Pandemi ve sonuçları tartışılırken, üzerinde en çok durulan “Devlet mi özgürlük mü” tartışması 21. yüzyılın esas konularından biriydi. Covid-19 ile “daha çok devlet daha az özgürlük” mü yoksa “daha az devlet daha çok özgürlük mü” tartışması alevlendi.
Sinan Çiftyürek / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Yükselen “daha çok devlet” söyleminin girdilerine baktığımızda:
*Geniş gününde devlete, “güvenliğimi sağla piyasa işleyişine karışma” diyen reel sektör ile New York’ta kuşatılan finansal merkezin sahipleri şimdi yine “devlet nerede” demeye başladılar. Öyle ki 2008 kriziyle kıyaslanmayacak boyutta ağır yaşanacak ekonomik daralma hatta çöküşe karşı yüksek sesle “devlet ekonomiye müdahale etmeli” diyorlar.
*İşsizliğin üç dört ayda ikiye, üçe katlandığı bugünlerde ırkçı yabancı düşmanı neofaşist gruplar hareketlenirken; popülist siyasi akımlar ise işçi-yoksulların sokağa ineceği hesabı üzerinden “daha fazla devlet müdahalesi” siyasetini sokağa taşıma hazırlıkları içindeler. Ağır kriz süreçlerinde, yabancı düşmanlığıyla iç içe gelişen ulusçu izolasyonun, halkı “totaliter denetim/gözetim”e alma yönelimlerinin geliştiği biliniyor.
*Çin’in ilk günden Covid-19 ile savaşta orduyu sokağa sürerek izlediği “baskılayıcı” politikanın görünür “başarısının” Güneydoğu Asya etkili olması… Doğu despotizminin temel aktörlerinden Rusya’nın, Çin benzeri politikalar izlemesi hatta konvansiyonel savaştaymış gibi Covit-19’a karşı askeri tatbikat yapması… Buna karşın İngiltere, Almanya’nın başta izledikleri “sürü bağışıklığı” (“yatıştırıcı”) politikalarla “ölen ölür kalan sağlar bizim” tutumu ve Trump’ın gayriciddi yaklaşımları, kendilerine pahalıya mal olacağını görünce Çin’in izlediği politikalara kısmen dönmeleri de etkili olmadı. Yani Çin öncülüğünde Güneydoğu Asya kuşağının “başarısı” ve AB, ABD’nin pandeminin altında ezilmeleri yakın vadede “daha çok devlet” diyenlerin ellerini güçlendiren gelişmeler.
Ancak “daha az devlet daha çok özgürlük” trendi derinleşecek çünkü “daha çok devlet, daha ulusçu izolasyon, daha otoriter rejim” diyenler gelip gelip şunlara toslayacaklar:
Bir: “Daha çok devleti” temsil edenlerin başında gelen Çin, Covid-19’un küresel salgın olduğu bununla savaşında küresel ölçekte verilmesi gerektiğinin pratiğini yaşıyor. Covid-19’u ülkesinde denetim altına alan Çin, derhal diğer ülkelerin yardımına koşarak mücadeleyi küresel ölçeğe taşıdı. Çünkü İtalya/AB, ABD, İran’da… Pandemi aşılmazsa küresel ekonominin imalat atölyesi Çin, kendini koruyamazdı ve ulusalcı tecrit ile küresel üretimin atölyesi olma arasındaki sıkışmada tereddütsüz küresel üretim ve piyasanın gereğini yaptı. Çünkü ABD, AB, İran’da Covid-19 sürdükçe virüsün, ticaret yaptığı bu ülkelerin ticari malları üzerinden ilk uçakla Çin’e ineceğini biliyor.
Elbette yaygınlaşan “Ölüm korkusu ve karantina” halkta otoriterliğe, ulusçuluğa dönüş eğilimini güçlendiriyor ama nereye kadar? Az-çok küresel ekonomiyle entegre olmuş bir ekonomi kendini ulusal sınırlara kapatamaz, (İlginçtir Covid-19 da bunu yapıyor) sürdüremez. Rejimlerde ulusalcı ve otoriter yönelim geçicidir ve en başta Çin, eğer küresel üretimin atölyesi konumunu sürdürecekse süreçte bu iki eğilimi ya geriletecek ya da kanlı iç savaşlarla geriletilecek.
İki: Pandemili ayları gözlemleyenler; bireyin, devletin dışsal disiplini dışında, öz disipliniyle de kendini özne olarak ortaya koyduğunu gördüler. En katı devlet müdahalesinde bile son tahlilde devlet halka, “Esas olan sizin kendi kendinize alacağınız tedbirlerdir” söylemini sokaklarda tekrarlaması öz disiplini yani daha az devlet sosyolojisini güçlendiriyor.
Üç: Kapitalizm, dünyayı küçük bir köye dönüştürüp uzak-yakın, büyük-küçük, metropol-taşra ayrımı hızla kaldırırken; Covid-19 da “Dünyanın çok küçük bir yer olduğunu ve mikroskobik bir organizmayla baş edemeyen birkaç mahalleden oluştuğunu kanıtladı. Yine bu mahallelerde bu virüsü engellemek için duvarlar örmek isteyenlerin bu virüsü bu şekilde engelleyemeyeceğini de gösterdi”. (Memduh Azzam) İşte ulus devlete, otoriterliğe dönüşü alkışlayanların toslayacakları sınır!
Dört: Dünya jandarması ABD’nin sağlık sistemi, Covid-19 saldırısı altında çökerken, küçük sosyalist ülke Küba’nın sağlıkta öne çıkması, siyasal rejimler üzerinde; “Savaşa değil sağlığa yatırım, daha az silah-savaş, daha fazla sosyal devlet ve sağlık” baskısını artıracak.
Sonuç, “Daha az özgürlük” diyenler işi “Biyometrik gözetim-denetime” yani:
“Bir düşünce deneyi olarak, her vatandaşın günde 24 saat vücut ısısını ve kalp atış hızını izleyen biyometrik bir bilezik takmasını talep eden varsayımsal bir hükümeti düşünün. Elde edilen veriler devlet algoritmaları tarafından istiflenir ve analiz edilir. Algoritmalar, daha siz bilmeden önce bile sizin hasta olduğunuzu bilecek… Enfeksiyon zincirleri büyük ölçüde kısalır ve hatta tamamen kesilebilir… Salgını durdurabilir. Kulağa ne güzel geldi, değil mi?..
Ancak diyelim ki ben bir video izlerken kan basıncımı, vücut ısımı ve nabzımı ölçtünüz. Buradan beni nelerin güldürdüğünü, neye kızdığımı da öğrenebilirsiniz… Öksürüğünüzü tespit eden teknoloji kahkahanızı da tespit eder. Hükümetler ve şirketler kitleler halinde biyometrik verilerimizi hasat etmeye başlarsa, bizim kendimizi tanıdığımızdan daha fazla bizleri tanıyacaklardır. Bunun da anlamı, sadece hislerimizi öngörmekle kalmayıp bunları yönlendirebilecekleri – bir ürüne veya bir siyasiye doğru, istedikleri biçimde.
Korona virüsü vaka sayısı sıfıra indiğinde dahi bazı veriye aç devletler biyometrik denetimi sürdürmek istediklerini “çünkü ikinci bir korona dalgasından endişe ettiklerini” söyleyebilirler. Ne demek istediğimi sanırım anladınız. Son yıllarda zaten özel hayatımızla ilgili tartışmalar giderek büyüyordu. Korona virüsü krizi bu savaşta bir dönüm noktası oldu. İnsanlara sağlık mı özel hayatın gizliliği mi derseniz çoğunlukla sağlığı seçerler. (Yuval Noah Harari)
Yakın vadede otoriter rejimleri güçlendirecek “biyometrik bilezik” orta-uzun vadede otoriter rejimlerin sonunu hazırlayacak süreçleri barındırmakta çünkü insan, kendini insan olmaktan çıkartacak sürece izin vermeyecek.
Yeni Yaşam Gazetesi