Ey despotizm şunu iyice bir yere yaz ki her türlü engele ve kepazeliğe rağmen ne aklımı kullanmama ne de ağzımı açmama engel olamazsın. Dolayısı ile fikir ve basın özgürlüğüne hiçbir zaman despotik sistemler engel olamadıkları gibi bu gün de engel olamazlar!
Düşüncesi ve yazdıklarından dolayı işkence görüp- tutuklanıp cezaevine konanlar, idam edilmelere rağmen ne akıllar durmuş ne de akıl ve akıllar – düşünce ve düşünceler tekleşmiştir. “Benim gibi düşün diyenler (…)” sonunda kayıp etmiştir. Despotikler düşünce özgürlüğünü geçmiş tarihten bu yana engelleyemedikleri gibi bu gün içerisinde yaşadığımız dönemde de engelleyemezler. 21. yy. despotik sistemlerinin böyle bir yaptırımına izin verilmemeli… Ağzından çıkan sözler ve türküler için dün Nesimi’nin derisini yüzenler o türkülerin günümüze kadar gelmesini engelleyemediler…
Ey sen despotik sistem! Eleştiri ve özeleştiriden anlamayan, ironi yazı ve yazılardan öcü gibi korkan, hiciv şiirlerden anlamayan, satirik anlatımdan hiç mi hiç anlamayan bir Padişah’mısın ya da kontrol delisi (control Freaks) mısın?
Ey 21. yy. despotizmi, [“( …) daha önceleri Halife-i Müslimin olan Padişah’a methiyelerde düzen Nefi’nin günün birinde onu hicvedeceği kimin aklına gelirdi? Padişah’a karşı yazdığı alaylı ve yergili hicvinden dolayı 26 Ocak 1635’te idam edilmeden önce Nefi’ye saldıran Şeyhülislama karşı Nefi bir şiirinde şöyle demektedir; Müfti efendi bize kafir demiş / Tutalım ben ona diyem Müslüman / Lakin varıldıkta ruz-i mahşere / İkimizde çıkarız orada yalan… Daha sonraları tahta geçen 4. Murat Han Nefi-i Baş katipliğe (Günümüzün kültür bakanlığı) diyelim tayin etti fakat kimseye ilişmemesini söyledi. Her ne kadar Nefi Padişah’a bu konuda söz verse de yaradılışı icabı, kalemini durduramayıp Sadrazam Bayram Paşa hakkında şu hicvi yazar; Gürcü hınzırı, a Samsun-ı muazzam, a köpek / Nerde sen, nerde Sadrazamlık, a köpek / Vay ol devlete kim ola mürebbisi anun / Bir senin gibi deni cehl-i mücessem, a köpek(…) “ -HİCİV adlı yazımdan alıntı-Fevzi Kartal], orta çağda bu güzelim insanların ağzını kapatamayanlar bu yüzyılda da asla ve asla kapatamayacaklardır ki bu iyice bir yere yazılmayı hak ediyor, değil mi?
Yazdıklarından, söylediklerinden dolayı öldürülen gazeteci, gazeteci ve yazarlar, daha bu gün hukukçu ELÇİ … Bu neyin nesi? Tarihsel olarak incelendiğinde bu devletin yapısında Teşkilat-ı Mahsusa zihniyeti hep ola gelmiştir ve bu vesile ile bu öldürme terörist eylemlerinde devletin parmağı vardır. Asıl suçlu buradan aranmalıdır. Gelmiş geçmiş bütün bu tür olaylarda devletin yakasına yapışılmalıdır ve de iç ve dış hukuk yollarına baş vurularak bütün dünya nezlinde bu devletin terörist eylemlerinin faili olduğu açığa çıkarılmalıdır. Bu devletin bir terörist devlet olduğu orta yerde durmaktadır. Hep bu terörist eylemlerle öteden beri yol alınmak istenmiştir tek akıl, tek düşünce, tek ırk, hep tek tek; çoğul olana düşmanlık.
Başbakan kalkmış diyor “Elçi iki ateş arasında kalmış olabilir”. Hep böyle uyduruk bahanelerle nereye kadar? Bu tür açıklamalar merhamet ve vicdan yokluğu, akıl tutulması değil de nedir? Sağ duyulu olmak bunun neresinde?
Efendim, “Gazeteciler Suriye’ ye giden tırlarda silah vardı demişler(…) ve de devletin sırlarını açıklamışlar” Suriye’ ye silahların gittiğini ve Daeş’e ekonomik destek- petrol alımı, lojistik destek verildiğini bütün dünyanın istihbarat birimleri biliyor, bütün dünya basını yazıyor, ‘Mısır’daki sağır sultanlar dahi biliyor’. Şimdi ayyuka çıkan bir durumu yazmak gazetecilerin suç işlemesi anlamına mı geliyor?
Miroğlu kraldan daha kralcı geçinerek bakın ne kadar cahilane bir analizle durumu izaha çalışıyor ki bu kadarı da ‘pes yani’ diyelim mi? “C. Dündar gazetecilik yapmadı, hükümeti meşru olmayan yollarla devirmek için, mücadele etti”. O zaman bu yollar yöntemler iç hukuk önünde delilleri ile ispatlamayı gerektirmiyor mu? Gerçi iç hukuk bir çeşit Recebiye tek adam hukukuna dönüşmüş durumda. O zaman dış hukuk yollarına gidilerek yapılmayı hak etmiyor mu? Böyle mahalle dedikodusu analizleri ile olmuyor bu işler ve de bana inandırıcı hiç mi hiç gelmiyor… Şimdi burada yeri değil ama ben evrensel normlara dayalı bir dünyasal çapta bir hukuk yasalarından yanayım ve bu yapılmalı. Böylelikle ulusal denilen uyduruk iç hukuk yasaları ile “Atını alıp Üsküdar’ı geçip” keyfi yargılamalar yapamazlar ve de böylelikle bir kontrol mekanizması ve denge mekanizması –yargılamanın hakkaniyeti oluşmuş olur diye düşünüyorum… Şöyle bir bakıyorum Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları, bazı uygunsuzluklar ve hak etmemeler hariç, en azından tartışılarak–delilleri ile gözden geçirilerek verilebiliniyor. Ya Türkiye Cumhuriyeti’nde ? Bu 21. yy. da olacak iş değil!!!
Şeriat devletinde mahallede üç kişinin “bu adam içki içiyor” demeleri yeterli olabilir; ama hukuk devletinde, (zaten Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman hukuk devleti olamadı), bu yollu “Hükümeti devirmek için ( …)” açıklaması yeterli bir onay verme bu gazetecilerin yargılanmasını haklı çıkarma yazısı olamaz.
Bence, bu gazetecilerin yargılanmaları fiili bir şeriat hükümleri çerçevesi içerisinde kalınarak yargılanıyorlar…
Türkiye Cumhuriyeti’nden birey olarak kimler yargılanmadı “devletin sırlarını vermekten ( …). Devleti ve anayasayı ilgaya(…) teşebbüs etmek”ten hiçbir temel hukuki gerekçe gösterilmeden. 29/11/15