İnsan hayatı devam ettikçe bazı olgulardan uzaklaşabilir, bazı olgular ise insanın hayatına dahil olur. Bu insanın kurduğu sistemler için de geçerlidir. İnsani sistemler arasında olan yönetim şekilleri de buna örnektir. Örneğin tarihte insanların yarattığı bazı imparatorluklarda vicdan, adalet gibi olgular azalırken yerini güç, şiddet gibi kavramlar doldurmuştur.
Hasan Işık / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
İnsanların birlikteliği ile kurulmuş toplumların idare mekanizmaları (her ne kadar insani özelliklere sahip olmasa da) devlet olgusunda da aynı özellikler görülür.
Ancak kaybedilen ve kazanılan olguların varlığından bahsetmekle birlikte toplumlar ve onların yansımaları olan yönetim şekillerinin kaybetmemesi gereken olgularda vardır. Bu olguların başında edep ve haya gelmektedir. İşte bu iki kavramı yitiren bütün olgular; toplum veya yönetim sistemi olsun artık orada yapılacak çok da bir şey kalmamıştır.
Pek çok şeyin kaybedildiği Türkiye’de sonunda bu iki elzem olgu da kaybedildi. Yönetimin, medyanın eliyle edep ve hayadan yoksun bir topluluk yaratıldı.
Peki, edep ve hayasını kaybedenler ne yapar.
Bugün halka patates soğan dağıtacak haldeyken iki yıl sonra uzaya gidiyoruz der.
Televizyondan tüm dünya bizi kıskanıyor derken devlet organları aracılığı ile organize bir şekilde insan kaçakçılığı yapar.
İslam dünyasının abilik rolüne soyunurken binlerce Müslümanı Ege Denizinde boğulmaya teşvik eder.
Hukukta cağ atladık derken, suçsuzluğu kanıtlanmış insanları cezaevinde tutar hasta tutsakların cezaevi koğuşlarında ölümünü izler. Adalet dillerden düşürülmez ama milyona yaklaşmış öğretmen işsiz gezerken damattan bakan olur.
İnsan haklarından çok bahsedilir ama bodrumlarda insanlar yakılır.
İtibardan tasarruf edilmez ama ekonomik sebeplerle insanlar intihar eder.
İşte tüm bunları yapanlar ve bunları normalleştirenler en değerli insanı olguları çoktan yitirmiştir artık.
Pir Sultanların, Yunus Emrelerin inanç sistemlerinden; elinde kılıçla hutbe okuyanlara, küçücük çocuklara tecavüz eden inanç gönüllülerine dönüşmek işte bu yitirmişliğin eseridir.
Bütün edep ve hayadan yoksunlar sustura sustura çoğumuza bu duyguları unutturdular.
Koltuklar, saltanatlar sallanmasın diye toplumsal yaşamdan unutturulmaya çalışılan bu kavramların yoksunluğu gün geçtikçe herkesi kasıp kavuracak bir karanlığın kapılarını aralamakta. Ve dönüşü olmayan bir yola sokmaktadır.
İnsanların edep ve utanma duyguları yok edildikçe insanlığın utancı sayılacak eylemler ortaya çıkmaktadır. Bu utançsızlık bir anneye oğlunun cesedini kargoyla göndertir, bir evladın Annesini gömmesine müsaade ettirmez.