Sur, Cizre, Silopi, İdil, Silvan ilçelerindeki çatışmalar onlarca gencin ölümü sonrasında durdu. Bu sürede aralarında kadın, çocuk ve yaşlıların da olduğu çokça sivil yaşamını kaybetti. Bir dönemin ünlü JİTEM’cilerinin bir kez daha devlet adına ancak bu kez açıktan görev üstlendiği bu ilçelerde şimdilerde yeni adımlar atılıyor.
Doğrudur, birçok il ve ilçede, Şırnak’ta, Yüksekova’da, Nusaybin’de çatışmalar sürüyor. Ancak Sur’da, Silopi’de, Cizre’de atılacak adımlarla çatışmalı bölgelerdeki halkın da, bölgedeki gelişmeleri uzaktan izleyenlerin de etkilenmesi, giderek Kürt siyasetinden uzaklaşması ve devletin, devleti temsil eden yapıların yanında yer alması amaçlanıyor. Eğer böyle değilse, AKP’nin politikalarının MHP ve kısmen de CHP’den destek bulmasını, bilumum devletçilerin AKP’yle birlikte saf tutmasını nasıl izah edebiliriz!
Bu yönüyle baktığımızda artık çatışmaların yaşanmadığı bölgelerde “silahsız saldırı” dönemi başlamıştır, denebilir. Adı “acele kamulaştırma” olan bu yeni dönemin politikasında amaç esasen bölgenin yeniden devletizasyonudur. 1938’de ne yapıldıysa şimdi de o yapılıyor. Kürdistan il il, ilçe ilçe, köy köy, mahalle mahalle yeniden devletleştiriliyor. 1938’den tek fark, bu kez Kürdün inkarının olmaması.
Peki, bu yeni dönemde halkın tutumu ne olacak? Bölge halkının devletin yanında yer almayacağını, AKP’yi desteklemeyeceğini iddia edebilir miyiz?
Ben bu kanaatte değilim.
Devlet dediğimizde, yalnız gözükara bir oluşum anlamıyoruz. Aynı zamanda plan ve projesi olan bir mekanizmadır, devlet. Plan-projesi yanlış olabilir. Planlarının büyük çoğunluğunda zoru asıl yöntem olarak benimseyebilir. Paranın hükmünü bu planlarında sonuna kadar kullanabilir. Bunların tümü doğrudur. Ancak yol ve yöntemi ne olursa olsun, sonuçta devlet Kürtleri ve Kürt siyasetini tam kontrol altına almanın mekanizmasını yaşama geçirmek için çabalamaya ve bunun için de 1938’in yöntemleriyle ancak red ve inkarı dışlayarak adım atmaya başlamıştır. Hiç kuşku yok, uzun vadeli planlarını yaşama geçirme konusunda aceleci davranmıyor. Ancak kısa vadede yapcaklarını tamamladıktan sonra, uzun vadeli planlarını da yaşama geçirmekten imtina etmeyecek.
Peki, kısa vadeli planları ne içeriyor? Bunu yaşama geçirirken kullanacakları mekanizmalar neler?
Her şeyden önce bölge halkının mağduriyetini kullanacaklar. Bunun için de kesenin ağzını açmaktan çekinmeyecekler. Elbet, payın en büyüğünü yandaşlarına ayıracaklar. Bu arada yanlarına çekmek istedikleri kesimler için de cömert davranmayı unutmayacaklar. Ancak biliyoruz ki zor yöntemlerini sonuna kadar kullandılar; gözükaralığın en vahşi boyutunun ne olacağını açıkça gösterdiler; bu kez de insanların çıkarlarına hükmederek, mağduriyetlerini gidermeye dönük adımlar atarak süreci kendi lehlerine geliştirmenin yollarını zorlayacaklar.
Elbet, böyle bir siyasette tüm herkesi yanlarına çekmeleri olası değil. Planın yürütücüleri de bunu biliyor. Kısa vadede asıl arzuladıkları açık alandaki Kürt siyasetini bölgede zayıflatacak kadar etkili olmak.
Şiddet yöntemlerinin elbet bir sonu var. İnsanların evlerini başına yıkma, gözaltına alma, tutuklama, öldürme, görevden uzaklaştırma, dokunulmazlıkları kaldırma gibi hukuki ve insani olmayan politikaları ilanihaye kullanamazlar. Bunu biliyorlar. Götürebilecekleri bir sınır var ve oraya kadar gelip duracaklar. Bu sınırın ötesinde tekrar ‘hukuki’ yöntemleri devreye sokacaklar. Birkaç göstermelik yargılama ile ‘insani’ bir portre çizerler mi bilmem ama esasen, bölge halkını devletin yanına çekecek, yerel yönetimlerde devlet tandanslı siyaseti yeniden etkili kılacak ‘meşru’ arayışların, ağırlıkla da yeni bir seçimin peşine düşecekler. Şu an emin olsalar seçimlerde arzuladıkları sonucu elde edecekler, hiç kuşku yok seçim kararı alırlardı. Hala o noktada olduklarını düşünmüyorlar. Bu nedenle, Kürt siyasetini zayıflatmanın yöntemlerini bir dönem daha işleyecekler; Kürt siyasetini seçmeninden koparmanın tüm yöntemlerini devreye sokacaklar. Seçimlerle bölgeyi kontrol altına alabileceklerini düşündükleri anda ise bunun adımını atmaktan çekinmeyecekler.
Bölge halkını ölümlerle yüzyüze bıraktılar. Evlerini başlarına yıktılar. Şimdi de kesenin ağzını açarak yaşamlarını çaldıkları, evlerini yıktıkları bu insanları yanlarına çekmek, en azından bu insanları etkileyip kendilerini güçlü kılmanın yollarını arayacaklar.
Bunu yapamazlar, demeyelim. Yaparlar, olanakları da var.
Batı’nın sessizliği, diplomasinin ikiyüzlülüğü, bölge halkının yaşanan mağduriyet sonrasında sahipsizlik duygusuna kapılması riski, özellike açık alandaki Kürt siyasetinin son 6 ayda şiddet politikalarına karşı alternatif üretme konusunda etkili olamaması devletin elini güçlendiren olgulardır.
Belki devamen şunu da belirtip yazıyı bitirmek gerekir.
Evet, böylesi bir süreç Kürt siyasetini açık alanda zayıflatabilir, zayıflatıyor da… Ancak unutmayalım, 1980 sonrasında açık alandaki Kürt siyaseti esasen kendi dinamikleri üzerinden değil, silahlı mücadelenin dinamikleri üzerinden gelişti. Bu sürecin sonunda açık alandaki Kürt siyasetinin zayıflaması, seçimlerde belediyeleri, milletvekilliklerini kaybetmesi ne kadar reel bir durum ise silahlı alanın yeniden güçlenip binlerce gencin katılımıyla kan tazelemesi ve etkin bir karşı şiddeti geliştirmesi de o kadar reeldir.
HABERDAR