Ekim Devrimi’nin yolunu açtığı Devrimler Çağı’na, yani devrimin güncelliğine büyük değer biçen birisi olarak; 100. yıl vesilesiyle açıklanan çeşitli düşüncelerin, yeni bir tartışma zemini olmaktan çok tartışmalı “tartışmalar”ın değerlendirilip, deşifrasyonuna yol açtığını düşünüyorum.
EKİM DEVRİMİ
İLE TARTIŞMALI “TARTIŞMALAR”I
TEMEL DEMİRER / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
DEVRİM NOTLARI
EKİM’DE V. İ. LENİN ETKİSİ
EKİM “AŞILDI” MI?
V. İ. LENİN=DEVRİMCİ BİLİNÇ, TUTKU VE İRADE
ASLOLAN
100. YIL HEZEYANLARI
YENİ(LENMİŞ) EKİM’LER İÇİN
EKİM DEVRİMİ İLE TARTIŞMALI “TARTIŞMALAR”I[1]
TEMEL DEMİRER
“Belli ki dağların, denizlerin
ve göllerin üzerinden
sıyrılıp gelmektedir seher
Belli ki yakındır
doğayı ve hayatı sarsacak saat.”[2]
G. R. Elton’un, “Tarih, imtiyaz sahibi olmayanların duygu ve özlemlerini sıklıkla kaydetmez,” saptamasını ezilenler lehine tashih eden Ekim Devrimi şahsında Devrimler Çağı’nın 100. yılındayız.
Ekim Devrimi’nin yolunu açtığı Devrimler Çağı’na, yani devrimin güncelliğine büyük değer biçen birisi olarak; 100. yıl vesilesiyle açıklanan çeşitli düşüncelerin, yeni bir tartışma zemini olmaktan çok tartışmalı “tartışmalar”ın değerlendirilip, deşifrasyonuna yol açtığını düşünüyorum.
Kimileri için 100. yılında Ekim Devrimi, bir “hamaset”tir; bizim için değil…
Çünkü sürdürülemez kapitalizm, günümüzde kendi işleyiş yasalarından kaynaklanan derin bir tarihsel krizin içinde kıvranırken; bu gerçeklik, Marksizm-Leninizm’in kapitalist sisteme ilişkin görüş ve analizlerinin doğruluğunu da çarpıcı biçimde kanıtlıyor.
Dünya kapitalizminin içinde debelendiği III. Büyük Buhran; sınıf odaklı Marksist-Leninist teoriyi bir kez daha tarihin acil gündem maddesi kılarken anımsatmadan geçmeyelim: 1905 Devrimi yenilip de gericilik yılları başladığında, devrimci yükselişin yeniden geleceğini, bu ana kadar devrimin deneyimlerinin elden geçirilerek geleceğe aktarılması gerektiğini söyleyen V. İ. Lenin’e göre temel görev, “Devrimci mücadelenin geleneklerine bekçilik etmek, bu gelenekleri geliştirmek ve kuvvetlendirmek, geniş halk kitlelerinin belleğine yerleştirmekti.”[3]
Bugün, Ekim Devrimi’nin 100. yılında bizim yapmak zorunda olduğumuz da tamı tamına budur; tartışmalı “tartışmalar”ı değerlendirip, deşifre ederek…
DEVRİM NOTLARI
Bir “darbe olduğu”ndan da söz edilen Ekim Devrimi, Marksist-Leninist tahayyül ve tasavvurun somutlandığı bir devrimci praksistir.
Devrimin toplumu köklü bir dönüşüme uğrattığını, kitlelerin bilincinde sıçramalı bir değişim yaşandığını vurgulayan Friedrich Engels’e göre, devrimler, yirmi yıla yayılan olayların tek bir güne sığdığı olağanüstü süreçlerdir. Toplumsal değişim kopuşlar ve sıçramalarla ilerler. Bunun içinde gelgitler, dönüşler, imkân dahilindedir.
Her yönden bastırılan, tutucu bir yaşamın içine itilen, sanat, edebiyat, felsefe, bilim ve politikadan uzaklaştırılan emekçi yığınlar, devrim fırtınası esmeye başladığında müthiş bir hızla öğrenmeye koyulurlar. Toplumsal ilişkiler, alışkanlıklar, sınıflar arası hiyerarşi ve bunun sonucu olarak gelişen tutumlar kökten bir değişime uğrar ve devrimin alevleri içinden yepyeni ilişki ve alışkanlıklar fışkırır.
1917 Ekim Devrimi de budur; böyledir.
Ancak bu gerçek, “Devrim Şubat’ta oldu ve Ekim’de (1917) Bolşevik Parti devleti ele geçirdi. Zira devrimi halk yapar, örgüt yapmaz,”[4] türünde sunulamaz; bu yapılırsa, Kışlık Saray’ın fethinden 1922’lere dek uzanan iç savaş, devrimin zaferi süreci yani Ekim sonrası “es” geçilmiş olur ki, Fikret Başkaya’nın düştüğü hata da budur.
Örneğin China Mieville’nin, “Her tramvay vagonu, her kuyruk, her köy toplantısı, politik tartışmalara ev sahipliği yapıyordu. Kaotik yeni festivaller yapılıyordu, Şubat olaylarının yarattığı büyülü hava yayılıyordu. Çarın heykelleri devriliyor, bazen, bu amaç için tekrar dikiliyordu. (…) Çara ait semboller, portreler, heykeller, kartallar tahrip edildi. Devrimci ateş, beklenmedik hastalara bulaştı. Ortodoks rahibe ve keşişler ‘reaksiyoner’ üstlerini dışlayarak radikal dili benimsediler. Kilisede, hiyerarşinin tepesinde yer alanlar, devrimci ruh hâlinden şikâyet ediyorlardı,”[5] diye tarif ettiği 1917 Ekim Devrimi, 1905’in aksine geleneksel değerlerin de karşıya alındığı, politik bilincin radikal bir dönüşüme uğradığı, her şeyin sorgulandığı bir devrimdir ve tarihi gerçekler Fikret Başkaya’nınki benzeri yanılgıları tashih etmektedir.
Yerkürenin değiştirildiği en önemli kopuşlardan birisi olarak tarihe geçen 1917; Çarlık rejimine son verip, dünyanın ilk sosyalist iktidarını kurdu.
Aslı sorulursa Çarlık Rusya’sında sosyalist devrimin gerçekleşmesini bekleyen yok gibiydi. 1917 başında İsviçre’nin Zürih kentinde V. İ. Lenin bile, “Biz yaşlılar, gelecekteki devrimin tayin edici savaşlarını göremeyeceğiz,” diyordu.
Yani tarih devrimcileri sarsarak uyandırmıştı.
1917’nin Şubat günlerinde sokaklarda ekmek kuyrukları ve huzursuzluk paralel bir şekilde artarken o dönemde Bolşevik Merkez Komitesi’nin başındaki Aleksander Şlyapnikov, ekmek isyanından bir devrim çıkabileceğine inanmıyor ve “Bunlara biraz ekmek verin, bütün hareket bitecektir,” diyebiliyordu…
Büyük çalkantılar içinde 27 Şubat’ta askerler arasında ilk itaatsizlikler başladı. Bazı erler halka ateş açmak istemiyordu, bir asker ise kendisine ateş emri veren üstünü silahıyla öldürdü.
O güne kadarki en büyük eylemlerden biri 3 Mart 1917’de, kentin büyük endüstri tesislerinden biri olan Putilov’un işçileri tarafından örgütlendi. Hükümete karşı yapılan bu eylem ve grevler, sonraki günlerde artışa geçti. Eylemcilerin talepleri arasında “barış ve ekmek” yer alıyordu.
16 Nisan 1917’de Rusya’ya dönen V. İ. Lenin, tezlerini üretip, özetle şunları dedi:
“Yeni hükümet kapitalisttir, sermaye ile savaş arasında çözülmez bir bağ vardır, bu yüzden sermayeyi devirmeden savaşı sonlandırmak mümkün olmayacak.
Geçici hükümetin vaatleri yalandır. Kapitalistlerden emperyalistliği bırakmasını talep etmek kitlelerin boş hayal kurmasına yol açar, bu yüzden iktidarın maskesini düşürmeliyiz.
Partimizin küçük burjuva fırsatçılara karşı azınlıkta olduğu bilinmeli.
Rusya’daki devrimin ilk aşamasında iktidar burjuvaziye geçti, ikinci aşamasında işçilere ve köylülere geçmeli. Parlamenter cumhuriyet değil, iktidarın işçi ve köylü sovyetlerine geçtiği bir cumhuriyet olmalı.”
Bu iktidar ikiliydi; bir yanda Geçici Hükümet ve öteki yanda Petrograd Sovyeti…
12 Mart 1917’de kurulan Petrograd Sovyeti, kentteki işçi ve askerlerin üye olduğu bir konseydi.
Nisan ayında bu ikili iktidar gerçeğinin altını çizen V. İ. Lenin, bu durumu şöyle açıklamıştı:
“Devrimimizin bir ikili iktidar yaratmış bulunmak gibi büyük bir özgünlüğü var. Bir ikili iktidarı eskiden kimse ne düşünmüştü, ne de düşünebilirdi.
İkili iktidar neye dayanıyor? Geçici hükümetin, burjuvazi hükümetinin yanında, henüz güçsüz, tohum durumunda, ama gene de gerçek, söz götürmez ve büyüyen bir varlığı olan bir başka hükümetin: işçi ve asker vekilleri sovyetlerinin kurulmuş bulunmasına.
Bu iktidar, 1871 Paris Komünü ile aynı tipte bir iktidardır ve başlıca belirtici özellikleri de şunlardır:
i) İktidar kaynağı, bir parlamento tarafından daha önce tartışılmış ve onaylanmış bir yasa değildir. Fakat, kitlelerin bulundukları yerde aşağıdan yukarı doğrudan inisiyatifidir. Bugünlerdeki bir ifadeyi kullanmak gerekirse dolaysız ele geçirmesidir;
ii) Halktan kopuk ve halka karşı kurumlar olan polis ve ordunun yerine, tüm halkın doğrudan silahlanmasıdır. Bu iktidar altında, kamu düzeninin korunması, silahlı işçi ve köylüler, silahlı halk tarafından sağlanır;
iii) Görevliler ve bürokratlar ya halkın doğrudan iktidarıyla kaldırılırlar ya da özel bir denetim alınırlar. Seçimle göreve gelirler. Bunun da ötesinde halkın ilk talebinde geri çağrılabilirler ve böylece burjuva kıstaslarına göre yüksek maaş alan, ayrıcalık sahibi, bir kesim olmaktan çıkartılır, işinin ehli bir işçinin ortalama maaşından daha fazla kazanmayan, özel işleri olan işçilere dönüştürülürler.”
İşçilerin, askerler ve köylülerin sınıfsal eylemlerini, öfkelerini yönlendirmeyi başaran Bolşevikler ileri adımlar atarak, kitleleri kazandılar.
V. İ. Lenin 21 Ekim’de yazdığı mektupta ayaklanmanın taktiksel ayrıntılarını şöyle açıklıyordu:
“Bütün iktidarın sovyetlere devredilmesi gerektiği artık açıktır. Ancak şu anda irdelenmesi gereken şey birçok yoldaşımızın muhtemelen net olarak farkında olmadığı, yani gücün sovyetlere devrinin pratikte silahlı bir ayaklanmayla yapılması gerekliliğidir. Silahlı ayaklanmayı reddetmek artık Bolşevizmin sloganını da reddetmek anlamına gelmektedir.”
“Karl Marx’ın görüşleri Rusya ve Ekim 1917’ye uyarlandığında, Petrograd’a ani ve en hızlı şekilde eşzamanlı taarruza geçmek gerekmektedir. Üç ana gücümüz donanma filosu, işçiler ve ordu birimleri bir araya gelmeli ve hiçbir şekilde başarısızlığa uğramadan, bedeli ne olursa olsun telefon santrali, telgrafhane, garlar ve hepsinin ötesinde köprüleri işgal etmelidir.”
Sonunda Geçici Hükümet’in devrilmesi için 6 Kasım’ı 7 Kasım’a bağlayan gece düğmeye basıldı.
7 Kasım akşamı Kışlık Saray’a top atışları yapan Aurora savaş gemisi ayaklanmanın başladığını haber veriyordu.
8 Kasım gününün ilk saatlerinde Geçici Hükümet’in elindeki son nokta olan Kışlık Saray da Bolşevik güçleri tarafından ele geçirildi. Bazı isyan girişimleri de Bolşeviklere bağlı Kızıl Muhafızlar tarafından hızlıca bastırıldı ve kısa süre içerisinde Bakû, Moskova ve Vladivostok gibi yerlerde sovyet yönetimleri kuruldu.
V. İ. Lenin, 18 Kasım’da yaptığı konuşmayla devrimin zaferini ilan etti:
“Artık devletin yönetimini kendi ellerinize aldığınızı hatırlayın. Eğer birlik olmaz ve devletin tüm işlerini elinize almazsanız bundan sonra kimse size yardım edemez. Bundan sonra devlet otoritesinin birimleri ve tüm güce sahip yasama organları kurduğunuz sovyetler olacaktır.”
Burada durup, Fikret Başkaya’nın yukarıda değindiğimiz saptamasını anımsatarak ekleyelim:
Geçici Hükümet 25 Ekim günü akşam 9’da, “Bolşeviklerin nihai ve kararlı bir şekilde tasfiye edilmesine dönük yöntemleri belirlemek” üzere Kışlık Saray’da toplanmıştı.
Ertesi gün gece 2’de işçiler sarayı bastı ve yöneticilerinin kararlı ve nihai tasfiyesini gerçekleştirdiler.
Kışlık Saray’ın basılması, 1917 Ekim Devrimi’nin zirve noktası oldu. Sosyalist gazeteci John Reed, ‘Dünyayı Sarsan On Gün’ başlıklı yapıtında tanık olduklarını şöyle tarif etmişti:[6]
“Siyah bir nehir gibi, sokakları doldurup, şarkısız ve slogansız Kızıl Arktan içeriye aktık…”
O anda sarayı sadece sayıları azalmış birkaç sadık birlik koruduğundan çok az direniş olmuştu. İşçiler yaklaşınca Kazaklar ve atlı birlikler ortadan kayboldular.
“İlk iki-üç yüz adamın Kızıl Muhafızlardan olduklarını, aralarında birkaç dağınık askerin olduğunu görebiliyordum,” diye yazmıştı Reed.
“Ana geçidin her iki tarafında da kapılar ardına kadar açılmıştı. Dışarıya ışık sızıyor ve o dev kalabalıktan en ufak ses bile gelmiyordu.”
Sembolik olsa da isyan Kışlık Saray’dan çok daha fazlasını aldı.
Silahlı işçiler demiryolu istasyonlarını, telgraf ofislerini ve diğer önemli iletişim noktalarını ele geçirmişlerdi. Bu yolla Rusya’nın tüm işçilerine isyana katılma çağrısını yayabildiler.
Söz söyleyemeyecek kadar budala insanlar olarak görülüp kenara atılan işçiler, şimdi iktidarın koridorlarında yürüyorlardı.
Şubat 1917’de Çarlık diktatörlüğünün yerini alan Geçici Hükümet’in yaşattığı derin hayal kırıklıkları en üst noktaya çıkmıştı.
Petrograd isyan dalgasının yükseldiği günlerde devrimci bir mayalanma içindeydi. Seçim basitti: Sosyalist devrim ya da ölümcül bir gericilik.
“Bir tarafta Monarşi yanlısı basın isyanın kanla bastırılması için kışkırtıcılık yapıyor,” diye yazmıştı Reed.
“Diğer taraftaysa Lenin müthiş sesiyle “İsyan! Artık bekleyemeyiz” diye kükrüyordu.”
Otoritelerin arkasından çekilen destek Petrograd Sovyeti’nin arkasında toplanıyordu.
Kerensky ve Geçici Hükümet Kazakları işçilerin üzerine salmaya çalıştı. Sözde Napolyon’un yenilmesine katkı yapmış Haç Törenini tekrarlamayı planlıyorlardı.
Törenin çağrısı, Petrograd Sovyetinin kent genelinde kitlesel mitingler planladığı gün yapılmıştı.
Sovyetler doğrudan Kazaklara, generallerinin karşısına dikilme çağrısı yaptı. Çağrıda şöyle deniliyordu: “Bizden nefret edenler yiyicilerin tamamı, zenginler, soylular, generaller ve sizin Kazak generalleriniz.”
“Petrograd Sovyetini yok edip Devrimi ezmeye her an hazırlar.”
Kazak liderleri töreni iptal etmek zorunda kaldı.
Bolşevik merkez komitesi ve önderliği 23 Ekim’de toplanmış ve 10’a 2 silahlı isyandan yana karar almışlardı.
Çıkan kararda “silahlı isyanın kaçınılmaz” olduğu ve “zamanın tamamen olgunlaştığı” söyleniyordu.
Tek tek fabrikalarda, kışlalarda ve mahallelerde Bolşevik partisi “Tüm iktidar Sovyetlere” sloganıyla hareket ettiler.
Bolşevikler isyan kararının alınmasını sağladı ancak çağrı Petrograd Sovyeti’nin Askeri Devrimci Komitesi’nden geldi.
Ekim Devrimi işçilerin kitlesel katılımıyla gerçekleşti. Diğer Sovyetlere isyanı desteklemeleri talimatı verildi.
Aurora Kruvazörü Kışlık Saraya kuru sıkı toplar attığında, Petrograd’ın büyük kısmı işçilerin elindeydi.
Sarayın zaptı tamamen sembolikti. Ancak işçiler sadece sarayı basmakla kalmamış, devletin en yüksek katına çıkmışlardı.
Sovyetler veya işçi konseyleri, 1917 devriminin ve yeni işçi devletinin motorlarıydı. Gerçek işçi iktidarının neye benzeyebileceğine dair bir ipucu sunmuşlardı.
Sovyetler çoğunlukla işçi ve askerlerden oluşan konseylerdi.
Doğrudan devrimi örgütleme ihtiyacıyla ortaya çıkmışlardı.
İşçiler, köylüler ve askerler devasa Tüm-Rusya Kongrelerinde devrime ilişkin deneyimlerini paylaşıyorlar ve tartışıyorlardı.
Devrimin tanıklarından Sukhanov, ziyaret eden köylülerin “gür, kahramanca marşlarını devrime adadıklarını” yazmıştı.
“Dinleyenleri heyecana gark ediyorlar, onları ele geçiriyorlar ve bir şekilde aydınlatıyorlardı. Onları devrimin o kahramanca duyguları içinde tek vücut kılıyorlardı.”
Sovyetlerin gücü, işçileri en güçlü oldukları yerde örgütlemelerinden ileri gelmişti.
Petrograd’taki sovyetler, kentte Rus kapitalizminin omurgası olan devasa fabrikalarda temellenmişti.
Dolayısıyla işçiler toplumun nasıl yönetileceğine dair sözlerini söyler olmuşlardı.
Öyle güçlendiler ki, en sonunda Rusya’nın kapitalist Geçici Hükümeti’nin yerini aldılar.
Bundan ötürü sovyetler aynı zamanda demokrasinin de en üst noktasıydı.
Her Sovyet, bugünkü yöneticilerin aksine doğrudan kendilerini seçen işçilere hesap veren delegelerden oluşuyordu.
İşçiler karar aldığında delegeler hemen geri çağrılabiliyorlardı – ve çok defa geri çağrılmışlardı da.
Her büyük ayaklanmada, sovyet tipi yapılar örgütlenmişlerdi ancak Rusya’da gerçek güce sahiptiler.
Sovyetler bir toplumu örgütlemenin en demokratik yollarından biri olmakla kalmayıp, geleceğin olanaklarına da işaret etmektedir.[7]
Bunlara bir de Kızıl Süvariler ile iç savaş tarihi eklenmelidir…
EKİM’DE V. İ. LENİN ETKİSİ
Devrimler nadir olaylardır; tarih sahnesine her zaman çıkmamakla birlikte, tarihi hızlandıran büyük alt üst oluşlar ve en önemlisi insan(lık) iradesini öne çıkartan kopuşlardır.
Bu bağlamda Ekim Devrimi -ancak 72 gün yaşayabilmiş Paris Komünü ile-, tarihte ilk kez ezilen ve sömürülenlerin, sömürücü sınıflardan herhangi birisinin peşine takılmaksızın bağımsız çıkarları doğrultusunda sahneye çıkıp, sınıf iktidarlarını kurdukları bir gerçeklikti.
Kimilerince “milli” olmakla “suçlanan” Ekim Devrimi dünya devriminin başlangıcıdır. “Rus” değildir tüm dünya işçi sınıfının devrimidir. Kurduğu işçi devletinin adında “Rus” geçmez, bayrağında “çift başlı kartal” veya “Slavların kırmızı, mavi, beyaz renkleri” yoktur. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) adı, hiçbir “ulusal”lığı çağrıştırmaz; hatta bir coğrafyayı da… Bayrağında işçinin çekici, köylünün orağı vardır. Devrimin rengi ise tüm dünyada kızıldır. “Barış, ekmek ve toprak” için kurulan bir düzendir SSCB…
Kaldı ki “Barış, ekmek ve toprak” talebi sadece Bolşevikleri iktidara getirmekle kalmadı. Sovyet iktidar kitlelerin kendi talepleri için mücadelesinin önünü açtı ve en ileriye kadar taşıdı. Böylece yoksul halk kitleleri en temel yaşamsal ihtiyaçları için mücadele ederken yeni tipte bir devletin, yani proletarya diktatörlüğünün temellerini attı.
Ekim Devrimi, XX. yüzyılın kaderini belirlemiş, iki dünya savaşını bitirmiş, kapitalizmin barbarlığının yükselişinin ifadesi olan faşizmi yenilgiye uğratmış, yeni bir devrimler çağını, proleter devrimleri çağını açmış, kendinden sonra yaşanan devrimlerin anası olmuştur.
Abartmasızca diyebiliriz ki, Ekim Devrimi tarihin şimdiye dek gördüğü en köklü toplumsal devrimdir ve hâlâ aşılamamıştır.
İnsan(lık)ın temel soru(n)ların çözümü yolundaki emsalsiz bir atılım olan Ekim Devrimi, bu müstesna niteliğine karşın hâlâ yeterince kavranabilmiş değildir.
Evet insan(lık) tarihinin en heyecan verici hadiselerinden biri olan Ekim Devrimi’ni, engin deneyimleri pek çok yönden ele alıp incelemek zorundadır.
Çünkü sosyalistlerin büyük bölümü 100. yılında Ekim Devrimi’ne hararetle sahip çıktığı hâlde, bunların çoğu Ekim Devrimi deneyimini derinlemesine irdelemekten yani, onu Ekim Devrimi yapan asli unsurlara (proletarya diktatörlüğü gibi) sahip çıkmaktan ısrarla kaçınmaktadır.
Bu yaygın bir durumdur. Çünkü Ekim Devrimi hakkında konuşmak kolay, ama onun gereklerini yerine getirmek zordur.
EKİM “AŞILDI” MI?
Kim ne derse desin, Ekim 1917 dünyayı sarsan kızıl bir fırtınadır…
SSCB’nin tarih sahnesini terk etmesiyle birlikte burjuvazi, işçi hareketi saflarında yaşanan kargaşadan yararlanmak ve sosyalizme karalar çalmak üzere pervasız bir şekilde harekete geçildi.
“Post”cu burjuva ideologları hep bir ağızdan “Komünizm öldü” söylencelerine sarıldı. Bu yalancılar şürekasına göre, “Sınıf mücadelesi bitmiş” ve “Tarihin sonu gelmişti”!
Onlara göre sosyalizm baskıcı ve totaliter bir rejimdi, eşitliği sağlamadığı gibi, tersine, bireyi ezmiş ve eşitsizlikler üretmişti. İnsanlık yeni devrimlerin peşinden koşmayacaktı artık. Zaten Marksizm yanlış bir doktrindi ve yanlışlığı pratikte ispatlanmıştı. Kuşkusuz bu zırvalar hâlâ sürüp gidiyor; ancak bilcümle egemen sınıf, yaktığı tütsülere ve okuttuğu onca dualara karşın öldü ilan ettiği Marksizm-Leninizm’in ruhunu kovabilmiş değil.
Marksizm-Leninizm’e dönük ideolojik saldırılar her zaman yaşanmaktadır. Fakat işçi hareketinin ağır darbeler aldığı ve devrimci öncüden yoksun olduğu gericilik koşullarında burjuva ideolojisi emekçi kitleler üzerinde daha bir etkili olur. Böyle dönemlerde öylesine bir atmosfer yaratılır ki, sanki kapitalizm ezelden beri mevcuttur ve hep böyle sürüp gidecektir! Devrim ve sosyalizm beyhude şeylerdir ve beyhude bir çaba içinde olmak ahmaklıktır!
Burjuva ideologları tarihi sınıflar üstü bir süreç olarak sunarlar. Elbette bunu maksatlı yaparlar; amaçları tarihin itici gücü olan sınıf mücadelelerini yok saymak, bu temel faktörü unutturmak ve burjuvazinin geçici zaferini kitlelerin bilincinde ebedi kılmaktır. Fakat bu nafile bir çabadır.
Kapitalizmin yenilmez olduğu, devrim ve sosyalizmin beyhude bir çaba olduğu görüşü bellek kaybına tutulmuşların zırvalamalarından öte bir anlam ifade etmiyor.
Çünkü işçi sınıfı giriştiği her savaşımda sayısız üyesini ve devrimci öncüsünü yitirmesine rağmen, şöyle haykırmaktan geri durmamıştır: “devrimciler öldü, yaşasın devrim!”
Tarihi inceleyen herkes görecektir ki, işçi sınıfı devrim yapmaya muktedirdir. Bu devrimlerin en meşhuru ve muzaffer olanı bilindiği üzere 1917 Ekim Devrimi’dir. Tarihin hiçbir döneminde, Ekim Devrimi’nin yarattığı boyutta toplumsal bir altüst oluş yaşanmamıştır. Ekim Devrimi’yle işçi sınıfı, tarih nehrinin yatağını değiştirmiştir.
Devrim kavramı eninde sonunda asıl olarak Ekim Devrimi’ni akla getirmektedir. Ekim -birilerinin zannettiği gibi- “ölmemiş”tir, “aşılmamış”tır…
Hâl buyken işçi sınıfı açısından Ekim Devrimi’ni hatırlamak her zamankinden daha çok önem kazanmaktadır. Ekim devrimi sadece XX. yüzyılın değil, belki de sınıflı toplumlar tarihinin en büyük olayıydı. Devrimler tarihine bakıldığında, tüm devrimler içinde en büyüğü, en etkileyicisiydi.
Binlerce yıldır süren sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen ve ezilen kitleler sayısız kez isyan etmiş olmalarına rağmen, Ekim Devrimi tarihte ezilenler ve sömürülenlerin ilk başarılı isyanıydı. Bu yüzden de egemenler için asla kabul edilebilen, sindirilen bir şey olmadı. Sömürülenler ve ezilenler “problem” çıkarırlardı, hatta isyan bile ederlerdi, o nedenle onların sırtından sopa, akıllarından da uyutucu, oyalayıcı, itaat ettirici fikirler, önyargılar eksik edilmemeliydi ve zaten yönetim denen sanatın esası buydu. Ama bunların isyanının başarılı olması ve egemenleri alaşağı etmeleri… İşte bu anlaşılır ve kabul edilir bir şey değildi.
İşte bu temel niteliği nedeniyle Ekim Devrimi tüm dünyada olağanüstü yankı uyandırdı. Yeryüzündeki ezilenler ve sömürülenler onda kendi özlemlerinin halis bir ifadesini, temsilini gördüler.
John Reed ünlü Dünyayı Sarsan On Gün adlı eserinin önsözünde, Ekim Devrimi’nden “serüven” olarak söz edilmesi üzerine şunları söyleme ihtiyacını hissetmişti: “Sovyet Hükümeti bir yıldan beri dayandığı hâlde Bolşevik İhtilalinden hâlâ bir ‘serüven’ olarak söz edenler var. Evet, bu bir serüvendir ve insanlığın bugüne kadar giriştiği serüvenlerin en büyüğüdür; bu, emekçi yığınların önünde tarihe geçen, geniş ve basit istekleriyle her şeyi sarsan bir serüvendir.”[8]
Bu milyarlarca emekçinin en büyük ve köklü ortak özlemleri yolunda bir serüven olduğu için emekçi kitlelerin gönlünde büyük bir yankı bulmuştur. Ekim Devrimi’nin tutuşturduğu umut ışığı ve ilham sayesinde benzer nice dayanışma ve kardeşlik sahneleri birçok ülkede yaşandı.
İşçi kitleleri doğru bir önderlikle mucizeler yaratmaya yetenekli olduklarını Ekim Devrimi’yle parlak biçimde göstermişlerdir. Ekonomiden tutun, eğitim ve kültüre kadar toplumsal yaşamın her alanında kolektif zekânın parlak örneklerini sergilemişlerdir. Böylesi dönemler aynı zamanda bilgiye, kültüre olan talebin de patladığı dönemlerdir. Kitleleri siyasal yaşamın odağına çeken büyük toplumsal altüst oluşlar, onların, başta bu süreçlerin kendisi olmak üzere tüm bir insanlık mirasını anlama ve öğrenme hevesini kamçılar. John Reed devrim günlerini anlatırken bu bakımdan da bir kesit verir: “Siperlerde ayaklarında ayakkabı olmayan sıska insanlar gördük. Onlar bizi görünce ayağa kalktılar. Istıraplı yüzleri, yırtık pırtık elbiselerinin içinde mavileşen derileriyle, sabırsızlıkla üzerimize atıldılar: Okuyacak bir şey getirdiniz mi? Rusya her okunacak şeyi kızgın toprağın suyu emmesi gibi emiyor, bir türlü suya doymuyordu. Dağıtılan bu şeyler masal, yalan yanlış tarih, halk için din ya da insanları dejenere eden ucuz cinsten romanlar değildi. Bunlar sosyal, ekonomik kuramlar üzerine, felsefe üzerine yazılmış kitaplardı. Tolstoy’un, Gogol’un ve Gorki’nin eserleriydi.”
Ekim’in sırrı tam da buydu…
Yani tarihin ilk tek başarılı proleter devrimi olan Ekim Devrimi’nde bilinç unsurunun olağanüstü bir rolünü görürüz. Ekim Devrimi’ne öncülük eden Bolşevikler işçi sınıfının en bilinçli öncü unsurlarını içeriyordu ve bu hâliyle dünya işçi sınıfının tüm tarihsel deneyimini bağrında kristalize ediyordu. Bolşevik kadrolar yıllar süren kahırlı çabalar ve mücadeleler sonucu bu olağanüstü sonucun elde edilmesini sağlamışlardı.
Ekim Devrimi öylesine inanılmaz bir şeydi ki, V. İ. Lenin bile Çarlığın yıkıldığı Şubat devriminin birkaç hafta öncesinde kendisinin devrimi muhtemelen göremeyeceğini söylüyordu. Aynı Lenin Rusya’da işçi iktidarı 72 günü tamamladığında karlar içinde çocuklar gibi sevinçle zıplıyordu. Zira Rusya’da işçi iktidarı Paris Komününün 72 günlük ömrünü geçmişti.
Karl Marx’ı, V. İ. Lenin’den sıyırıp basit bir hümanist hâline getirenlerin, postmodernizmin ve sol liberalizmin ağır etkisi altında olanların anlayamadığı; işçi sınıfı mücadele ettiği ölçüde tarihsel hafızası Ekim Devrimi bilincine kavuşacağıdır.
V. İ. LENİN=DEVRİMCİ BİLİNÇ, TUTKU VE İRADE
Kimilerine bir hayli abartılı gelse de, Ekim Devrimi’nin mimarı -tarihte bireyin rolünü hakkı vererek oynayan- devrimci tutkunun ve iradenin cisimleşmesi olarak V. İ. Lenin’dir.
Onu, China Mieville şöyle anlatır: “Onunla tanışan herkes büyüleniyordu. (…) O, kolayca mitleştirilen, idolleştirilen, şeytanlaştırılan bir adamdı. Düşmanları için soğuk, kitlesel cinayetler işleyen bir canavar; yoldaşları ve arkadaşları için, utangaç, kolay gülen, çocukları ve kedileri seven biriydi. Ara sıra sözel oyunlar ve ses getiren metaforlar için yeteneğini kullansa da V. İ. Lenin, sözcük ustası olmaktan çok dobra biriydi. Ancak sarsılmaz gücü ve odaklanmasıyla, yazı ve konuşmalarıyla boyun eğdiriyor, hatta insanları hayrete düşürüyordu. Yaşamı boyunca muhalifleri ve arkadaşları onu, gurur kırma konusundaki zalimliği, katılığı ve acımasızlığı için suçlayacaklardı. Herkes onun, olağanüstü bir irade gücü olduğunda anlaşıyordu. Siyaset için yaşayıp ölenlerin bile belli bir dereceye kadar sıra dışı gördükleri şekilde siyaset, V. İ. Lenin’in kanı ve iliğinden başka bir şey değildi.”[9]
Devrimin öznel koşulunun yaratılmasında V. İ. Lenin’in çalışması yaşamsaldı.
V. İ. Lenin için devrim, esas olarak teorik alanda doğru çözümlemeleri ortaya koymak, tarihsel gidişata işaret etmek ve bunun entelektüel hazzını yaşamak değildi. Onun için devrim, bugün üstesinden gelinmesi gereken en acil ev ödevlerdi.
V. İ. Lenin Rusya’nın gerçek bir devrim toprağı olduğunu çok derinden hissediyor ve 1902’de ‘Ne Yapmalı’da şunları yazıyordu: “Tarih önümüze şimdi, herhangi bir başka ülkenin proletaryasının karşı karşıya kaldığı bütün acil görevlerin en devrimcisi olan bir acil görev koymuştur. Bu görevin gerçekleştirilmesi, sadece Avrupa gericiliğinin değil, aynı zamanda (şimdi diyebiliriz ki) Asya gericiliğinin de en güçlü dayanağının yıkılması, Rus proletaryasını, uluslararası devrimci proletaryanın öncü müfrezesi durumuna getirecektir.”[10]
Gerçekten de 1917 Ekim Devrimi’yle Rus proletaryası, uluslararası proletaryanın öncü müfrezesi konumuna yükselmişti. İşte bu sonuçta, nesnel koşulun olgunlaşması ile devrimci tutku ve iradeyle çalışan V. İ. Lenin’in öznel faktörü şekillendirmesinin ve hazır hâle getirmesinin karmaşık ve diyalektik bir ilişkisi vardı.
V. İ. Lenin’in üstünlüğü, teorik olanı pratik ve politik taktiklere çevirebilmesiydi. Nitekim düşmanları da dostları da onun politik dehasının hakkını vermektedirler. Marksist tarihçilerden Pokrovski’nin şu sözleri oldukça manidardır: “V. İ. Lenin’de olayların köklerine, en derin yerlerine kadar görmesini sağlayan olağanüstü bir yetenek vardı. Bu yanı ile en sonunda, bende V. İ. Lenin’e karşı bir bağlılık duygusu yarattı. Ben, sık sık Lenin’den ayrılmış, pratik birçok konuda ona karşı çıkmıştım, fakat her defasında da yanılan ben oldum. Bu yanılgılarımı yedi kere tekrarladıktan sonra, artık mantığım başka türlü hareket etmemi söylediği zaman bile tartışmaları kısa kesip V. İ. Lenin’e uymaya karar verdim.”[11]
En zor şartlar dahi V. İ. Lenin’i hedefe kilitlenmekten alıkoyamazken; Onun tutkusu ve çalışkanlığı neşesine de yansırdı.
V. İ. Lenin, tümüyle devrime odaklanmıştı. Bu durumdan ötürü, tüm hayatı boyunca sempati ve antipatileri bir kenara bırakarak meselenin politik boyutuna yoğunlaşmıştı.
Sosyalistler kadar burjuva siyaset bilimci ve tarihçiler de V. İ. Lenin’in politik taktikler konusunda önemli bir kişilik olduğunu teslim ederler. Ancak örgütlü bir güç ya da bunun için bir mücadele olmadan ne politik deha ortaya çıkar ne de politik taktikler hayata geçirilebilir.
Modern sınıf mücadelesi tarihi göstermiştir ki, şu ya da bu biçimde ortaya çıkan tüm toplumsal hareketlere son tahlilde yön verenler örgütlü güçler olmuştur. Hangi nesnel zeminde ve her ne biçimde ortaya çıkarsa çıksın hiçbir kendiliğinden hareket boşlukta durmaz, duramaz. Başlangıçta heterojen bir karaktere sahip toplumsal hareketler kısa zamanda ayrışır ve mücadele farklı sınıfsal çıkarlar temelinde yürütülür, yani eninde sonunda işçi sınıfının yahut da burjuvazinin hegemonyası altına girer.
Devrimler tarihinin bu konuda acı deneylerle dolu olduğunu bilen V. İ. Lenin, bıkıp usanmadan örgütlülüğe vurgu yapmış, proletaryaya önderlik eden devrimci bir örgüt olmadan burjuvazinin alaşağı edilemeyeceğini dile getirmiş ve daima bu yönde çalışmıştır. Örgüt meselesini yüksek bir bilinçle kavrayan V. İ. Lenin, gericilik yıllarında ağır koşulların basıncı altında mevzileri terk edip örgütsüzlüğü veya gevşek örgütlenmeleri savunan sosyalistlere karşı amansız bir mücadele vermiştir.
V. İ. Lenin, bir proleter sınıf devrimcisiydi ve önderleri olarak kabul ettiği Karl Marx ve Friedrich Engels’in şu sözünü rehber edinmişti: İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır! Ancak birileri bu düsturdan işçi sınıfının kendiliğinden eylemlerini anlamaktadır. Oysa kapitalist üretim tarzından kaynaklı, nesnel olarak devrimci potansiyele sahip işçi sınıfının devrimci bilinç ve örgütlülük düzeyi yükseltilmedikçe ve devrimci öncüsü yaratılmadıkça sermaye düzeni yıkılamaz.
O, verilecek mücadelenin eksenine, işçi sınıfının kendinde sınıf olmaktan çıkıp kendisi için sınıf hâline gelmesini oturtmuştu. Esasında her proleterde bir sınıf içgüdüsü vardı ve bu içgüdü toplumsal gelişmeler karşısında şu ya da bu biçimde kendini dışa vururdu.
Bu meyanda belirtelim ki, V. İ. Lenin’in mütemadiyen işçi sınıfı ve devrimci örgüt vurgusu yapması son derece bilinçli bir tutumdur. Vurguları, sınıf devrimciliğinin doğrudan bir yansımasıdır. O, işçi sınıfının devrimci gücüne büyük bir güven beslemiş ve bunu pratikte ortaya koymuştur. Örneğin 1918 yazında iç savaşın kızıştığı günlerde işçilere şu çağrıyı yapar: “Devrimin durumu kritiktir. Unutmayın devrimi yalnızca siz kurtarabilirsiniz, başka kimse yok.”
V. İ. Lenin, düzenli olarak doğrudan işçilere seslenir, onlarla konuşur ve yardımlarını isterdi. Zira işçiler devrime sahip çıkar ve mücadele ederlerse işçi iktidarı ayakta kalabilirdi. Tüm burjuva iftiraların aksine O, işçi sınıfı olmadan asla ve asla bir proletarya diktatörlüğü kurulacağına inanmamış, partiyi sınıfın yerine ikame etmeyi savunmamış ve bunu defalarca dile getirmişti.
Daha 1919’dan itibaren bürokratikleşmeye vurgu yaparken, işçi sınıfının bilinçli mücadelesi olmadan proletarya iktidarının ayakta kalamayacağını belirtiyordu. Kararnamelerle devrim yapmayı ve hatta sosyalizmi kararnamelerle kurmayı hayal edenlerden kökten farklı bir anlayışa sahipti V. İ. Lenin. Ona göre, “sosyalizm yukarıdan kararnamelerle kurulmaz. Resmi bürokratik otomatiklik onun (sosyalizmin) özüne yabancıdır. Yaşayan yapıcı sosyalizm, halk kitlelerinin bizzat kendilerinin yaratacağı bir şeydir.”[12]
ASLOLAN
Ekim Devrimi, daha ilk günlerinden başlayarak devrilen Rus burjuvazisinin ve toprak ağalarının azgın direnişiyle, emperyalist devletlerin dolaylı ve doğrudan saldırılarıyla karşı karşıya geldi. Karşı-devrimci etkinliklere boğuşmak zorunda kaldı.
Günümüzde Ekim Devrimi pratiğini “eleştirme” modasını inat ve ısrarla sürdürenlerin görmek ve anlamak istemedikleri bu noktadır.
Ekim Devrimi’nin ürünü olan Sovyet Rusya’nın bu denli amansız ve çetin bir savunma konumunda kalmasının en önemli nedenlerinden birisi, dünya devriminin imdada koşmaması, yani öteki kapitalist ülkelerde sosyalist devrimlerin patlak vermemesiydi.
Bu da Bolşevikler’i savunma pozisyonuna mahkûm etti. Bu kaçınılmaz öz savunma çabası bir “ulusal bencillik” olarak sunuldu!
Kim hangi yalana sarılırsa sarılsın; Ekim Devrimi sadece bir Rus Devrimi değildir. O, uluslararası proletaryanın, tek ülkede olsa da, iktidara geldiği ilk devrimdir.
Burada belirleyici olan Ekim Devrimi tüm kendiliğindencilik biçimlerinin ve özellikle de Bolşeviklere sıkça önerilmiş bekleme hâlinin bir reddidir. Bu bağlamda, 1905’ten 1917 Şubat’ına ve 1917 Ekim’ ine uzanan süreçte, kendiliğindenlik ve örgütlülük arasındaki ilişkinin nasıl kurulması gerektiğine dair en somut örnektir.[13]
Ekim Devrimi dalgaların kendiliğinden kabardığı anlarda hareketi mümkün olduğunca bünyesine katan ve kendiliğindenliğin olmadığı anlarda dalgaları kendi kabartmaya aday olan bir iradenin doğrulanmasıyken; bu atılım, XX. yüzyılın diğer devrimlerinin de esin kaynağıdır. Ekim Devrimi, Fransız ve İtalyan ve İngiliz olduğu kadar Rus, Baklan, veya Ortadoğulu olduğu kadar Çinli veya Vietnamlı, Afrikalı Latin Amerikalı olduğu kadar Kübalıdır.
Ekim Devrimi, bir “kusursuzluk abidesi” değildir; aklını yitirmemiş hiç kimsenin de ondan bunu isteme, umma hakkı yoktur.
Ekim Devrimi hayata geçirilmiş, ancak dünya devrimi imdadına koşmamıştır; bunun sorumlusu da iktidarı burjuvalardan söke söke alan Bolşevikler değildir. Ekim Devrimi’nin son tahlilde dünya devriminin imdada koşmayıp, devrimin izole olması ve gücü yetmediği için yenilgiye uğradığı tespiti doğru bir tespittir.
Ancak “Dünya devrimi fikrine sahip olmak” ayrı bir şey bunun için maceralara atılmaya kalkışmak yerine yakaladığın yerden sosyalizmi ilerletmeye çalışmak ayrı bir şey… Ekim Devrimi gerçekleştiğinde, bütün Avrupa işçi devrimlerinin mümkün ve yakın olduğu bir görünüm sergiliyorlardı. Macaristan işçileri bunu başardı ama kısa sürede yenildi; Çekoslovakya, Finlandiya oldu olacak heyecanı yaratıyor, İtalya’da işçi konseyleri yerel iktidarlar kuruyordu. Ve Almanya… iki yıla yakın bir sosyalist devrim süreci yaşadıktan sonra yenildi. Bütün bunlar, Dünya devriminin uzak bir düş değil, gerçekleşmesi gündemde olan bir olanak olduğu görüşünü güçlendiriyordu. Ne var ki her ülkede çark aynı yönde dönmedi.
İyi de Bolşevikler; onlar hatasız mıdır? Elbette değil; hem neden olacakmış ki?[14]
Mesela V. İ. Lenin, Ekim Devrimi’nin ikinci yılındaki bir konuşmasında “Sovyet İktidarı nedir?” diye sorar. Onun sorusu, didaktik ve propagandif niteliklerinden ziyade, temel bir soruna dikkat çekmeye yöneliktir. “Ülkemizde Sovyet İktidarının örgütlenmesinde birçok aksaklık bulunduğunu iyi biliyoruz. Sovyet İktidarı, mucizeler yaratan bir sihir değildir. Bu sözle devrimci momentin nesnel sınırlarına işaret edilirken, “iktidar olmak” ile dönüşümü gerçekleştirmek arasındaki mesafe, öz-eleştirel bir yerden değerlendirilir.
Ekim Devrimi’nin sihir olmadığını söyleyen V. İ. Lenin, aynı konuşmasında Sovyet İktidarı, cehaleti, kültürsüzlüğü, barbarca bir savaşın sonuçlarını, yağma dolu kapitalist düzenin ürünü olan kötülükleri hemen öylece bir gece yok edemez diye ekler. Öyledir ki, Devrim’ in Ekim 1921’deki dördüncü yıldönümündeki konuşmasında da, “Geri adımlarımızı ve hatalarımızı düzeltmek ve Sovyet ilkelerinin mükemmellikten hâlâ çok uzak olan pratiğe uygulanmasını iyileştirmek için azimle çalışacağız,” şeklinde öz-eleştirel vurgusunu yineler.
Ekim Devrimi (yani proletarya ve onun öncülüğündeki köylü sınıflarının devletin dümeninin başına geçmesi, oluşturulan yeni devlet tipi, ezilen sınıfların siyasi ve üretim süreçlerinde denetim ve kontrol sahibi olması, kısaca proletarya diktatörlüğü) burjuva devlet mantığını da sarsan bir olaydır.
Burjuva devlet mantığındaki egemenlik mistifikasyonu, siyasi iktidarın kişilerle ilgili olduğuna dayanır. Bolşevik diktatörlük kavramı ise, siyasi iktidarın sınıflar ve sınıf mücadeleleriyle ilişkili olduğu üzerinde yükselir. Sınıflı toplumlar varlığını sürdürdüğü müddetçe, Ekim Devrimi kutup yıldızı misali ezilen ve sömürülen sınıflara yol göstermeye de devam edecektir;[15] ediyor da…
100. YIL HEZEYANLARI
100. yıl hezeyanlarından ilki “Ekim’in farkına varmadan burjuva devrimi” olduğudur!
Bu “iddia” Demir Küçükaydın’a ait ve “gerekçe”si şu: “Ekim Devrimi de; burjuva devriminin, modern dinin, işçiler eliyle yapılması ve yayılmasıdır…
Devrim de, bir dinden diğer dine geçiş demektir. Bir dinden diğer dine geçme olmadan, bir devrimden, mülkiyet ilişkileri değişiminden söz edilemez…
Ekim Devrimi, İşçiler eliyle yapılmış bir burjuva devrimi veya burjuva uygarlığı yayılmasıdır. Burjuva uygarlığının üstyapısını (dinini) yaymış, ama ilk zamanlar onun devrimci dönemine belli bir dönüşü içerirken, kendi hızlı yozlaşmasıyla, onun en gerici biçiminin de yayıcısı olmuştur.
Elbette Lenin’ler, Troçki’ler Sosyalisttiler. Milyonlarca işçi ve sosyalist, Sosyalist bir devrim yaptığını düşünüyordu. Ama yaptıkları, özünde işçiler ve Sosyalistler eliyle yapılmış bir burjuva devrimi, daha doğrusu bu devrimin, burjuva uygarlığının bir yayılışıydı. Bunun daha eşitlikçi bir versiyonu amaçlanıyordu. Kaldı ki ona bile ulaşılamadı. Tarihte de benzerlerdi vardır: Karmıta’lar gibi.
Onların sosyalist inançlarından zerrece şüphe etmiyoruz ve kendimizin onların mücadelelerinin sürdürücüsü görüyoruz.”[16]
Ne diyelim? En iyisi cevap vermemek; çünkü buna cevap bile, absürd’ün meşrulaştırılmasına hizmet eder.
Evet her şey bir cevaba layık değil; tıpkı “Ekim Devrimi, bir karşı-devrimdir”[17] ya da “Karl Marx’ın teorisi devletli sosyalizmi asla aklamaz. Onun için bir zamanların Sovyetler Birliği, kendi devletli varlığını onaylayan bir iktidar ideolojisi yaratmıştır,”[18] diyenler gibi…
Öyle bir “karşı-devrim” düşünün ki, dünyayı sarsacak, ezilenleri sancağı altında toplayıp emperyalist-kapitalistlere kan kusturacak…
Öyle bir “Karl Marx’ın teorisi devletli sosyalizmi asla aklamaz… iddianız” olacak ki; yine sözünü ettiğiniz Karl Marx “geçiş dönemi” devletini proletarya diktatörlüğü olduğunun altını ısrarla çizip; Paris Komünü örneğini verecek…[19]
Ne diyelim, neresinden tutalım bunların; bu eski(meyen) harcıâlemliklerin?!
Al birini vur ötekine… Mesela Birikim Dergisi’nin, “Ekim Devrimi’nin Yüzüncü Yılı” için başlıklı yazılarından[20] Ömer Laçiner’in “Yaşanan ve çöken sosyalizm miydi?” (ss.10-16); Murat Belge’nin, “100 yıl sonra Ekim Devrimi” (ss.16-19); Ahmet İnsel’in, “Leninizm ve yeni Sovyet insanı” (ss.19-29) makaleleri (yıllardır tekrarladıkları) malûmun ilanı ötesine bir santim geçmezken; yenileri de, örneğin Görkem Özizmirli’nin, “Reel sosyalizm” (ss.37-42.); Polat S. Alpman’ın, “Sovyetler: Devletli düzenin eleştirisi” (ss.50-57.) başlıklı yazıları da (ne hazindir ki) benzer bir yüzeysellikten malûldür. Bu nedenle üzerinde durmayı dahi hak etmemekteler…
Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Emran Emekçi, “Marksist-sosyalist gelenek ve Ekim Devrimi, Öcalan şahsında kendini yenileyerek daha güçlü ve iddialı bir konumu yakalamıştır,” vurgusuyla Öcalan’a tecritin esasen bu nedenden dolayı uygulandığını belirtip, “Amaç onun fikirlerinin uygulandığı Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’daki demokratik devrimlerle bağını kopartarak, başlattığı yenilenmiş Ekim devrimi sürecinin önüne geçmektir” deyip; “Özgürlükçü demokratik sosyalizm” modeliyle “Alternatif ‘Demokratik Modernite’…”yle, “Yenilenmiş Ekim Devrimi süreci”nin önünü açtığı ve “Tüm gerici unsurlar devrimci süreç karşısında bloklaştı”ğı ve “Sosyalist gelenek(in) Öcalan şahsında yenilendi”ğini “iddia”sına gelince;[21] bu da pek gerçeğe dokunan ya da karşılığı olmayan bir şey…
Ancak yine de “iddialar”dan kimilerine değinmeden de geçmeyelim; bunlardan biri, “Ekim Devrimi’nin 100. yıldönümünün, ezilen, sömürülen ‘aşağı sınıflar’ ayaklanmasının ya da o sınıflar adına hareket ettiğini söyleyen ‘öncü’, ‘parti’ hareketinin yeniden değerlendirilmesine vesile olması sevindirici,” vurgusuyla, “Ekim Devrimi, devleti ele geçirmenin yetmediği kanıtlandı,”[22] diyen Yalçın Ergündoğan…
Eski “T(B)KP”li (olduğu “iddia”sındaki) bu zatın satırlarında “öncü, parti” kavramlarıyla sorunu çok netken; “Ekim Devrimi, devleti ele geçirmenin yetmediği kanıtladı” türünden “ucuz hikmeti” ne, sormadan geçmeyelim!
Bunu “iddia” eden var mı ki? Elbette yok! O hâlde olmayana ergi yöntemiyle ne yapmak istiyor eski “T(B)KP”li Yalçın Ergündoğan? Bir zamanlar “sovyetik” değilsiniz diye kafası kırılanları, lanetlenenleri ve hatta “susulduğu için”[23] TKP-İşçinin Sesi’nden katledilen İnanç Seçiç’e yönelik sorumluluk unutturulmaya mı kalkışılıyor? “Dün dündü, bugün de bugün”cülükle hep zeytinyağı gibi üste çıkmak yok öyle…
Evet “Sosyalist siyasi hareket içinde yıllarını Sovyetik bir çizgide eylemlilik içinde (TKP’de) geçirmiş biri olarak olayların sıcaklığından çıkıp, soğukkanlı bir şekilde geçmişteki yaşanmışlıkları değerlendirdiğim yıllarda, pek çok gerçekle yüzleşmiştim. Hâlâ da sürdürüyorum,” notuyla Ekim Devrimi konusunda “Hamasetten uzak, ciddi değerlendirmeler” gerekliliğinden söz edip, “SSCB aslında ‘milli’ bir devletti,”[24] diye ekleyen Yalçın Ergündoğan’ın (kapsamlı) bir öz-eleştirisi var mı?
“Milli Devlet” mi dediniz?! Kastettiğiniz Ekim Devrimi mi? Yoksa siz, parçası (ve sorumlusu) olduğunuz başka bir şeyden mi söz ediyorsunuz?!
Parçası (ve sorumlusu) olduğunuz şeylere, ta o günlerde “Hayır” diyen ve hâlâ Ekim Devrim’cilerinden birisi olarak hatırlatayım: Yılmaz Güney’in 1983’te bir Fransız gazeteciye röportajında, “Sakin zamanlarda devrimci şarkılar söyleyenler, zor anlarda kapılar arkasında saklanmayı tercih ederler,” diye betimlediği reel politikerlerin yaşamının yarısı onun dinleyenleri, öbür yarısı da kendini aldatmakla geçer.
Andre Maurois’nın, “Siyaset, sezdirmeden değişme sanatıdır,” diye betimlediği onlar için reel politika, insanları ilgilendiren gerçeklerden alıkoyma faaliyetidir; her seferinde V. İ. Lenin’in şu uyarısını anımsatanından:
“Varsın liberaller ve kafasızlaşmış entelektüeller, özgürlük uğruna ilk gerçekten kitlesel meydan savaşından sonra cesaretlerini yitirip, korkakça şöyle desinler: Bir kez yenildiğiniz yere gitmeyin, bu uğursuz yola tekrar ayak basmayın! Sınıf bilinçli proletarya onlara şu yanıtı verecektir: Tarihin büyük savaşları ve devrimin büyük görevleri ancak, ileri sınıflar tekrar tekrar saldırıya geçtikleri ve yenilgi deneyimiyle akıllanmış olarak zaferi kazandıkları için yapılabilmiş ve çözülebilmiştir…”
Ekim Devrimi’de ancak bu ısrarla kavranabilir…
Kolay mı? V. İ. Lenin’in, “Biz bu eserin yapımına başladık. Ne kadar zamanda, ne zaman, hangi ulusun proleterleri bu eseri sonuna vardırırlar bunun öze ilişkin bir önemi yok. Önemli olan buzun kırılmış, yolun gösterilmiş ve açılmış olmasıdır,” notunu düştüğü 1917 Ekim Devrimi işçi sınıfının tarihi açısından bir dönüm noktasıdır. İşçi sınıfının sosyalist bir devrimle iktidarı burjuvaziden alabileceğini kanıtlamıştır. Proletarya diktatörlüğünün sadece bir teori olmayıp, pratikte uygulanabileceğini göstermiştir.
V. İ. Lenin’in mimarı olduğu Ekim Devrimi hakkında, “Kapital’e karşı devrimdir” der Antonio Gramsci!
Paris Komünü ardından tarihin ilk sosyalist devrimidir; Marksizmin somutlaşması, tarihsel praksisidir…
Ekim Devrimi’yle “İlk kez burjuva olmayan bir devlet keşfedildi”; V. İ. Lenin’in, “Tarihin en büyük buluşu yapılmış, proleter tip bir devlet yaratılmıştır,” deyişindeki üzere…
Bu bir ilkti! XX. yüzyılı şekillendiren devrimle “Buz kırılmıştı” V. İ. Lenin’in deyimiyle.
Ekim Devrimi’nin dünya sahnesine çıkardığı büyük kopuş (değişim) bir hamlelik değildi; olmazdı da. Çünkü çok önceleri Karl Marx, “Yalnızca var olan ilkeleri değiştirmek için değil, ama aynı zamanda kendi kendinizi değiştirmek, siyasal iktidarı sürdürecek yeteneğe sahip olabilmek için, on beş, yirmi, elli yıl süren iç savaşlar ve uluslararası savaşlardan geçeceksiniz,”[25] diye uyarmıştı.
Sosyalizmin Birinci Büyük Dalgası geri çekildi; siz isterseniz “Yenildi” deyin!
“İdeolojiler öldü!”, “Tarihin sonu geldi!” diye haykıranlar unutulmasın:[26] Ortada ne bir “Son” ne de “Ölen” yok…
Yenilen bir uygulamaydı/ pratikti; Friedrich Engels’in 1847’de kaleme aldığı ‘Komünizmin İlkeleri’nde ifade ettiği üzere, dünya devriminin sürdürülememesiydi.
Evet XX. yüzyıldaki reel sosyalist sektörel ülkeler topluluğu deneyimi, bir zafer ile bir başarısızlığın iç içe geçtiği tarihtir. Başarı, insanlık tarihinde ilk defa ezilen sınıfların siyasi iktidarı ele geçirmesi, toplumsal yaşamın tüm alanlarını emekçilerin umut ve beklentileri yönünde topyekûn dönüştürmeye yönelmesi ile ortaya çıkan büyük tarihsel atılımdır.
Bu tarihsel atlım konusunda Ertuğrul Kürkçü’nün, “Sovyetler Birliği yıkılmasa Marx yanılmış olurdu,”[27] tespitine ilişkin, keşke Karl Marx yanılsaydı deyişiyle, (teorinin grisinde çok yaşamın yeşiline değer veren!) birisi olarak sözü Aydın Çubukçu’ya bırakıyorum:
“Çok anlamlı değil bu söz, şimdi Lenin mi yanılmış oldu? Marx böylece biraz önce adlarını andığımız II. Enternasyonal dönekleriyle aynı safa konulmuş oluyor.”[28]
Ya bir zamanların CHP adayı Zülfü Livaneli’nin satırlarına ne demeli?
“Ruslar, XX. yüzyılın başında ve sonunda iki büyük devrimle sarstılar dünyayı. İlki, 1917 yılında Vladimir İlyiç Lenin’in başında olduğu Bolşevik devrimiydi. Ekim devrimi, yerleşik bütün değerleri sarstı, dünya politikasında depremler yarattı ve XX. yüzyılda yaşayan herkes, ister istemez ‘bu devrimden yana ve karşı olanlar’ diye iki kampa ayrıldı.
Yüzyılın sonlarına doğru aynı ülkede, Lenin’in koltuğunda oturan bir başka lider, Mihail Sergeyeviç Gorbaçov, dünyayı aynı ölçüde sarsan bir başka devrim gerçekleştirdi. Daha doğrusu çığrından çıkan bu değişimi elinden bir şey gelmeden izlemek zorunda kaldı.
Birinci devrim kanlıydı, ikincisi görece kansız oldu. Perestroyka (yeniden yapılanma) adı verilen bu devrimle, Doğu Bloku, Berlin Duvarı, Varşova Paktı ve COMECON yıkıldı.
Bugün dünyada 1917 devrimini savunan pek az kişi var. Fakat ben Eric Hobsbawm’ın dediklerine katılmayı daha uygun buluyorum: ‘Bu devrim, en azından bir büyük ve mutlak başarıya ulaştı: Sovyetler Birliği’ydi bu başarının adı. Yani faşizmin yenilgiye uğratılmasıydı.’
Bir zamanlar Batı dünyasının kurtarıcısı olmuş ve faşizmi yenilgiye uğratmış olan Sovyetler Birliği, yalnız askeri alanda değil, bilim ve sanat yönünden de insanlığa katkılar sunmuş ve bütün hatalarına rağmen dünyada bir denge unsuru oluşturmuştu…
Proletaryanın öncülüğünde bir devrim fikri, yerini yeni bir teoriye bırakmak üzere. Adı ne olursa olsun, böyle bir görüşe ihtiyacımız var. Tarih boyunca karşılıklı dengelerden oluşmuş dünya politikası, kapitalizm egemenliğinin sonsuz ve sınırsız ihtiraslarına kurban edilemez. Bu yüzden birçok kişi, yeni ve adı konmamış bir dönemin eşiğinde olduğumuzu sezebiliyor. Ben de bu kişiler arasındayım.”[29]
“Bugün dünyada 1917 devrimini savunan pek az kişi var” hikmetini dillendiren Gorbaçov’cu (ve Bir türlü doğamayan “yeni” teorici!) yazara anımsatalım:[30] “Yazı daha en baştan talihsizlik diyerek geçiştirilemeyecek iki yanlışla başlıyor: ‘Birinci devrim kanlıydı, ikincisi görece kansız oldu.’ Birinci devrim derken 1917 Ekim Devrimi, ikincisi derken de 1989-91 yılında SSCB’yi yıkan ‘devrim’ kastediliyor. Oysa ne birinci devrim kanlıydı ne de ikincisi devrimdi (ve iş oraya geldiyse, kansızdı)…
Eğer 1917 (ve hemen sonrasında) kan dökmeden bahsedilecekse, halkın teveccühünü kazanmış olan Bolşeviklerin meşru iktidarına karşı yirmiden fazla emperyalist gücün desteğini arkasına alan karşıdevrimci beyaz muhafızların ve diğerlerinin 1918 yazında başlattıkları İç Savaş’a işaret etmek gerekir. Emperyalist güçler devrimin kendi ülkelerine de yayılıyor olmasına tahammül edemediklerinden, Sovyet Rusya’yı kan gölüne çevirmiş; ilk sosyalist deneyim, bir ara sefalet ve kıtlıktan ötürü yamyamlığın görüldüğü derekeye düşecek kadar zorluklar yaşamış, ama tam da halk desteğinden ötürü bu vartayı atlatabilmiştir.
İkinci ‘devrim’e gelirsek; 1989-91 süreci bir devrim değildi. Her devirme işlemi devrim diye adlandırılamaz… Tarihin tekerleğini geriye çeviren eylemlere devrim değil, karşıdevrim diyoruz ve bu açıdan Gorbaçov ve avenesinin eylemi enikonu bir karşıdevrimdi.
Dahası Gorbaçov ‘devrimi’ hiç de kansız değildi. ‘Kan’ derken vücuttaki bir sıvıdan değil, candan bahsediyorsak, Gorbaçov’un karşıdevrimi çok cana mal olmuş, sadece Rusya’da değil, sebep olduğu dönüşümle tüm dünyada çok canlar yakmıştır. Bütün yanlışlıkları bir tarafa, eğitim ve sağlığın ücretsiz olduğu, işsizliğin yok denecek kadar az olduğu bir rejimi yıkıp, zaten ülkeye sızmış olan kapitalist piyasa ekonomisinin kök salmasını sağlayacak son hamleyi yaparak, örneğin bizde ‘Nataşa’ mevzuu olarak da bilinen sayısız drama yol açmıştır. Hayatları mahvolan yüzbinlerce insanın yanı sıra, eski SSCB (ve Doğu Bloku) ülkeleri iç çatışmalardan ve milliyetçi hunharlıklardan da vareste kalamamıştır. Tam da bu nedenle Livaneli’nin ‘perestroyka (yeniden yapılanma) adı verilen bu devrim’ dediği perestroyka tarihe katastroyka (felaket silsilesi) olarak geçmiştir.”[31]
Yeri geldi birkaç veri aktarayım…
ABD’de 1994’ten beri faaliyet gösteren ‘Komünizm Kurbanlarını Anma Derneği’nin düzenlediği anket çarpıcı sonuçlarına göre, “2000 yılından sonra doğan Amerikalı gençler sosyalist düzende yaşamayı kapitalizme yeğliyor.
Ankete katılan gençlerin yüzde 44’ü sosyalist, yüzde 42’si kapitalist, yüzde 7’si ise komünist bir ülkede yaşamayı tercih edeceğini belirtti. Araştırmaya göre gençler arasında sosyalist bir ülkede yaşamak isteyenlerin oranı, genel ortalamanın 10 puan üzerinde.
Araştırma, 20’li yaşlardaki Amerikalıların yüzde 20’sinin Stalin’i, yüzde 25’inden çoğunun ise Lenin ve Kim Jong-Un’u kahraman olarak gördüklerini ortaya çıkardı.[32]
Araştırma, gençleri sosyalizme yönelten gerekçenin ekonomi temelli olduğunu ortaya çıkardı. Ankete katılanların yüzde 53’ü ekonomik sistemin aleyhlerine çalıştığını düşünüyor. Zengin ve fakir arasındaki uçurumun fazla olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 80 çıkarken, gençlerin yüzde 70’i de zenginlerin ödemesi gereken vergileri ödemediği yönünde görüş belirtti.”[33]
Ayrıca Rusya’da ‘Levada Araştırma Merkezi’nin düzenlediği ankete katılanların yüzde 58’i Sovyetler Birliği ve sosyalist sistemin geri dönmesini istiyorken; yüzde 31’inin buna karşı olduğu, yüzde 10’unun herhangi bir görüş belirtmediği açıkladı.
Ankete katılanların yüzde 51’i Sovyetler Birliği’nin çöküşünün önlenebileceğini düşünürken yüzde 33’ü bunun kaçınılmaz olduğu görüşünde.[34]
Bu anketleri “önemli” veya “önemsiz” bulabilirsiniz; buna durduğunuz yerden karar vereceksiniz; ama yine de bilginizin olması gerek değil mi?
YENİ(LENMİŞ) EKİM’LER İÇİN
Söz gereğinden fazla uzatmadan, Ekim Devrimi’nin eski(meyen) harcıâlemliklerin tartışmalı “tartışmalar”ına vereceğimiz nihai yanıt şudur:
Kapitalist sömürü, karşılığı ödenmemiş emeğe el konulması demektir. Sınıflı bir toplumdaki bağımlılık ilişkisini çözmek ve buradan hareketle ona uygun devlet biçimini tanımlamak için, o toplumdaki sömürünün çeşidini tespit etmek gerekirken; “Karşılığı ödenmemiş artı-emeğin doğrudan üreticilerden çekilip alınmasının özgül ekonomik biçimi, yönetenler ile yönetilenlerin ilişkisini belirler. … Bütün toplumsal yapının, onunla birlikte egemenlik ve bağımlılık ilişkisinin siyasal biçiminin, kısacası, ona tekabül eden devletin özgül biçiminin en içteki sırrını, gizli temelini açık eden şey, daima, üretimin koşullarına sahip olanlar ile doğrudan üreticiler arasındaki ilişkidir,”[35]diye ekler Karl Marx…
O hâlde binlerce değişken içinde kapitalizm yıkılmadıkça; ücretli kölelik nihayete erdirilemeyecekken; ücretli kölelik (inşa hâlindeki bir tarih olan) Ekim Devrimi ile yerküre ölçeğinde yenilmeden de aşılmayacaktır.
Çünkü komünizme temel olan değerler ile “Yeni Dünya Düzen(sizliğ)i” (YDD) yıkımı arasında büyük bir uçurum var; insan(lık)da, doğası da bir yok oluş eşiğindedir…
Sürdürülemez kapitalizmi nihayete erdirecek olan komünizmin temeli, toplumsal bir varlık olan insandır, kolektif proletaryanın; yeni(lenmiş) Ekim’leridir…
23 Kasım 2017 16:23:38, İstanbul.
N O T L A R
[1] 1 Aralık 2017 tarihinde İstanbul Sarıgazi AKA-DER ile 2 Aralık 2017 tarihinde İstanbul Kadıköy AKA-DER’deki “Ekim Devrimi 100. Yaşında” etkinliklerinde yapılan konuşma… 15 Aralık 2017 tarihinde Kartal (İstanbul) Kamu Çalışanları Birliği’nin Eğitim-Sen 5 No.lu Şube’de düzenlediği etkinlikte yapılan konuşma… Kaldıraç, No:197, Aralık 2017…
[3] Nadejda Krupskaya, Lenin’den Anılar, Çev: Süheyla Kaya- Saliha Nazlı Kaya-İsmail Yarkın, İnter Yay., 1995.
[4] Fikret Başkaya, “Sovyet Devriminin Serüveni Üzerine…”, 9 Kasım 2017… http://direnisteyiz14.org/sovyet-devriminin-seruveni-uzerine-fikret-baskaya/
[5] China Mieville, Ekim-Rus Devrimi’nin Hikâyesi, Çev: Saim Özen, Ayrıntı Yay., 2017
[6] John Reed, Dünyayı Sarsan On Gün, Çev: Erdoğan Gürkan, Oda Yay., 1986.
[7] “Ekim Devrimi: 19-24 Eylül”, 27 Ekim 2017… http://gazetehayir.com/yazi-dizisi-ekim-devrimi-19-24-eylul/
[8] John Reed, Dünyayı Sarsan On Gün, Çev: Erdoğan Gürkan, Oda Yay., 1986.
[9] China Mieville, Ekim-Rus Devrimi’nin Hikâyesi, Çevi: Saim Özen, Ayrıntı Yay., 2017.
[10] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı? Hareketimizin Canalıcı Sorunları, Çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.
[11] aktaran: Bertram D. Wolfe, Devrimi Yapan Üç Adam: Lenin, Troçki, Stalin, Cilt: 2, Çev: Yunus Murat, Kuzey Yay., 1985, s.59.
[12] Nadejda Krupskaya, Lenin’den Anılar, Çev: Süheyla Kaya- Saliha Nazlı Kaya-İsmail Yarkın, İnter Yay., 1995.
[13] Önder Kulak, “Ekim Devrimi: Kendiliğindenciliğin Eleştirisi”, Birgün Kitap, Yıl:14, No:173, 13 Ekim-3 Kasım 2017, s.22
[14] Sosyalizmi, “yarışmacı” bir kalkınma (sanayileşme) modeline indirgemekte “ekonomist” bir yanılgıydı. Şu satırlarda özetlendiği üzere: “Türkiye’nin Cumhuriyet ve Rusya’nın Ekim Devrim’lerinin kuruluş yıllarının ekonomi politikaları, çok kısa olarak iki başlık altında toplanabilir: var olmak için sanayileşme ve ekonomik ve toplumsal gelişmenin bütünlüğü. Gerek Cumhuriyet Türkiye’si gerekse Sovyet Rusya varlığını sürdürebilmek için sanayileşmek zorundaydı.” (Yakup Kepenek, “Devrimlerin Ekonomisi”, Cumhuriyet, 30 Ekim 2017, s.14.)
[15] Kansu Yıldırım, “Sovyet İktidarı: Sınıf Diktatörlüğü”, Birgün Kitap, Yıl:14, No:173, 13 Ekim-3 Kasım 2017, s.24.
[16] Demir Küçükaydın, “Ekim Devrimi Sosyalist Bir Devrim miydi?”, 2 Kasım 2017… https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2017/11/ekim-devrimi-sosyalist-bir-devrim-miydi.html
[17] “… ‘Bir Karşı-Devrim Olarak Ekim Devrimi’: Rus Devrimi’nde Anarşistler”… http://itaatsiz.org/2017/10/26/bir-karsi-devrim-olarak-ekim-devrimi-rus-devriminde-anarsistler/
[18] Yusuf Zamir, 1917 Ekim Devrimi’ndeki DEVLETÇİ SAPMA, El Yay., 2014.
[19] “Komün, parlamenter bir yapı değil, fakat aynı anda hem yürütmeci hem de yasamacı olan ve işleyen bir yapı olacaktı.” (Karl Marx, Fransa’da İç Savaş, Çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1977.)
[20] Birikim Dergisi, “Ekim Devrimi’nin Yüzüncü Yılı”, No:342-343, Ekim-Kasım 2017.
[21] “Öcalan’ın Avukatı: Ekim Devrimi Öcalan Şahsında Kendini Yeniledi; Tecrit Nedeni O’nun Önderlik Ettiği Devrimci Süreç!”, Özgürlükçü Demokrasi, 12 Kasım 2017… http://demokrasi44.com/2017/11/11/ocalanin-avukati-ekim-devrimi-ocalan-sahsinda-kendini-yeniledi-tecrit-nedeni-onderlik-ettigi-devrimci-surec/
[22] Yalçın Ergündoğan, “Ekim Devrimi: Devleti Ele Geçirmenin Yetmediği Kanıtlandı…”, 6 Kasım 2017… https://www.artigercek.com/ekim-devrimi-devleti-ele-gecirmenin-yetmedigi-kanitlandi
[23] “TKP’de ‘İşçi’nin Sesi’ Vakası… Yıkıcı hizip ilan edilen İşçinin Sesi yanlısı TKP üyeleri, ülke içinde ve dışında yer yer güç ve zor kullanılarak partiden uzaklaştırıldı. (Bugün irdelerken gerçeği daha net görebiliyorum. O günkü ortamda ben de bu tasfiyeye sessiz kalmıştım. Sessiz kalınmasa da; bir Sovyetik KP’de sonucun değiştirilmesi mümkün değildi.) Konumuza dönersek; SSCB ‘milli dış politikası’na ve ona aykırı davranmanın faturası, Türkiye’deki ‘kardeş parti’ ve onun yerel politika üretme çabasının üzerine ‘balyoz’ gibi indiğini bu örnekte net olarak görmek mümkün.” (Yalçın Ergündoğan, “Atılım Yapmış Tarihi TKP’ye Örtülü SSCB Freni…”, 13 Kasım 2017… https://www.artigercek.com/atilim-yapmis-tarihi-tkp-ye-ortulu-sscb-freni)
[24] Yalçın Ergündoğan, “Soğuk Savaş Yıllarında Solun Arkasında SSCB mi Vardı?”, 30 Ekim 2017… https://www.artigercek.com/soguk-savas-yillarinda-solun-arkasinda-sscb-mi-vardi
[25] Karl Marx, Köln’de Komünistlerin Yargılanması Hakkında İfşaat, Çev: Emin Karaca, Evrensel Basım Yay., 1992.
[26] “Dişe diş mücadele sonucu alınan yenilgi, kolay kazanılmış bir zafer kadar büyük bir devrimci öneme sahiptir.” (Friedrich Engels.)
[27] İrfan Aktan, “Ertuğrul Kürkçü: Sovyetler Birliği Yıkılmasa Marx Yanılmış Olurdu”, 27 Ekim 2017… http://avrupaforum.org/ertugrul-kurkcu-sovyetler-birligi-yikilmasa-marx-yanilmis-olurdu/
[28] Ercüment Akdeniz, “Aydın Çubukçu: Dünyanın Sosyalizme İhtiyacı Var”, 7 Kasım 2017… https://www.evrensel.net/haber/337251/aydin-cubukcu-dunyanin-sosyalizme-ihtiyaci-var
[29] Zülfü Livaneli, “Yüzüncü Yılında Ekim Devrimi”, 7 Kasım 2017… http://www.deltahaber.com/zulfu-livaneli-yazdi-yuzuncu-yilinda-ekim-devrimi-17207.html
[30] “Devrim, bir ziyafet vermek, bir makale yazmak, bir resim çizmek veya bir nakış işlemek değildir. Devrim o zariflikle, o rahatlık ve nezaketle ya da o kadar tatlılık, sevecenlik, terbiye, ihtiyat, ruh cömertliğiyle başarılamaz. Devrim bir ayaklanmadır, bir sınıfın başka bir sınıfı devirdiği bir şiddet hareketidir.” (Mao Zedung.)
[31] Ferit Burak Aydar, “1917 Ekim Devrimi: Zülfü Livaneli’ye Yanıt”, 7 Kasım 2017… http://sendika62.org/2017/11/1917-ekim-devrimi-zulfu-livaneliye-yanit-ferit-burak-aydar/
[32] “ABD’li Gençlerin Yarısından Çoğu Sosyalizm İstiyor”, Cumhuriyet, 4 Kasım 2017… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/859518/ABD_li_genclerin_yarisindan_cogu_sosyalizm_istiyor.html
[33] “Anti Komünist Derneğin Anketinden Sosyalizm Çıktı”, Artıgerçek, 3 Kasım 2017… https://www.artigercek.com/anti-komunist-dernegin-anketinde-sosyalizme-destek-cikti
[34] “Rusya’da Anket: Yüzde 58 SSCB’yi Geri İstiyor”, 30 Mayıs 2016… https://www.evrensel.net/haber/281307/rusyada-anket-yuzde-58-sscbyi-geri-istiyor
[35] Karl Marx, Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisi, Cilt III: Bir Bütün Olarak Kapitalist Üretim Süreci, Çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1978.