rejimi bu sınırı tanımıyor. Bu açıdan Musul’a operasyon kilit önemde olacaktır.
Suriye’de ise Rus ve İran destekli BAAS ordusu, Palmira kenti, Lazkiye kırsalı ve Lübnan sınırı ile Şam çevresinde mesafe alarak Halep’e yönelince, ABD bunu dengelemek için YPG’nin etkin olduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Rakka ve Menbiç’e yüklendi. Mesele açık, Rusya ve ABD kendi müttefikleriyle egemenlik alanlarını oluşturmak istiyorlar.
ABD ve Batı, ağırlıkla Kürtler üzerinden oyunu kurarken Arapların da elini bırakmıyor fakat IŞİD sonrası olası bir Kürt Arap çatışması durumunda Batı hem Kürt hem Arap elini aynı anda tutamaz.
V – Ortadoğu’da Kürtlerin de artık ağırlık merkezlerinden birini oluşturulacağı bir siyasal denge oluşuyor
Kürtler, Ortadoğu’da yeniden yön arayan tarihin en önemli dinamiklerinin başında geliyor ki bağımsız Kürdistan devletinin doğum sancıları çekiyor olmasının esas nedeni budur. Kürtler tarihlerini ve geleceklerini arıyorlar. Bu açıdan bağımsız Kürdistan’ın kuruluşu öncelikle Kürt siyasetinin görevleri arasındadır sonra bölgede sınırların yeniden çizimine bağlıdır.
Bölgenin yeni siyasal haritasında, Kürtler ve Kürdistan’sız siyaset denklemi kurulmayacağı gerçeğini gören herkes, bölgenin önemli aktörleri olan Farslar, Türkler, Arapların yanı sıra Kürtlerle de ilişkileniyor. Öyle ki statükonun değişmesini savunan Batı güçleri kadar statüko bekçileri Rusya, İran, Çin gibi Doğu ekseni güçleri de bağlantı kuruyor.
Bölgede yeni bir dengeleyici unsur olarak Kürtlere sağlanan destek, özellikle Güney ile Batı Kürdistan’ın birleştirilmesi hatta uzun vadede Akdeniz’e olası bir enerji koridoru açılmasının kimi ön hamleleri olarak okunabilir. Yakın vadede emperyalist Batı (ABD’nin) Güney ve Rojava Kürdistan’ındaki askeri üsleri; Malatya, Batman ve İncirlik askeri üslere alternatif olup Türkiye’ye olan bağımlılık azaltılmak hedefi kadar İran’a da bir mesajdır.
Denilebilir ki, İngilizlerin dün çıkarları gereği bağımsız Türk devletini desteklemeleri neyse bugün ABD’nin bağımsız Kürdistan’ı desteklemeleri de odur. Değişen zaman ve taraflardır.
VI – İç sorunlara rağmen Kürtler (Rojava ve Güney Kürdistan) fiilen Batı ekseninde birleşiyor.
İran’ın Kürdistan parçaları içerisindeki elinin güçlü varlığına; YNK’nin bağımsızlık ve Kerkük meselesinde yaşadığı karar içerisinde kararsızlığına; aynı konularda Goran’ın bir ileri iki geri tavrına; PDK’nin iç siyasette hegemonik tavrına; PKK’nin bağımsız ulus devlet istemiyorum ısrarına; Kerkük valisi Necmettin Kerim’in bağımsızlık referandumu sürecinde YNK’nin ve Güney Kürdistan’ın zayıf karnını oluşturmasına rağmen…
Bağımsız Kürdistan meselesi artık zaman meselesidir.
PYD ile PKK’nin genelde ve Rojava özelinde sıkça dile getirdiği “Üçüncü yol” siyaseti pratikte beklenenden erken bitti, bitiyor. Başından beri hem ABD hem de Rusya’nın elini eşit ağırlıkla tutarak yol alınamaz dedik ve öyle de oldu. Türkiye’nin Rusya ile anlaşması PYD’nin ABD (Batı) ile ilişkilerini daha güçlendirecektir. ABD (Batının) Güney Kürdistan’da pozisyonu neyse Rojava’da da benzer bir pozisyon oluştu, oluşuyor. ABD’nin Rojava’da PYD için de vazgeçilemez hale gelmesi iki parçanın birliğinde rol almasında elini güçlendirecek. Bugün Sımelke sınır kapısının açılmasında PDK yarın Rojava Peşmergesinin dönüşünde de PYD ikna edilir! Gelişmeler bu yönde ilerliyor.
*Batı ekseni gibi Doğu ekseni de emperyalist olup kendi çıkarlarının peşindedir. Aradaki fark şudur; ABD liderliğindeki Batı, emperyal çıkarlarını Asya özelde de Ortadoğu’da yeni devlet ve sınırlarda görürken, Rusya liderliğindeki Doğu emperyalist güçlerin ise çıkarlarını mevcut sınır ve statükonun devamında görmeleri nedeniyle bağımsız Kürdistan’ı hedefleyen ulusal hareketin çıkarları Batı ekseni ile fazla örtüşmektedir.
Sonuç olarak; Kürdistan’ın tarihsel trajedisini oluşturan dörde parçalanmışlık nedeniyle Kürt ulusal partileri; “düşmanımın düşmanı dostumdur” siyasetini tümüyle aşamasalar da, parçalar arası ulusal birliği güçlendirirlerse bölge devletleri ile ilişkilerini birbirlerinin karşıtlığa dönüşmeyi engelleyebilirler, engellemelidirler.
Güney Kürdistanlı partiler ise esas kendi aralarında bağımsızlık hedefinde kenetlenerek ortak iradeyle tutum alırlarsa ikinci adım olarak Kürdistan’ın diğer parçalarındaki ulusal hareketin Güney Kürdistan’ın bağımsızlığına destek vermesi daha fazla anlam kazanır. 03.07.2016