Bülent Tekin / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Bartın maden faciası ile ilgili Ulaş Ateşçi’nin kaleme aldığı iki yazı özetini sunmak istiyorum:
Karadeniz kıyısındaki Bartın’da bulunan devlete ait Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Amasra Müessese Müdürlüğü madeninde meydana gelen grizu patlamasında en az 41 işçinin hayatını kaybetmesi önlenebilir bir trajedidir.
Yerin 300 metre altında gelen patlamanın ardından dışarıya çıkabilen madencilerin olaya verdiği tepki ile hükümet yetkililerininki arasındaki taban tabana zıtlık, bir ölüm kalım anında toplumdaki iki büyük ve uzlaşmaz sınıfın konumunu yansıtmaktadır.
Madenciler içeride kalan arkadaşlarını kurtarmak için ölümü göze alarak aşağıya inerken (bir madenci kurtarma çalışması sırasında hayatını kaybetti), başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere hükümet yetkilileri bu önlenebilir felaketi “kader” olarak gösterip toplumsal öfkeyi bastırmaya odaklandılar.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) derlediği verilere göre Türkiye’de son 20 yılda en az (yaklaşık) 2.000 madencinin madenlerde ölmüş olması yalnızca “toplumsal cinayet” olarak tanımlanabilir.
Mevcut bilimsel ve teknik gelişme seviyesi, uluslararası işçi sınıfının demokratik denetimi altında hiçbir işçinin güvenliğini riske atmadan madencilik yapılmasına olanak sağlarken, kapitalizm altında işçiler kâr sunağında kurban edilmektedir.
(…)
Sosyal medyada on binlerce kişi Amasra madenindeki ölümlerden hükümet ihmalini sorumlu tutarken, Erdoğan’ın Twitter’daki ilk tepkisi “provokatif ve dezenformasyon içeren art niyetli içeriklere itibar edilmemesi” şeklinde oldu. İçişleri Bakanlığı sosyal medyadaki 12 hesap yöneticisi hakkında halkı “kin, nefret ve düşmanlığa alenen tahrik eden ve provokatif içerikli paylaşımlarda bulunduğu” gerekçesiyle adli işlem başlatarak geniş kitlelere gözdağı vermeye girişti.
Ertesi gün Amasra’ya giden Erdoğan, kendisinin başında bulunduğu devlete ait bir kömür madeninde meydana gelen ölümlerden sevinecek bir şey bulmayı başararak şunları söyledi: “Rabbime hamd ediyorum. Dün akşamdan bu yana, 24 saati bulmadan bir neticeye varmış olmamız bizleri bu noktada rahatlattı. Çünkü Soma’da biliyorsunuz çok uzun sürdü.”
2014’te Erdoğan hükümetine yakın Soma Holding’e ait özel madende gerekli önlemlerin alınmaması ve devlet yetkililerinin ve korporatist sendikanın buna göz yumması, 301 madencinin öldüğü bir katliamla sonuçlanmıştı.
Türkiye tarihinin bu en büyük maden faciasının ardından ülke genelinde kitlesel protestolar patlak verdi. Ne var ki, şirketin yönetim kurulu başkanı Can Gürkan 2019’da tahliye edilir ve Soma davasında tutuklu kimse kalmazken, hiçbir üst düzey devlet görevlisi bu önlenebilir kıyımdan sorumlu tutulmadı.
Erdoğan, Soma faciasının ardından “Bunlar olağan şeyler, bu işin fıtratında var” diyerek ölümleri normalleştirmeye çalışmıştı.
Erdoğan, aslında bir bütün olarak kapitalist egemen sınıfın işçilerin yaşamına ve sağlığına yönelik kayıtsızlığını yansıtacak şekilde, Amasra’daki felaketin ardından aynı şeyi söyledi: “Biz kader planına inanmış insanlarız. Bunlar her zaman olacaktır, bunu da bilmemiz lazım.”
Hükümet yetkililerinin “kader”den söz ederek sorumluluktan kurtulmaya çalışmalarına karşın eldeki sınırlı veriler Soma ve daha birçok maden faciasında olduğu gibi Amasra’da da işçilerin gerekli olduğu ve iyi bilindiği halde alınmayan önlemlerle kâr dürtüsüne kurban edildiğini göstermektedir.
2019 tarihli Sayıştay raporunda şu uyarıda bulunulmuştu: “2019 yılında müessesenin dengelenmiş üretim derinliği -300 metre olmuştur. Bu derinleşme, ani gaz degajı ve grizu patlaması gibi ciddi kaza risklerinin artmasına neden olmaktadır.”
TMMOB Maden Mühendisleri Odası Başkanı Ayhan Yüksel, yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Sonuç olarak burada ihmal nedeniyle oluşmuş bir kaza var… Biliyoruz ki iki ihmal var: Bir; gazın yükselmesi, iki; ateşin gazı patlatması. Bu iki ihmal olmasaydı zaten böyle bir kaza olmazdı.”
Hayatını kaybeden madencilerden Rahman Özçelik’in cenaze töreninde Özçelik’in ablası, Erdoğan’a, “‘Kardeşim 10-15 gün önce burada gaz kaçağı var demiş. Bizi yakında patlatacaklar’ demiş. Nasıl ihmal oldu?” diye sordu ama bir cevap alamadı.
Basında yer alan haberlere göre son üç yılda TTK’ye ayrılan ödeneğin yaklaşık yarısı ödenmemişti ve madenlerde madenci açığı vardı. 1970’lerin sonunda 5.000 işçinin çalıştığı Amasra tesisindeki madenci sayısı şu anda 720’ye kadar inmiş durumda. TTK’ye bağlı maden işçisi sayısı ise 40.000’in üzerindeyken 8.600’e indi.
Bu durum, daha az sayıda işçiye işi hızlandırarak daha fazla üretim yapma baskısı sonucunu doğurmaktadır. 20 Eylül’de madencilerin üyesi olduğu ve hükümetin hizmetinde bulunan sendikanın (Türk-İş ve ona bağlı Genel Maden İşçileri Sendikası) bürokratlarıyla birlikte Amasra’yı ziyaret eden Enerji Bakanı Fatih Dönmez, “üretim artış hedefini” ilan etmişti.
Sendikaların suç ortaklığıyla gerçekleştirilen geniş çaplı özelleştirmeler ve kuralsızlaştırma politikalarıyla işçilerin hem özelde hem de kamu sektöründe artan sömürüye tabi tutulması, on yıllardır devam eden bir toplumsal karşı devrimin merkezi parçasını oluşturmaktadır.
(…)
Amasra’daki maden faciası, kapitalizmin başta madenciler olmak üzere işçi sınıfının can güvenliği ve refahı açısından zararlı olduğunun altını çizmektedir. Kapitalizmin kâr, özel servet ve egemen sınıfların jeopolitik çıkarları biçimindeki aynı nesnel dürtüsü, COVID-19 pandemisinden dünya çapında 20 milyondan fazla insanın önlenebilir ölümüne ve sayısız insanın sağlığının kalıcı olarak bozulmasına neden olmuştur. Bilinen ve gerekli halk sağlığı önlemleri, mali piyasalara ve işçilerin işyerlerinde sömürülmesine bağlı olan belirli ekonomik ve mali çıkarlara ters düştüğü için uygulanmamıştır.
(…)
Madenci yakınlarının açıklamaları, Bartın’da bulunan devlete ait Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Amasra Müessese Müdürlüğü madeninde Cuma günü 41 işçinin öldüğü, altı işçinin ağır yaralandığı grizu patlamasının önlenebilir bir felaket olduğunu ortaya koyuyor.
Facianın ardından Amasra’ya giden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Biz kader planına inanmış insanlarız. Bunlar her zaman olacaktır, bunu da bilmemiz lazım,” diyerek ölümleri normalleştirmeye çalışmıştı.
Oysa 2019’daki Sayıştay raporu, üretim derinliğinin 300 metreye inmesinin grizu patlaması riskini ciddi olarak artırdığı uyarısında bulunarak güvenlik önlemlerinin alınması çağrısı yapıyordu. Erdoğan hükümetinin bu işçi katliamını “kader” diyerek kaçınılmaz olarak göstermeye çalışmasına karşın, madenci yakınlarının verdikleri röportajlar, 41 işçinin gerekli önlemlerin alınmaması sonucu ölüme gönderildiğini gösteriyor.
Hayatını kaybeden 30 yaşındaki madenci Mehmet Bulut’un eşi Buse Bulut, Medyascope’a verdiği röportajda olayın kaza değil cinayet olduğunu söyledi: “Öldürdüler. Bakın cinayet bu, kaza değil. Keserler, sansür yaparlar, kesmeyin… Öldürdüler.”
Bulut, madencilerin bir süredir metan gazı seviyesinin yükseldiğinden söz ettiklerini belirterek şunları ifade etti: “Bir haftadır diyorlardı ‘Gaz var, gaz var.’ Ölçmeden [işçileri] yollamışlar. Eşim üç aydır diyordu: ‘Havalandırmalar yapılacak.’ Sürekli ertelediler, sürekli. Benim eşim can çekişti, nefessiz kaldı, yandı.
Bulut, yetkililerin patlamadan sonra kendilerine bilgi vermediğini ifade ederek şunları ekliyordu: “17 saat cesedini bekledim, ceset torbalarını karıştırdık. Ceset bekledim, bilgi vermediler. Millet uzaya insan gönderiyor, yerin altından kocamı çıkaramadılar 17 saat. Akşam ambulanslar geçti vızır vızır. Ölmüş, haberim yok, ölmüş. Öldürmüşler. İhmal, kendi ceplerini doldurdular hep, öldürdüler. Kapatacaklar üstünü.”
Bulut, bir başka röportajda da madenci katliamına yol açan kasıtlı ihmale dikkat çekiyordu: “Kocam diyordu bana, ‘Bacalarda sıkıntı var. Temizlenmesi gerek’ diyordu… ‘3 aydır bacalar temizlenecek’ diyordu, üç sene önce rapor çıkmış, neredesiniz?”
Hayatını kaybeden Şaban Yıldırım’ın eşi Sena Yıldırım ise ANKA Haber Ajansı’na verdiği röportajda, eşinin Ekim ayı başında kendisine madendeki sorunları aktardığını belirterek şunları ifade etti:
“İhmal var, yüzde 100 ihmal var. 3 Ekim’de biz Ankara’ya gittik, bebekler için. Onun iki gün öncesi bana, hava temas sisteminin kötü olduğunu; bir 20 günde biteceğini, belki bitemeyeceğini, daha uzun sürebileceğini söylüyordu, tamir edilmesinin. Tüm işçilerin çıkacağını yani. Hatta izin konusunda “Belki parasız izin bile olabilir,” demişler. Ölmeden beş gün önce de zaten gaz konusunu konuştu. ‘Bir metan gazı var gibi gözüküyor,’ dedi.”
Şaban Yıldırım’ın kayınvalidesi Nesrin Akkuş da madencilerin kasıtlı ihmal sonucu öldürüldüklerini söyledi: “[Şaban] Tüm işçilerin çıkartılacağını söyledi. Yavrum, belki vefat etmeden bir hafta ya var ya yok, bizim evde konuşuldu. Dedi ki ‘Sena, belki bizi dışarı çıkartacaklar, tüm işçileri dışarı çıkartıp orayı temizleyecekler,’ dedi. Toptan temizlik yaptılar ama evlatlarımızı temizlediler. Toptan temizlediler… Şunu anlıyoruz ki bizim çocuklarımız pisi pisine gittiler.”
Mehmet Bulut’un kardeşi Muhammed Bulut, madendeki gerekli bakımın yapılmamasının 41 işçinin canına mal olduğunu söylüyordu:
“Madende 40 gün sürecek bir bakım var dediler. Bunlar biliyor, 3 aydan beri bu muhabbet varmış. Muhabbet, sadece muhabbet. Şu ana kadar bir şey yokmuş. Bu ayı atlayınca, bu ayı çıkınca izne ayrılacaklarmış sözde… Yapmadılar, uşakların canına mal oldular. 41 tane cana. Gaz ortamında, gaz var dediler. Tecrübesiz kişiler. 2019 yılında girdiler hepsi. Tecrübesiz, yanında tecrübeli kimse yok.”
Hayatını kaybeden madenci Soner Ak’ın eşi Özge Ak, ANKA’ya verdiği demeçte yöneticilerin metan gazı durumundan haberdar olduğunu ancak işçileri çalışmaya zorladığını vurguladı: “Anlatıyordu, ‘Gaz kokusu çok var,’ diyordu, ‘ama yapacak bir şey yok,’ diyordu. Şef, ‘Bize kömür lazım, sizin keyfiniz lazım değil,’ demiş. Adalet yerini bulsun istiyorum. 41 can gitti, hepsinin de çocuğu var.”
Soner Ak’ın annesi Fatma Ak, oğlunun “Anne, ocakta bir koku var, bizi çalıştırıyorlar,” dediğini aktararak şunları söyledi:
“Bize söylüyordu, ‘Anne, ocaklar kapanacak, gaz kokusu [var],’ diye söylüyordu. Bir hafta, 10 gün önce haberlerde söyleniyordu ‘koku varmış’ diye, haberlerden duydum. Ben zaten soruyorum; ‘Oğlum haberlerde bir şey diyorlar, bunun aslı var mı, gitme’ dedim. ‘Gitme oğlum bir şey olur.’ ‘Anne o zaman gitmemeyim mi? Sen bana para verecek misin,’ derdi. Ben de olsa verirdim, yok ki vereyim.”
BBC Türkçe’ye konuşan Şaban Yıldırım’ın yakını kahveci Rıfat Akgül, patlamadan iki hafta önce Yıldırım ile yaptığı bir sohbeti aktardı: “Şaban dükkâna geldi, ‘Abi sıkıntı var, işler çok zor, rahat çalışamıyoruz,’ dedi. Ne bakımdan oğlum dedim? ‘Ne bileyim abi, giriyoruz çıkıyoruz ama hayatımız tehlikede,’ dedi.”
Akgül sözlerini şöyle sürdürdü: “Çocuklar zaten içeride gaz sıkıntısı olduğunu amirlerine söylemişler ama ‘devam edin, çalışın’ yanıtını almışlar. Şaban bana, ‘Çavuşlara, tertip amirlerine de söyledik, Kasım ayında iki galeriyi kapatıp bakıma alacaklarmış, bizi 15 gün izne ayıracaklarmış,’ dedi.” Akgül buna şu yanıtı verdiğini belirtti: “Oğlum Kasım’a kadar kim öle kim kala, bir an önce bu sorunu halletsinler, dedim. Fazla sürmedi, cuma günü bu olay patladı.”
Madencileri sözde temsil eden Türk-İş’e bağlı Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS), konuyla ilgili BBC Türkçe’ye yaptığı açıklamada, “Belirttiğiniz yönde bir duyumumuz, işçi arkadaşlarımız tarafından sözlü veya yazılı hiçbir sorun sendikamıza iletilmemiştir,” dedi. Bu açıklamayla GMİS bürokrasisi ya açıkça yalan söylemekte ya da madencilerle en ufak bir iletişimlerinin olmadığını itiraf etmektedir. Her iki durumda da sendikal aygıt madencilerin başına gelen felakete göz yummuştur.
En son Cumartesi günü “Kurumumuzdaki tüm müesseselerimizde maden iş sağlığı ve güvenliği kurallarına sıkı sıkıya riayet edilerek üretim yapılmaktadır” açıklaması yapan TTK, bu iddialarla ilgili soruları yanıtlamadı.
(…)
Madencilerin dile getirdikleri risklere ve yaptıkları uyarılara rağmen üretimin devam ettirilmesi, hükümet, TTK ve sendika bürokrasisinin belirlenen üretim hedefleri için işçilerin hayatını hiçe saydıklarını ve bu önlenebilir felaketten sorumlu olduklarını göstermektedir.
20 Eylül’de, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, TTK Genel Müdürü Kazım Eroğlu, Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, GMİS Genel Başkanı Hakan Yeşil, GMİS yöneticileri, Bartın valisi ve belediye başkanı, patlamanın olduğu madeni ziyaret etmişti. Bakan Dönmez, yaptığı konuşmada, “Üretim artışı hedefimiz var… Geçtiğimiz yıl maden ihracatında 6 milyar dolarla rekor kırdık. Bu sene bu 6 milyar doları da aşacağız,” diyordu.
Orada bakanlık memurları gibi bulunan sendika bürokratları, hükümeti övmek dışında bir şey yapmadılar. GMİS lideri Hakan Yeşil’in patlamanın ardından ilk işi, işçilerin öfkesini bastırmaya çalışmak oldu. Yeşil, “Kimse provokatif eylemlere girmesin,” diyordu.
(…)
2014’te Soma’da 301 madencinin canına mal olan facianın hükümet ve şirket yönetimindeki sorumlularının serbest olması ve Amasra’daki faciaya verilen ilk resmi tepkiler, bu katliamın da üzerinin örtülmesi riskine işaret ediyor. Buna karşılık, Türk-İş ya da DİSK bürokrasisi, milyonlarca işçi arasındaki yaygın öfkeyi yatıştırmaya çalışmaktan başka bir şey yapmıyor. (2)
Ve son söz: 41 maden işçisinin yaşamını kaybettiği olayda (şu ana kadar bildiğim kadarıyla?) tek bir yetkili tutuklanmadı ya da istifa etmedi. Ve bu arada ekranlara sendika başkanının seçimi kazanması nedeniyle odasında köçek oynatılan göbek atmalı kutlamanın yapıldığı bir ülkede yaşıyoruz.
Ulaş Ateşçi, https://www.wsws.org/tr/articles/2022/10/17/splg-o17.html
Ulaş Ateşçi, https://www.wsws.org/tr/articles/2022/10/19/fptl-o19.html
Siyasi Haber