Eyüp Yalur / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Cumhuriyet, “egemenliğin kaynağının millete ait olduğunu kabul eden devlet ve hükümet şeklidir” deniliyor.
Gücünü ve meşruluğunu halktan alıyor, halka dayalı bir sistemdir deniyor ama halk bu mevcut sistemin hiçbir yerinde yoktur.
Resmi ideolojiye göre cumhuriyet süreci, Milli Mücadele ve Kurtuluş Savaşı ile start almıştır.
Erzurum ve Sivas Kongrelerini takiben 23 Nisan 1923’te halkın iradesine dayalı Büyük Millet Meclisi açıldı. İlk mecliste ülkenin bütün renkleri vardı.
Bu kongrelerde Kürt delegelerin desteği alınmadı mı?
M. Kemal, Anadolu’ya geçince Amasya’dan K. Karabekir’e çektiği telgrafta, “Ben Kürtleri ve hatta bir öz kardeş olarak tekmili milleti bir nokta etrafında birleştirmek ve bunu cihana göstermek karar ve azmindeyim” diye yazmıştır.
Yine Erzurum Kongresinde, Amasya Protokol’üne atıfta bulunarak “Türklerin ve Kürtlerin birlikte oturdukları yerler” vurgusu yaparak, vatan için milli mücadele başlatıldı, demiştir.
Daha sonra 72 milletin mücadelesi sonucu kurulan cumhuriyet Türk’e mal edildi, bununla da yetinilmedi herkesi Türk saydı.
Lozan Antlaşması görüşmelerine katılan İ. İnönü’nün heyetinde Batılı devletleri ikna etmek için Diyarbakır Mebusu Zülfü Tigrel Bey adında bir Kürt temsilci de vardır. İnönü, Türklerin ve Kürtlerin yek vücut olduğunu ve Lozan heyetine “Kürtler ve Türkler” adına katıldıklarını ama “Kürtlerin hiçbir hak talep etmediklerini” söyler.
Hani Lozan’a heyet Türkler ve Kürtler adına gitmişti. Türklerin ve Kürtlerin haklarını savunacaktı.
Lozan Antlaşması imzalandıktan sonra ülkenin asli unsurlarından olan Kürtler yok sayıldı, sisteme etnik milliyetçilik hakim oldu.
Cumhuriyetin üzerine kurulu olduğu saç ayağının bütün ayakları kırıldı ve cumhuriyet topal ördeğe döndü. Türklük üzerine kurulu olan bu sistem cumhuriyet olma vasfını yitirdi. Cumhuriyet kavramının içeriği boşaltıldı.
Cumhuriyet ile Kürtler arasındaki yüzyıllık ilişkiler her yönüyle tartışmalıdır. Yüzyıllık Cumhuriyet ulus-devlet ipine sarılarak geçmişi milattan öncesine dayalı, Cumhuriyet’in asli unsuru olan Kürt halkını dün olduğu gibi bugün de inkar etmektedir.
Cumhuriyet rejimi, 700 yıl dünyanın yarısı diyebileceğimiz üç kıtayı adalet, hakkaniyet, liyakat ve hoşgörü ile yöneten kimseyi asimile etmeyen Osmanlı İmparatorluğunun çok çok ilerisinde olması gerekirken gerisinde bir rejim durumuna düştü.
Rejim 1940’lara kadar uyguladığı tedip ve tenkil harekatlarıyla Kürt meselesini çözmeye çalıştı ve başarısız oldu.
Bundan olumlu bir sonuç alamayan rejim binlerce Kürt köyünü yakarak Kürtleri metropollere zorunlu göçe zorladı.
Karıştır barıştır siyaseti güttü ve onda da başarılı olamadı. Kürtler gittikleri yerlerde gettolar oluşturdular. Kürt sorunu metropollere taşındı.
21. yüzyılın ilk çeyreğinde halkların varlıklarını hâlâ inkar eden, dillerini, kültürlerini yok sayan asimilasyoncu siyaset izleyen bir rejim durumundadır. Adına cumhuriyet demek bu yanlışların üzerini örtemez.
Kürtler tarihlerinin hiçbir döneminde cumhuriyet döneminde mağdur oldukları kadar mağdur olmamışlardır.
Kendi topraklarını yönetebilmekten, kendi kültürlerini yaşamaktan ve yaşatmaktan, kendi dilini konuşmaktan, ulusal kıyafetleriyle seyahat etmekten men edilmemiş, kurumları zarar görmemiş ve kapatılmamışlardı.
Sonuç olarak cumhuriyet Kürtler için temel insani haklarının ihlal ve inkâr edilmesi, yasaklanması anlamına gelir.
Türkiye Cumhuriyeti siyasi, bürokratik ve askeri elitleri Kürt meselesini demokratik yollarla değil zamana yayarak çözmek gibi bir yanılgı içerisindeler. Çünkü her geçen gün canını kaybediyor, ekonomisi çok ciddi zarar görüyor ve ülke siyasi ve ekonomik olarak güç kaybediyor.