Devletin grev korkusu oldukça köklü bir geçmişe sahip. Grev hakkının tanınması konusunda yoğunlaşan tartışmaların yaşandığı 1950’lerde CHP hükümetinin Çalışma Müsteşarı, “Grev isteyen işçinin Türklüğünden şüphe ederim”diyebiliyor.
“GREV İSTEYEN İŞÇİNİN TÜRKLÜĞÜNDEN ŞÜPHE EDERİM”(1) / TUNCAY ATMACA
Devletin grev korkusu oldukça köklü bir geçmişe sahip. Grev hakkının tanınması konusunda yoğunlaşan tartışmaların yaşandığı 1950’lerde CHP hükümetinin Çalışma Müsteşarı, “Grev isteyen işçinin Türklüğünden şüphe ederim”diyebiliyor. Ve bu zihniyet bugün de hala devam ediyor. Grev hakkı 60’ların ilk yarısından 80’lerin başına yani 12 Eylül’e kadar nispeten özgür bir biçimde kullanılsa da “milli güvenlik” gerekçe edilerek sık sık kesintiye uğradı. Tabi bu “milli güvenlik” gerekçesi kimi zaman abartılarak da uygulandı. 12 Eylül faşist darbesinden sonra hazırlanan 82 Anayasasının 54. maddesi ile grev hakkı adeta ortadan kaldırıldı. Ve bugüne kadar bu madde de hiçbir değişiklik yapılmadı.
Grev kırıcılar
Anayasanın ve sendikal yasaların grevi cendereye alan hükümlerine rağmen yapılan grevler ise her dönem hukuksuz yöntemlerle kırılmaya ve etkisizleştirilmeye çalışıldı. Bunun son örneği Türk Telekom işçilerinin grevi gibi. Mevcut hükümet ve Telekom işvereni elele vererek grevi kırmaya çalışıyorlar. Yürürlükte olan mevcut 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nun 43. maddesi “işveren kanunu bir grevin veya lokavtın süresi içinde, 42. madde hükümleri gereğince hizmet aletlerinden doğan hak ve borçları askıda kalmış işçilerin yerine, hiçbir surette daimi veya geçici olarak başka işçi alamaz veya çalıştıramaz” deniliyor olmasına rağmen, telekom grevinde birçok yerde taşeron elemanlarının arızalara müdahale ettiği tespit edilmiş ve sendika bunun için Cumhuriyet Savcılıklarına suç duyurusunda bulunmuştur.
Mevcut hükümet ve telekom işvereni grevi kırmak için her yola başvurmaktadır. Grevdeki işçilere ve sendika yöneticilerine polis baskısı uygulanıp gözaltılar, hatta tutuklamalar yaşanırken, grevdeki işçiler yerine taşeron işçilerin polis nezaretinde arızalara müdahale ettirildiği ve bu ihlalleri engellemek isteyen grevdeki işçiler ise polisin sert müdahalelerine maruz kalmaktadır. Yani mevcut hükümet ve telekom işvereni kolkola grevi kırabilmek için akıl almaz yollara başvurmaktadır. Son olarak işçilerin ilaç alımlarını engellemek için Türk Eczacılar Birliği ile anlaşarak grevdeki işçilerin ilaç paralarını karşılamayacağını bildirmiştir. Türk Eczacılar Birliği, Eczacılar Odalarına gönderdiği yazıyla grevdeki işçilere ilaç verilmemesini istemiştir. Bunun üzerine İstanbul Eczacılar Odası “o zaman fırıncılara da söyleyin grevcilere ekmek vermesin” diyerek tepkisini göstermiştir. Bu ve benzeri olaylarla Telekom grevi kırılmaya çalışılıyor. Ve grev kırıcılığı o dereceye varmış durumdaki, üzerinden haftalar geçmesine rağmen yaşamsal bir sektör olan iletişimdeki grev günlük hayata yansımıyor.
Grev hakkı, yasaklar, grev ertelemeleri ve adeta bir labirent olan grev prosedürü ile etkisiz hale getirilmişken ve yasal grev hakkı tüm yasadışı uygulamalarla kırılmaya çalışılırken mevcut hükümet sessiz sedasız greve ilişkin yeni bir yasayı çıkarmaya çalışıyor.
Grevi yasaklama yasası geliyor
TBMM Adalet komisyonu, hükümet tarafından yeniden meclise sunulan temel ceza mevzuatına uyum öngören yasa tasarısını benimsedi. “Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” ile 170 kanunda değişiklik düzenleyen ve 651 maddeden oluşan tasarıda pek çok yasanın yanı sıra 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasası’nda da değişiklik yapılıyor.
Grevi savunmak da suç
Yapılmak istenen yasa değişikliğinde; grevin sürekli ya da geçici olarak yasaklandığı işyerlerinde bu kararı verenler, teşvik edenler, zorlayanlar veya propagandasını yapanlar 2 aydan 6 aya kadar hapis cezasına çarptırılacak. Grev kararı verenler, böyle bir kararın verilmesine veya uygulanmasına veya bunlara katılmaya ve devama zorlayanlar, teşvik edenler ve bu yolda propaganda yapanlar, greve katılanlar veya devam edenlere ise 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası verilecek. Hele bu grev “devletin şahsiyetine” karşı olursa uygulanacak ceza 4.5 yıla kadar çıkabilecek. Aynı yasa tasarısı ile grev erteleme kararına uymayanlar hakkında da ceza 6 aydan 2 yıla kadar cezayı öngörüyor.
Yasa tasarısı ile halen var olan ancak uygulanmaz hale gelmiş olan saçma sapan bir ceza da korunuyor. Buna göre grev uygulanan işyerinde “Bu işyerinde grev vardır “ ibaresi dışında, pankart, ilan ve afiş asanlar ile işyeri çevresinde grevciler için çadır, kulübe ve baraka gibi barınma yerleri yapanlar ve yaptıranlar hakkında 6 aya kadar hapis cezası verilecek. Diyelim şu anda sürmekte olan Telekom grevi ile ilgili olarak kartona yazılı “Grevde ki Telekom işçilerine başarılar” diye bir dövizi grev yerine astınız ya da soğuktan korunmak için bir grev çadırı kurdunuz, karşılığı yukarıda belirtildiği gibi altı ay hapis.
“Sendikalar kimin örgütü ?”
Kuşkusuz bu soruya verilecek yanıt işçi ve emekçilerin örgütü olduğudur. Ama gerçekten böyle mi? Ya da ne kadar böyle? Kabul edilir ki, işçi örgütleri olan sendikalar misyonlarının çok uzağına savrulmuş durumdadırlar. Başlangıçta kapitalizmi aşma perspektifiyle mücadele eden işçi örgütleri, giderek yozlaşmışlar, düzeni değiştirme perspektifinden uzaklaşmışlar ve sömürü düzeninin bir parçası haline gelmişlerdir. Genel olarak geçerli olan bu tespit Türkiye söz konusu olduğunda geçerliliğini yitiriyor. Türkiye’de işçi örgütleri mücadele sürecinde ve kendi iç çelişkileri sonucunda yozlaşmamışlardır. Daha baştan yoz örgütler olarak kurulmuşlar ve devletin ideolojik aygıtları olarak işlev görmüşlerdir. Bu nedenden dolayı hiçbir kritik “dönüşüm” anında belirleyici olmamışlardır. Elbette bunun bir dizi nedeni sıralanabilir. Ama yazının konusu bu değil. Şu kadarını söylemek gerekir ki; işçi örgütleri her zaman resmi ideolojinin çizdiği çerçeve içine hapsolmuştur. Bu da onların ideolojik planda bağımsızlaşmalarına ve sınıfa özgü yaklaşım ve pratikleri dayatmalarını engellemiştir. Sonuçta sendikalar güdümlü işçi hareketinin araçları durumuna gelmişlerdir. Öyle ki, işçi örgütleri yeni haklar elde etmek ve var olanı genişletmek mücadelesi vermek yerine kendisine “verilen” hakları kullanma sınırının ötesine geçmemiştir. Bugünde aynı şey yapılmaktadır.
İşçi ve emekçilerin en temel hakkı olan grev hakkı ile ilgili bir yasa tasarısı çıkarılmaya çalışılırken işçi örgütü olduklarını iddia eden sendikalardan bu konuda hiçbir tepki gelmemektedir. Öyle ki sanki hiçbir şey yokmuş, böyle bir yasa çıkarılmaya çalışılmıyormuş gibi sessizliklerini korumaktadırlar. Oysa daha dün Şovenizmin çılgınlığına kendilerini kaptırmış sendikalar ellerinde bayraklarla şovenizmin borazanlığını yapıyorlardı. Bugün kendilerini yakından ilgilendiren Grev yasasında ki değişiklikle ilgili tek bir şey bile yapmıyorlar. Bu da yukarıda belirttiğimiz gibi sendikaların devletin ideolojik aygıtları olduğu tespitini bir kez daha doğruluyor.
Sonuç
“Sivil” anayasa hazırlama iddiasında olan mevcut hükümet, temel bir insan hakkı olan greve karşı daha fazla yasakları ve cezaları aynı anda meclise taşıyor. Hedefi köklü devlet geleneğine sahiplenerek “Grevsiz bir gül bahçesi” yaratma isteğidir..
Buna karşı bugünden itibaren işçi ve emekçiler bu yasa tasarısının çıkmaması için protesto ve eylemlilikleri yükseltmeli ve yasanın çıkmasını engellemelidirler.
1- Çalışma Bakanlığı Müsteşarı Fuat Erciyes, 1950. Aktaran A.Makal, 2007, İletişim yay.
*Çoban Ateşi Gazetesi, 22 Kasım 2007, Sayı: 33