“Hiçbir kömür ısıtmayacak,
babaları madende ölmüş çocukların yüreğini.”
Eyüp Yalur / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Çok ciddi sorunları olan maden işçileri her katliam sonrası gündeme gelirler. İktidar tarafından ‘şehit’ ilan edilir daha madencilerin cenazeleri morglarda ya da kaç metre yerin altında maden ocağından çıkarılmadan. Madenciler ölüm kuyularından çıkarılmadan aileleri susturmak, olayı örtbas etmek için madenci ailelerine verilecek para miktarı açıklanır. İktidar mensupları maden emekçilerinin neden bu ölüm çukurlarında çalışmak zorunda olduklarını gayet iyi bildikleri için bu aymazlığı beis görmezler. Muhalefet partileri sorunun çözümü konusunda sendikalarla ortaklaşa çözüm üreteceğine katliam sonrası beylik laflar ediyorlar.
Sendikal mücadelede işyeri güvenliği, işçi sağlığı, çalışma şartlarının iyileştirilmesi gibi hayati önem taşıyan konular ötelenerek “parasal” konular ön plana çıkarılır. Sözleşmeler maaşa yapılan zamlar üzerine imzalanır. Günümüzün sendikal anlayışı çalışanların ve toplumun beklentilerine çözüm üretmekte yetersiz kalmaktadır.
Maden kazalarının en önemli sebepleri kâr hırsıdır, üretimin artırılması baskısıdır, gerekli önlemlerin alınmaması ve cezasızlıktır. Çalışanların maden ocağındaki gaz kokusuyla ilgili şikayetleri dikkate alınmamıştır. İktidarın madenleri kapatmak ya da önlem almak gibi bir derdi bir kaygısı yoktur. Bir kez daha benzer katliamlar olabilir mesajını veriyorlar.
Çağdaş, demokratik ülkelerde işçilerin haklarını, menfaatlerini korumak ve geliştirmek için kurulan sendikalar ülkemizde siyasi, ideolojik, etnik, inançsal temeller üzerine kurulmuşlardır. Siyasi partilerin, iktidar partilerinin adeta arka bahçeleri olmuşlardır. Bunun için toplumu ve emekçi, işçi sınıfını kapsayıcı, kucaklayıcı olamamıştır. Her düşünceden siyasal İslamcı, milliyetçi, sosyal demokrat… sendikalar kurularak işçi sınıfının gücünü bölmüşlerdir. Bu durum sendikal mücadeleyi olumsuz yönde etkilemiştir. Bu da başta madenler olmak üzer önemli iş kollarındaki katliamları ve diğer olumsuzlukları önleyemedikleri için üye ve prestij kaybına, işveren karşısındaki pazarlık gücünün zayıflamasına neden olmaktadır.
İktidar başarısızlığının üzerini örtmek için “Madenlerde hiç kaza olmayacak diye bir şey yok. Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında, fıtratında bunlar vardır” derken bir gerçekliği ya tersyüz ediyor ya da görmemezlikten geliyor. İş güvenliği denen bir kavram vardır. İş yerinde gerekli önlemler alınır, gerekli teknik araç, gereçler sağlanır, yeterli sayıda iş güvenliği uzmanı, maden mühendisi, teknik eleman bulundurulur, maden ocağıyla ilgili veriler, raporlar ve uzman görüşleri dikkate alınır.
Hayatlarını kaybeden madenciler aile bireylerine “burası patlayacak” dediklerini kamuoyu ile paylaştılar. Gerekli önlemleri almayan iktidar ve maden ocağı yetkilileri bu katliamdan sorumludurlar. AKP genel başkanı “Hamdolsun 24 saati geçmeden 41 şehidimize ulaştık” diyerek bu sorumluluktan kaçamazlar. Belki yargı karşısına çıkmayacaklar ama sorumludurlar. Belki bir gün vicdanları ile hesaplaşır sorumluluğu kabul ederler.
AKP iktidara geldiğinden bugüne kadar 1890 madenci hayatını kaybetmiştir. Bu katliamlar ne kaderdir ne de madencinin fıtratında ölmek vardır. Tamamıyla iktidarın başarısızlığı ve suçu Allah’a yüklemektir. Ayrıca iktidarın bu katliama kaderdir demesi yargıya mesajdır, müdahaledir, tedbirsizliği, ihmalkarlığı, ölümleri meşrulaştırmaktır.
Fosil yakıtın dünyada sınırlandırıldığı hatta yasaklanmak üzere olduğu bir çağda 20, 50,70, 100,300…. gibi emekçiyi kurban (ölümüne sebep olmak) vermek hiç de insani, vicdani, ahlaki, hukuki değildir. “Türkiye’yi kıskanan” başta Fransa olmak üzere AB ülkeleri çevreci temiz yenilenebilir enerji kullanıyorlar.
301 madencinin öldüğü Soma davasında tutuklu kalmamıştır. Bu dava adliye koridorlarının tozlu raflarında yerini almıştır. Bugün yarın Bartın Amasra’daki katliam dosyası da Soma dava dosyasının yanındaki yerini alarak benzer dosyaların gelmelerini bekleyeceklerdir.
ASHAB-I KEHF (Mağara arkadaşları) dönemin hükümdarından kaçarak sığındıkları mağarada yedi arkadaş 300 yıl uyuduktan sonra, tekrar başka bir dünyaya başka bir ülkeye uyanmışlar. Keşke bu ülkede de son 20 yılda kadınları, çocukları ve madencileri 20 yıl uyutabilseydik. Bunca acıyı onlara ailelerine yaşatmasaydık, yaşamasaydık.