Ahmed Arif’in, “Yokluğun, cehennemin öbür adıdır/ Üşüyorum, kapama gözlerini”…
Nâzım Hikmet Ran’ın, “Öyle ölüler vardır ki,/ ben onların öldüklerini düşündükçe,/ vakit olur,/ yaşadığımdan utanırım”… dizelerini terennüm ederek eğiliyorum…
Anısı önderimiz olsun…
“KIYMETLİ(MİZ)” TUNCAY(’IMIZ) İÇİN[1]
TEMEL DEMİRER
“Arkada bıraktıklarımızın
yüreklerinde yaşamaktır,
ölümsüz olmak.”[2]
İnsanın yoldaşını, üstüne üstlük bir de “kıymetli(m)” sıfatıyla nitelediği dostunu kaybetmesi, canından can alınmasından öte bir anlam taşımazken, sorayım: Sizin canınızdan can alındı mı? Benimkinden, hem de birçok kez alındı; can yoldaşlarımı yitirdiğim gibi…
Antoine de Saint-Exupéry’nin, “Mükemmellik, ekleyecek bir şey kalmadığında değil, alınacak bir şey kalmadığında oluşur,” deyişiyle tanımlanması mümkün olan Tuncay (Atmaca) da onlardan birisiydi…
Onu Tuncay yapan özelliklerin başında “Sadece varolmak, başka hiçbir şey olmadan, hiçbir ek tanım ve doyuma gerek kalmadan varolmak,” gelirdi Theodor W. Adorno’nun ifadesiyle.
Evet, O bir komünist olarak varolmuş ve varoluşunun gereklerini yerine getirmişti; hem de insan(lık)tan yana tasalarıyla, en “ama”sız ve “fakat”sızından…
Kolay mı? O, “Bononun vita vacua est metu/ Dürüstlerin hayatı korkusuzdur,” sözünü kanıtlayan yaşamında A. Carrel’in, “Erka bingeh; ne ku çêkirina karen mezin, pêwistî pê dîtin e/ Esas görev; büyük işler yapmak değil, gerekeni yapmaktır,” ilkesini düstur edinenlerdendi…
* * * * *
O kadîm dostumdu; Gandhi’nin “Bütün kanunlardan üstünde” notunu düştüğü “vicdanın sesi”ydi…
Kolay mı? “Vicdanı olmayan, iyiliği bilmeyen bir insan acı da çekemez”;[3] öyle değil mi?
* * * * *
“Qualis vita, et mors ita/ Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz” denilen; L. Tolstoy’un, “Hayat ne gideni geri getirir, ne de kaybettiğin zamanı geri çevirir. Ya yaşaman gerekenleri zamanında yaşayacaksın, ya da yaşamadım diye ağlamayacaksın,” notuyla betimlenen hayatı vicdanının gereklerini yerine getirerek yaşayan Tuncay, Platon vari, “Sorgulanmayan hayat, yaşanmaya değmez,” diyenlerdendi…
Onun yaşadıklarını anımsadığımda; George Carlin’in, “Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür”; Oscar Wilde’ın, “Yaşamak dünya üzerindeki en nadide şeydir. Çoğu insan sadece var olur; hepsi budur”;[4] Oruç Aruoba’nın, “Yaşadıklarımız öldürdüklerimizdir,”[5] sözlerini anımsamamak mümkün mü?
* * * * *
Yeri geldi itiraf edeyim: Bana devrimci dayanışmanın, ahlâkın, fedakârlığın ne olduğunu öğretenlerden birisi de O’dur.
- Nietzsche’nin, “Size ne söylenirse söylensin doğru olanı yapmaktır. İnanmak ise, size söylenen ne olursa olsun onu yapmaktır,” notunu düştüğü ahlâk, “Doğruyu yanlıştan ayırt etme, gerçeği görme yeteneği, bunların gösterdiğini yapma cesareti, iyi olana adanma, ne pahasına olursa olsun iyinin yanında yer alma dürüstlüğü”dür![6]
Ben bunların Tuncay’da şahidi oldum.
* * * * *
Her komünist gibi o da devasa ütopyalarıyla, geleceğe dair hayaller kurardı.
“Hayal” deyip geçmeyin sakın! Hayal gücü olmayan insanın kanatları yoktur ve bir hayali öldürmek, bir gerçeği öldürmekten daha zordur…
“Hayal etmek, her hâlükârda bir gelecek tasarlamaktır. Hiçbir şey hayal edilmediğinde ise gelecek diye bir şey söz konusu değildir.”[7] ve Albert Einstein’ın deyişiyle “Mantık sizi A noktasından B noktasına götürür. Hayal gücü ise her yere…”
Evet, evet Tuncay’ın hayalleri vardı; hem de Martin Luther King’in 28 Ağustos 1963’de Lincoln Anıtı önündeki ‘Bir Hayalim Var’ konuşmasını andıran türden ve Kürtler için şunları diyen:
“Bir hayalim var: Gün gelecek bu ulus, ayağa kalkıp kendi inancını gerçek anlamıyla yaşayacak; Şunu kendinden menkul bir gerçek kabul ederiz ki, bütün insanlar eşit yaratılmıştır.”
* * * * *
Theodor Adorno’nun, “Yaşama bakışımız, artık yaşam olmadığı gerçeğini gizleyen bir ideolojiye dönüşmüştür”; Woody Allen’in, “Benim merak ettiğim ölümden sonra değil, doğumdan sonra hayat olup olmadığıdır”; Antoine de Saint-Exupéry’nin, “İnsanlar hayal etmekten yoksundurlar. Onlar sadece kendilerine söylenenleri tekrar edip dururlar”;[8] Tezer Özlü’nün, “Artık giderek dünya insanları bana birer fabrika ürünü gibi görünüyor,”[9] saptamalarında betimlenen bugünde o müthiş bir örnektir!
Çünkü sürdürülemez kapitalist vahşetin yerküresi tam da Maxime Chattam’ın, “Bu dünya bizi tedbir olarak bireyci paranoyaklar olmaya itiyor”;[10] Oscar Wilde’ın, “Üzümü biz eziyoruz, şarabı başkası içiyor. Mısırı biz ekiyoruz ama soframız boş. Kimse görmese de zincirlerimiz var; bize özgür dense de köleyiz”;[11] Paule du Bouchet’nin, “Şüphesiz ki durumumuzu ifade etmekte kelimeler yetersiz kalıyordu. Kanıt dünyanın bunu duymayışıydı”;[12] Hugh Lauri’nin, “Hiç önemli değil. Bilmen gereken ilk şey, sanırım bunu çoktan biliyorsun, dünyada idealist insanların kalmamış olduğu,”[13] notunu düştükleri saçmalığın coğrafyasıdır…
* * * * *
Ve bu coğrafyada O bir komünist bir iradenin cesur direncidir.
Konfüçyüs’un, “Doğrunun ne olduğunu görüyor fakat onu yapmakta başarısız oluyorsanız eksikliğiniz cesarettir,” notunu düşerken; Vergilius’un, “Tu ne cede malis, sed contra audentior ito/ Felaket önünde gerileme, tereddütsüzce karşıla!” diye tarif ettiği şey “Aklım kesiyorsa ve yüreğim inanıyorsa, başarabilirim,” diye haykıran iradedir…
Tam da bu koordinatlarda Robin Williams’ın, “Size sadece bir kıvılcım kadar çılgınlık verilir, onu kaybetmeyin”; Buda’nın, “Binlerce mum sadece bir mumun ışığıyla yakılabilir, bir mumun ömrü kısalmayacaktır. Mutluluk paylaştıkça asla azalmaz”; Aleksis Kivi’nin, “İrade, kötü tâlihi yener,” sözlerini biz(ler)e hatırlatan Tuncay hepimize önemli şeyler öğreten komünist bilgedir.
Albert Einstein’ın, “Bilgi bilgelik değildir. Bilgeliğin tek kaynağı deneyimdir,” sözünü kanıtladığı politik yaşamında O, “Facile dictu, difficile factu/ Söylemek kolay, yapmak zor”; “Qui non proficit, deficit/ İlerlemeyen, geride kalır”; “Ne differas in crastinum/ Yarına bırakma,” sözlerinin kanıtı olabilmiş eylemli/ yapan entelektüeldi…
Kolay mı? Bu konuda Konfüçyüs, “İyi insan, güzel söz söyleyen değil, söylediğini yapan ve yapabileceklerini söyleyen adamdır,” derken; “Eğer sizden sokakları süpürmeniz istenirse Micheangelo’nun resim yaptığı, Beethoven’ın beste yaptığı veya Shakespeare’in şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürün ki gökteki ve yerdeki herkes durup ‘Burada dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş’ desin,” diye eklerdi Martin Luther King…
Ve böylesi Tuncay’a mündemiç (hadi özgü diyelim!) korkusuz bir umutvarlıkla ve “Eğer yüzün hayatın ağır tokatlarıyla şiştiyse, gülümse ve şişman bir adammışsın gibi davran,” diyen Nijerya atasözündeki iyimserlikle mümkündü!
* * * * *
“Stultum est timere, quod vitari non potest/ Kaçınılması mümkün olmayandan korkmak, saçmalıktır”; “Korktuğun başına geldiği an yapacağın tek şey artık korkmamaktır”;[14] “Çölü güzelleştiren bir yerlerde bir kuyu saklıyor olmasıdır”;[15] “Umut, kendisine izin verilmedikçe ortadan kaybolmaz”;[16] gerçeğinin altını ısrarla çizen O; ustaları Fidel Castro’nun, “Umut sonsuzdur! Ne zaman kendimi yalnız hissetsem, dünyanın bütün gençleri bağrımda toplanır!”; Ernesto Che Guevara’nın, “Her gün yeni bir gemi kalkar insanın umut limanından, özgürlük için, yaşamak için ve fırtınaya inat, dalgaya inat, ölüme inat!” uyarılarına müthiş bir değer biçerdi…
Ve çevresine anımsatırdı: “Nil desperandum/ Umutsuzluğa düşme”! “Spes est ultimum adversarum rerum solatium/ Ümit, felaket anında kendine cesaret vermektir”! “Spe vivimus/ Ümitle yaşıyoruz”! “Dum spiro spero/ Nefes aldığım müddetçe ümitliyim”! “In hac spe vivo/ Bu ümitle yaşıyorum”!
Bu kararlılığı, “Vita sine libertate, nihil/ Hürriyetsiz hayat, bir hiç,” demesinin yanında; Jean-Paul Sartre’ın, “İnsanın özgürlüğü, kendisine yapılanlara karşı takındığı tavırda gizlidir”; Rollo May’ın, “Özgürlük kendi kendine ortaya çıkmaz; elde edilir. Ve tek bir hamleyle elde edilemez; her gün yeni baştan kazanılmalıdır”;[17] Oruç Aruoba’nın, “Belki önemli olan, kavramlara boşverip, eylemlere bakmak -düşünülecek birşey değildir özgürlük; yapılacak bir şeydir”;[18] Karl Marx’ın, “Baylar! Soyut özgürlük sözcüğünün sizi aldatmasına izin vermeyin. Kimin özgürlüğü? Bu, bir kişinin bir başka kişi karşısındaki özgürlüğü değil, sermayenin işçiyi ezme özgürlüğüdür,” önermelerini önemsemesindendi…
* * * * *
“Genius temporis/ Zamanların ruhu”na aldırmadan; Cicero’nun, “Bir insan ömrü için ‘uzun zaman’ nedir ki?” deyişindeki ele avuca sığmayan çocuksu bir fütursuzlukla yaşayan O; Oliver Wendell Holmes’un, “Dünyada, dürüstçe söylenen gerçeklerin büyük çoğunluğunu çocuklara borçluyuz”; Antoine de Saint-Exupéry’nin, “Sadece çocuklar ne aradıklarını biliyorlar”;[19] Bertrand Russell’ın, “İnsan olduğunuzu hatırlayın; geriye kalan her şeyi unutsanız da olur,” saptamalarını yaşadı/ yaşattı her bir daim…
* * * * *
Alçakgönüllüydü; ölümsüz oldu!
Kolay mı? “Ölümü bilen, onun bilincinde olan bir yaşam, yaşam sürecinin her anında ölümü yaşama katarak, yaşamı bilinçli kılar – ölümü yaşamdan koparmadan, ama ölümün yaşamı kaplamasına da izin vermeden, ölümü, her an, yaşam kılar.”[20]
“Gubernare e terra/ Karadan gemiyi idare etmek” şarlatanlığıyla Pierre Assouline’ye, “Reddettikleriyle kendilerini tanımlayan o kadar çok insan vardır ki,”[21] dedirtenlere inat ölümü ölümsüzlük kılan Tuncay, hepimize Spinoza’vari seslendi:
“İyi’ye giden yol her ne kadar göstermiş olduğum gibi çok güç görünüyorsa da bulunabilecek bir yoldur. Çok ender bulunduğu için onun gerçekten güç olması gerekir. Çünkü, eğer kurtuluş kolay ve büyük emek gerektirmeden bulunabilen bir şey olsaydı, hiç hemen hemen herkes tarafından böylesine savsaklanır mıydı? Ama, tüm soylu şeyler ender oldukları kadar güçtürler.”
* * * * *
Hasılı; her anımsayışımda bana; “Ah, zamanı onaran bir saat olsaydım,”[22] dizelerini terennüm ettiren O; Cemal Süreya’nın, “Biz kırıldık daha da kırılırız/ Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza,” dizelerinde işaret ettiği kuşağın yiğit savaşçılarındı…
Ve dilinden hiç mi hiç düşürmezdi Özkan Mert’in dizelerini:
“Diren! Ey kalbim/ Diren! Hayasızlığa/ Namussuzluğa/ Diren! Kötüye/ Çirkine, yanlışa/ Diren! Yenilme//
Cesurum Ey hayat/ Cesurum Ey namussuzlar/ Genç bir yürekle/ Karşı çıkıyorum dünyaya/ Eskimiş potinlerim benim/ Güveniyorum sizlere./ Büyük bir coşkuyla/ Yürüyorum sokaklarda/ Yumruklarım sıkılı/ Türkü söylüyorum haykırarak/ Haykırarak yaşıyorum.//
Ve insanın/ Etine sokulmuş/ Bir bıçaktır/ Artık/ Yaşamak/ Yaşamak.
Diren! Ey kalbim/ Diren! Yenilme/ Sen benim silahımsın/ Aşkımsın
Güzel bir dünya için yavrum/ Sıcacık ak bir somun için/ Tertemiz sevdalarımız için/ Direnmeliyiz!/ Direnmeliyiz!”
* * * * *
Ardında dirençli bir umut ile mücadele hattı bırakıp giden Onun anısı önünde;
Hasan Hüseyin Korkmazgil’in, “Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç/ Ağaçlar bükmesinler ne olursun boyunlarını/ Neden akşam oluyorum tren kalkınca/ Kırlangıçlar birdenbire çekip gidince/ Mendiller sallanınca neden tıkanıyorum/ Öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki/ Az önceki çiçekler nasıl da diken diken/ Gitme, sonbahar oluyorum sonrası hiç”…
Ahmed Arif’in, “Yokluğun, cehennemin öbür adıdır/ Üşüyorum, kapama gözlerini”…
Nâzım Hikmet Ran’ın, “Öyle ölüler vardır ki,/ ben onların öldüklerini düşündükçe,/ vakit olur,/ yaşadığımdan utanırım”… dizelerini terennüm ederek eğiliyorum…
Anısı önderimiz olsun…
29 Temmuz 2015 13:50:05, Çeşme Köyü.
N O T L A R
[1] Tuncay Atmaca’nın 31 Temmuz 2015 tarihinde İzmir ÖSP’de gerçekleştirilen anma toplantısında yapılan konuşma…
[2] Campbell.
[3] Khaled Hosseini, Uçurtma Avcısı, Çev: Püren Özgen, Everest Yay., 7. Basım, 2008, s.305.
[4] Oscar Wilde, Sosyalizm ve İnsan Ruhu, Çev: Fuat Sevimay, Aylak Adam Yay., 2013, s.17.
[5] Oruç Aruoba, De ki İşte, Metis Yay., 10. Basım, 2011.
[6] Ayn Rand, Atlas Silkindi, Çev: Belkıs Dişbudak, Plato Yay., 4. Baskı, 2010, s.183.
[7] Paule du Bouchet, Şarkı Söyle Luna, Çev: Gizem Şakar, Can Yay., 2008, s.85.
[8] Antoine de Saint-Exupéry, Küçük Prens, Çev: Cemal Süreya-Tomris Uyar, Can Yay., 2015.
[9] Tezer Özlü, Kalanlar, Yapı Kredi Yay., 15. Baskı, 2015, s.32.
[10] Maxime Chattam, Karanlığın Soluğu, Çev: Ali Cevat Akkoyunlu, Doğan Kitap, 2. Baskı, 2007, s.77.
[11] Oscar Wilde, Bütün Masallar, Bütün Öyküler, Çev: Roza Hamken-Fatih Özgüven, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 5. Baskı, 2010, s.62.
[12] Paule du Bouchet, Şarkı Söyle Luna, Çev: Gizem Şakar, Can Yay., 2008, s.88.
[13] Hugh Lauri, Silah Tüccarı, Çev: Övgü İçten, İthaki Yay., 2. Baskı, 2010, s.235.
[14] Pucca (Selen Işık.), Günlük 2, Okuyan Us Yayınevi, 14. Baskı, 2011, s.411.
[15] Antoine de Saint-Exupéry, Küçük Prens, Çev: Cemal Süreya-Tomris Uyar, Can Yay., 2015.
[16] Rick Riordan, Percy Jackson ve Son Olimposlu, Doğan ve Egmont Yay., 2009, s.233.
[17] Rollo May, Kendini Arayan İnsan, Çev: Kerem Işık, 2013, s.160.
[18] Oruç Aruoba, Benlik, Metis Yay., 4. Basım, 2014, s.119.
[19] Antoine de Saint-Exupéry, Küçük Prens, Çev: Cemal Süreya-Tomris Uyar, Can Yay., 2015.
[20] Oruç Aruoba, De ki İşte, Metis Yay., 10. Basım, 2011, s.17.
[21] Pierre Assouline, Lutetia, Çev: Ali Cevat Akkoyunlu, Yapı Kredi Yay., 2007, s.54.
[22] Rabia Mine, Külden, Rezan Yay., 2014.