Dinlerin bedenler üzerindeki tasarruflarından İslâm dini de bağışık değildir. Tersine, deyim yerindeyse İslâm da, diğer pek çok din gibi, bir dizi temrinle bedene kendini “kazımaktadır”. Her Müslüman günde beş vakit namaz kılmakla, yılda bir ay gündoğumundan günbatımına yeme-içmeden uzak durmakla, belirli zaman ve koşullarda bedenini (kısmen ya da tümüyle) belirli bir ritüel uyarınca yıkamakla, yaşamı boyunca belirli yiyecek[10] ve sarhoşluk veren içeceklerden[11] uzak durmakla, erkeklerde sünnetle, bedenini katı kurallar doğrultusunda örtmekle, kısas’a dayalı bedensel cezalarla (hırsızlık yapanın elinin, inkârcının dilinin kesilmesi…) yükümlendirilmiştir.
DİNLER, İSLÂM VE KADIN BEDENİ[*] / SİBEL ÖZBUDUN
“Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?”[1]
“Beden”in, en azından toplumsallık açısından taşıdığı anlamlar ve işlevler dizgesine dikkat çeken Durkheim ve Mauss’dan bu yana toplum bilimlerinin ilgi odağında olduğu söylenebilir. Onlardan bu yana, sosyal bilimlerin çeşitli disiplinlerinde bu konuda devasa bir literatür birikti.[2]
Kuşkusuz “beden” insan için hem evrensel, hem de bir hayli elastik bir malzeme. “Beden”inizi “iç” dünyanız ile “dış”ınız arasındaki sınır ve kesişim sathı olarak görebilir, bedensel deneyimlerinizden (yeme, içme, sevişme, dışkılama, terleme, kusma…) içinde yer aldığınız toplumsal bağlamı kurgulamak üzere yararlanabilir (Douglas 2000 [1966]); bedensel işlevlerinizin sosyo-kültürel olarak yapılandırılış tarzlarını açığa çıkarmaya çalışabilir (Mauss, 1934); iktidarın beden üzerine işleyiş tarzını irdeleyebilir (Foucault 1978), giysiler ve giyim tarzları üzerinde durabilir (Arthur 2000); bedeni üzerine yazılacak/ çizilecek bir kanvas olarak ele alabilir (Schildkrout 2004), bedene açılan yaraların toplumsal normların bedene dayatılışı olduğunu ileri sürebilir (Clastres 2010), ya da acının boyun eğici uyruklar yaratmada kullanılış tarzı (Asad 1993) üzerinde durabilirsiniz. Bir başka deyişle beden, sosyal bilimlerin, somatik olduğu kadar hermönötik ya da fenomenolojik irdelemelere açık bir istimal konusu.
Bu nedenle, insan beden, hele ki “kadın bedeni” gibi hem duygusal hem de entelektüel açıdan yüklü bir konuda yazmaya kalkıştığında, nereden başlayacağını, ne yazacağını şaşırıyor.
Benim burada konuyu sınırlandırmak adına yapmaya kalkışacağım iş ise, karmaşıklık ve zorluğu bir adım daha ileri götürmek: Bu yazıda din(ler), özellikle de İslâm dini ile kadın bedeni arasındaki ilişkiyi irdelemeye çalışacağım.
Bedenler ve Dinler
Buna kalkışmamın nedeni açık: Din, bilindiği üzere salt bir kişisel iman (ya da anlamlandırma) sorunu değil. Hatta neredeyse “kişisel iman”la ilintisiz bir alan. Bir “din”den söz edebilmek, tabulardan, yasaklardan, ritüellerden, davranış kurallarından, yani (simgeselleştirilmiş) bir dizi toplumsal ilişkiden söz etmeyi gerektiriyor. Toplumsal ilişkilerin ender olarak iktidar ilişkilerinden münezzah olduğunu düşünen bir olarak, Asad’la (1983) birlikte, dini Geertzvarî bir “simge ve anlam ağları dokusu”ndansa, “iktidar ilişkilerinin serimlendiği bir düzlem” olarak görülmesi gerektiği kanısındayım. Bu tarz bir bakış açısı, dini çeşitli toplumsal vektörlerin aynı anda işlediği, bir tahakküm, uzlaşı, müzakere, direniş daha ender durumlarda da başkaldırı- düzlemi, kısacası bir iktidar ilişkileri düzlemi olarak tasarlamayı gerekli kılıyor.
Bu iktidar ilişkilerinin tecessüm ettiği (ve en çok vurgulandığı) alanlardan biri ise, hiç kuşku yok ki insan bedeni…
Dinlerle bedenler arasındaki ilişkileri “iki uçlu” olarak kavramak mümkün: beden dini tasarlamak için, sanırım ilk kez Robert Hertz’in “sağ-sol simgeciliği”nde[3] dikkat çektiği üzere verimli bir simgeler kaynağı sağlar. Pek çok kültürde, ama özellikle şamanistik tasavvurlarda beden, kozmos’un modelini veren bir mikrokzmostur (Barnard & Spencer 1996: 76). Salt somatik varoluşuyla fena-beka üzerine düşünme olanağı sağlar. Kan, süt, meni, soluk, aybaşı kanı vb. bedensel salgılar dinsel gösterenlere dönüşür. (Hıristiyan Kudas’ında şarap İsa’nın kanını, ekmek, tenini simgeler örneğin. Müslüman Şeriatı aynı kadından süt emmiş bireyler arasındaki cinsel ilişkiyi zina sayar. Hinduizm’de anüs, “kundalini enerjisi”nin çıkış noktasıdır;[4] Azandelere (Sudan) göre ince bağırsak, aşırı duygulanım durumunda harekete geçerek karşısındakine zarar veren mangu’nun locus’udur; G. Afrika !Kung’larında trans durumunda kaynayan num terde tezahür eder; İbranilerde zera sözcüğü hem toprağa ekilen tohum, hem de meni anlamına gelmektedir; Afrika Lele’leri, aybaşı kanının zehirleyici olduğunu düşünür…)
Ama aynı zamanda din bedene “kazınır”, ve onu temellük eder. Perhiz, özgül sağaltım teknikleri, ibadet, çile, giysiler, ayinsel yaralama, soluk alıp verme temrinleri, dövmeler, trans, boyama, maskeler, sanrı verici maddeler vb. aracılığıyla bedene taalluk, giderek bedeni “temellük etmeyen” din(sel sistem) yoktur…
Evet, beden din üzerinde düşünmeyi mümkün kılan mecazlara kaynaklık ederken, bir yandan da dinin, daha doğru bir deyişle dinsel yetkenin üzerinde işleyebileceği biçimlendirilebilir malzemeyi oluşturur.
Dinsel sistemlerin beden üzerindeki etkimesi birkaç yönlü olabilir. “Acı verme”, bunlardan biridir.
“Acı” farklı kültürel bağlamlarda farklı işlevler üstlenebilmektedir. Toplumsal kadınlık ile erkeklik rollerinin birbirinden keskin hatlarla ayrışmış olduğu Melanezya toplumlarında örneğin, erkek çocukların erginleme ayinleri, bizzat erginlenmekte olan çocuklar için travmatik uygulamalarla doludur. Ilahita-Arapesh’lerde penisin yarılarak kanatılması; Bimin Kuskusminlerde burun septumunun delinmesi, kolun yakılması; Kuzey Papua Orokaivalarında, erginleme ayininden geçen erkek çocukların bir aşamada yetişkin erkeklerce öldüresiye dövülmesi vb. erkeklikle kadınlık arasındaki sınırları, eril bedene kazımaya yöneliktir örneğin… (Bkz. Janssen, 2007)
Hıristiyan çileciliğinde ise “acı”, her türlü günahın kaynağı bedeni yola getirmenin bir yoludur:
Şeytan hiçbir zaman kesin olarak alt edilemediği için, azizler hep pusuda bekleyen günahın çağrılarıyla savaşmak üzere daha kapsamlı taktiklere, daha fazla şiddete başvururlar. Bedene saygı duymak ya da bir zayıflık olarak görülen her şey, kötü düşüncelerin kaynağı olarak kabul edilir; dolayısıyla beden sürekli olarak gözlenmeli, baskı altında tutulmalıdır. Hücrede ‘samimi bir tövbekâr olarak’ kuru toprakta yatmak, pürtüklü, üstünkörü dikilmiş bir aba giyip bir-iki tane de insanın etine batan cinsten, at kılından bir gömlek edinmek, gece yarısı kalkıp değnekle ya da demir zincirle kendini terbiye etmek, azizlerin iddialarına göre bedeni hizaya sokmak için en basit yöntemlerdi. (Gélis, 2007: 39-40)
Acı, dinin bedene kazınmasının bir yoludur, ama tek yolu değil. Din(sel yetke) bedene temrinler (namaz, yoga, dans, soluma teknikleri…), temizlik/ arınma ritüelleri (abdest, Bhagwan’ın ashram’ına girerken geçilen “koku testi”,[5] Zerdüştilerde ruhban adaylarının inek sidiğiyle arındırılması; birçok kültürde aybaşı gören kadının tecrit edilmesi…[6]), (ya da tersine pislik[7]), cinsel perhiz ya da başıboşluk,[8] yiyecek tabuları [Güney Hindistan’da brahminlerin et yemezliği; Yahudilikteki (Mary Douglas tarafından irdelenen[9]) besin tabuları; İslâm’ın domuz tabusu…] oruç/ perhiz uygulamaları ve giysiler aracılığıyla da hükmetmektedir.
Foucault’dan esinle diyebiliriz ki, bunların tümü bedeni terbiye etme/ biçimlendirme teknikleridir. Bireyler, dinsel “buyrultular” doğrultusunda, bedenleri aracılığıyla toplumsallaş(tırıl)ır. [“Her toplumda herkes her koşulda ne yapması gerektiğini bilir ve öğrenmelidir,” demektedir Marcel Mauss (akt.: Bowie 2000)] Bu “terbiye”, çoğunlukla toplumdaki iktidar örüntülerine ve cari sınırlara denk düşer: sınıflar, kastlar, cinsiyet rolleri, kuşaklar, etnik/ dinsel cemaatler arasındaki sınırlar… Dinsel “buyrultular”, özellikle iktidar ilişkileri belirginleşmiş toplumlarda, yerlerini bilen, rollerini bellemiş; mu’ti bireyler biçimlendirecek tarzda işler.
İslâm’da Beden
Dinlerin bedenler üzerindeki tasarruflarından İslâm dini de bağışık değildir. Tersine, deyim yerindeyse İslâm da, diğer pek çok din gibi, bir dizi temrinle bedene kendini “kazımaktadır”. Her Müslüman günde beş vakit namaz kılmakla, yılda bir ay gündoğumundan günbatımına yeme-içmeden uzak durmakla, belirli zaman ve koşullarda bedenini (kısmen ya da tümüyle) belirli bir ritüel uyarınca yıkamakla, yaşamı boyunca belirli yiyecek[10] ve sarhoşluk veren içeceklerden[11] uzak durmakla, erkeklerde sünnetle, bedenini katı kurallar doğrultusunda örtmekle, kısas’a dayalı bedensel cezalarla (hırsızlık yapanın elinin, inkârcının dilinin kesilmesi…) yükümlendirilmiştir. Bu yükümlülükler, zaman içerisinde üzerlerine yüklenen kalın “Sünnet” katmanlarıyla en ince ayrıntısına dek şekillendirilecek, böylelikle sıradan müminin bedensel yaşamı katı bir ritüel düzene tabi kılınacaktır. Örneğin, her Müslüman’ın günde beş vakit kılmakla yükümlü olduğu namazdan önce alması gereken abdest, her bir edim ve devinimi milimetrik olarak saptanmış bir ritüele dönüşmüştür. İşte, İslâmi bilgiler veren, rastgele seçilmiş bir internet sitesinden, “abdest nasıl alınır?” başlığı altında aktarılanlar:
Abdest almaya başlamadan önce “Niyet ettim Allah rızası için abdest almaya” diye niyet ederiz.
“Eûzübillahimine şşeytanirracim-Bismillahirrahmanirrahim” dedikten sonra ellerimizi parmak uçlarından başlayarak ve parmaklarımızın arasının da kuru kalmaması için, bir elimizin parmaklarını diğer elin parmaklarına geçirerek ovalarız.
Sağ elimize üç defa su alarak ağzımıza veririz. Her su alışta ağzımızı çalkalayarak ağızdaki suyu dökeriz.
Tekrar avucumuza su alarak üç defa burnumuza veririz. Sol el ile de sümkürür temizleriz.
Sonra iki avucumuza su alarak saç bitiminden çene altına kadar yüzümüzü üç defa yıkarız.
Önce sağ kolu dirsekle beraber üçer defa yıkarız.
Sonra sol kolu dirsekle beraber üçer defa yıkarız.
Sağ elimizle başımızın dörtte birini mesh ederiz. Yani sağ elimizi ıslatıp başın dörtte birini sıvazlayarak ıslatırız.
Her iki eli de ıslatıp serçe parmaklarımızla kulaklarımızın içini mesh ederiz. Kulakların arka kısmını ise baş parmaklarımızla mesh ederiz.
Sonra baş ve serçe parmaklarımızı kullanmadan işaret, orta ve yüzük parmaklarımızın dışı ile boynumuzu da mesh ederiz.
Ayaklara gelince, parmaklardan başlayarak önce sağ sonra sol ayağımızı topuk kemiği ile beraber üçer kez yıkarız.
Ayaklarımızı yıkarken parmak aralarımızın iyice yıkanmasına dikkat etmemiz gerekir.[12]
İslâm’ın müminlerin bedenleri üzerindeki bu tasarrufları üç hedefe yönelmiş gözükmektedir:
- İktisadî, siyasal ve kültürel açıdan heterojen, çoğunluğu göçer Arap toplulukları, kabilesel/ tikelci bağlılıklarını ikincilleştirip, birincil aidiyeti “ümmet”e yönelik, kentli, yerleşik bir topluma dönüştürmek; (ancak ileride de göreceğimiz üzere bu dönüşüm, atayanlı soy grubu fikriyatını lağvedemediği ölçüde noksan bir dönüşüm olarak kalacak ve bu noksanlık hâli, İslâm’da kadın ve kadın bedenine yönelik algıların biçimlenişinde esaslı bir rol oynayacaktır.)
- Müminler arasında farklılıkları asgarîleştirerek “dış” “gayrımüslim” dünyadan net ve ritüalistik hatlarla ayırt edilmiş, alabildiğine türdeş ve “iman, itaat ve ibadet”le tanımlı “cemaat”i biçimlendirmek; (Hiç kuşku yok ki cemaatin “türdeşliği”, sınıfsal, hatta etnik değil, iman boyutuyla sınırlıdır. Bir başka deyişle, ortak bir inanç ve ibadet sistemini paylaşan bir “ümmet” dışında cemaatin “türdeşliği” gerçeklikle pek az ilişkili, “hayal edilmiş” bir türdeşliktir.)
- Cemaat içi toplumsal cinsiyet sınırlarını ve kadınlık ve erkeklik rollerini olabilecek en net hatlarla tayin etmek.
Bu sonuncu işlev, konumuz açısından önemlidir ve İslâm dininin kadın bedenine yönelik bir dizi tahayyül, kural ve yaptırımını biçimlendirir.
İslâm, Beden, Kadın Bedeni
İslâm müminlerin bedenine yaklaşımında, aşırılıklardan kaçınan, mutedil bir tutumu benimsemiş gözükmektedir. Beden, Tanrı’nın yaratısıdır ve onun insanlığa yönelik inayetine ve esirgeyici planına dâhildir. Bu nedenle yaratıcısının birlik ve kudretiyle uyarlı olarak, uyum ve düzen içerisinde işlemelidir. İslâm inanç sisteminde beden Hıristiyanlığın tersine, “İlk Günah”la yüklü de değildir; İslâm bu nedenle bedensel aşırılıklardan uzak durulmasını va’zetmektedir. Kimi Sufî tarikatları sayılmazsa, “çile pratikleri”, bedene acı çektirme, yaralama, ölçüsüz bir açlık-susuzluk dayatma, cinsel perhiz İslâm’ca onaylanan uygulamalar değildir. Ne ki bu “ılımlı” tutumun gerisinde, müminin yaşamının neredeyse her anını dolduran, titizlikle düzenlenmiş, kalın bir tefsir, hadisler ve fıkıh tabakasıyla desteklenen katı bir kurallar manzumesi bulunmaktadır.
Eril olsun, dişil olsun “beden”, İslâm dini için bir veridir. “Beden” ile “ruh”, birbiriyle karşıt olarak değil, tamamlayıcı olarak tanımlanmaktadır. Geçici de olsa, bedene değer verilmeli, tüm uzantılar ve uzuvlarıyla ona bakılmalı, temiz tutulmalı, kokularla, yağlarla hoş tutulmalı, “gereksiz” tüylerden arındırılmalı, tırnaklar kesilmeli… vb.’dir.
İslâmî ethos’ta eril ile dişil bedenler birbirinden kesin hatlarla ayrılmış,[13] sınırlar aşılması bir dizi dünyevî ve öte-dünyasal yaptırımı getirecek kurallarla belirlenmiştir. Erkek görünümlü kadınlar ve efemine erkekler, eşcinsellik, mastürbasyon, zoofili vb., bu sınırların ihlâli addedilmektedir. Hadisler dört insan grubunun Tanrı’nın öfkesini çektiğini aktarır: “Kadın gibi giyinen erkekler; erkek gibi giyinen kadınlar; hayvanlarla cinsel ilişkiye girenler ve erkeklerle cinsel ilişkiye girenler…”[14]
İslâm hem eril, hem de dişil bedenin bakım ve teşhirini gerçekten de katı kurallarla kayıt altına almıştır; ancak bu kuralların önemli bir kısmı pek de şaşırtıcı olmayacağı üzere, kadın bedenini düzenlemektedir. Bu şaşırtıcı değildir; çünkü İslâm’ın kadın ile erkek arasında varsaydığı tamamlayıcılık, eşit değil, hiyerarşik bir tamamlayıcılıktır: Erkeğin kadın üzerindeki buyuruculuğu, bizatihi İslâm’ın Kutsal Kitabı tarafından tesis edilmekte, dahası, itaatkâr olmayan kadınların dayak ile terbiye edilmesine cevaz verilmektedir:
Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün. Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür.[15]…
İlerlemeden, bir konuya dikkat çekmek gerekiyor: İslâmî corpus, yani gerek Kur’an gerekse hadisler neredeyse tümüyle erkeği muhatap almakta, erkeğe seslenmektedir. Bu Kur’an’ın müminlere hitap şeklinin, Muhammed Peygamber’in karılarından Umm Salama’nın “Kur’an’da neden kadınların anılmadığını” sormasının ardından kısmen değişikliğe uğramış olmasına (Mernissi 1991: 118) karşın böyledir.[16]
Bu eril-merkezci tahayyül, gerek “nüzul ettiği” toplumda (7. yüzyıl Arap dünyası) gerekse süreç içerisinde yayıldığı coğrafyada kadınlık dünyası ile erkeklik dünyasını tümüyle birbirinden ayıran gelenekleri destekleyecek tarzda işleyecektir: birbirinden net bir tarzda ayrılmış bir özel ve bir kamusal alan… İslâm’ın ilerleyen çağlarında katı bir biçimde özel alanla sınırlandırılacak kadınların kamusal alanda boy göstermesi dünyevî ve uhrevî müeyyidelerle kayıt altına alınacak, bu durum kalın bir hadis tabakasıyla[17] desteklenecektir:
Abdullah B. Ömer’in rivayetine göre bir kadın Allah Resûlü’ne gelerek: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Kocanın karısı üzerindeki hakkı nedir?’ diye sorunca Efendimiz şöyle cevap vermiştir: ‘Kadının, kocasının evinden ondan izinsiz çıkmamasıdır.’ Bunun üzerine kadın: ‘Çıkarsa ne olur?’ demiştir. Efendimiz de: ‘Allah, rahmet ve gazap melekleri, bu kadına tevbe edinceye veya evine dönünceye kadar lanet eder.’ şeklinde cevap vermiştir. Kadın tekrar: ‘Eşine zulüm yapan bir koca olması hâlinde de mi durum aynıdır?’ diye sorunca Efendimiz de: ‘Zâlim bile olsa’ buyurmuştur.[18]
Ya da, Muhammed Peygamber’e atfen:
Kadın örtülmesi gerekli olan bir varlıktır. Evden dışarı çıktığında şeytan gözünü ona diker. Kadın için Rabbinin rahmetine en yakın olduğu yer evinin içidir.”[19]
Kadınların kamusal alanda boy göstermemesi yönündeki bu eğilim, onların ibadet amaçlı camiye gitmesini dahi (yasaklamamakla birlikte), hoş karşılamamaktadır. Yine Muhammed Peygamber’in: “Kadınlarınızı mescide gitmekten menetmeyin. Ancak evleri onlar için daha hayırlıdır,”[20] dediği aktarılır…
Kadınların “özel alan”a aidiyetleri, “avret” yerlerini (ki fıkıh okulları arasında farklılık göstermekle birlikte çoğu yorumcu, bunların bedenin yüz ve eller dışındaki her yeri olduğu konusunda birleşmektedir. Bir başka deyişle Müslüman kadın, bedeninin yüzü ve elleri dışındaki bütününü -ve dahi vücut hatlarını-, “mahremi” olmayan erkeklerden gizlemekle yükümlenmiştir) yabancı eril gözlerden gizlenmesini buyuran, üstelik de bunu “göz zinası”, “kulak zinası” gibi yasaklarla perçinleyen, bir başka deyişle kadınların mahremleri olmayan erkeklerin tüm duyu organlarından uzak durmalarını öngören buyruklarla tescil edilir.
Kadınların kamusal (ya da bir başka deyişle: “toplumsal”) alandan tecrit edilmesi hâli, ister istemez İslâm’ı bir hayli yaygın bir kurgu olan “kültürel erkek/ doğal dişi” dikotomisiyle buluşturur. Erkeği “süperorganik” (yani toplumsal-kültürel) kadını ise “organik” (yani doğal) düzleme yerleştiren bu tahayyül, İslâm camiasında “doğal” ile “yaratılış” kavramlarını birleştiren “fıtrat” kavramında desteğini bulmaktadır. Bedeni hem tanrısal bir yaratımın ürünü, hem de (tam da bu nedenle) doğal sayan İslâmî tahayyül, kadın bedenini, bir yandan gebelik, doğurganlık, aybaşı görme, aybaşından kesilme vb. bir dizi biyolojik süreç, bir yandan da yine “fıtrat”a değgin eril[21] arzunun nesnesi olması nedeniyle erkeğe göre daha fazla “doğal” saymaktadır. Deyim yerindeyse (hiyerarşik) tamamlayıcılıkları içinde erkek biraz daha fazla “ruh”, kadın biraz daha fazla “beden”dir.
Ama bir kez daha vurgulamalı, erkek de, “beden”den münezzeh değildir. Tersine, beden (nefs) onun hem ödülü hem de riskidir. Ödülüdür, çünkü İslâm, cinsel ilişkide karşılıklı zevk almayı tavsiye eden, bedensel orgazmı cennete değgin bir alamet sayan[22] bir söylemi va’zeder. Yetişkin bir Müslüman erkek için nikâh çerçevesinde, ya da şer’an meşru kılınmış cariyelerle cinsel ilişki, ibadet momentleri dışında, her an erişilebilirdir; bu aynı zamanda, yukarıda anılan Nisa suresinde de görüldüğü üzere, zevceye yöneltilmiş ilahî bir buyruktur.[23] Bir başka deyişle kadın, istekli olmadığında dahi, nefsi kabarmış kocasının (ya da efendisinin) arzularını karşılamak durumundadır.
Ancak erkek açısından cinsel haz, aynı zamanda, hem dünya işlerinden, hem de ibadetten alıkoyucu olduğu ölçüde, risk yüklü bir alandır. Gazalî’ye (2003: 2) göre insanın/ erkeğin dinini bozucu etken, onun cinsel organı ile midesinde yatmaktadır. Kadınlardan uzak duramamak, erkeğin zaafıdır; Gazalî’nin (2002: 8) Fayyad b. Najih’ten aktardığı hadise göre, “ereksiyon hâlindeki bir erkek, aklının üçte ikisini yitirir”; şehvet, “Şeytan’ın Ademoğulları’na karşı en güçlü silahıdır.” İslâm’ın peygamberine dahi, “Allahım, duyduklarımın, gördüklerimin, yüreğimin ve menimin kötülüğüne karşı sana sığınırım!”[24] dedirtecek kertede risk yüklü… Bu nedenle dinsel buyrultuların birincil muhatabı erkek, cinsel arzularını kendisine caiz kılınmış kadınlarda (meşru eşler ve cariyeler) gidermekle yükümlüdür; başka bir erkeğin harîmine (özel/ domestik alan) tecavüz, ölüm ile cezalandırılacak bir suçtur!
İslâm’ın kadın bedeni üzerindeki bir dizi kısıtlamasının rasyoneli tam da burada yatmaktadır: doğal (dolayısıyla da -kültürel- özdenetim açısından daha zaaflı/ baştan çıkartıcı/ fitneye yatkın) bir varlık olarak kadını(n bedenini) dinsel yetkeyle takviye edilmiş sıkı bir denetim altında tutmak… İslâmî corpus’daki, kadının giyimi/ örtünmesi, süslenmesi, konuşması, şarkı söylemesi/ dans etmesi, başka kadınlarla teması, eğitimi, uğraş alanları, dış dünya/ kamusal alandaki görünürlüğü, aybaşı (hayız) gebelik, lohusalık hâlleri, kocasına/ çocuklarına karşı görevleri vb. konularda birikmiş devasa literatürün neredeyse bütünü, bu denetime odaklanmıştır:[25] Onun dinen var ve meşru sayılan cinselliğini kocasına ve yalnızca kocasına hasretmek…
Peki Ama neden? İslâm, Bedenler, Ataerki
Aslında haksızlık etmemeli; evlilik dışı cinsel ilişki yani zina, kitaplı dinlerin her üçünün de karabasanını oluşturmaktadır:
“Sana zina eden, kan döken kadınlara verilen cezayı vereceğim. Kanını akıtarak seni öfkemin ve kıskançlığımın öcüne terk edeceğim.
Seni oynaşlarının eline teslim edeceğim. Fuhuş yuvalarını yıkacak, yüksek tapınma yerlerini bozacaklar. Üzerindeki giysileri soyacak, güzel mücevherlerini alıp seni çırılçıplak bırakacaklar.
Halkı sana karşı kışkırtacaklar. Seni taşlayacak, kılıçlarıyla delik deşik edecekler.”[26]
Ve;
“… ‘Zina etmeyeceksin’ dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, bir kadına şehvetle bakan her adam, yüreğinde o kadınla zina etmiş olur. Eğer sağ gözün günah işlemene neden olursa, onu çıkar at. Çünkü vücudunun bir üyesinin yok olması, bütün vücudunun cehenneme atılmasından iyidir. Eğer sağ elin günah işlemene neden olursa, onu kes at. Çünkü vücudunun bir üyesinin yok olması, bütün vücudunun cehenneme gitmesinden iyidir.”[27]
Bu “paranoya”nın anahtarı, olasılıkla üç kitaplı dine yataklık eden Ortadoğu toplumlarının atayanlı soy grupları olarak örgütlenmiş olmasında yatmaktadır. Soy hattının -oğullar aracılığıyla- sürmesi, kabile “kan”ına “yabancı kan”ın karışmaması ve servetin, yani toprak ve sürülerin babadan oğula geçmesine obsesif bir ilgi duyan bir toplumsal örgütlenme biçimi… Gerek Müslüman-Arap toplumları kabileden imparatorluğa yönelten itimi sağlayarak, gerek birincil aidiyeti kabileden ümmet’e çevirerek, gerekse kız çocukların mirastan (erkeğin yarısı kadar da olsa) pay almasını olanaklı kılıp çokeşlilik ve boşanma (talak) aracılığıyla kadınların dolaşımını hızlandırarak İslâm, bu toplumsal örgütleniş biçimini riske atmış gözükmektedir. Ancak İslâm dahi atayanlı soy örgütlenmesini ilga edecek ölçüde radikal bir etki yapabilmiş değildir. Soy grubu, içevliliği, yani amcakızı evliliğini vurgulayarak kız evlatların miras hakkını görünürde tanıyarak mülkün grup içerisinde kalmasını güvence altına alacaktır. “Hünnap ağacını neden sulayayım ki?” diye sorar bir Arap özdeyişi. “Sulamada öncelik her zaman zeytin ağacınındır.” (Bouhdiba 2012: 114). Açıklamaya gerek var mı, burada hünnap, miras payını dışarı götürecek olan kız evlat, zeytin ağacı ise soyun devamını sağlayacak erkek evlattır…
Bu durumda sulbün “temizliği”, bir başka deyişle yabancı “meni”nin karışmaması, atayanlı soy grubu açısından temel bir önem taşımaktadır. Bunun için de kadın bedeninin sıkı bir denetim altında tutulmaklığı gerekir. Kutsal Kitapların dahi boyun eğmek durumunda kaldığı kadîm ataerkil buyrultu, budur…
Ama bu kadar değil… İslâm’da kadın bedenine ilişkin algıları biçimlendiren başka tarihsel dinamikler de işlerliktedir.
Şunu kaydetmek önemli: İslâm dini, dağınık, yoksun ve yoksul bir yaşam sürdüren Arap kabilelerini, dini yayma buyrultusu altında, çağın dünyasının en görkemli imparatorluğunu kurmaya sevk etmiştir. İslâmî ethos, Dört Halife devrini aşıp üç kıtaya yayılan görkemli Emevi-Abbasi İmparatorluğu döneminde de biçimlenmesini sürdürmüştür. Belirtmeye gerek var mı, bu muazzam siyasî başarı, bir “erkek zaferi”dir. Komutanları, sultanları, âlimleri, filozofları, tüccarları, bürokratları… tümüyle erkeklerden oluşan bir zafer… İslâmî habitus’un biçimlenişinde, katı kuralların biçimlenmesinde olduğu kadar bu kuralları eğip bükmenin yollarının da bulunmasında, iki-üç kuşak içinde çöl yaşamından Binbir Gece Masalları’na konu olan görkemli ve gösterişli bir yaşama terfi eden Müslüman erkekler başrolü üstlenecektir. Allah’ın kelamını yedi düvele yayma ve kâfirlere, müşriklere boyun eğdirmedeki zaferlerinin sarhoşu… Yağmaladıkları zenginliklerden, esir aldıkları genç gayrımüslim kadın ve erkeklerin güzellik ve hünerlerinden başı dönmüş… Huriler, gılmanlar, Kevser şarabı iman dolu bir yaşamın öbür dünyadaki ödülü olabilirler; ama onlara bu dünyada ulaşmak neden yasak olsun ki?
Kutsal metinlere, aynı uhrevî tonu muhafaza eden devasa bir “erotoloji” literatürü eklenir böylelikle. Bouhdiba (2012: 142) İbn Nedim’in (10. yüzyıl) Fihrist’inde hemen tümü yitip gitmiş yüzü aşkın erotik risalenin adının verildiğini aktarmaktadır. Ve kendi inceleme imkânını bulabildiklerini sıralar: Cahid’in Mufakharat-ül cevari ve’l Gılman’ı (9. yüzyıl); bin erkekle evlenmiş bir Hintli kadının eşsiz cinsel deneyimlerini anlatan El Alfiyye; İbn Nasr’ın Cevami-ül ladha’sı; Es Semav-ül Ibn-ül Mağrıbî el İsrailî’nin (öl. 1170), cariye satın alırken nelere dikkat edilmesi gerektiğini ayrıntılarıyla anlatan Nüzhet ül eshab fi muaşerat ül ahbab’ı; Ahmed ibn Yusuf üt Tifeşî’nin tümüyle yasak aşklara (zina, sübyancılık, hermafroditler, lezbiyenlik, nemfomani…) adanmış Nüzhet ül elbab fi ma la yücadü fi kitab’ı; Ahmed İbn Süleyman’ın (öl. 1573) Sultan Selim’in isteği üzerine yazdığı Rücu ül şaib ila şibah’ı; penis ve vajina tipolojileri üzerine 42 000 dizelik anonim Nüzhet ül nüfuz ve’l defter ül ilm ve ravdet ül aruz fi umur ül nikah ve gayrihi…[28]
Zevk ve sefanın, İslâm erotika’sının seküler erkeklere özgü olduğunu düşünmek yanıltıcıdır. Yakut, Büveyhî veziri El-Muhallebî’nin fukaha, kadı ve âlimler için düzenlediği “orjiler”de, konukların ak sakallarından süze süze altın taslardan nasıl şarap içtiğini, birbirlerine şarap püskürterek eğlendiklerini, kafalar iyice dumanlandığında çırılçıplak soyunup boyunlarına çiçekten çelenklerle nasıl dans ettiklerini, orjilerden kadınların ve güzel oğlanların eksik olmadığını anlatır. “Ertesi gün,” diye ekler, “olağan püritenliklerine, özbilinçli saygınlıklarına, kadılardan beklenen o dışsal işaretlere saygıya ve büyük şeyhlere yakışan o edebe döndüler…” (akt. Bouhdiba 2012: 130).
Bu egemen ve kolektif eril bilinçte kadının konumu, böylelikle iki temel rolle biçimlenecektir: (erkek) evlatları doğurup yetiştirerek soyun devamını sağlayan (özgür) zevce ile binbir cinsel fantezinin nesnesi cariye… Eros’u reddetmeyen, beden ve ruhu karşı karşıya getirmeyen ve erkek ile kadının (hiyerarşik) tamamlayıcılığını varsayan İslâm dini, bu biçimlenişe destekleyici bir rol oynamışa benzemektedir.
* * *
Buraya kadarki iddialarımı birkaç başlık hâlinde toparlamam gerekirse:
- “Din bedene kazınır” ilkesinden kaçınamayan İslâm dini de müminlerin beden(ler)ini çeşitli biçimlerde temellük etmektedir.
- Bu temellük ediş tarzı, siyasal-iktisadî-toplumsal-kültürel bir bağlam içinde ele alınması gereken İslâm’ın dünyasında yürürlükteki iktidar ilişkilerinin dışında ele alınamaz.
- İslâm ontolojisi, ruh ile beden arasında kutupsallıktan çok, tamamlayıcılığı varsaymaktadır. Bu nedenle bedeni tanır, tensel hazların meşruiyetini onaylar.
- Benzer tarzda, İslâm dünya görüşünde kadın ile erkek, erkeğin ruha (süperorganik’e: toplumsal ve kültürele), kadınların ise bedene (organik’e: doğala) yakın olarak konumlandırıldığı hiyerarşik bir tamamlayıcılık içerisine yerleşir.
- İslâm’ın, müminlerin bedenlerine yönelik müdahalelerinden en çok kadınlar(ın bedenleri) etkilenmektedir. İslâm kaynakları, kadın bedenine ne yapılması gerektiğine yönelik devasa bir literatüre sahiptir.
- Bu literatür, büyük ölçüde, eril kamusal alan ile dişil özel/ domestik alanı kesin hatlarla birbirinden ayıran İslâm’ın “kadın bedeninin denetim altında tutulması” kaygısı üzerinde odaklanmaktadır. Bu denetim, fıtraten (yaratılışı/ doğası itibariyle) baştan çıkartıcı olan kadının, kutsal mesajın birincil muhatabı, ancak bedeninin zaaflarıyla yüklü erkeği, imanından alıkoymaması için gereklidir.
- Ancak denetimin rasyoneli bununla sınırlı değildir. Diğer kitaplı dinler gibi İslâm da içinde biçimlendiği beşerî coğrafyanın hâkim toplumsal örgütleniş biçimi atayanlı soy grubunun (kabile) soyu “temiz” tutma (yabancı meninin karışmasını önleme) ve sürdürme buyrultusundan kaçınamamıştır.
- Ve nihayet, İslâm’ın habitusu, iki-üç kuşak içinde mütevazı çöl yaşamından görkemli ve sefih bir “dünya imparatorluğu”na yükselen Müslüman erkeklerin elinde biçimlenmiştir. İslâm’ın mesajını ökümene’nin önemli bir bölümüne yayan bu erkekler topluluğu, “ödül”ü hak ettiğini düşünmektedir. Ödül ise, Kur’an’ın ve İslâm mitolojisinin “öte dünya” için vaat ettiği nimetlerdir: değerli taşlar, şarap ırmakları, ipekli, lüks giysiler, huriler, gılmanlar…
Görüldüğü üzere kadınlara fazla şans tanıyan bir kurgu değildir bu… Günümüzde kadınların topuk tıkırtıları duyulmaması için sokağa çıkmalarını yasaklayan, Suriye’de savaşan cihatçılarla muta nikahı kıydırıp cinsel arzularını karşılayan kadınların “mücahide” sayılacağına dair fetva veren; 7-8 yaşındaki kız çocuklarının evlendirilmesi gerektiğini ilan eden, aşık olduğu adamla sevişen kadının recmedilmesine hükmeden, kız çocukların okula gönderilmesini talep eden gencecik kıza ölüm tehditleri yağdıran, dinsel buyrukları farklı yorumlayan kadınları katledip betona gömen bir zihniyete dayanak sağladığı ölçüde eleştirel bir irdelemeye tabi tutulması, daha da aciliyet kesbetmektedir…
30 Mayıs 2014 12:15:58, Ankara.
N O T L A R
[*] Kadın Bedeni ve İstismarı, Editörler: Fatma Zehra Fidan-Duygu Alptekin, Opsiyon Yay., 2015… içinde yayınlandı.
[1] Kur’an, 39:9.
[2] Sosyal bilimlerde “beden” literatürünün post-yapısalcı ve hermönötik düalitesi çerçevesindeki dizilimine ilişkin aydınlatıcı bir dökümü için bkz. Furey (2012).
[3] Robert Hertz (1881-1915) E. Durkheim’ın öğrencisi, Année Sociologique grubu üyesi. Ecole de Hautes Etudes’de kısa süreli öğretim görevlisi oldu. I. Dünya Savaşı sırasında siperde öldü. 1909’da yayınlanan “Sağ elin başatlığı: Dinsel kutuplaşma üzerine bir inceleme” başlıklı makalesi Durkheim’ın kutsal ve dindışı ayırımına dayanmaktadır. Bu denemenin çevirisi Rodney Needham’ın Right and Left: Essays on Dual Symbolic Classification (1973)’da yayınlanınca İngilizce okurların dikkatini çekecekti.
Hertz küçük bir biyolojik asimetrinin temrinle büyük ölçüde abartıldığını ve çoğu toplumun solun aleyhine sağ elin teşvik edildiğini öne sürmektedir. Pek çok toplumda sağ elle yemek yemek, selamlaşmak vb. teşvik edilmekte, sol el dışkıyla, kirlilikle ilişkilendirilir. Hertz’in deyişiyle “sağ el tüm aristokrasilerin, sol el ise pleblerin modeli ve simgesi”dir. Ve Herz, Maoriler arasında sağın kutsal yan, iyi ve yaratıcı güçlerin barınağı, solun ise dindışı yan ve kimi tedirgin edici, kuşkulu kudretlerin dışında bir erdem taşımadığını belirtir. Sağ yaşamın, sol ise ölümün tarafıdır. Yine Maorilerde sağ yan eril ve kutsal, sol yan ise dişil ve profan.
Hertz’e göre bedeni bir simge, dünyaya anlam dayatmada kullanılabilecek bir şifre olarak kullanma yetisi sol-sağ kutupsallığına anlamını vermektedir. Ve toplumsal inşaları geliştirmenin anahtarı beden olduğundan, kültürel kurallar doğal gösterilebilmektedir. (Bowie 2000)
[4] Kundalini’nin temel fikri, bedenimizde Hinduların “Sushuma” adını verdiği bir enerji kanalı bulunduğudur. Anüsü başa bağlayan bu tüp boyunca en güçlü psişik enerjilerin, Kundalini enerjisinin akışı gerçekleşmektedir. Buna ek olarak, kanalın sağ yanında Ida (eril), sol yanında ise Pingala (dişil) adı verilen iki yardımcı kanal uzanır. Bu iki kanal, chakra adı verilen ve bilinç merkezleri sayılan yedi nokta ya da enerji çemberinde kesişir. Kadîm Hindu literatürüne göre her bir chacra hayatta kalma çabası, irade, aşk, ifade vb. insan özelliklerinin merkezidir. (Cohen, 2013)
[5] Bhagwan Shree Rajneesh (1931-1990). 1970’lerin başından itibaren Hindistan’da önce Bombay, ardından da Pune’de verdiği vaazlardaki farklı dinsel gelenek, gizemci hareketler ve felsefi doktrinlerden devşirdiği özgürlükçü gizem öğretisiyle kısa sürede çevresinde uluslar arası bir cemaat toplayan Hintli mistik. Cemaatin gündelik faaliyetlerinin yürütüldüğü Ashram’ına girebilmek, öncelikle kapıda “koku testi”nden geçebilmeyi gerektiriyordu.
[6] İlginç bir derleme için bkz. “Examples of purity rites”, http://www.wetherellart.co.uk/ shayn/ innocence/ pages/purityrites.html
[7] “… acılar içindeki Mesih’e yaklaşmaya niyetlenen herkes için beden hem en büyük engel, ‘en büyük düşman’, hem de Kurtarıcı’nın yanında olmanın bir yoludur: alt edilmesi gereken bedeni, kendini kurban etme çabasının ana ekseni olan beden. (…) Temel hijyen tedbirlerinden bahsetmeyelim bile, zira beden bazen tamamen kendi haline bırakılır, mide bulandıracak kadar pislenmesine, bit, pire kaynamasına seyirci kalınırdı. (…) İnsani kafesinin değerini sıfıra indirmeyi hayal eden herkes için, beden esasen bir ‘sefaletler ummanı’, günahkârlığın eseri olan bir çirkef kuyusudur sadece: Kötü alışkanlıkların yuvası, iğrenç beden. ‘Bir süprüntüden, pislikten başka bir şey değilim; Efendimize dua edeyim ki ben öldükten sonra bedenimi çöpe atsınlar, kuşlara, köpeklere yem olsun. (Günahlarımın cezası olarak başka ne isteyebilirim?’ diye haykırır Ignacio de Loyola. (Gélis, 2007: 36-37)
[8] Roma döneminde, şarap tanrısı Bacchus adına düzenlenen festivallerde (Bacchanalia) günlük kurallar tersine çevrilir, efendiler hizmetkârlarına hizmet ederdi. Bacchanalia boyunca tüm cinsel kısıtlamalar lağvedilirdi. Kadınlar erkek, erkekler kadın giysilerine bürünür, erotik danslarda dev fallus heykelleri taşınırdı. (“A Brief History of Religious Sex, http://www.goddess.org/religious_sex.html)
[9] Bkz Douglas (2000: 42-58).
[10] “Domuz, yırtıcı kara hayvanları, yırtıcı kuşlar, leş yiyen hayvanlar, tek tırnaklılardan eşek ve katır, sürüngenler, kemirgenler ve böcekler müctehidlerin çoğunluğu tarafından yenilmesi haram kabul edilen hayvanlardır.” (Yalçın, tarihsiz)
[11] “Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir, bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumar yoluyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?” (El-Mâide 5/90-91)
[12] http://abdest-nasil-alinir.com/abdest-nasil-alinir
[13] Giysiler, renkler (erkekler için yeşil, kırmızı ve beyaz tavsiye edilmektedir, Bouhdiba 2012: 33) altın takılardan sakınma (erkekler için), sakal [Müslüman erkekler için sünnettir ve yetke, bilgelik, iktidar ve yargılama gücüyle ilintilendirilmektedir Bouhdiba 2012: 34] ve tesettür [Müslüman kadınlara farzdır] bu ayırımın gösterenleridir
[14] Akt. Bouhdiba 2012: 31.
[15] Nisa 34, Diyanet meali. (Diğer Türkçe mealler için bkz. http://www.kuranmeali.org/4/nisa_suresi/34.ayet/ kurani_kerim_mealleri.aspx)
[16] Öte yandan, “ilahî” kelamın bir “kul”un müdahalesiyle değişikliğe uğraması, içkin “yetkinlik” savlarını zedeleyen bir olaydır!
[17] Son dönemlerde “İslâmî feminizm” başlığı altında anılan ve ağırlıklı olarak kadın din âlimlerince yürütülen bir dizi girişim, müminlerin ibadet ve gündelik yaşamlarını sürdürmelerinde temel müracaat kaynaklardan kabul edilen Sünnet’in kültürel/tarihsel olduğu, bu nedenle yeniden yorumlama ve seçilime tabi tutulabileceği fikrine dayanmaktadır. “İslâmî feministler” İslâm’da kadınların konumunun saptanmasında, yalnızca her türlü insanî zaaftan “münezzeh” olan Kur’an’ın esas alınması gerektiğini, Muhammed Peygamber’in söyledikleri ve yaptıklarına dair rivayetlerin, ravîlerin eril-merkezli bakış açılarını yansıttığını ileri sürmektedirler. Bu, kuşku yok ki, dikkate değer bir çabadır; ancak kanımca iki bakımdan zaaflıdır: 1. Kur’an’ı içinde biçimlendiği iktisadî-siyasal-toplumsal dünyadan yalıtlayarak tarihdışılaştırma eğilimi açısından; 2. Bununla bağlantılı olarak yaşanan İslâm dinini, içinde yaşandığı, biçimlendirildiği, aktarıldığı bağlamdan kopartarak soyutlama eğilimi açısından. Çünkü nihayetinde herhangi bir (tektanrılı) “din”, bir “Tanrı kelâmı” momentinden ibaret değildir; yaşanan, aktarılan, kurumsallaşan bir süreçler dizisidir…
[18] Bkz. http://www.hikmet.net/icerik/5167/kadinin-evde-durmasi-ve-disari-cikmasi.
[19] A.y.
[20] A.y.
[21] Ama aynı zamanda dişil: İslâm dini kadının şehevîliğini kabul eden ve aynı zamanda düzen-bozucu (fitne) kapasitesi nedeniyle bu yetiden ürken bir halet-i ruhiyeyi yansıtmaktadır bkz. Sabah (1982), Saadavi (1991), Mernissi (2011).
[22] “Cennet askıya alınmış zevkin zamanıdır. Aynı zamanda yirmidört yıl süren kesintisiz ereksiyon ve orgazmın mekânıdır. Eğer dünyevî orgazm cennete dair bir önsezi veriyorsa, bu durumda kişi, cennetteki yaşamın sonsuz, ebedî bir orgazm olduğunu kabul etmeli.” (Bouhdiba 2012: 85)
[23] Nisa suresi (34) dışında, kadını kocasının arzularını karşılamaya her an hazır olmaya çağıran bir dizi hadis de bulunmaktadır. http://www.enfal.de/riyazussalihin/TURKCE/3/35.htm adresine bakılabilir.
[24] Akt. Gazalî (2003: 8).
[25] Bu makalede –kısa örneklerle de olsa- bu literatüre girmek, hem anlamsız, hem de olanaksız. Anlamsız, çünkü İslâmî söylemin artan ölçülerde görünür hale geldiği bir ülkede okur “İslâm’a göre kadın” konusunda istemediği kadar kaynağa erişme olanağına sahiptir; buradaki niyetim bu kaynakların “sahîhliğini” tartışmak olmadığına göre, bu kaynaklardan her biri, ilişkin literatürün boyutları (ve içeriği) konusunda yeterli fikir vermeye yetilidir. (Cami avlularında ya da Diyanet’in kitapçılarında satılan İlmihaller, “Müslüman Kızın El Kitabı”, “Hanımlara Öğütler” vb. tarzı yayınlar ya da dini bilgiler sunan binlerce internet sitesi…) Olanaksız, çünkü İslâmî corpus’da kadınlara yönelik “yap ve yapma”lar, içlerinden nesnel, hatta anlamlı bir seçme yapılmayacak kadar fazla…
[26] Hezekiel: 38-40
[27] Matta 27-30
[28] İslâm erotikasının en iyi bilinen yapıtlarından Şeyh Nefzavi (16. yüzyıl) tarafından kaleme alınmış El Ravd ül atit fi nüzhet ül hatir Türkçeye çevrilerek yayınlanmıştır. Bkz. El Nefzavi (1991).
Kaynakça
Al-Ghazali, Abu Hamid (2003). “Book on the Etiquette of Marriage.” Being the Second Book of the Section on Customs in the Book The Revival of the Religious Sciences. http:/ / www.ghazali.org/ works/ marriage.htm.
Arthur, Linda B. (2000). Dress, Body, Culture, Undressing Religion. Commitment and Conversion from a Cross-Cultural Perspective. Oxford, New York: Berg.
Asad, Talal (1983). “Anthropological Conception of Religion. Reflections on Geertz”, Man, vol. 18, sayı 2, 237-259.
- (1993). Geneologies of Religion: Discipline and Reasons of Power in Christianity and Islam. Baltimore: John Hopkins University Press
Barnard Alan & J. Spencer (eds.) (1996). Encyclopedia of Social and Cultural Anthropology. Londra & New York: Routledge.
Boudhiba, Abdelwahab (2012). Sexuality in Islam. Londra: Saqi.
Bowie, Fiona (2000). The Anthropology of Religion. Oxford, Blackwell Publishers,
Clastres, Pierre (2010). Archaeology of Violence, Semiotexte.
Cohen, Elías (2013). “Symbolism And Body. A Symbolic Cartography Of Our Corporality”, http:/ / www.physicaltheater.net/ wp-content/ uploads/ 2013/ 07/ SYMBOLISM-AND-BODY.pdf
Douglas, Mary (2000) [1966]. Purity and Danger. An Analysis of the Concepts of Pollution and Taboo. Londra ve New York: Routledge.
Foucault, Michel, (1978). The History of Sexuality: An Introduction, New York, NY: Pantheon Books.
Furey, Constance M. (2012). “Body, Society and Subjectivity in Religious Studies”. Journal of the American Academy of Religion, March 2012, c. 80, no. 1, ss. 7-33.
Gélis, Jacques (2007). Bedenin Tarihi (1), Rönesans’tan Aydınlanma’ya. A. Corbin, J.-J. Courtine, G. Vigarello. (der.) İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Janssen, Diederick F. (2007). “Male Initiation: Imagining Ritual Necessitiy”, Journal of Men, Masculinities and Spirituality, c. 1, no. 3, ss. 215-234
Mauss, Marcel. (1934). Les Techniques du corps, Journal de Psychologie 32 (3-4). [Mauss, M. Sociologie et anthropologie, (1936, Paris: PUF) içinde yeniden basıldı.]
Mernissi, Fatema (1991). The Veil and the Male Elite: A Feminist Interpretation of Women’s Rights in Islam. New York: Addison-Wesley.
- (2011). Beyond the Veil: Male-Female Dynamics in Muslim Society. Saqi Essentials.
El Nefzavi, Şeyh Muhammed (1991) Itırlı Bahçe (16. Y.y. Arap Seks Kitabı), İstanbul: Yol Yayınları.
Saadavi, Neval (1991) Havanın Örtülü Yüzü, İstanbul: Anahtar Kitaplar.
Sabah, Fatna Ait (1982). La femme dans l’inconscient musulman, Paris: Editions Le Sycamore.
Schildkrout, Enid (2004). “Inscribing the Body”, Annual Review of Anthropology, Vol. 33 (2004), pp. 319-344
Yalçın, İsmail. “Yiyecek”. Diyanet İslam Ansiklopedisi 43. Cilt. http:/ / www.fizan.net/ yiyecek.html
Diğer internet kaynakları:
http:/ / www.enfal.de/ riyazussalihin/ TURKCE/ 3/ 35.htm
http:/ / www.hikmet.net/ icerik/ 5167/ kadinin-evde-durmasi-ve-disari-cikmasi.
http:/ / www.kuranmeali.org/ 4/ nisa_suresi/ 34.ayet/ kurani_kerim_mealleri.aspx
http:/ / www.wetherellart.co.uk/ shayn/ innocence/ pages/ purityrites.html
“A Brief History of Religious Sex, http:/ / www.goddess.org/ religious_sex.htm
http:/ / abdest-nasil-alinir.com/ abdest-nasil-alinir