Büyük mutasavvıf şair Harabi, yaşadığı dönemden günümüze kadar gelen şiirleriyle unutulmazlar arasında yer alır. Asıl adı Ahmet Edib’tir. 1853 yılında İstanbul’da doğdu. İyi bir medrese eğitimi gördükten sonra Merdiven Köyü Bektaşi Tekkesi’nde Mehmet Ali Hilmi Dedebaba’ya ikrar verip tarikata girerek Bektaşi olur. Genç yaşında iken Mehmet Ali Hilmi Baba’dan nasip alır. Şiirlerinde bazen “Edip” bazen de “Harabi” mahlasını kullanır. “Edip Harabi” olarak da her iki adı kullandığı da olur. Edip Harabi İstanbul’da 1917’de öldü ve orada toprağa verildi. Harabi divan edebiyatının şiir ölçüsü olan aruz ile tasavvuf, sevgi ve toplumsal konularda şiirler yazdı. O’nun hiciv (yergi) dalında çok başarılı şiirleri var.
Harabi, yaşadığı dönemin en sıkıntılı sosyal ve siyasal durumunu bilen ve onun içinde yaşayan biriydi. O’nun bu yaşantısı şiirlerine de yansımıştır. Ayrıca ilişikte olduğu Bektaşi Tekkelerinin birçok babası ile de ilişkileri bir türlü iyi gitmemişti. Buna karşılık kendi çağının tanınmış gazeteci ve şairlerinden Ahmet Rıfkı ve Feylesof Rıza Tevfik (Bölükbaşı) gibi kişilerle dostluklar kurmuş ve onlara Alevi-Bektaşi öğretisini vermişti. Feylezof Rıza Tevfik, bu konuda Harabi’ye olan sevgi ve muhabbetini yeri geldikçe şiirlerinde dile getirir.
Feylesof Rıza Tevfik (Bölükbaşı) yazdığı ünlü yapıtı olan “Serab-ı Ömrüm” kitabının içindeki bir şiirinin son dörtlüğünde Harabi için şöyle der:
“Hü Dost!
Hanıgâh edindim bezm-i üşşaki,
Harabi Baba’ya oldum mülâki,
Sözleri kevsermiş kendisi saki,
Ben şimdi cennet-i alâ’ya girdim!..” der.
Anadolu Kızılbaş Alevileri şehir ve kasabalardaki Bektaşi dergahlarının babaları, İstanbul dergahları babalarının aksine, Harabi’yi hep sevdiler ve O’nu unutmadılar. Kızılbaş Aleviler Harabi’nin çağımıza yansıyan düşüncelerini hep sevip benimsediler. Alevi tören ve cemlerinde zakir ve ozanlar saz eşliğinde Harabi’nin deyişlerini büyük bir sevgiyle okurlar. Kızılbaş Aleviler katı şeriat uygulamalarında haksız ve yersiz fetvalar nedeniyle ve onları takviye eden padişah fermanlarından çok çektikleri için, haksızlığa karşı çıkan Pir Sultan ve Harabi’lerden hoşlanarak onların saflarında yerlerini almışlar. Sonra “Ferman padişahın ise dağlar bizimdir!” diyerek direnegelmişlerdir!..
İstanbul’da doğan ve daha 17 yaşında iken Bektaşi olan Edip Harabi, bir Bektaşi şair ve düşünürü olarak Vahdetname “Birleşme” adlı şiirinde insan ile Allah’ı şu düşünceleriyle dile getirerek O, günümüzün düşünce deryasına bir avuç su olup, serpilerek dökülür!..
Vahdetname
Daha Allah ile cihan yok iken,
Biz anı var edip, ilan eyledik!
Hakk’a hiçbir layık mekân yok iken,
Hanemize aldık mihman eyledik…
Kendisinin ismi henüz yok idi,
İsmi şöyle dursun, cismi yok idi!
Hiçbir kıyafeti resmi yok idi,
Şekil verip, tıpkı insan eyledik!
Allah ile burda birleştik,
Nokta-i amaya girdik birleştik,
Sırr-ı Küntü kenzi orda söyleştik,
İsmi şerifini Rahman eyledik!..
Aşikar olunca zat ü sıfatı,
Kûn dedik var ettik bu semavatı,
Birlikte yarattık hep kainatı,
Nam ü nişanını cihan eyledik.
Yerleri gökleri yaptık yedi kat,
Altı günde tamam oldu kainat,
Yarattık içinde bunca mahlûkat,
Erzakını verdik ihsan eyledik.
Asılsız fasılsız yaptık cenneti,
Huri gılmanlara verdik ziyneti,
Türlü vaidlerle her bir milleti,
Sevindirip şad ü handan eyledik.
Bir cehennem kazdık gayetle derin,
Laf ateşi ile eyledik tezyin,
Kıldan gayet ince kılıçtan keskin,
Üstüne bir köprü mizan eyledik.
Gerçi Kün emriyle var oldu cihan,
Arş-ı Kürsü gezdik durduk bir zaman,
Boş kalmasın diye bu kevnü mekan,
Ademin halkını ferman eyledik.
İrfan olan bilir sırrı müphemi,
İzhar etmek için ism-i azamı,
Çamurdan yoğurduk yaptık ademi,
Ruhumuzdan bir ruh revan eyledik.
Adem ile Havva birlik idiler,
Ne güzel bir mekan bulduk dediler,
Cennetin içinde buğday yediler,
Sürdük bir tarafa puyan eyledik.
Adem ile Havva’dan geldi çok insan,
Nebiler Veliler oldu mümayan,
Yüzbin kerre doldu boşaldı cihan,
Nuh Naciyullah’a tufan eyledik.
Salih’e bir deve eyledik ihsan,
Kayanın içinden çıktı nagehan,
Pek çokları buna etmedi iman,
Anları hak ile yeksan eyledik.
Bir zaman Eshab-ı Kefh’i uyuttuk,
Hazreti Musa’yı Tur’da okuttuk,
Şit’i çulha yaptık bezler dokuttuk,
İdris’e biçtirip kaftan eyledik.
Süleyman’ı Dehr’e sultan eyledik,
Eyyub’a acıdık derman eyledik,
Yakub’u ağlattık nalan eyledik,
Musa’yı Şuayb’a çoban eyledik.
Yusuf’u kuyuya attırmış idik,
Mısır’da kul diye sattırmış idik,
Zeliha’yı ona çattırmış idik,
Zellesinden bendi zindan eyledik.
Davut peygambere çaldırdık udu,
Kazadan kurtardık Lût ile Hûd’u,
Bak ne hale koyduk nar-ı Nemrud’u,
İbrahim’e bağ u bostan eyledik,
İsmail’e bedel cennetten kurban,
Gönderdik şad oldu Halil ür rahman,
Balığın karnını bir hayli zaman,
Yunus peygambere mekan eyledik.
Bir mescide soktuk Meryen Ana’yı,
Pedersiz doğurttuk orda İsa’yı,
Bir ağaç içinde Zekeriyya’yı,
Biçtirip kanına rızan eyledik.
Beyt-i Mukaddes’te Kudüs şehrinde,
Nehri Şeria’da Erden nehrinde,
Tathir etmek için günün birinde,
Yahya’yı, İsa’yı üryan eyledik.
Böyle cilvelerle vakit geçirdik,
Bu enbiya ile çok iş bitirdik,
Başka bir Nebi’y-yi zişan getirdik,
Anın her nutkunu Kur’an eyledik.
Küffarı Kureyşi ettik bahane,
Muhammet Mustafa geldi cihane,
Halkı davet etmek için imane,
Murtaza’yı ona ihvan eyledik.
Ana kıyas olmaz asla bir nebi,
Nebiler şahıdır Hakk’ın habibi
Biz anı Nebi’y-yi ihsan eyledik.
Hak Muhammed-Ali ile birleştik,
Hep beraber Kabe-kavseyn’e gittik,
O makamda pek çok muhabbet ettik,
Leylerel esrayı seyran eyledik.
Bu sözleri sanma her insan anlar,
Kuş dilidir bunu Süleyman anlar,
Bu sırrı müphemi arifan anlar,
Çünkü cahillerden pinhan eyledik.
Hak ile hak idik biz ezeliden,
Ta ruz-i Elest’te Kalubeli’de,
Mekan-ı Hüda’da bezm-i celide,
Cemalini gördük iman eyledik.
Vahdet alemini bilmeyen insan,
İnsan suretinde kaldı bir hayvan,
Bizden ayrı degil Hazreti Süphan,
Bunu Kur’an ile ayan eyledik.
Sözlerimiz bizim pek muhakkaktır,
Doğan ölen yapan bozan hep Hak’tır,
Her nereye baksan Hakk’ı mutlaktır,
Ahval-i vahdeti beyan eyledik.
Vahdet sarayına girenler için,
Hakkı hakkel yakın görenler için,
Bu sırrı Harabi bilenler için,
Birlik meydanında cevlan (dolaştık) eyledik.
Harabi, bu yukardaki şiirinde kendisine bir kıble bularak ve bu kıblenin adına da “adem” adını vererek, yeni bir çığır açmaya çalışmış. Sonra gerçek kıble “Adem”dir, demiş. O’na göre her şey ve her şeyin yaratıcısı olan Allah, “Adem”dedir, der. Zira insan olmadan, ne doğanın, ne de Allah’ın varlığını anlayacak bir nesne olmazdı…
*Araştırmacı