16 Nisan referandumu sonrası yapılması gerekenleri Prof. Dr. Korkut Boratav’ın, “İslâmcı faşizme birlikte karşı çıkmak, karşı cepheyi dağıtacaktır. Şimdi esas olan İslâmi faşizme karşı mücadele,”[196] diye özetlediği üzere…
BİR MİLAT: REFERANDUM VE SONRASI
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER / Yazarlarımızın tüm yazıları için tıklayınız
1.) 16 NİSAN REFERANDUMU
1.1) BASKI(LAR) VE SALDIRI(LAR)
1.2) YOLSUZ(LUK)LAR
1.3) YSK PİYONU
1.4) KÜRT FAKTÖRÜ
1.5) 16 NİSAN ABARTILARI, ZIRVALARI
2) REFERANDUM SONRASI
2.1) OYSA!
2.2) CHP’NİN TAVIR(SIZLIĞ)I
3) POST-REFERANDUM GÜZERGÂHI
3.1) REJİMİN SİYASAL VEÇHESİ
3.2) BUGÜN(ÜMÜZ)
3.3) AKP DEYİNCE!
4) 2019 YANILGISI VE GELECEK
4.1) ÖNE ÇIKA(RTILA)N DİNAMİKLER
4.2) NİHAYET
BİR MİLAT: REFERANDUM VE SONRASI
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
“A demeyen birisi B demek zorunda değildir.
A’nın yanlış olduğunu da belirtebilir.”[1]
Referandum sonrasının, coğrafyamız için “yeni” bir milat olduğu kanısındayız; hem de Genco Erkal’a, “Mücadele için bir tek sokak kaldı,”[2] dedirtecek kadar!
Ergin Yıldızoğlu’nun, “İyimser olamıyorum,” vurgusuyla eklediği üzere: “AKP liderliğindeki siyasal İslâmın referandumdan ne pahasına olursa olsun ‘Evet’ çıkartma çabaları, kamuoyu yoklamalarının gösterdiği gibi ülke halkını tam ortadan iki kampa böldü… Bu liderlik, parti ve hareket, ülkeyi, tüm devlet gücünü elinde toplayacak, ancak denetlenmeyecek (mutlak) bir liderlik eliyle yönetmeyi arzuluyor, bunu ‘Hukuk engelini yıkmak için evet’, Cumhurbaşkanı’nın yargılanma korkusunu ortadan kaldıracağız’ gibi modern zamanlarda skandal sayılacak biçimlerde ifade etmekten çekinmiyor”du.[3]
Tam da böylesi bir tabloda Türkiye 16 Nisan referandumuna tek yönlü bir kampanya dayatmasıyla gitti. Devlet olanakları ve medya “Evet” için bütün güçlerini seferber etti.
Olağanüstü hâl koşullarıyla AKP parti-devletinin baskıları birleşince “Hayır” kampanyası yürütmek bir yana, Hayır’ı yüksek sesle telaffuz etmek, cesaret işi hâline geldi.
Meclis’in üçüncü büyük partisi HDP’nin eşbaşkanı ve 12 milletvekili ile binlerce il-ilçe yöneticisi tutukluyken; parti neredeyse hiç sesini çıkartamadı.
Bunlar yetmezmiş gibi Cumhurbaşkanı, Başbakan, iktidar partisinin yöneticileri “Hayır”ı terörizme eş tutunca; Erdoğan’ı eleştirmenin hapis tehdidiyle karşılandığı bir atmosferde sandığa gidildi.
Seçim sonuçları ne olursa olsun referandum, baştan itibaren seçmenin iradesinin sakatlandığı, şaibeli bir vakıaydı.
Yalnızca kampanya süreci değil, referandum günü de parti-devletin “Evet” için türlü oyunlarına sahne oldu. YSK’nin AKP temsilcisinin talebiyle bugüne kadarki bütün kararlarını ve yasayı açıkça çiğneyerek mühürsüz zarf ve pusulaları geçerli sayacağını ilan etmesiyle “şaibe” realiteye dönüştü.
Bu bir yanıyla distopyaydı; hem de H. G. Wells’in ‘Zaman Makinası’nı,[4] G. Orwell’in ‘1984’ünü,[5] A. Huxley’in ‘Cesur Yeni Dünya’sını[6] anımsatan cinsten…
Ancak bu kadar da değil; bu hâle bir de I. Ionesco’nun ‘Gergedanlar’ındaki[7] Bérenger’nin, direniş ve umutları simgeleyen kahramanlar imkânı da eklenmelidir!
“Nasıl” mı?
Eduardo Galeano’nun, “Fırtınanın bağrında bakışlarını geriye çevirmiş bir peygamberdir tarih: Olmuş olandan hareketle ve olmuş olana karşıt olarak gelecek olanı haber verir,” derken; Mao Zedung’un eklediği üzere:
“İnsanlık tarihinde yok olmanın eşiğindeki her gerici kuvvet son bir hamle ile zorunlu olarak devrimci kuvvetlere karşı atılır ve çok zaman da bazı devrimciler görünüşte kuvvetli olan ve iç bünyedeki zayıflığı gizleyen görüntüye bir an aldanarak düşmanın sonuna yaklaştığı ve kendilerinin de zafere çok yaklaşmış oldukları gerçeğini göremiyorlar.”[8]
Referandum sonrasındaki coğrafyamıza imkân ve tehditleriyle, bu ikili pencereden bakmak yararlı olacaktır.
1.) 16 NİSAN REFERANDUMU
‘The Economist’in, “partili cumhurbaşkanlığı”nı getirip; “tek adam” yaratacağının altını çizerek, “Türkiye karanlık bir döneme giriyor,”[9] vurgusuyla betimlediği; AKP’nin kurucularından Abdüllatif Şener’in, “Anayasa’da yapılan değişiklikle devletin yürütme, yasama ve yargı erki arasındaki denge, kontrol ve fren sistemi kaldırılıyor,”[10] notunu düştüğü güzergâhta “demokrasi”(?) adına(!) sergilenen 16 Nisan Referandumu, nihai kertede bir tulûatın ötesine geç(e)medi.
Kolay mı?
Kapitalizm koşullarında “Demokrasi denilen oldum-olası sefil bir sirk oyunuydu, kocaman bir yalandı… Sarayda uzmanlar tarafından bir ‘anayasa paketi’ hazırlandı. 316 AKP milletvekili daha metni görmeden boş kâğıda imza attılar ve bu skandal hiç sorun edilmedi.”[11]
15 Nisan Referandumu tulûatı açısından asla unutulup/ unutturulmaması gereken, bu tekçilik dayatmasının“demokrasi”nin bir parçası, getirisi olarak algılanamayacağı, tam tersine bunun çoğunlukçu bir despotizme denk düştüğüdür.
Bir şey(ler) daha: 2016 Ocak ve Nisan döneminde 176 milyar TL harcayan hükümet, 2017 yılının aynı döneminde 216 milyar TL harcama yaptı. 40 milyar TL’lik harcama artışına dikkat çekilen çalışmada, bunun 29 milyar TL’sinin referandum nedeniyle öne çekilen harcamalardan kaynaklandığı belirtildi.[12]
Başkanlık tartışmalarının Türkiye’ye faturası ağır oldu. 2016’nın Ekim ayından Mart 2017’ye süren Başkanlık tartışmaları ekonomide belirsizliği artırdı. Ülkenin ihtiyat akçesi olan Merkez Bankası rezervleri, beş ayda 10 milyar dolar eridi.[13]
Ayrıca Mersin Milletvekili Fikri Sağlar, referanduma hazırlık sürecinde “Evet” çalışmaları sırasında 82 mitinge 164 milyon lira harcandığını ifade etti.[14]
Tüm bunlar böyle olmasaydı; 15 Nisan Referandumu’nun kaçınılmaz olarak devreye soktuğu baskı ve saldırılar anlamlandırılmazdı.
1.1) BASKI(LAR) VE SALDIRI(LAR)
Devletin tüm olanaklarının, “Evet” için seferber edildiği siyasal ortam, OHAL’in ağır baskısı altındaydı!
- RTÜK, ‘A Haber’, ‘TGRT Haber’, ‘Uzay-Haber’, ‘Kanal A’ ve ‘24 Kanalları’nda referandum dönemindeki canlı yayınlarda “Hayırcı”lara edilen küfürleri -AKP ve MHP’li üyelerin koalisyonu ile-, “seçim yayını” olarak değerlendirip cezalandırma yetkisi elinden alınan YSK’ye gönderirken, “Hayır”cıların yayınlarını incelemeye aldı.[15]
- G. Antep’te AKP’li Düziçi Belediye Başkanı Ökkeş Namlı, 16 Nisan’da “Evet” oyu vermeyecek çalışanlarını açıkça işten atmakla tehdit etti, ‘Hayır’ oyu kullanacakları da “terörist” ilan etti.[16]
- Ağrı Tutak Kaymakamı Erkan İsa, köylülerin tarım destek paralarına el koyarak köylerden “Evet” çıkmazsa parayı vermemekle tehdit etti.[17]
- İzmir Milletvekili Zeynep Altıok Akatlı’nın, “Hayır” çalışmaları yapan yurttaşlara yönelik saldırıların bilançosunu ortaya koyduğu raporuna göre, anayasa değişikliği paketinin görüşülmeye başlandığı günden 6 Nisan 2017’ye kadar ki sürede, “Hayır” diyenlere yönelik en az 231 tehdit, baskı, hakaret, hedef gösterme ve saldırı gerçekleşti.
“Hayır” kampanyası yürüten en az 330 kişi gözaltına alındı, 3 kişi tutuklandı (2 Halkevi üyesi ve Ali Gül), MHP’den 4 isim ihraç edildi, 5 gazeteci ve 12 işçi işten atıldı, 1 futbol hakemi açığa alındı.
Çanakkale, Kocaeli, Samsun, İstanbul’da salon tahsisleri iptal edildi. Konya’da Kemal Kılıçdaroğlu’na salon verilmedi, sendika başkanına silahlı saldırı düzenlendi.
CHP Kayseri Milletvekili Çetin Arık’a satırlı saldırı gerçekleştirildi. Haziran Hareketi üyelerine taşlı ve bıçaklı saldırı düzenlendi. 3 Haziran Hareketi üyesi bıçaklandı. CHP Viranşehir İlçe Başkanı dahil 9 kişi yaralandı. KTÜ’de öğrencinin burnu kırıldı, Sinan Oğan’a silahlı bir grup tarafından saldırı düzenlendi. üniversitelerde “Hayır” demek yasaklandı. Esenler’de CHP yöneticilerine AKP’lilerce saldırı gerçekleştirildi, CHP araçlarının lastikleri kesildi.
- sendika.org bürosuna sabah saat 05.45’te baskın düzenleyen polis, Ali Ergin Demirhan’ı “Yapılan oylama sonucunu meşru göstermemeye çalışarak sosyal medya hesaplarından yapılan eylemleri organize etme, halkı kin, düşmanlığa tahrik, kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret” gerekçesiyle gözaltına aldı.[20]
- Balıkesir’in Edremit İlçesi’nde, HDP tarafından düzenlenen “Hayır” mitinginde konuşan Parti Meclisi üyesi Cafer Çelik’e satırla saldıran kişi etkisiz hâle getirildi.[21]
- Referandumda “Hayır” oyu kullanacağını açıklayan gazeteci yazar Ali Bayramoğlu, oy kullandıktan sonra yaklaşık 30 kişilik bir grubun saldırısına uğradı.[22]
- “Hayır” oyu kullanacağını açıkladığı için Kanal D’deki işine son verilen Gazeteci İrfan Değirmenci’nin evi kurşunlandı.[23]
- Adana’da “Evet” broşürü dağıtan AKP’li bir grup genç, broşürü almak istemeyen 65 yaşındaki çiftçi Bekir Polat’ı feci biçimde dövdü.[24]
- Beykoz Kavacık mevkiinde gerçekleşen saldırı esnasında CHP İlçe Başkanı Mahir Taştan, Gençlik Kolları Başkanı Kenan Otlu, Meclis Üyeleri Aydın Düzgün, Deniz Yıldız ve Kerem Ersin’e içinden ateş edilen aracın 35 AZ 834 plakası Emniyet Müdürlüğü’ne bildirildi. Ancak her üç saldırgan da ifadelerinin ardından savcı tarafından serbest bırakıldı.[25]
- İstanbul Kadıköy’de “Hayır” bayrakları asan HDP’lilere saldırı girişimi yaşandı. Saldırı girişimi üzerine HDP’liler durumu polise bildirdi. Bölgeye gelen polis saldırgan hakkında hiçbir işlem yapmaksızın bölgeden ayrıldı.[26]
- AKP Ş. Urfa milletvekili İbrahim Yıldız’ın 20 silahlı adamıyla sandık basıp, “Ne olacak 100 tane de fazla atalım” dediği anın görüntüleri ortaya çıktı. 240 seçmenin kayıtlı olduğu sandıktan 400’den fazla oy çıktı.[27]
Özetle, AKP ve Reisi, referandumdan “Evet” sonucu çıkması için her türlü hile ve desisenin, her türü devlet imkanının yanısıra, küçük çaplı bir “iç savaş” provasını da devreye sokmakta duraksamadı.
1.2) YOLSUZ(LUK)LAR
Toplumun sınıflara bölünüp, devletin ortaya çıktığı dönemden sonra, yalan, hile, dalavere, aldatma, yanıltma, sinizm, egemen sınıfların etkin bir egemenlik aracına dönüştü.[28]
Aydın Engin’e, “Şaibe bu değilse, gölge düşmüş bir seçim bu değilse nedir?”[29] dedirten 16 Nisan Referandumu da buna bir örnek teşkil etti.
Yolsuzlukların had safhada olduğu 16 Nisan referandumuna ilişkin olarak ‘Hayır ve Ötesi’ tarafından açıklanan raporda, Urfa’da 31 Mart 2017 günü hayatını kaybeden E.E. isimli bir yurttaşa, Eyyübiye ilçesinde bulunan 2179 no’lu sandıkta oy kullandırıldığına dikkat çekiliyorken;[30] ‘Hayır ve Ötesi’nin ‘16 Nisan 2017 Referandum Ön Raporu’nda, “Referandum iptaline ilişkin yeterli kanıt var!” denilmesi de boşuna değildi.
Bu kadar da değil! Dahası var…
- ‘Hayır ve Ötesi’nin referandum raporunda yaşanan ihlâllerin çok olduğuna vurgu yapılarak mühürsüz oyların kabul edilmesinden daha vahim hukuksuzluklar yaşandığı ifade edildi
YSK verilerine yer verilen raporda başta Urfa’nın Akçakale, Viranşehir, Hilvan ve Muş’un Hasköy, Yozgat’ın Çekerek ilçeleriyle, Sakarya’nın Akyazı ilçesi olmak üzere; 961 adet seçmen sandığında kullanılan oyların tamamının “Evet” mühürlü olup, “Hayır” mühürlü oranın sıfır olduğu belirtildi.
Urfa’nın Viranşehir ilçesinde kullanılan oylara ilişkin seçmen listelerinde yer alan seçmen imzalarının aynı olduğu; dolayısıyla tek elden çıktığı anlaşılmaktadır” denilen raporda, “Bu durum, blok oy kullanıldığı gerçeğini şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır” denildi.
“7 bin 48 adet seçmen sandığında, kullanılan oy sayısının ilgili sandıktaki seçmen sayısına eşit olduğu veya sandık görevlileri de dikkate alındığında, seçmen sayısı ve sandık görevlileri toplam sayısından da fazla olduğu tespit edilmiştir” denilen raporda, söz konusu sandıklarda kullanılan oyların toplamının 1 milyon 672 bin 249 olduğu ifade edildi. “Bu oyların yüzde 60,7’si “Evet” olarak gerçekleşmiştir. Blok oy kullanımına ilişkin önceki tespitler de dikkate alındığında, oy kullanmaya gelmeyen seçmenler adına bilahare “Evet” yönünde oy kullanılmış olabileceği şüphesi; söz konusu” denildi.[36]
- Referandumda tutanakların yüzde 94’ine ulaşan ‘Oy ve Ötesi’, elindeki tutanaklarla YSK sonuçlarını karşılaştırdı. Ve yüz bine yakın oyun dağılımında uyuşmazlık tespit etti. Türkiye genelindeki 166 bin 679 sandık tutanağından 158 bin 181’ini elindeki bilgilerle teyit etti. Yani sandıkların yüzde 94.9’unun sonucuna ulaştı. Ancak 290 sandıkta kullanılan toplam 99 bin 680 oyun dağılımları arasında uyuşmazlıklar var.[37]
- Referandum tutanaklarına ilişkin çalışma yapan ‘Oy ve Ötesi’, 2.397 sandıkta seçmen sayısından fazla oy kullanıldığını tespit etti. Teyit ve analiz işlemleri sonunda 290 sandıkta kullanılan toplam 99.680 oyun dağılımları arasında uyuşmazlıklar bulundu.[38]
- Urfa’nın Suruç ilçesinde bir inşaatın içerisinde yırtılmış “Hayır” oyları ortaya çıktı. Üzerinde mühür bulunan pusulaların tamamı “Hayır” oylarından oluşuyor. Toplu hâlde yırtılarak imha edilen “Hayır” oylarıyla ilgili ise herhangi bir açıklama yapılmadı.[39]
- HDP, Urfa’nın Viranşehir ilçesi kırsalında 60 sandıktan 13 bin 67 adet “Evet” oyuna karşılık sadece 58 “Hayır” oyu çıktığını belirtti ve AKP’nin blok oy kullandırdığını, tutanaklardaki imzaların tek bir kişinin elinden çıktığını söyledi.[40]
- Referandumda bölge illerinde açığa çıkan açık oy kullanımı ve baskıların yaşandığı illerden Muş’ta da yüzlerce köyde ihlâl yaşandığını söyleyen HDP Muş Milletvekili Burcu Çelik Özkan, “70’e yakın sandıkta toplu oy kullanıldığını tespit ettik” derken, ihlâllerin sadece açık oyla olmadığını, başka kişiler adına da oyların kullanıldığını tespit ettiklerini söyledi.[41]
- HDP Yüksekova İlçe Eşbaşkanı Bahattin Keremoğlu, Hakkâri Yüksekova’da sandık başkanlarının tamamının AKP üyelerinden oluştuğunu açıkladı.[42]
- Hayır ve Ötesi’nin yayınladığı ön raporunda referandumda çok sayıda ihlâl yaşandı tespit edildi. Raporda yer alan ilk tespitte özellikle doğu ve güneydoğuda çok sayıda sandıkta oyların yüzde yüzünün “Evet” olmasına dikkat çekildi. Bir başka tespitte ise 7 bin 48 adet seçmen sandığında kullanılan oy sayısının seçmen sayısı ve sandık görevlileri toplam sayısından da fazla olduğu vurgulandı.[43]
- “Mühürsüzlerin çoğu Doğu’da… Mühürsüz oyların çoğunun 32 kentten 20’sinde evet çıkan Doğu’da olması rastlantı mı? Referandumda oy kullanmanın batıya göre bir saat erkenden başlayıp 16.00’da sona erdiği Doğu’daki 32 ilden çıkan sonuçlar ilginç. Doğu Karadeniz illerini de kapsayan 32 kentin 20’sinde evet oyları önde çıktı. Gözden uzak olan bu sandıklar 16.00’da açıldığında YSK’nin kararı henüz yayımlanmamıştı. Karar ancak bir saat sonra sandık kurulu başkanlarına gönderildi. Bu illerden çıkan evet oyları da referandumun kılpayı iktidar lehine sonuçlanmasına neden oldu. Geçerli sayılan mühürsüz oyların çoğunluğunun da bu kentlerde kullanıldığı belirtildi. Örneğin Kayseri’nin Melikgazi ilçesinde 1046 nolu sandıktaki oyların tümünün mühürsüz olduğu öğrenildi.[44]
- Referandumdan “Evet” çıkmasının ardından kamuoyu yoklama şirketi AKAM’ı kapatan Kemal Özkiraz, mühürsüz zarflardan çıkan oylarının neredeyse tamamının “Evet” olduğunu açıklayıp; 1 milyon oyun iptal edildiğini, 2.5 milyon oyun mühürsüz kullanıldığını söyledi. Bu durumda adil seçimlerden bahsedilemeyeceğini ifade eden Özkiraz, mühürsüz zarflardan çıkan oyların tamamında “Evet” kararı bulunduğunu kaydetti.[45]
- Muğla’nın Datça İlçesi’nde, kış sezonunda inşaatlarda geçici olarak çalışan bir grup işçinin referandum günü memleketleri Ş. Urfa’ya gitmedikleri hâlde, oylarının başkaları tarafından kullanıldığı ortaya çıktı.[46]
- Muş Valisi Seddar Yavuz, Dağdibi köyünde elinde tüfekle fotoğraf çektiren ve bunu sosyal paylaşım sitesinde paylaşan şahıs konusuna ilişkin soruyu yanıtladı. Yavuz, “O fotoğrafın o saatte (referandum günü) çekildiğine dair elimizde bir bilgi, belge yok. Yani kaybedince çamura yatmak denir buna açıkçası” diye konuştu.[47]
- Elazığ Cezaevi’nde “Hayır”cı tutuklular oy kullanamadı.[48]
- 16 Nisan başkanlık referandumu öncesi Lüksemburg’da kayıtlı seçmen sayısı 571 iken, bu ülkede sandıklara atılan oy sayısı ise tam 9 bin 729 oldu.[49]
- Almanya’nın Frankfurt şehrinde oyunu kullanan Adnan İ. adlı bir vatandaş mührü çaldı. AKP lehinde paylaşımlar yaptığı öğrenilen Adnan İ’nin, 9 M NO’lu sandıkta oy verdikten sonra “Tercih” mührünü cebine koyup uzaklaştığı kısa süre içinde sandık kurulu üyelerince fark edildi. Siirt Eruh doğumlu şahıs, peşinden giden görevliler tarafından otomobilinde mühürle birlikte yakalandı.
Frankfurt yakınlarında bulunan Hanau’dan geldiği belirlenen Gülşen A. isimli seçmen, oy kullanabilmek için hem pasaportunu hem de nüfus cüzdanını gösterdi.
Nüfus cüzdanıyla yapılan kontrolde oy hakkının bulunmadığı görüldü. Bunun üzerine pasaporttaki TC kimlik numarasına bakıldı.
Kimliği ile pasaportundaki numaraların farklı olduğu ortaya çıkan Gülşen A’nın oyunu kullanmasına izin verildi. Oysa her Türkiye Cumhuriyet vatandaşının yalnızca bir TC kimlik numarası bulunuyor.
Almanya’nın Hannover kendinde yaşanan bir diğer olayda ise Türkçe öğretmeni olan Ali Osman E, isimli sandık başkanı, sandık kurulu üyeleriyle ikinci kez kavga çıkardı.
Daha önce CHP’li üyeyi tehdit ettiği öne sürülen ve uyarı cezası alan kurul başkanı, bu kez engelli bir seçmenle kabinine girdi. Kendisini uyaran diğer üyelere tepki gösteren, Ali Osman E, “Feriştahına şikâyet edebilirsiniz,” diye bağırdı.[50]
1.3) YSK PİYONU
16 Nisan Referandumu, şaibelidir; bu su götürmez bir gerçektir.
Bu bizim kanımız değil; referandumdaki şaibe iddiaları konusu ve YSK’nin mühürsüz pusula kararı nedeniyle 16 Nisan referandumunu iptal başvurusu yapılmasına ilişkin olarak AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan dahi, “Halk zamanla kabul eder,” demekteydi.[51]
HDP Sözcüsü Osman Baydemir’in de, referandum sonuçlarının “şabileli” olduğunu vurgulayarak Yüksek Seçim Kurulu’nun 2014’de Bitlis Norşin’de mühürsüz zarflarla ilgili seçimin yenilenmesi kararını anımsatarak, “2.5 milyonu bulan oylar ve zarflarla ilgili 2014’te aldığın kararın aynısı almazsan sen bu seçimde hakem değil tarafsın. Bu şaibelerde en büyük vebal senin boynuna binmiş olacaktır,”[52] diye haykırması boşuna ve yersiz değildi elbette!
Çünkü YSK’nin seçimin kaderini belirleyen “mühürsüz oyların geçerli sayılması”na ilişkin kararı referandumu müteakip iki günde açıklanamadı. YSK’nin, skandal kararından sadece iki saat önce tam tersi bir karar aldığı ve “Arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan birleşik oy pusulaları geçerli değildir. Bunun amacı, oylamada sahte oy pusulası kullanımını engellemektir,” dediği ortadayken![53]
Kaldı ki ortada bir YSK kararı da yoktu. Sadece yapılmış bir duyuru vardı. YSK Başkanı Sadi Güven, ikna edici bir netlikte konuşmuyordu. “Neden” mi?
Evet; YSK kayıtlarındaki son karar olarak görünen 559 sayılı karar, Başkan Güven, başkanvekili ve 9 üye olmak üzere 11 kişinin imzasını taşıyordu.
İki sayfalık bu kararda oy pusulalarıyla ilgili pek çok şey anlatılıyordu. Ama anlatılanlar arasında “sandık kurulu mührü taşımayan pusula ve zarfların dışarıdan getirilerek kullanıldığı kanıtlanmadıkça geçerli sayılacağı” ibaresi yoktu. Kararın hiçbir yerinde hem de bu ifade geçmiyordu.[54]
Ayrıca YSK, referanduma günler kala yayınladığı eğitim videosunda “geçersiz sayılacak” dediği pusulaları, oylar sayılmaya başlandıktan sonra geçerli sayarken;[55] yurtdışından gelen sandık sonuçlarında mühürsüz oylar geçersiz sayılmıştı. Yurtiçinde başka bir yasal geçerlik, yurtdışında başka bir yasal geçerlik var.[56] Bunun adı “çifte standart” olamazdı. Olsa olsa “katmerli suç” olurdu.[57]
Kaldı ki bilmeyen var mıydı? Olabilir miydi? “Mühürsüz seçim”, geçersiz seçimdir. Kanun öylesine açık ki bunun tartışılıyor olması bile içine düştüğümüz durumun vahametini göstermekteydi. Hukuka aykırı ve gayrimeşru bir seçimle anayasa değiştirilemezdi.[58]
Bu durumda ‘Yargıçlar Sendikası Başkanı’ Mustafa Karadağ’a göre, “YSK’nın kararı bir hukuk ihlâli ve skandaldı. Yapılan kanunsuzluktu. Hukuk tanımamazlıktı!”[59]
Geçerken bir hatırlatma: Mühürsüz oyları geçerli sayarak kendi kanununu çiğneyen ve bunu normal kabul eden YSK Başkanı Sadi Güven’in eşinin, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in danışmanı olduğu ortaya çıkmışken;[60] YSK kararında ısrar etti, iptal kararı vermedi. Ama bu karar tartışmayı bitirmedi.
Çok sonra YSK, 16 Nisan anayasa değişikliği referandumunun iptali isteminin reddine ilişkin kararının gerekçesini açıkladı. Gerekçeye, karara muhalefet eden tek YSK üyesi olan Cengiz Topaktaş’ın muhalefet şerhleri damgasını vurdu. YSK’nin tepeden inme kararı nedeniyle mühürsüz oyların sayımının imkânsız hâle geldiğini ifade eden Topaktaş, “Ülkemiz çıkan sonucun doğru olduğuna inanan ve inanmayan kesimler olarak ikiye bölünmüştür. Bu tartışmanın hiç bitmeyeceği gelecek kuşaklara da yansıyacak bir sürece girilmiştir,” dedi.[61]
Ayrıca 16 Nisan’da yapılan referandumda, kanuna aykırı olarak mühürsüz oyların geçerli sayılmasına ilişkin kararında “kanunu değil, uluslararası sözleşmeleri uyguladığını” belirten YSK, 23 Mayıs 2017’ta evsizlere oy hakkı için yapılan başvuruda ise uluslararası sözleşmeleri uygulamayı reddetti. YSK böylece referandumda verdiği kararın hukuk dışı olduğunu da bir ay sonra verdiği bu kararla ortaya koymuş oldu.[62]
Özetle “Evet” mührü kullanılan oyların geçerli olduğuna ilişkin YSK kararı sandık kurullarına mesajla paylaşılırken, karar numarası da yazılıp; mühürsüz pusulalara ilişkin mesajda ise karar numarası yer almazken;[63] YSK’nin “mühürsüz” oyları kabul edeceğini açıklaması başa baş giden seçimde “hile” iddialarını güçlendirdi. CHP de, 2.5 milyon oyun şaibeli olduğunu, sandıkların yüzde 60’ına itiraz edeceğini açıkladı.[64]
Evet YSK’nin mühürsüz oyları geçerli sayması, dikkat çekici senaryoları gündeme getiriyor. Buna göre sandıktan ‘Hayır’ sonucu çıkması durumunda referandum iptal edilecekti.[65]
YSK’nın referandumda mühürsüz oyların da geçerli sayılacağına dair kararına ilişkin olarak İstanbul Milletvekili İlhan Cihaner, mühürlerin kasıtlı olarak basılmadığını söylerken bunun sebebinin “referandum sonucunda ‘Hayır’ çıkması durumunda 2014 yerel seçimlerinde Bitlis Güroymak’ta yapıldığı gibi iptal edilme alternatifinin rezerv tutulduğunu,”[66] ifade etti.[67]
Tüm bunlar -ve daha niceleri- göz önünde bulundurulduğunda, 16 Nisan referandumunu “şaibeli” olarak nitelemek dahi hafif kalıyor!
1.4) KÜRT FAKTÖRÜ
Adana Milletvekili Meral Danış Beştaş’ın, “Hayır çıkacağına dair hiçbir kuşkum yoktu. Hâlâ da o düşüncemde kararlıyım. ‘Evet’ çıkmadı, çıkarıldı. Türkiye’nin seçim ve referandum tarihlerindeki en büyük şaibe ile karşı karşıyayız,”[68] diye betimlediği referandum sürecinde HDP güçlü olduğu illerde beklediği sonuçları alamadı. Güneydoğu illerinde 16 Nisan referandumuna katılım oranı yüzde 75 ile 80 düzeyinde kaldığı hesaplandı. 7 Haziran Genel Seçimleri’nde Güneydoğu bölgesinde katılım oranı yüzde 84.5 olmuştu. HDP’de Güneydoğu illerinde katılım oranının en az yüzde 85’in üzerinde gerçekleşmesi bekleniyordu. Referandum sonuçlarını Hayır oyu kampanyası yürüten CHP ve HDP’nin 1 Kasım sonuçlarıyla karşılaştırıldığında ortalamada yüzde 10’a yaklaşan bir düşüş yaşandığı gözleniyor. 1 Kasım seçimlerinde HDP ve CHP’nin Diyarbakır’da yüzde 74.35 olan oy oranı, referandumda “Hayır” cephesinde yüzde 67.57 olarak gerçekleşti.[69]
Bölgeden çıkan sonuçlar incelendiğinde “Hayır” önde olmasına karşın, “Evet” kampının oylarını artırdığı anlaşılıyor. Ancak oranlara değil, seçmen sayılarına bakıldığında ise 12 ilde bölge halkının üçte birinin sandığa gitmediği görülüyor.
Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Ş. Urfa, Van, Hakkâri, Şırnak, Mardin, Siirt, Muş, Tunceli’de yaklaşık 4 milyon seçmenin 1 milyondan fazlası sandığa gitmedi, ya da gidemedi.
Böylece, bu bölgede referanduma katılım oranı yüzde 75 ile Türkiye ortalamasının (yüzde 85) da altında kaldı.
Sokağa çıkma yasakları ve güvenlik operasyonlarının düzenlendiği Diyarbakır’ın Sur ve Silvan, Hakkâri’nin Yüksekova, Mardin’in Nusaybin, Şırnak’ın Merkez, Cizre, Silopi ve İdil ile Muş’un Varto ilçelerinde de oy kullanmayan seçmen sayısı yaklaşık 392 bindi.[70]
En çok “Hayır” veren ilk on il sıralamasında beş Kürt ili bulunmaktadır. En çok “Evet” oyu veren ilk on il içerisinde ise sadece bir tane Kürt ili bulunmaktadır, o da en son sırada. En çok “Hayır” oyu veren illerden Şırnak ikinci sırada yer almaktaydı. Şırnak ki yakılıp yıkılan, adeta taş üstünde taş bırakılmayan bir şehirdi. Bütün tehdit, baskı ve oy hırsızlıklarına rağmen Şırnak HDP’nin çağrısıyla yüzde 70 oranında “Hayır” demişti. Yine yıkımın yaşandığı Hakkâri toplamında yüzde 68 “Hayır” çıkarken en çok yıkımın yaşandığı Yüksekova ilçesinde yüzde 77 “Hayır” oyu çıkmıştı.[71]
Ahmet Türk’ün,[72] “HDP seçmeni bölgede yapılanları, kayyumları, vekillerinin tutuklu olmasını kabul etmediğini ortaya koymuştur. HDP’den AKP’ye kayma yoktur, baskı ve engellemelerin getirdiği küçük kaymalar vardır,”[73] diye yorumladığı referandum sürecine ilişkin olarak HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, “Erdoğan’ın MHP’yle kurduğu ittifak çöktü. Ve yine enteresan bir durumdur ki sayın Erdoğan’ı yine Kürtler kurtardı. Ve Tayyip Bey’in yeniden bir değerlendirme yapması lazım ve Kürtlere olan bu vefa borcunu da ödemesi lazım,” diyordu![74]
DBP Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek’in, “En çok hile ve baskı Kürt kentlerindeydi. AKP’nin seçim hilelerine dair sayısız örnek ve itiraz söz konusudur. Hile ve baskıların en yoğun yapıldığı kentlerin başında Kürt kentleri gelmektedir,”[75] diye betimlediği tabloda Kürtlerin müthiş baskılara maruz kaldığını kimse inkâr edemez; ancak referandumda pozisyon kaybettiği de bir gerçektir; Kürt illerindeki AKP oyları toplamda yüzde 10 artış yapmışken…[76]
Bir de AKP Mardin milletvekili Orhan Miroğlu, “Hepimiz için yeni bir dönem başlıyor, Türkiye için bir dönem başlıyor. Bu dönem kurucu bir dönemdir ve Kürtler bu kurucu dönemde evet biz de varız demiş oldular bu seçimde. AKP artı Kürt ittifakı Türkiye’ye kazandırır,”[77] demişken…
Bu durumda Aslı Aydıntaşbaş’ın, “Kürtler bu seçimde ‘Hayır’ dedi. Bu böyle biline!”[78] saptaması da HDP G. Antep Milletvekili Mahmut Toğrul’un, referandumda yüzde 56-57 “Hayır” oyu çıkacağını söylemesi[79] gibi abartıdan başka bir şey değildi.
“Abartılar”a müracaat etmeden, bu yanılgıdan kaçınmak önemlidir… Tıpkı AKP’nin baskı ve hileyle yüzde 51 oranında “Evet” çıkardığını belirtip, “Hayırlar sandığa girdi, AA ve YSK ‘Evet’ çıkarttı,” diyen HDP sözcüsü Osman Baydemir, Kürtlerin tehditlere rağmen, silahların gölgesinde ve ölümü göze alarak “Hayır” dediğini ifade ederek, “Hayır mücadelesi yeniden başlıyor. Ortada bir zafer yok. Hayır’ı savunanların baskıya ve saldırıya rağmen ortaya koyduğu güçlü iradesi var,” deyişindeki üzere![80]
Ya da Ömer Ağın’ın, “Referandum sonucu iç karartıcı değil”;[81] veya Murat Çakır’ın, “Kazansa da kaybedecek!”[82] saptamalarındaki gibi!
1.5) 16 NİSAN ABARTILARI, ZIRVALARI
Burada bir parantez açıp, 16 Nisan abartılarının, zırvalarının gerçeğin yerine ikame edilmemesi gerektiğinin altını bir kez daha çizerek, bu konuda birkaç olumsuz örneği de hatırlatalım.
Mesela… Nuray Mert’in, “Bu gidişe ‘Hayır’ demek, diyebileceğimiz son ‘Hayır’ı deyip, son itiraz hakkını kullanmak”;[83] Ahmet İnsel’in, “Bugün ‘Hayır’ deyip bu tehlikeli gidişatı engelleme imkânımız var. Sandığa gitmezsek ileride bu imkân da kalmayacak,”[84] türünden “sonunculuk” abartıları…
Veya Gülfer Akaya’nın, “Tüm Ali Cengiz oyunlarına rağmen biliyoruz ki referandumda Hayır kazandı”;[85] Erdal Atabek’in, “Hayır kazandı. Çok açık”;[86] Gülseren Onanç’ın, “16 Nisan anayasa değişikliği referandumuna ‘Hayır’ diyenler kazandı. Hayırlı olsun,”[87] deyişleri ile ‘Beyoğlu Hayır Meclisleri’nin “Devletin olanaklarına karşı ‘Hayır’ın çıktığı”nı söylemesi gibi…[88]
Politika reel gerçek(ler) üzerine inşa edilir; öznel yorum ve izahatlar üzerine değil!
Sonra da Ertuğrul Özkök’ün, “Türkiye’yi beyaz Türkler, beyaz muhafazakârlar ve beyaz Kürtler kurtaracak,”[89] tespiti! Ya da HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in, “Açılım süreci yeniden başlama yolunda”[90] halisünasyonu!
Tüm bunlar, uzak durulması gereken naif kolaycılıklardır!
2) REFERANDUM SONRASI
‘Akit’ yazarı Abdurrahman Dilipak referandum sonuçları konusunda, “Bu, AKP ve beyaz milliyetçilerin CHP’ye, HDP’ye bir armağanı. Yüzde 58 bekliyordum” derken;[91] CHP Milletvekili Prof. Dr. Sencer Ayata’nın, “AKP oy toplamı yüzde 63’ü bulan MHP ittifakı ile seçime girdi, yüzde 13’lük bu kayıp hezimettir,”[92] yorumunu dillendirdiği tabloda;[93] Avrupalı gözlemcilerin referandum ön raporunda, “Referandum adil koşullarda yapılmadı. YSK’nın mühürsüz zarf ve pusulaları geçerli sayma kararı yasayla çelişiyor,” denilirken; Avrupa Konseyi ile AGİT adına Türkiye’deki halk oylamasını gözlemleyen Heyet Başkanı Tane De Zulueta da, “Sonuç nasıl olurdu buna ya mahkeme ya tarih karar verecek,” derken;[94] Avrupa Konseyi gözlemci heyetinden Avusturyalı milletvekili Alev Korun da, “2.5 milyon oyun manipüle edilmiş olabileceğine dair şüphe var,”[95] notunu düşmekteydi.
16 Nisan Referandumu’nun öne çıkarttığı eğilimler[97] konusunda Türkiye’nin “seküler” ve “İslâmi”[98] olmak üzere iki ayrı “ulus”un kristalleştiğine dikkat çeken Prof. Dr. Tayfun Atay, “Ancak böylesi bir yüzde 50-50 ayrışması, mevcut dinbaz iktidarın otoriter istikrar sağlama hedefinin gerçekleşmesine imkân vermez,” ifadelerini kullanırken;[99] ortada kazanan yoktu; aldatanlar vardı, bir aldanmış gibi yapanlar!
Bu meselenin bir yanıyken; “yeni bir belirsizlik ortamına girildiği algısını güçlenmesi”ydi.[100]
Özetle referandum sonrası açıklamalarında, “Sonuçları küçümseyenler var. Boşuna uğraşmayın. Atı alan Üsküdar’ı geçti,”[101] vurgusuyla Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘CNN International’a, “1-0 ya da 5-0 kazanmışsın fark etmez, önemli olan maçı almaktır”,[102] yorumunu dillendirirken; CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, “YSK, üzülerek ifade edeyim, bu referandumu tartışmalı hâle getirdi.”[103] “Anayasa değişikliğinin meşru olmadığını söyledik. Gayrı meşru bir anayasa var karşımızda,”[104] itirazını dillendirdiği ortamda yarılma derinleşiyordu. Yanısıra, çok farklı analizler de dillendirilmekteydi…
Örneğin Nuray Mert’in, “… ‘Hayır’ oyunun bu denli yüksek çıkması, bu ülke için büyük bir umuttur,”[105] saptaması da; Can Soyer’in, “16 Nisan 2017 referandumunun sonucu Hayır’dır. Bu, başa yazılması gereken gerçektir. Hayır kazanmıştır,”[106] iddiası da; HTKP Genel Başkanı Erkan Baş’ın, “Mucizevi bir başarı”[107] vurgusu da; Haluk Yurtsever’in, “Oylamada tek adam anayasası onaylanmadı. Bu oylama hükümsüzdür,”[108] kanısı da bir dilek ve temenninin ötesinde değer taşımıyordu.
Olsa olsa, Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy’un ifadesiyle, “… ‘Hayır’ cephesi tüm engellemelere karşı başarılı olmuştur.”[109]
Daha önce de dediğimiz gibi, “abartı”dan uzak durmakta büyük yarar var!
Mesela Murat Belge’nin,[110] “Sonuç hayır cephesi açısından müthiştir! Yer çekimi artık Erdoğan’ın aleyhine işleyecektir”;[111] Rıza Türmen’in, “16 Nisan referandumu ile Türkiye karanlık bir döneme girdi. Ama 16 Nisan aynı zamanda bir toplumsal dinamiği tetikledi”;[112] Prof. Dr. Gençay Gürsoy’un, “Kazanılan zafer ‘Hayır’ın zaferidir,”[113] ifadelerindeki üzere!
2.1) OYSA!
Oysa!
Referandum sonrasında sular o kadar çok bulandı, gündem öylesine hızlı değiştirildi ki temel meselemiz olan rejim değişikliği dayatmasını konuşmaktan uzaklaştık. Erdoğan’ın AKP’nin resmen başına geçmesiyle rejim değişikliğinde bir viraj dönüldü hâlbuki.[114]
16 Nisan’daki anayasa değişikliği oylamasıyla, anayasasız bir rejime geçildi. Çünkü gücü sınırlamak ve devlet aygıtı içerisinde dağıtmak yerine tekçiliğe veren, tekçiliğin “kararname” adı altındaki buyruklarının kanun yerine geçebildiği; tekçiliğin kendi başına hukuk yaratabildiği bir coğrafyadaki anayasa yok hükmündedir. Gerçekte ise, bir anayasanın varlığından söz edilemez. Türkiye’de artık “anayasasız bir düzen” vardır. Rejim ancak anayasayı ortadan kaldırarak, anayasal bir statüye kavuşabilmiştir ve anayasa artık ancak yokluğuyla var olabilecektir![115]
Bu hâlde referandum sonuçların niteliği, katılanların, siyasi aktörlerin eğilimleri belirginleşti. Artık bir “otopsi” yapmayı deneyebiliriz.[116]
Gerçekler: Bu referandum OHAL altında yapıldı, hile yaygındır; öyleyse, meşru sayılamaz, sonuçlar yasal değildir. Erdoğan’ın liderliğindeki siyasal İslâm bu referanduma bir “cihat” ruhuyla girmiş, varını yoğunu arzusunun arkasına koymuştur. AKP salt bir parti değildir, aynı zamanda bir hareketin temsilcisi, bir projenin aktörüdür. Şimdi bu projenin içerdiği, toplumsal dönüşümler hızlanacaktır. Bu parti ve liderliği her seçimde “gerekeni yapar ve kazanır” (bir sınıf iktidardan seçimle uzaklaştırılamaz)! CHP bir deneyimden daha yenilgiyle çıkmıştır.
Fanteziler: “Hayır”, aslında kazanmıştır”; “CHP kendi oy tabanından fazlasına ulaştı”; “Yüzde 20’lerdeki oyunu yüzde 40’lara çıkardı”; “Erdoğan kazandı ama şimdi işi daha zor”; “2019’da görülecek hesabımız var”; “CHP… Gazi Meclis’i sonuna kadar koruma kararı…”. Bu kadar hile ve yalandan sonra bu “din iman sahibi, namazında niyazında insanlar…”
Bu fanteziler, bu [G]erçeklerin ağrılarına katlanmaya yardım ediyor, Erdoğan liderliğindeki AKP’de temsil edilen siyasal İslâmın iktidarını destekliyor…
23 Nisan 2017’de, Erdoğan’ın yolunu açan kıdemli bir siyasetçi, bugün “tarihi kırılmayı” futbol maçına indirgeyerek, 2019’da bu yenilginin rövanşını almaktan söz ediyor; dün durumu anlamamıştı (başka ne diyebiliriz ki?), bugün de “anlamıyor”. Bu referandum, siyasal İslâm dışındaki muhalif sesleri gerek, medya ve mahalle baskısıyla simgesel, gerekse de polis, mahkeme baskısıyla fiziki şiddet uygulayarak susturmaya, “kendi hakikât” rejimine uymayan yaşam alanlarını ve bedenleri imha etmeye kararlı, öznelliklerin üretildiği eğitim sistemini bu yönde dönüştürmekte olan bir iradeyi ve iktidarını konsolide etti.
2019 geldiğinde, bu iktidar, devlet, YSK değişmiş olacak mı? “Hayır” diyenleri, “Keşke biz de “Evet” verseydik” noktasına getirmekten söz eden akıl, değişecek mi? Bugün oyumuzu 40’lara çıkarttık, 2019’da rövanşını alırız iddiası, “Biz teslim oluyoruz, siz de bu referandumun sonuçlarını kabul edin” demenin ötesinde anlamsızdır.
CHP’nin oylarını arttırdığı savı ise dürüst ve doğru bir analiz değildir. Dürüst değildir, çünkü tüm “Hayır” oylarını CHP’ye mal etmektedir, “hayır” diyenlerin önemli bir kesimini (sol seçmenin, Batı’daki Kürt seçmeni) yok saymaktadır. Doğru değildir, çünkü bu kesim CHP’nin tüm geçmiş (HDP liderliğinin referandum sürecinde susturulmasına yol açan dokunulmazlıkların kalkması da dahil) hatalarının ayırdındadır. CHP’nin referandum sonrasında geliştirmekte olduğu teslimiyetçi tavır bu güvensizliği artırıyor. Bu kesimin 2019’da (o da eğer seçim olursa) CHP’yi destekleyeceği varsayılamaz.
Diğer taraftan “Gazi Meclis’i korumak”, içi boş bir iddiadır, teslimiyetin bahanesidir! Yeni anayasa, başkanın yetkileri, Meclis’te iktidar partisinin grubunu bile etkisizleştiriyor. Bu Meclis’te muhalefet grubuna “yeni rejimin incir yaprağı”,”konu mankeni” olmaktan öte bir işlev kalmıyor.
Erdoğan liderliğindeki Siyasal İslâmın “oyunlarına”, iktidarına, en açık ihlâllerine, siyasi ve hukuki “darbe”lerine ve yeni rejimine teslim olan CHP, Cumhuriyet, Laiklik, demokrasi bayraklarını yere düşürdü. Şimdi, bu bayrakları yerden kim kaldıracak? Bu sorunun cevabı acilen bulunmazsa, korkarım, yakında kaldıracak kimse kalmayacak![117]
Tam da bu noktada referandumunun, Türkiye toplumu için travmatik bir deneyim olduğuna dikkat çeken Bahçeşehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Yılmaz Esmer, “Ülke ciddi travma geçiriyor etkilerini ilerde göreceğiz,”[118] derken; İbrahim Ö. Kaboğlu, “Karmaşa veya kaos dönemine girildiği”ne[119] dikkat çekiyor.
2.2) CHP’NİN TAVIR(SIZLIĞ)I
Referandum sonrasında CHP’nin tavır(sızlığ)ı, tam bir felaketti.
Yolsuzluklar karşısında Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “Çok net biliyoruz ki iktidar gece adamlarını silahlandırmıştı, sopalar dağıtmıştı, duyumlar aldık ve arkadaşlarımızla karar verdik, böyle bir hareket yapsaydık kesin kan dökülecek ve süreç bizim kontrolümüz dışında başka bir mecraya akıtılacaktı,”[120] pasifizmi asla unutulmamalıdır.
Üstüne üstlük bir de şunları demişken!
Erdoğan’ın “Maç bitti” ve Deniz Baykal’ın “İlk devre bitti, maç 2019’da (genel seçimlerde) bitecek” sözleri üzerine Kemal Kılıçdaroğlu, “Referandumdaki “Hayır” kampanyasıyla CHP’nin oy potansiyelinin (2015’teki iki seçimde de yüzde 25) üzerinde vatandaşla buluşmak, onlara kendimizi anlatmak imkânımız oldu. Bunu sürdürmemiz lazım. Çünkü elde edilen, haksızlığa uğratılsa da, sıradan bir sonuç değil”![121]
Ayrıca CHP’nin TBMM’den çekilip çekilmeyeceği sorulan Levent Gök, “Toplumun değişik kesimlerinden CHP’ye böyle bir öneri gelmiştir ama yapılan MYK değerlendirmesinde böyle bir kararın uygun olmayacağı kararına varılmıştır. CHP, elindeki bütün meşru imkânları kullanarak, Gazi meclisi sonuna kadar koruma kararlılığı içinde olacaktır,”[122] yanıtını vermişken…
Bu muhafazakâr tutumun tepkisiz karşılanması mümkün değildi ve öyle de oldu!
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Selin Sayek Böke, “16 Nisan’da yapılan referandum yok hükmündedir irademiz gasp edilmiştir,” deyip; CHP’nin üzerine düşen her şeyi yapmaya hazır olduğu vurgusuyla, “Bunların içine Meclis’ten çekilmek de çalışmaya devam etmek de girer” ifadelerini kullandı.[123]
Referandum sonrasında CHP İstanbul Milletvekili İlhan Cihaner, “Parlamentoyu boykot etmeliyiz,”[124] derken; referandum sonrası meşru olmayan bir durumla karşı karşıya olduğumuzu söyleyen CHP’li Şenal Sarıhan, “Sivil itaatsizlik dönemi başlıyor. Yurttaş olarak, hukuksuzluğa karşı hak arayacağız. Bu ülkeyi ve halkımızı seviyoruz. Bireysel değil, toplumsal çıkarımız için açıkça mücadele edeceğiz,” diye konuştu.[125]
Ayrıca Mustafa Alp Dağıstanlı, “CHP örgütlü pasifliktir. CHP örgütlü pısırıklıktır. CHP örgütlü örgütsüzlüktür,”[126] derken; CHP Üsküdar İlçe Gençlik Kolları, referandum sonuçlarını sükûnetle karşılamakla ve kendileri kadar cesur olmamakla suçladıkları yönetim anlayışını tanımadıklarını açıkladı.[127]
CHP’de iç tartışmaların yaşandığı süreçte parti sözcülüğü ile birlikte genel başkan yardımcılığı ve MYK üyeliğini bırakan Selin Sayek Böke, istifasının siyasi bir itiraz olduğu vurgusuyla, “CHP, laik, demokratik solda, ezilenlerin sesi olmakla yükümlü siyasi alternatif olmak zorunda,” derken;[128] CHP Mersin Milletvekili Fikri Sağlar da, “CHP’den yapılan açıklamalarla Referandum’un meşrulaştırıldığı” vurgusuyla, “Türkiye müthiş bir karanlığa doğru koşuyor!”[129] diye ekliyordu!
Milletvekili Fikri Sağlar, partisinin referandum sonrasındaki tutumunu eleştirip, Parti Meclisi toplantısının ardından, “Ama buna rağmen başta Kılıçdaroğlu olmak üzere sokağa çıkılmaması uyarıları yapıldı. Bu bana göre yanlış” diye konuştu.
CHP içindeki eleştirilerin sadece Üsküdar Gençlik Kolları’ndan yapılmadığını kaydeden Sağlar, “Birçok yerden hatta Gençlik Kolları Genel Merkezi’nde benzer sesler yükseldi. Çok haklı bir durum bu. Şu noktaya dikkat çekmek istiyorum aslında Türkiye’de rejim değişti, sayın genel başkana da bunu söyledim. Türkiye parlamenter sistemden ‘tek adam’ rejimine dönüştü,” dedi.[130]
CHP’nin milletvekili Enis Brberoğlu’nun tutuklanması üzerine Ankara’dan İstanbul’a Adalet Yürüyüşü düzenlemesinin arkaplanında, kısmen de olsa partiden yükselen bu eleştiri ve itirazlar yatıyordu.
3) POST-REFERANDUM GÜZERGÂHI
Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “Türkiye’de kopuş süreci yaşanıyor”;[131] ‘Akit’ yazarı Yaşar Baş’ın, “Büyük değişim başladı,”[132] vurgularıyla karakterize olan post-referandum güzergâhında,[133] Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, darbe girişiminin ardından 4 bin 811 akademisyenin kamu görevinden çıkartıldığını açıkladı. 689 sayılı KHK ile Pamukkale Üniversitesi’nden ihraç edilen Prof. Dr. Mehmet Zencir, “Türkiye diktatörlüğe doğru gidiyor,” dedi.[134]
15 Temmuz Darbe Girişimi’ni müteakip 10 ayda açılan soruşturmalarda bugüne kadar 154 bin 694 kişi hakkında işlem yapıldı. 7 bin 112 kişi aranıyor, 655 kişi gözaltındayken 50 bin 136 kişi tutuklandı.[135]
Eski Pentagon yetkilisi Michael Rubin’in, Beyaz Saray’ın düşünmesi gereken sorunun “Türkiye’yle nasıl iyi dost oluruz değil, Türkiye’nin çöküşünü nasıl yöneteceğiz” olması gerektiği vurgusuyla, “Bu uçurumdan Türkiye tek parça kurtulamayabilir,” diye yazdığı[136] koordinatlarda totaliter keyfilik had safhaya ulaştı. İşte birkaç veri!
- Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun başlattığı Adalet Yürüyüşü hakkında “Yollar yürümekle aşınmaz. Bu yolla hukuk elde edeceklerini zannediyorlarsa bu da mümkün değil. Adalet pankartlarıyla dolaşmak adaleti getirmez. Yargı yarın sizi de davet ederse şaşmayın,” dedi.[137]
- AKP İl Başkanları toplantısında konuşmasında bir kez daha “Adalet Yürüyüşü”nü hedef alan Erdoğan, “Unutmayınız ki gül diken gül derer, rüzgâr eken, fırtına biçer,” dedi.[138]
- Kılıçdaroğlu’nun başlattığı “Adalet Yürüyüşü” kapsamında İzmit’e giren korteje yönelik ellerinde Sedat Peker posteri taşıyan bir grubun provokasyon girişiminde bulunulması üzerine Sedat Peker konuyla ilgili olarak, “Vatanseverlik gerektiğinde ülke için şehit olmayı gerektirir. Ancak vatanseverliğin en zor boyutu içindeki siniri, nefreti, kini eriterek sabredebilmeyi başarmaktır. Daha önce birçok kez söylediğim gibi gerekirse ellerimiz kırılana kadar duvarları yumruklayacağız. Ancak bizi düşürmek istedikleri oyunun bir parçası olmayacağız. Ellerimiz kırılana kadar duvarları yumruklayacağız. Ne kadar zor olursa olsun sabretmeliyiz. Türk-İslâm davasına inanan dava adamları Yüce Allah’ın yazdığının haricinde hiçbir gücün yazdığı senaryonun parçası olmayacaklardır. Sabretmeliyiz. Ne kadar zor olursa olsun sabretmeliyiz. Ülkemizde iç savaş varmış görüntüsünü tüm dünyaya servis etmelerine asla olanak vermemeliyiz,”[139]dedi.
- G 20 Liderler Zirvesi sonrası açıklamalarında Erdoğan, Büyükada’da gözaltına alınan insan hakları savunucuları için “Acaba Büyükada’daki bir otelde niçin toplanmışlardı. 15 Temmuz’un devamı niyetinde bir toplantı için bir araya gelmişlerdi” derken; Demirtaş ile ilgili bir soruya ise, “O bir teröristtir,” diye yanıt verdi.[140]
- Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bu millet bize bu yetkiyi vermiştir, milletimizin verdiği yetkiyle de olağanüstü hâli biz iş dünyamız daha rahat çalışsın diye yapıyoruz. Soruyorum, iş dünyasında herhangi bir sıkıntınız, bir aksamanız var mı? Biz göreve geldiğimizde, 15 sene önce Türkiye’de olağanüstü hâl vardı ama bütün fabrikalar hep grev tehdidi altındaydı. Hatırlayın o günleri ama şimdi böyle bir şey var mı? Tam aksine, şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifadeyle anında müdahale ediyoruz. Diyoruz ki ‘Hayır, burada greve müsaade etmiyoruz çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız’,” Bunun için kullanıyoruz biz OHAL’i,”[141]dedi.
- Ankara Valiliği, güneş battıktan sonra yapılan şarkılı türkülü protestoları “terör örgütlerinin eylem yapanlara yönelik bombalı saldırı yapma riski” olduğu gerekçesiyle yasakladı. Duyuruda, “Ankara ili genelinde cadde ve sokaklarda güneş battıktan sonra gece geç saatlere kadar ateş yakıldığı ve yüksek sesle çevreyi rahatsız edici şekilde şarkı, türkü, marş vb. sloganlar atılarak eylem yapıldığı görülmektedir” denildi. Bu durumun, vatandaşları tedirgin ettiği, kamu düzeni ve güvenliğini bozduğu belirtildi.[142]
- OHAL sürecinde FETÖ üyeliği kapsamında ihraç edilen veya tutuklanan vatandaşlardan ve yakınlarından 35 kişi intihar etti. Bu intihar vakalarının 13’ü evde, 7’si cezaevinde, 1’i nezarethanede, 1’i yurtta, 8’i çalıştığı kurumda, 5’i dışarıda gerçekleşti.[143]
- Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK), Yargıtay’a 14 yeni üye seçti. HSK’nin tercihleri arasında tartışmalı isimler var. Deniz Feneri soruşturmasını kapatan Harun Kodalak, Yargıtay üyeliğine getirildi. HSK’nin Yargıtay’a uygun gördüğü bir diğer isim ise Erdoğan’a olan hayranlığını sosyal medya hesaplarında gizlemeyen İstanbul Hâkimi İslâm Çiçek oldu.[144]
- 16 Nisan referandumuyla yapısı değiştirilen ve üyeleri partili Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Meclis tarafından atanan Hâkimler ve Savcılık Kurulu (HSK) ilk kararnamesinde yargıda büyük bir kıyıma imza attı.[145]
- Anayasa Mahkemesi’nin, OHAL kapsamındaki tutuklamalara ilişkin belirlediği ‘anayasal ilkeler’ kararında hükümete olağanüstü hâlin devamı konusunda “açık çek” verdi. “FETÖ” tehlikesi geçse de “terör” bahanesiyle uzun yıllar sürdürmesine onay verdi.[146]
- İstanbul 8. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada Onur Özbizerdik, havaya ateş açtığı için yargılandığı davada “Türkiye-Hollanda gerginliği yüzünden üzüntüden ateş ettim,” savunmasıyla tahliye oldu.[147]
- Halkın cebinden çıkan parayla yayın yapan TRT, 2013-2016 arasında Erdoğan’a 3 muhalefet partisinin toplamından fazla yer verdi.[148]
- İstanbul Sultangazi’de, Gazi Kent Ormanı’nda ehliyetleri olmadığı için kaçan biri, 18 dördü 17 yaşında 5 gencin içinde bulunduğu araç polislerce tarandı. Gençlerden ikisi yaşamını yitirdi. Biri ağır olmak üzere ikisi yaralandı.[149]
- “Babanın öz kızına duyduğu şehvet haram değildir” fetvası ile tepki çeken Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan çok tartışılacak bir fetva daha geldi. ”Müziğin dindeki yeri nedir? Hangi müzik çeşidi helaldir?” sorusuna şu yanıt veren Diyanet, “Cinsel arzuyu tahrik etmemek şartıyla” müziğin helal olacağını savundu.[150]
3.1) REJİMİN SİYASAL VEÇHESİ
Bu bir istibdat rejimidir!
Evet, günümüz yönetiminde giderek öne çıkan vasıf, istibdatdır. Frenkçe karşılığı despotizmdir. Despotizm, “İktidarın keyfi muamelelerle ve sahip olduğu kuvvete dayanan cebirle yönetmesi” demektir. Arapça’da istibdat, “Başına buyruk olmak” anlamına gelir. Sadece kuvvete istinad eden bir cebre değil, aynı zamanda keyfi muameleye dayandığı için, iktidarın ve ondan ilham ve güç alanların suiistimaline açık bir rejimdir.
Bu suiistimal fertlerin hak ve hürriyetlerini kısmak konusunda olduğu kadar, memleketin iktisadi idaresinde, harici siyasetinde de kendini gösterir. Keyfi idare, hukuk devleti olmadığı gibi, kanun devleti de değildir. Kanunun keyfi biçimde tefsir edildiği veya fiilen ilga edildiği, kararların hükümdarın iki dudağı arasından çıkanlara bağlı olduğu idare biçimidir.[151]
Bu otoritaryanizmden totaliterliğe geçiş rejimidir.
Genel hatlarıyla vurgulayacak olursak, totaliter rejim nitelemesi en katı ve monolitik diktatörlükler için kullanılırken, otoriter rejimin aynı derecede monolitik ve katı olmadığı kabul edilmektedir. Otoriter rejimleri totaliter rejimlerden ayıran bir diğer özellik, iktidardaki kişi ya da grupların siyasal gücünün diğerine oranla bir ölçüde denetlenebilmesidir. Otoriter rejimler de kuşkusuz kitleler üzerinde baskı kurma, onları çeşitli manipülasyonlarla sisteme bağlama ve bir lider kültü yaratma gibi yöntemlerle demokratik işleyişleri sınırlandırırlar. Ancak totaliter diktatörlük, parlamenter rejimin direği kabul edilen kuvvetler ayrılığı ilkesini ezip geçen, parlamentoyu ve siyasal partileri fesheden ya da fiilen işlemez kılan ve her türlü siyasal erk kaynağını, yasamasından yargısına yürütme tekelinin sultası altına sokan bir siyasal rejimdir.
Otoriter ve totaliter rejimler burjuva düzenin olağanüstü biçimlenmelerini teşkil ettiklerinden, kuşkusuz pek çok noktada benzeşmektedirler. Zaten totalitarizm otoriterizmi içeren, ancak toplumda onu aşan bir biçimde kuşku, korku yaratan ve baskıları açıkça alabildiğine yoğunlaştıran bir niteliğe sahiptir. Totaliter diktatörlük kanun hükmünde kararnamelere dayanan işleyişlerle burjuva parlamentarizmini sona erdirir, burjuva demokratik hakları, hukuku yok eder. Totaliter bir rejimin meşruiyetini seçimlere ya da yasalara dayandırmak gibi bir mecburiyeti yoktur. Fakat Hitler örneğinde olduğu üzere, faşizmin iktidara tırmanırken seçimle işbaşına gelmesi ve o noktadan sonra parlamenter örtüsünü üzerinden atarak çıplak hâliyle iktidara yerleşmeye, kurumsallaşmaya çalışması pekâlâ mümkündür. Ayrıca fiilen iktidar koltuğuna kurulan faşist rejimlerin, halka “kabul ettirdikleri” Anayasalarla iktidarlarını kurumsallaştırıp taçlandırdıkları da çeşitli tarihsel örneklerle sabittir.
Totalitarizmi somutlayan faşist rejimler, genelde devrimcileri ve işçi hareketini acımasızca ezmeye yönelik saldırılarıyla tarihe geçmişlerdir. Bu gerçeklik Türkiye’de 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle tepeden inen faşist rejimin niteliği ve uygulamalarıyla da dört dörtlük kanıtlanmıştır…
Siyasal yetkeyi tek elde merkezileştiren totaliter rejimler bu nedenle “tek adam diktatörlüğü” biçimine bürünmekte ve genelde bu özelliği yansıtan türde bir başkanlık sisteminde somutlanmaktadırlar. Bunun en önde gelen örnekleri İtalyan ve Alman faşizmidir. Zaten totalitarizm kavramı Latince “totus” (tüm, bütün) kökünden gelmektedir ve bu kavram İtalyan faşizminin lideri Mussolini tarafından kullanılarak siyasal literatüre girmiştir. Mussolini, tüm siyasal ve toplumsal yaşamın yönetiminin kendi iktidarı altında toplanması ve bunun dışında hiçbir şey olmaması anlamına gelmek üzere faşist yönetimini “totalitario” kavramıyla tanımlamıştır.
Yaşanan çeşitli tarihsel örneklerden hareketle totalitarizmin bazı çarpıcı özellikleri sıralanabilir. Toplumu şanlı bir geçmiş hikâyesi ve parlak bir gelecek vaadi temelinde kandırıp kutuplaştıran faşist bir ideolojinin yaratılması ve kitlelere enjekte edilmesi faşizmin birincil özelliğidir. Totaliter rejimler tek lider ve tek parti sultası yaratarak siyasi gücü tek liderin elinde yoğunlaştırırlar. Bu durumun kaçınılmaz uzantısı olarak, liderin iktidarı temelinde bir medya ve silahlı güç tekeli kurulur. Totaliter propagandalar eşliğinde toplum terörize edilir, fiziksel ve psikolojik baskı ve tehditlerle pasifleştirilip sindirilir. Ekonominin merkezî yönetimi tamamen liderin bürokratik kumandası altına sokulur. Totaliter rejimde lider (Duçe, Führer, Başkan, Reis vb.), kendini her şeyi bilen ve her şeyi yapmaya hakkı olan tanrısal bir güç katına yükselterek topluma empoze eder.
Totaliter rejimlerde, toplumsal yaşamın yeniden biçimlendirilmesinden hukukun toplumun düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü yok edecek şekilde elden geçirilmesine dek, her alan liderin emri altına sokulur. Kuşkusuz bu tür bir işleyiş, liderin etrafında kümelenen ve onun attığı her bir adım için birbirleriyle övgü yarıştıran ve böylece bir anlamda da lideri “yoktan var eden” bir yandaşlar topluluğu olmaksızın sürdürülemez. Düzenin çarkları bir kez bu temelde döndürülmeye başlandığında, ruhunu, beynini ve kalemini şeytana satarak liderin yakınına sokulmak üzere diğerlerini çiğnemeye çalışanlar hep olacaktır. Simbiyoz yaşam (iki canlının ortaklaşa yaşamı) örneğindeki gibi, lider ve çevresindeki modern soytarılar takımı, totaliter rejimin çarkları durana dek birbirlerini karşılıklı var etmeye yazgılıdırlar. Bu işleyişin doğal bir kuralı olarak lider eleştirilemez, onun yönetimine karşı çıkılamaz. Yalnızca totaliter rejimi gönülden onaylayıp liderin gönlünü okşayanlar yönetim kademelerinde yer alabilirler.
Burjuva diktatörlüğün en uç örneğini teşkil eden totaliter diktatörlük (faşizm) savaş ve kriz gibi olağanüstü koşulların ürünü olduğundan, yasama, yürütme ve yargı arasındaki olağan işleyişe son verir. Parlamenter rejimin kuvvetler ayrılığıyla anlatılan burjuva demokratik dengesi mutlak anlamda son bulur. Seçim ve Meclis gibi olgular, liderin elinde merkezileşen siyasal erkin birer vitrin süsü kılınırlar. Yasama ve yargı dahil tüm güçler, yürütmenin mutlak başı olan liderin elinde toplanır. Devlet gücü bu temelde alabildiğine merkezileştirilir. Rejimin niteliği gereği, lider, devletin silahlı güçlerinin de mutlak başkanı pozisyonundadır. Fiili savaş durumunun yoğunluğuna da bağlı olarak, rejim alabildiğine militarize edilir. Kitleler ulusal birlik, bölünme tehlikesi, uluslararası terör tehdidi ve benzeri motifler eşliğinde “iç ve dış düşmanlar”a karşı savaşmaya hazır hâle getirilmeye çalışılır.[152]
Bu da baskıcı bir “çoğunlukçuk”ta somutlanır!
Çoğunlukçu rejimin temel sorunu, çoğunluğun taleplerinin karşılanması değildir. Bu talepler adına bir tahakküm oluşturulmasıdır. Bu tahakküme sadece azınlık değil, sonuçta çoğunluk da maruz kalır. Ne var ki çoğunluğun parçası olarak kendini tanımlayanlar, tahakkümün kendi adlarına uygulanmasına rıza göstermeye devam ettikçe, çoğunlukçu yönetim demokratik iddialı iktidarını sürdürmeye devam eder.
Kendini milletin veya halkın yegâne temsilcisi olarak ilan etmek, aynı zamanda bütün yasa ve kuralları, millet veya halk adına keyfi biçimde değiştirme yetkisine sahip olunduğu inancını pekiştirir. Bu ise, iktidara kendi yasalarına bile gerektiğinde uymama dayanağı verir. Sadece genel hukuk ilkelerinin değil, yürürlükteki kanunların da uygulanmadığı, keyfiliğin hükmettiği bir yönetim ortaya çıkar. Devletin ve kamusal alanın iktidardaki güçle bütünleşmesinin en vahim iki sonucu, yargının keyfileşmesi ve kamu kaynaklarının kullanım amacının özelleşmesidir.
Çoğunlukçu yönetim anlayışı için muhalefet “fitnedir”, “bölücülüktür”. Halk veya milletin düşmanı olmaktır. Muhalefetin düşmanlaştırılması, millet veya halkın varoluşuna yönelik asli tehdit olarak şeytanlaştırılması, olağanüstü durum yönetimi gereği gerekçesiyle keyfiliğin süreklileşmesini sağlar. Hemen hemen bütün çoğunlukçu yönetimler, muhalif hareketleri çoğunluk için varoluşsal bir tehdit olarak tanımlar ve bunlara karşı aldıkları keyfi kararları bu varlık ve yokluk mücadelesinin bir gereği olarak sunarlar.
Kendini halk veya milletin yani mutlak ve bölünmez bütünün temsilcisi olarak tanımlayan güçler, iktidarda uzun bir süre kalınca, iktidarı seçim yoluyla kaybetmeyi kabul etmemeye başlarlar. Seçim yasaları kendi lehlerine değiştirilir. Seçim yarışı, her seçimde artan büyük bir eşitsizlik altında gerçekleşir. Bunları seçim güvenliğinin ortadan kalkması izler. Çoğunluk adına tahakküm kuran ve uygulayan güç, çoğunluğu temsil etme iddiasını da artık sadece kendi belirlediği kurallara göre, hatta kendine menkul biçimde üretmeye başlar. Artık söz konusu olan sadece despotizmdir.[153]
3.2) BUGÜN(ÜMÜZ)
AB Bakanı Ömer Çelik’ın, “Fetullahçı Terör Örgütü’nün kökünün kazındığına kani oluncaya kadar üzerine gitmemiz lazım, bu sebeple Olağanüstü hâl uygulaması devam edecek,”[154] diye haykırdığı koordinatlarda; Ahmet İnsel’in, “Bürlesk ve Despotik Otoriterizm”[155] olarak nitelediği coğrafyamız, Şükran Soner’e göre de, “Otoriterlik Kıskacı”ndadır.[156]
16 Nisan sonrası değerlendirmesinde merkez sağın önemli isimlerinden Hüsamettin Cindoruk, “Türkiye, bu anayasanın tümüyle yürürlüğe gireceği tarihte, 2.5 yıl sonra, tek parti ile yönetilmeye başlayacak. Çok partili hayat bitmiştir,”[157] notunu düşerken; “Yargı hiyerarşisinin de devlet ve parti başkanı tarafından belirlendiği yürürlükteki parti devleti cumhuriyetimizde, bir vali artık resmen cumhurbaşkanına mı, parti başkanına mı itaat edecek?”[158] sorusunun dillendirildiği güzergâhta 16 Nisan 2017, bütün yetki ve güçleri tekeline almak isteyen iradenin yasak, tehdit, tekme, tokat, küfürle ve en sonunda Seçim Yasası’nı çiğneyerek zar zor amacına resmen ulaştığı yeni bir dönemin, Erdoğanizmin miladı olarak tarihe geçebilir. (Bunun aynı zamanda Erdoğanizmin çöküşünün hızlandığı bir dönüm noktası olması da o kadar güçlü bir ihtimaldir.)[159]
Ancak burada unutulmaması gereken, “İslâmcılık hâlâ, Erdoğan’a siyasal güç kazandıran en temel kaynak ve Erdoğan’a sadık olanlar o ne yaparsa yapsın arkasından gidecektir… Erdoğan’ın Türkiye’yi İslâmlaştırma planı o kadar zararlı ki geri dönüşü çok zor görünüyor,”[160] diyen Gywnne Dyer’in çok önemli belirlemesidir.
Ayrıca AKP iktidarının on beş yıl sonunda plebisitçi otokrasiyle veya yerli ve milli bir ifadeyle reisçi keyfilikle sonuçlanmasının, Türkiye’ye özgü tarihsel ve sosyal nedenleri kadar, dünyada yükselen milliyetçi muhafazakâr otoriterlik dalgasıyla titreşim içinde olmasının da aynı ölçüde payı olduğu[161] “es” geçilmemeli, iç ve dış faktörlerin Erdoğan eliyle bir inşaya denk düştüğü görülmelidir!
Siyasal İslâmın intikam için ayağa kalktığı bir dönemi yaşamaktayız.[162]
Bugün Türkiye’de hukuk devleti değil, hatta kanun devleti bile değil, kendinden menkul bir keyfi baskı ve şiddet devletinin hâkim olduğu aşikâr. Her hafta katmerleşiyor. Dalga dalga yayılan bu keyfi devlet şiddeti, bir merkezden yönetiliyor. Bu da rejimin otokrat niteliğiyle bütünüyle uyumlu. Otokratın sadece devletin, hükümetin, iktidar partisinin ya da tek partinin başı olması yetmez. Aynı zamanda başyargıç, başsavcı olması da gerekir. Ordu ve din ise, otokratın himaye ve güdümünde olmalıdır.
Türkiye’de bugün, iktidar partisinin genel başkanı aynı zamanda cumhurbaşkanı olduğu için, siyasal olarak bütünüyle sorumsuz. Ama yaptıkları ve söyledikleri, sadece hükümetin icraatlarını, iktidar partisi üye ve yandaşlarının neyi söyleyip ne söylemeyeceklerini belirlemiyor. Yargıya da doğrudan ve açık biçimde yön veriyor. Son yapılanmasıyla artık HSK, başyargıcın emirlerine riayet etmeyenleri cezalandırmakla yükümlü bir parti devletinin iktidar organıdır…[163]
Kolay mı?
Eğitim sistemi değişti, okullar üniversiteler “temizlendi”, devlet bürokrasisi, güvenlik örgütlerinin personeli, savcılar, hâkimler siyasal İslâm yanlısı personelin eline geçti. Hapishaneler, siyasal İslâma muhalif yazarlar, sanatçılar, genel anlamda muhalif entelijansiya ile doldu. En son 7 bin personel ile bekçilik sisteminin canlandırılması, Siyasal İslâmın toplumun kılcal damarlarına kadar nüfuz etmeye, vatandaşları çarşıda, mahallede, kapısının önünde bile izlemeye-bastırmaya kararlı olduğunu gösteriyor.
Ekonomik-siyasi gelişmeler, AKP’de temsil edilen siyasal İslâmın entelijansiyasının (egemen sınıfının), bir üretim aracı olarak dini bilgiyi kullanarak, toplumsal artık değere ulaşma durumundan, asalak bir tabaka olmaktan kurtularak, sıradan bir kapitalist sınıfa dönüşme çabalarında yeni bir aşamaya girdiğini, yerli ve uluslararası büyük sermaye ile bütünleşmeye, kendi içinde, ayrışmaya ayıklanmaya başladığını düşündürüyor.
Artık karşımızda, devletin tüm gücünü elinde toplayan otoriter bir lider, bu liderin iradesi altında, toplumun en ücra köşelerinde bile, okulları, üniversiteleri, hastaneleri, hapishaneleri, mahkemeleri, hatta seçim sandıklarını, medya organlarını kontrol ve manipüle edebilen, mahalle hayatına doğrudan müdahaleye hazırlanan bir parti-örgütü-hareket (camileri vakıfları artık saymıyorum) var. Kendi dünya görüşü, ahlâk anlayışı dışında kalan her sesi susturmaya kararlı bu parti-hareketin yerli ve uluslararası mali-sermaye ile bütünleşmeye başlamasıyla birlikte, kapitalizmin bugünkü aşamasına uygun, Aydın Engin’in deyişiyle “içerde idam dışarıda savaş” ruhunda bir yeni tip faşist devlet yapısının şekillenmesi tamamlanıyor.[165]
3.3) AKP DEYİNCE!
AKP kurulduğunda, biz “İslâmcı” değiliz, “muhafazakâr demokratız” dediler. Buna karşı, “laik kesim”, “takıyye yapıyorlar” dedi, “adamlar/kadınlar kendilerini nasıl tanımlıyorlarsa esas olan odur, beyan esastır, zihin okuması yapmayın” diyenler de vardı. Ancak, şimdi “Biz aslında başından beri İslâmcıydık, birbirimizi biliyorduk, şartlar müsait olmadığı için düşündüklerimizi açıkça söylemedik” diyorlar…[166]
Bu şu demek; amaca ulaşmak için her yol mubahtır, yalan söylenebilir, sözlerine inanan insanlar aldatılabilir, kullanılabilir![167]
AKP’nin bu özelliği konusundaki uyarılara kulak kapayanlar liberallerdi ve AKP yola çıktığında yanında “liberal entelijansiya” vardı.
Türkiye’de gerçek anlamda liberal bir parti olmamasından yakınan bu zümre, “Yeni Demokrasi Hareketi”, “Liberal Demokrat Parti” gibi başarısız ve yetersiz girişimler sonucu 1990’larda büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştı.
Sosyal demokrasi ve Kemalizm’in sarkaçsal salınımındaki parlamenter solla milliyetçilik ve dindar muhafazakârlığın sarkaçsal salınımındaki merkez sağın ikili-karşıtlık dengesinde işleyen Türkiye siyasetinde aradığını bulamamıştı.
Çoğu mensubu eski-sosyalist, geç-milliyetçi, post-İslâmcı arka plândan çıkıp neo-liberal potada kaynaşmış bu zümrenin tüm entelektüel enerjisi 2000’ler dönümünde AKP’ye kanalize oldu. Daha doğrusu AKP-Gülenizm ittifakına…
AKP şimdi hâlâ yola devam ederken artık yanında liberal entelijansiya yok… O gün bugündür liberal yaprak dökümlerine şahit oluyoruz.
Biliyorsunuz, yine referandumda “Hayır” oyu vereceğini açıklamış Ali Bayramoğlu’na da seçim sandığında tekme tokat saldırdılar. Mahçupyan’ı ise neler bekliyor, hakikâten merak konusudur![168]
Kısaca: AKP iktidarı[170] 1990’ların sonunda patlak veren bir rejim krizi ile, ABD’nin bölgeyi yeniden şekillendirme projesinin oluşturduğu konjonktür içinde biçimlenmiş bir “tarihsel blok”un ifadesidir. Bu blokun lider fraksiyonu, Osmanlı egemen sınıflarının içindeki özel konumundan dolayı, kuşaklar boyu kendini yeniden üreterek bugüne kadar gelebilen Müslüman entelijansiyadır.
Bu entelijansiyanın varlığının, bir sınıf tavrı sergilemesinin maddi temeli, özgün bir üretimin aracının (dini bilginin) sahibi, denetleyicisi olmasıdır. Bu özgün simgesel üretim aracının mülkiyeti, toplumsal ekonomik artığa, kapitalist birikim süreçlerine, diğer üretim araçlarının mülkiyetini edinme süreçlerine ulaşmaya olanak verir.
Bu “sınıfın” iktidarı için, AKP bu özgün üretim aracına uygun simgesel üretim- yeniden üretim ilişkilerini toplumda egemen kılmaya çalışıyor. Bunun için, hem toplumda bu simgesel üretim ilişkilerinin, rakip, muhalif söylemleri dışarı atarak, susturarak egemen olmasını sağlaması, hem de devletin disiplin, cezalandırma araçlarının kontrolünü elinde toplaması, “eski rejimin” kadrolarını tasfiye etmesi gerekiyor.
Bu “sınıfın” üyelerinin kaynağını güvenceye almak için AKP rejimi, nüfusun yeniden üretiminin biçimlerini (aile-cinsel pratikler), bedenin estetiğini (giysi, görünüm), mekânda ve zamanda yerini (ibadet saatleri, yerleri) denetleyen, yeniden şekillendiren bir biyopolitik rejimini egemen kılmaya çalışıyor.[171]
Tam da bunun için AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın ‘Ensar Vakfı’ndaki konuşmasında,[172] Türkiye’de iktidarın siyasal meşruiyetini artık esas olarak ve son derece açık biçimde bir kültür savaşı üzerine kurduğu belirginken; bu konuşma, 2013 ilkbaharında, AKP İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu’nun söylediği, bugüne kadar AKP iktidarına payanda ve paydaş olan liberallerin, başlayan inşa ve ihya döneminde AKP’nin karşısında yer alacakları, çünkü onların kabulleneceği bir gelecek kurulmayacağı öngörüsünün, eyleme geçmiş hâlidir. Kökleri Türkiye’de bir yüzyıldan fazlasına dayanan kültür savaşında, hedefleri son derece açık ilan edilmiş, toplumun bütünü üzerinde mutlak tahakküm kurma arzusunun ifadesidir.[173]
Erdoğan’ın, ‘Ensar Vakfı’nın 38. Genel Kurulu’ndaki konuşmasındaki açıklamaları anımsarsak: “Biz 14 yıldır kesintisiz iktidarız. Ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var.
İmam hatiplere olan ilginin artması, tüm okullarda Kur’an-ı Kerim, siyer-i nebi gibi derslerin okutulması çok güzel gelişmeler. Ama bizim hayalimiz olan nesillerin yetiştirilmesi konusunda hâlâ pek çok eksikliğimiz bulunuyor.
Artık biz 80 milyon insana ulaşmayı hedefleyen bir hareketiz. Umudunu bize bağlamış yüz milyonlarca mazlumun sorumluluğunun…
Dilimizden tarihimize kadar birçok alanda ecdadımıza ve kültürümüze duyulan husumetin ürünü bir yaklaşımla hazırlanmış olan müfredatlar daha yeni yeni değişiyor.
Medyadan sinemaya, bilim, teknolojiden hukuka kadar pek çok alanda hâlâ en etkin yerlerde ülkesine ve milletine yabancı zihniyetteki kişilerin, ekiplerin, hiziplerin bulunduğunu biliyorum.
O gece oraya gelenler Gezi Parkı’nın gençleri değildi. O gece oraya gelenler vatanını, milletini seven; bayrağı, ezanı için yola koyulan gençlerdi”…
Karşımızda, yalnızca ekonomik, siyasi olarak değil kültürel ve toplumsal olarak, diğer bir deyişle “yaşamın simgesel” ifadeleri üzerinde, iktidar olmaya (neyin bu alana girip neyin giremeyeceğini belirlemeye) kararlı bir hareket var. Bu hareket 80 milyonu kontrol etmeyi, milyonlarca mazlumu (İslâm âlemini) temsil etmeyi arzuluyor. Bu hareketin kültürel toplumsal iktidarı için,[174] eğitim sistemi değişiyor, bir “ruh mühendisliği” ile uygun nesillerin “üretilmesi” amaçlanıyor.
Bu “ruh mühendisliği”, hareketin ruh mühendisliği projesine uymayan tüm kültürel biçimleri, üreticilerini eğitim alanından, medyadan sinemaya, bilim[175] ve teknolojiden hukuka, yok etmeyi amaçlıyor. Diğer bir deyişle, bu hareket toplumun bilgi üreten, disiplini ve cezayı tanımlayan alanları ve mekânları üzerinden bütünsel bir iktidar kurmayı amaçlıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “biz” nitelemesiyle vurguladığı bu hareketin kültürel normlarına uymayanları, ülkesine milletine yabancı unsurlar olarak tanımlıyor, “Gezi Parkı’nın gençliğini”, vatanını, milletini seven, bayrağı, ezanı için yola koyulan gençlerin karşısına düşman ve hedef, yok edilecek bir kültürün (yaşamın) temsilcileri olarak koyuyor.
Erdoğan, kültürün ve toplumun üzerinde bütünsel bir iktidarın amaçlandığını çok açık ifadelerle vurguluyor.[176]
Özetle “Bugün AKP ne ise, bundan ona dün destek verenler de sorumludur,” vurgusuyla devam edersek: “AKP’nin iktidara gelmesinin ardından yaşanan dönüşüm süreci, başında ‘sessiz devrim’ tabir edilen ve ‘demokratikleşmeyi’ hedeflediğini iddia eden ılımlı bir değişim süreci idi, sonra değişimin hedefi de, araçları da radikalleşti, dolayısı ile topyekûn ‘devrim’ mahiyeti kazandı. Seçimle devrim mi yapılır diyebilirsiniz, ama referandum oylaması kökten bir sistem veya rejimin dönüşümünün oylanması idi, şimdi sonuçları resmen hayata geçiyor; bu çerçevede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tekrar partisinin başına geçmesi ilk ve en önemli adım oldu. 2011 seçimlerinden sonra, ‘AKP artık devlet partisi oldu’, bu süreç, devlet ve partinin tam manasıyla özdeşleşmesi ile resmileşti. Kim korkudan ne kılıf uydurmaya çalışırsa çalışsın, bu dönüşüm yeni bir toplum inşası adına otoriter bir siyaset sisteminin hayata geçmesidir.
Nitekim, AKP’nin öncülüğünde öngörülen yeni toplum inşası projesi, ‘Yeni Türkiye’ şeklinde takdim edildi.[177] AKP artık kendini, sıradan bir siyasal parti olarak değil, yeni bir toplum inşasının çatısı, tarihi bir misyonun taşıyıcısı ve dahi ‘İslâm’ın temsilcisi olarak tanımlıyor. Kimse eğip bükmesin, mesele tarihi misyon, dini dava ve bu çerçevede yeni bir toplumun mühendisliği olunca ‘demokrasi’, yani itiraz hakkı söz konusu olamaz, zaten epeyce bir zamandır olamıyor. Kendini tarihi bir misyon ve dini meşruiyetle tanımlayan bir düzen açısından itiraz eden olsa olsa, düşman veya hain olabilir ve bu durumda ancak sindirilmeyi ve cezalandırmayı hak eder. Nitekim, Erdoğan kongre konuşmasının, OHAL niye kalkmayacak sorusuna cevap verirken bu zihniyeti en güzel şekilde tanımlamış oldu; ‘Neyiniz eksik, fabrikalar mı çalışmıyor, okullar mı kapalı’ dedi. Bu şu demek; ‘artık görüş farkı diye bir şey olamaz, olsa olsa fitne, fesat ve bunun özeti olan terör veya terör desteği olabilir, vatandaşın refahı, hastane, yol, temel hizmetlerden ibarettir’ nokta.
Artık muhalefet, itiraz, eleştiriye alan kalmamıştır, söz konusu olan, Erdoğan’ın deyimi ile ‘AKP’nin milletin partisi olduğunu anlamayanların hezeyanları’dır. Tüm otoriter siyaset anlayışları, millet, devlet, ideal özdeşleşmesi fikri üzerine inşa edilir. AKP misyonu, kendi ifadeleri ile ‘millet ve devletin buluşması’nı hedefliyordu ve onlar açısından artık tüm iktidar alanlarının AKP ve onun liderinin eline geçmesi ile ‘milletin zaferi’ gerçekleşti.
O hâlde, ‘millet’ de yeniden tanımlanmış oluyor; bu millete mensubiyetinin gereği artık, AKP’nin misyonunu desteklemek, dahası bu misyonun bir parçası olmak, yeni düzene itiraz artık siyasal muhalefet değil, millete düşmanlık sayılacak. Bu süreç çoktan başlamıştı, kimse kendini kandırmasın, şimdi daha da hızlanacak, ‘Devrime hazır olun!’ Bu şartlar altında yeni düzenin parçası olmayı reddedenleri bekleyen, en iyi ihtimalle kendi ülkesinde ‘sürgün’ olarak yaşamaktır.”[178]
Ancak Erk Acarer’in ifadesiyle, “Erdoğan hiçbir zaman mutlak bir zafer kazanamayacaktır.”[179]
Çünkü siyasal İslâmın tek adam saplantısı, realiteyi kavramaktaki kronik yetersizliği, beklenen sonucu yarattı, AKP dayattığı referandumu yüzüne gözüne bulaştırdı.
AKP liderliği ülkede, İslâmcı otoriter bir tek adam rejimi kurmak istiyordu. Ancak, toplumun yarısı bu projeye kesinlikle karşıydı. AKP liderliği geldiği eşikte, toplumsal koşulların ne kadar kritik olduğunu kavrayamadı; “Ya devlet başa ya kuzgun leşe”, “zorlarsam aşarım”, “kapıp kaçarım” diye düşündü…
AKP’nin ülkeye istikrar getirme şansı artık yoktur; ‘The Financial Times’ın da vurguladığı gibi, “Ülkenin yarısını artık kesin olarak kaybetmiştir”. ‘The Washington Post’un “Çirkin zafer” olarak nitelediği bu durum, ‘Le Monde’un deyimiyle ülkeyi yönetilemez noktaya getirmiş, bir gerileme sürecine sokmuştur.
‘Die Zeit’ de “Cumhuriyet öldü” saptamasının ardından ekliyor: “Erdoğan kazandım dedi”, “gerçekten kazandı mı” diye soruyor. Şimdi, muhalefet üzerindeki baskı ve devlet terörü kaçınılmaz olarak artacaktır. Buradan nereye gidileceği şimdilik belirsizdir![180]
4) 2019 YANILGISI VE GELECEK
16 Nisan Referandumu sonrasının en yaygın yanılgılarından birisi, “2019 seçimlerinde referandumu tersine çevirmek ve demokrasiye geçmek mümkün…”[181] ertelemeciliğidir!
CHP’li Özgür Özel’in, “CHP yerine, Hayır’ı bir arada tutacak modelleri tartışmalıyız” diyerek, 2019 seçimleri için izlenmesi gereken yolu anlatırken, “Hayır bloku seçimlere 16 Nisan’ın tahribatını ortadan kaldıracak yepyeni demokratik bir anayasa ve Hayırcıların üzerinde anlaştığı, 2019 seçimi sonrası ‘restorasyon hükümeti’ni oluşturabilecek ‘el-emin’ bir adayla gitmeli,”[182] diye ifade ettiği durum; doğmamış çocuğa tuman biçmekten başka bir şey değildir.[183]
Şimdi önemli olan HDP Sözcüsü Osman Baydemir’in, bugün 2019 seçimlerini konuşmak yerine hangi ortak paydalar etrafında buluşulabileceğinin konuşulması gerektiğini belirleyecek “mücadele hattını oluşturmak”tır.[184]
Yoksa referandumdan çıkan sonuçların Türkiye’de artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını ve yürümeyeceğini ortaya koyduğunu vurgulayarak, “Artık ezber bozuldu… İlk kez Türkiye’de HDP ya da Kürtler, Türkiye’nin diğer dinamikleri örneğin sağ seçmen, muhafazakâr seçmen, milliyetçi seçmen tek cephede buluşarak, bir çalışma yürüttü. Bu Türkiye’de bir ilktir. Önyargılar kırıldı. Meral Akşener Diyarbakır’a geldi mesela, bölge insanının elini sıktı. Bu çok önemlidir. Önümüzdeki dönemde Cumhurbaşkanlığı seçiminde, herkese eşit mesafede davranabilecek ortak bir adayla gidilirse, ‘Hayır’ cephesinin kazanabileceği bir sonuç ortaya çıktı. Önümüzdeki iki yıl içinde farklı ittifaklar olabilir. Bu referandumda CHP ile aynı tarafta bir çalışma yürüttük.[185] Tabanlarımız birbirlerine aşina oldu,”[186] diyen HDP Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan vari bir toptancılık değil!
Tekrarlıyorum: “Türkiye artık yeni bir sisteme geçti. İstesek de, istemesek de 2019 Başkanlık seçimlerini bu yeni parametrelerle düşünmek” gerekiyor türünden saptamalar, siyasi olarak zararlı, ahlâken de sakıncalıdır. Türkiye’de bir süredir yeni bir gerçeklik şekilleniyordu. Referandum bu yeni gerçekliği dünyaya getirmedi, yalnızca “vaftiz” etti.
Bir toplumsal gerçeklik aniden, ex nihilio ortaya çıkmaz. Bileşenleri eski gerçekliğin çelişkileri, çatlakları içinden çıkarlar. Bunların aktif varlığı egemen gerçekliğin istikrarını bozar. Yeni gerçeklik bu süreç içinde şekillenir, zamanla kendi ekolojik egemenliğini kurarak, eskisinin yerine geçer.
Hem, siyasi olanın sınırları, hem de toplumda adalete ilişkin talepleri dile getirme ayrıcalığına sahip olanlarla olmayanlar arasındaki ayrım çizgisi değişir. Böylece, toplumun yaşamında, doğru ve yanlış önermeleri ayırt eden söylemler, mekanizmalar, örnekler, ayırt etmenin onaylanma biçimleri, gerçeğe ulaşmanın kabul edilebilir teknikleri, işlemleri, neyin doğru olduğunu söylemekle yükümlü olanların statüsü de değişir. Artık bedenleri yöneten, disiplin altına alan, cezalandıran teknikler, teknolojiler de değişmeye başlamıştır.
Bu iki paragrafın ışığında bakıldığında, bu “yeni gerçekliğin” 1997- 2007 arasında, doğarak şekillendiğini, AKP’nin ikinci döneminde ekolojik egemenliğini kurduğunu, 2010 referandumuyla eski gerçekliğin yerine geçtiğini, 2017 referandumunun sonuçlarının ise Kasım 2015 seçimlerininkiler gibi, bu yeni gerçekliğin ürünü olduğu görülür.
“2019 ‘Başkanlık’ seçimlerini bu yeni parametrelerle düşünmek” gerekiyor dedikten sonra uyum sağlamayı önermek, eğitim sistemindeki değişikliklere, tasfiyelere, devlet bürokrasisinin, güvenlik örgütlerinin, yargının siyasal İslâm yanlısı personelin eline geçmiş, hapishanelerin siyasal İslâma muhalif yazarlarla, sanatçılarla dolmuş olmasını, HDP liderliğinin tutuklanmasını kabullenmek anlamına gelecektir. Bu önerinin, siyaset bir yana, ahlâki dayanakları çok zayıftır.
Önümüzdeki seçimlere bu “yeni gerçekliğin” egemenliği ve sınırları içinde gidilecektir.
Bu egemenlik ve sınırlar daha şimdiden etkilerini göstermeye başlamıştır: “Hayır” kampında yer almış kimi yazarlar, YSK açıklamasını, yüzde 49’u veri alarak, kabullenerek konuşmaya başladılar. Hızla gündeme gelen başkan adayı arayışı, yalnızca dikkatleri referandumun koşullarından ve sonucundan uzaklaştırmakla kalmıyor, yeni gerçekliğin doğuş ve şekillenme sürecinin ikinci önemli aktörünün (tarihi, kültürel sermayesi unutularak) önerilmesi, yeni gerçekliği ve siyasal İslâmın siyaset ve ahlâk rejimlerini doğallaştırıyor.
Bu “yeni gerçeklik”, siyasette hangi olasılıkları dışarda bıraktığını birçok kez gösterdi. Bu dışarda bırakılanların yarattığı çatlaklar, bir süre demokratikleştirme, “Kürt açılımı”, “Avrupa Birliği’ne gireceğiz” gibisinden fantezilerle örtüldü, fanteziler verimliliklerini kaybettikçe baskı ve terörün dozu arttı. Bu gerçeklik toplumu birleştirecek bir bütünlük, mükemmellik görüntüsü üretemedi; toplumun yarısının direnişini kıramadı.
Şimdi, bu “uyum sağlama” çağrıları, 2019 seçimlerinden adeta sıradan bir liberal demokrasi altında yaşanıyormuş, AKP sıradan bir partiymiş gibi (alın size iki fantezi daha), söz etmek; “zaten hep böyleydi” çarpıtmalarıyla AKP rejimini sıradanlaştırmaya çalışmak, kaçınılmaz olarak bu yüzde ellinin direncini kırmayı, onları siyasal İslâmın siyaset ve hakikât rejimlerinin içine itmeyi getirecektir.
Bu yeni gerçeklik, bu yüzde elliye dayanarak sorgulanmadan, istikrarı bozulmadan, sınırları delinmeden yapılacak her halkoylamasının ürettiği sonuçlar “yeni gerçekliğin” gereksinimlerine zorla uydurulacaktır.[187]
Bunu sakın ola kimse göz ardı etmesin!
Kolay mı?
Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek gerekir. Birilerinin “aldatıldık” iddialarına karşın, Türkiye’yi bu yeni gerçekliğe getiren sürecin her aşamasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan sürece ilişkin yanlış okumaları engelleyecek önemli açıklamalar yapıyor. Örneğin, “Demokrasi bir tramvaydır, gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz” ve “Demokrasi amaç değil araçtır”; “Ben hiçbir zaman ‘değiştim’ demedim”; “İslâmın ılımlısı ılımsızı yoktur, sadece İslâm vardır” dedi. Referandumdan önce de bu ülkede artık yeni bir gerçeklik olduğunu “Türkiye’nin yönetim sistemi değişmiştir” sözleriyle açıkladı. Bunların hepsi doğruydu, “yanıl[tıl]dım” diyenlerin de, tarihe “stratejik cahillik” örnekleri olarak geçeceklerini gösteriyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplantısında yaptığı konuşmada, bu yeni gerçekliğin kimi önemli özelliklerini açıkça ortaya koydu.
Muhalefetin, sonra yine “aldatıldık” demek durumunda kalmamak için bu konuşmayı çok dikkatle okuması, politikalarını oluştururken hep aklında tutması gerekiyor.
Erdoğan, Türkiye’nin en güçlü sermaye gruplarının temsilcilerinin karşısında yaptığı konuşmasında, Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye karşı haince davrandığını vurguladı, “Başımızın çaresine bakarız” dedi. Suriye konusunda, “Masada olmayınca kendinizi mönüde bulacağınızı biliniz” uyarısından sonra, “Rakka meselesine” ilişkin, ABD’ye “Mademki tek başınıza yapacaksınız… bize düşen hayırlı olsun demektir” ifadeleriyle, masaya oturmayacağını vurgulamış oldu.. Ve ekledi “Kimseyle konuşmayız, danışmayız ona göre adım atarız”. Erdoğan’a göre, “terör örgütlerinin güçlendiği bir fotoğrafla karşı karşıyayız. Artık 20 yıl öncesinin Türkiye’si yok.”
İç politikaya gelince, Erdoğan “Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi yürümeyecek” dedikten sonra ekledi: “Demokraside ve ekonomide, yeni atılım döneminin hazırlıklarını yapıyoruz”.
Erdoğan Türkiye’nin 2008 krizinden etkilenmediğini savundu, “Türkiye’nin 2013’ten itibaren başlayan bir seri saldırı karşısında çok ciddi mücadele yürütmek zorunda kaldı” dedi.
TÜSİAD üyelerinin, OHAL’in uzatılmasına ilişkin endişelerine cevap olarak, “OHAL konusundaki endişelerinizi anlamakta zorlanıyorum. OHAL işadamlarının neyini engelledi? Ülkemizin yıkılmasına, milletimizin yok edilmesine yönelik bir operasyon yapılıyor, 249 şehidimiz var, biz hâlâ OHAL’i kaldıralım diyoruz. Her şey huzura kavuşmadan OHAL’i kaldıramayız” dedi.
Özetlersek: Avrupa Birliği Türkiye’ye karşı haince davranıyor. Başımızın çaresine bakacağız. ABD’ye “size kolay gelsin”… Bu durum “masada-mönüde” ikilemi açısından, masaya oturamadığımızı gösteriyor. Peki o zaman neredeyiz?
“OHAL’i kaldırmayız” saptamasına da “huzura kavuşmak” ifadesine ilişkin, “2013’ten itibaren” zamanlamasıyla işaret edilen sorunların ışığında bakınca, meydanlardan, sokaktan, medyadan, siyasetten muhalif seslerin tamamen dışlanmasını, devlet personelinden AKP siyasetini benimsemeyen kişilerin tamamen temizlenmesini, siyasal İslâmın huzurunu kaçıran yaşam pratiklerinin, söylemlerin sonlandırılmasını anlamak gerekiyor. Demek ki, OHAL, AKP’nin ve siyasal İslâmın mutlak hâkimiyeti kurulana kadar kalkmayacak. Öyleyse toplumun referandumda “Hayır” diyen kesimini çok zor günler bekliyor.[188]
4.1) ÖNE ÇIKA(RTILA)N DİNAMİKLER
Evet, hepimizi çok zor günler bekliyor; çünkü!
Otaviano Canuto ile Samuel George’un, “Türkiye uzun bir süredir bir yol ayrımına doğru ilerliyordu. Bir yön belirlemek zorunda kalacağı an yakındır”;[189] Orhan Bursalı’nın, “Geleceğini belirleyecek bir referandum yaşadık ve yeni bir dönem başlıyor”;[190] Hacettepe Üniversitesi’nden Doç. Dr. Öykü Didem Aydın’ın, “Siyasetin sınırlarının olmadığı bir anayasa ya da ‘anayasasızlaştırma’ dönemine girdik… Türkiye’nin anayasa sorunu bitmedi, yeni başlıyor,”[191] diye betimledikleri tabloya ilişkin olarak ‘ABD Donanma Koleji’nde Strateji ve Politika Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Burak Kadercan şunların altını çiziyor:
“Bu (toplumsal-y.n) dinamikler neden önemli? Öncelikle Türk siyasetinin bölünmüş doğasına ilişkinler. Böylesi bölünmeler tüm siyasetlerde vardır. Ancak Türkiye’de siyasal ve kimlik-eksenli bölünmeler (örneğin dinsel inançlar) tek bir sözcük etrafında kristalize oluyor: Erdoğan. Yaklaşan siyasal savaş tek bir soruya dair: Erdoğan’la mısın yoksa karşısında mı? Referandum, aradaki sahayı yok etti. İkincisi ve daha önemlisi, (medyanın eşitsiz tutumu ve ‘Hayır’ seçeneğinin pek de gizlenemeyen kriminalizasyonuna rağmen) sonuçların bu denli yakın olması sahtecilik iddialarıyla birleştiğinde, Türkiye muhalefeti içinde Erdoğan karşıtı alevleri diri tutacaktır. Referandum sonrası Türkiye’de “Erdoğan karşıtlığı” mağduriyet ve adaletsizlik duygusuna dayanacaktır.
Erdoğan büyük olasılıkla muhalefeti daha doğrudan bastırmaya hatta kriminalize etmeye çalışacaktır ki bu da Erdoğan karşıtlığını daha da besler. Olası sonuçlardan biri milyonların Erdoğan’ı protesto için sokaklara döküldüğü 2013 Gezi protestolarının tekrarıdır. Bugünkü Türkiye’nin en önemli farkı, sonucun Gezi protestolarından çok daha kanlı olması olasılığıdır. Eğer o gün gelip çatarsa, Türkiye ya (geleneksel olarak muhafazakâr-seküler hattında bölünmüş olan) Erdoğan destekçileriyle karşıtları arasında bir iç savaş ya da -geçtiğimiz Temmuz’dakinden farklı olarak- Erdoğan karşıtı kampın bazı kesimlerince örtülü de olsa desteklenebilecek bir başka darbe teşebbüsü riskiyle baş etmek durumunda kalacaktır.”[192]
Evet, 16 Nisan sonrasında hiçbir şey aynı olmayacak, siyasi dengeler tümüyle değişecek diyorduk ve bu öngörümüzün doğrulanması için çok da beklememize gerek kalmadı.
Bu güzergâhta kitleleri derhâl 2019 illüzyonundan kurtarmak gerekir. Bugün verilecek tepkiyi muhayyel bir geleceğe ertelemek siyasi mücadeleden kaçmaktır.
Sol’un “merkez”de kalarak, “ılımlı” bir siyaset izleyerek, muhafazakârları “kucakladığını” göstererek siyasal İslâm’la baş edeceğini söyleyenler iktidar çevresinde kümelenenler ya da politik merceğini yitirenlerdir. Sağ popülizmin küresel ölçekte yükselişe geçtiği bir dönemde, karşı söylem salt çoğulculuk ve demokrasi vaadi üzerine inşa edilemez. Sağ popülizmin üstünü örttüğü toplumsal gerçekleri dikkate almayan bir sol siyasetin güçlenme ihtimali yoktur.
Memleketin bugün geldiği yerde liberal bir merkez sağ oluşuma ihtiyaç olduğunun dillendirilmesi kendini sol ya da cumhuriyetçi olarak tanımlayan kadroların işi değildir. Sağ cenahın içindeki krizleri derinleştirmek elbette muhalefetin vazifelerindendir. Bu amaca ancak cumhuriyetçi ve sol pozisyonda ısrar ederek ve sağın hegemonyası dışına çıkılarak ulaşılabilir, yoksa iktidar dışındaki sağ aktörlere mavi boncuk dağıtarak değil. CHP yönetimi hem yerel hem cumhurbaşkanlığı seçiminde bu hatayı yapmıştır. Akabinde 16 Nisan öncesi Saadet ve küskün ülkücülerle aynı karede poz vermiştir. Referandum sonrasında da beklenen direnci gösterememiştir. Tüm bu adımlara dair özeleştiri beklemek sol çevrelerin hakkıdır.
Zamanında AKP’de koltuk kapmış fakat sonradan yollarını ayırmış isimlerin Saray-AKP eleştirilerini, cumhuriyetçi ve sol/sosyalist eleştirilerle aynı kulvarda değerlendirmek politik bir hatadır. Çünkü bahsi geçen isimler, piyasacılık başta olmak üzere sağ siyasetin hegemonyasını muhalif söyleme sızdırma potansiyeline sahiptir. Solun kendi eleştirilerini kitlelere yaymak için denenmiş sağ siyasetçileri aracı kullanmaya ihtiyacı yoktur.
AKP 2002’nin AKP’si değildir. Bugün Saray’ın dar ve geniş çevresinden ibaret olan bir iktidar pratiği, devlet-parti projesini tamamlamak istemektedir. Erdoğan’ın dar çevresinde çatışmanın somut koşulları oluşmamıştır. Geniş çevredeki ağız dalaşına odaklanmak ise zaman kaybıdır. Tıpkı Gül’den, Arınç’tan medet ummak kadar nafiledir.
İslâmcılar ve muhafazakârlar arasında tek adam rejimine mesafeli duran entelektüeller vardır; mevcudiyetleri değerlidir. Onların söylemleri “kapsayıcılık” iddiasındaki liberal-demokratik tutum için bir kaynak olabilir. Ancak mevcut kavga yalnızca “otoriterleşmiş” Saray’a karşı mücadele değil Siyasal İslâm’a ve hegemonyasına karşı mücadeledir. Bu nedenle vicdan ve “gerçek İslâm” referanslarıyla siyaset yapmak, cumhuriyetçi ve sol politik hattın gündemi olamaz.
Bir siyasi hareketi başarı çıtası, liderlik, örgütsel kapasite ve politik netlik ile ölçülür. Politik tutarlılık olmadan, tabanla parti yönetimi arasındaki ilişki dinamik bir biçime dönüşmeden başarı beklemek hayaldir.
Bu yolda muhalefet, parlamentoda anayasal diktaya hizmet edecek hiçbir düzenlemenin parçası olmamalı, kendine iktidarın aynasından bakmaktan vazgeçmelidir. Memleketin meydanlarını, sokaklarını, fabrikalarını halkın meclisine dönüştürmelidir. Büyüyerek, güçlenerek, sokağın dinamizmine kulak vererek meşru ve haklı siyasi mücadeleyi örgütlemek için kaybedilecek bir dakika bile yoktur.[193]
“Hayır” demek, elbette önemlidir; ama orada kalmamak, “Hayır”ın gereğini yapmak kaydıyla. Zira, karşı olmak neden ve niçin karşı olduğunuzla birlikte bir anlam ve değer taşır. Bu da var olana, verili olana, karşı çıkılana bir alternatifi, “karşı projeyi ve perspektifi” varsayar…
Ezilen-sömürülen sınıflar lehine bir potansiyel mevcut. Geriye o potansiyeli harekete geçirmek, kımıldatmak, büyütmek, sonuç alıcı bir şekilde etkinliğini artırmak kalıyor…
Sistem her geçen gün, çözdüğünden daha çok sorun yaratmadan yol alamıyor (patinaj yapıyor).[194] Böyle bir tablonun varlığı, bu duruma ezilen ve sömürülen sınıfların, bir bütün olarak itirazını büyüteceğine işaret eder. Dolayısıyla mücadelenin radikalleşmesi ve hızlı bir bilinç sıçraması olasılığı ihtimal dışı değildir.
O hâlde sadede gelebiliriz: Adına ister “acil program”, ister “geçiş programı”, ister “asgari program” veya “alternatif program” densin, muhalefet cephesinin perspektifi somutlandıran, görünür kılan bir program (perspektif) dahilinde mücadele yürütmesi gerekiyor. Böyle bir program elbette yapılması gereken, gerçekleştirilmek istenen her şeyi kapsamaz ama hem amacın netleşmesini sağlar ve hem de mücadelenin etkinliğini artırabilir. Neyin neden yapılmak istendiğini netleştirir, umudu büyütür.[195]
4.2) NİHAYET
‘Boyun Eğmeyen Ülke’sinde, “Bitmez yarıda kalan. Yeniden başlar,” demez miydi Yannis Ritsos, işte tam öyle!
Yani 16 Nisan referandumu sonrası yapılması gerekenleri Prof. Dr. Korkut Boratav’ın, “İslâmcı faşizme birlikte karşı çıkmak, karşı cepheyi dağıtacaktır. Şimdi esas olan İslâmi faşizme karşı mücadele,”[196] diye özetlediği üzere…
Her şeyin daha da kesinleşip, keskinleşeceği yani Andrew Wachtel’in, “Türkiye’nin ölüm sarmalı”[197] dediği bir yere gidiyoruz.
Bu kaçınılmaz!
‘The Washington Post’un, “Referandumla derinleşen ayrışma”ya dikkat çektiği[198] güzergâhta bir “Yarılma… Ortasından bölünmüş Türkiye!” var karşımızda artık…[199]
Evet, evet karşımızda bölünmüş bir toplum var. Bir yarısı öbürüne kinli; karısını, kızını ganimet gibi görüyor… Erdoğan liderliğindeki AKP’de temsil edilen siyasal İslâmın getirdiği noktada Türkiye, küreselleşme sonrası dünyanın ürettiği büyük türbülansların içine bu bölünmüşlükle giriyor. Öyleyse, bu trajedinin içinde, sonuç ne olursa olsun “Hayır” diyenleri bu ülkenin halklarının geleceğini koruma görevi bekliyor.
Bu bölünmüşlüğün temelinde ekonomik, siyasi hatta etnik çelişkiler olsaydı maddi çıkarlar temelinde bir uzlaşma noktası bulmak, çelişkileri yönetmek mümkündü. Ne yazık ki siyasal İslâmın 15 yılda ülkeyi getirdiği noktadaki bölünme, kimlikler arasındaki, uzlaştırılması, yönetilmesi son derecede zor hatta kısa dönemde olanaksız farklardan kaynaklanıyor.
Toplumda, özellikle Gezi olayından sonra belirginleşen bu bölünmenin fay hattı, bireylerin öznelliklerinin merkezinden, dayandıkları “anlam sistemleri- hakikât rejimleri” arasındaki farklardan geçiyor. Bu durum, ülkede artık tek paylaşılan bir realite, tek bir toplum olmadığını gösteriyor. Örneğin “Evet” cephesi referanduma adeta bir “cihat savaşına” gider gibi giderken, “Hayır” cephesi sandığa, adeta sıradan bir parlamenter cumhuriyette yaşıyormuş gibi gidiyordu. Her iki “toplumun” da kendi içlerinde sınıflara bölünmüş çelişkili kümeler olması da kısa ve orta dönemde pek bir anlam ifade etmiyor. Bu öznelliklerin oluşturduğu kimlikleri ayakta tutan fanteziler, bu sınıfsal/maddi çelişkileri örtüyor.
Bu bölünme nasıl aşılır, nasıl yönetilir sorusunun cevabı, “Haklar ve özgürlükler anlamında laik bir demokrasi süreci içinde” olabilirdi. Şimdi daha (belirsiz) bir süre AKP rejimi altında yaşayacağımız için, “Hayır” diyenleri, siyasal İslâmın “ötekisi” durumunda olanları daha fazla gerginlik baskı, belki de terör bekliyor. Özetle ülke ve toplum çok tehlikeli “vakitlere”, çok tehlikeli bir bölünmüş, kırılganlık içinde giriyor.[200]
Bu dizaynda referandum sonrasında önümüzde duran önemli üç soru var: i) Sonuç neye işaret ediyor? ii) Rejim, önümüzdeki dönemde ne yapar, ne tür politikalar izler? iii) Sol ne sonuç çıkarmalı, ne yapmalı?
Referandumun sonucunu, mevcut rejime karşı ciddi bir tepki şeklinde okumak kof bir iyimserliktir.
Rejim bundan sonra ne yapar? Türkiye nasıl bir yakın döneme gebe? İlk söylenebilecek olan, ülkede “hukuk” denilen şeyin bittiğidir. Türkiye’nin artık böyle bir “hukukla” yönetileceği kesindir. Reisin niyeti çok açıktır ve daha referandum gecesi ilan etmiştir: “Atı alan Üsküdar’ı geçti…”
Sonuçta, kimse düşen tansiyon, yumuşayan ortam, daha dikkatli ve uzun zaman dilimine yayılmış adımlar beklemesin… Rejim paldır küldür yol alacaktır; esasen temsil ettiği anlayışın kendi mantığı, mekaniği de bunu gerektirmektedir.[201]
İşimiz zordur. Ancak aydınlık bir geleceğe açılan yol engellerle döşenmiş olsa da nihai kertede kapalı değildir.
Gücümüzün bilincinde olursak, gereklerini yerine getirirsek, biz güçlüyüz.
Güçlenmek için CHP’nin “Adalet Yürüyüş”lerine ya da sağımıza müracaat yerine, “Asıl adaletsizlik sömürü düzenidir” demek ve Kılıçdaroğlu’nun, solu kalabalıkların içinde eritmesine; düzenin soldan konsolidasyonuna “Evet” dememek gerek!
Bilindiği üzere CHP’nin Yürüyüşü, “farklı yerde duran” birçok kalemi aynı hizada buluşturdu![202]
Örneğin AKP’ye göz kırpan liberal Oral Çalışlar’ın, “AKP’nin iktidar mücadelesinde ilerlemesini sağlayan, askeri ve bürokratik vesayete karşı mazlumun ve mağdurun diliyle konuşmasıydı… ‘Rollerin değişmekte olduğu’nu söyleyenleri haklı çıkaran gelişmeler yaşıyoruz,”[203] ifadesiyle Kemalist ulusal solcu Soner Yalçın’ın, “Partililerin ağızları kulaklarında… Partililerin gözleri gülüyor… Partiye güven geldi…Bu nedenle ‘sokağa hoş geldin CHP’ diyorum. Sokak güzeldir. Ve siz sokakta ne güzel görünüyorsunuz. Yolunuz açık olsun… Unutmayınız ki o büyük rüzgâr arkanızdadır,”[204] ifadeleri aynı kapıya çıkmaktadır.
Tıpkı Taha Akyol’un, “Görülmüştür ki, CHP büyümek istiyorsa, kalıbının dışına çıkmak, farklı kesimlere açılmak zorundadır… Umarım miting bu yönde bir dönüm noktası olur. Bu tabii CHP’nin yeni tutumunda kararlı olmasına bağlıdır”…[205]
Vedat İlbeyoğlu’nun, “Toprağın altındaki hareketlenmeyi hissetmek gerek. Adalet yürüyüşü o hareketliliğin öncü sarsıntılarından biri sadece. Güzel ipuçları barındıran bir sarsıntı…”[206]
Kılıçdaroğlu ile birlikte Ankara’dan İstanbul’a 25 gün boyunca kesintisiz yürüyen KHK mağduru akademisyen Prof. Dr. Cihangir İslâm’ın, “Bu yürüyüş, kendini ilahlaştıranlara, insanüstü ilan edenlere ve kötüye karşıdır… Yumurtanın kabuğu içinden kırıldı ve yeni bir hayat başladı. Bu bir toplumsal sözleşmedir. İtirazın çıtasını yükselttik, daha da yükselteceğiz. Adaleti hâkim kılana ve hukuk devletini inşa edene kadar”[207]…
Özgür Mumcu’nun, “Kılıçdaroğlu öncülüğündeki yürüyüş bu Karunlaşmış partinin mağdur ettiklerinin yürüyüşü. Saraylarda, lüks arabalarda, devletin bütün imkânlarını sonuna kadar arkasına alarak hükmeden AKP’nin hiçe saydığı adaleti arayanlar kızgın güneşin altında yüzlerce kilometreyi yürüyor. Bu, CHP’nin, devletin değil halkın partisi olma sürecini yaşadığını da gösteriyor”[208]…
İhsan Çaralan’ın, “Adalet yürüyüşü başarıyla tamamlandı… Yürüyüş bitti, mücadele sürecek… Mücadelenin yarattığı imkânları kullanarak…”[209]
İHD Başkanı Öztürk Türkdoğan’ın, “Ana muhalefet liderinin “Artık son çare sokağa inmek ve yürümek ve sivil itaatsizlik yapmak” dediği bir noktadayız. Cumhuriyet’i kuran partinin lideri yürüyerek adalet arıyorsa, adaleti aramak için kurulmuş bir derneğin genel başkanı olarak benim de elbette onun yanında olmam gerekiyordu. Çünkü Türkiye’deki adaletsizliği, yargının sefil durumunu en net ortaya koyan bu eylem oldu,”[210] ifadelerindeki üzere!
Oysa sınıflı bir toplumda sınıf mücadelesine ilişkin bütün kavramlar gibi, (eşitlik, özgürlük, demokrasi) adalet kavramı da sınıfsal bir içeriğe sahiptir. Bu kavramlar her sınıfın sınıf mücadelesi içindeki çıkarlarını ifade ederler. Bu yüzden de bütün sınıfların çıkarlarını ortaklaştıran bir adalet, eşitlik, özgürlük ve demokrasiden söz edilemez.
Artık herhangi bir siyasal iktidar olmanın ötesine geçen, Fatih Yaşlı’nın özlü tespitiyle “devleti fethedip toplumu fethetmekte zorlanan” bir rejime son verilmesidir.[211]
Bunun için de Fyodor Dostoyevski’nin, “Korku, yalan doğurur.” “Zorbalık karşısında duyarsız kalan bir toplum zehirlenmiş demektir”…
Theodor W. Adorno’nun, “Hakikâtin yalan, yalanın da hakikât gibi göründüğü bir dönemeçteyiz şimdi”…
Søren Kierkegaard’ın, “Ne olduğun gerçeğiyle yüzleş, çünkü seni değiştirecek olan şey odur.” “Doğru her zaman azınlıktadır”…
Karl Marx’ın, “Toplumsal reformlar; asla güçlünün zayıflığından ötürü değil, her zaman zayıfın gücünden ötürü gerçekleşir”…
Erich Fromm’un, “İnsanlık tarihinin büyük bölümünde itaat erdemle, itaatsizlik de günahla özdeş kabul edilmiştir.” “Gerçek hiç bir zaman şiddet tarafından çürütülemez,” uyarılarının unutulmaması gerekiyor!
Bu bağlamda “Adalet Yürüyüşü”nü destekleyenler elbette “demokrasiyi ve barışı” CHP’de aramakta özgürdürler. Ama bırakın işçiler kendi yolundan yürüsün; adaleti, demokrasiyi kendi eylemleriyle, mücadeleleriyle, grevleri ve yasa tanımazlıkları ile arasınlar. Güçsüzlük içerisinde gücü burjuva partililerine eklemlenmekte arayanların “gerçekçi ol imkânsızı iste!” çağrılarına sırt dönenler değiller midir?[212]
Bunun için de Komutan Yardımcısı Marcos’un, “Marksizmi tanımazsanız halkın gerçek dostlarını düşman, düşmanlarını ise dost belletirler sizlere. Kontrgerillayı kahraman, halkın gerillalarını terörist zannedersiniz. Devleti benimser, özgürlüğü reddedersiniz. Bayrağı kutsar, emeği reddedersiniz. Size anlattıkları resmi tarihe inanır, halkların mücadele geçmişini görmezsiniz. Ulus kimliğinizi sahiplenir, kardeşliği, insanlığı unutursunuz,” saptaması eşliğinde Antonio Gramsci’nin, “Ebedi masumlar hakkında sızlanmalarına öfkeli olduğum için de kayıtsızlardan nefret ediyorum. Hayatın onlara verdiği ve her gün vermeyi sürdürdüğü vazifeyi nasıl yerine getirdikleri, ne yaptıkları ve hepsinin ötesinde ne yapmadıkları konularında hesap vermelerini talep ediyorum. Acımasız olabilirim, merhametimi onlardan esirgeyebilirim, gözyaşlarımı onlarla paylaşmayabilirim. Ben taraflıyım. Yaşıyorum, benim tarafımda olanların kurduğu geleceğin toplumunun nabzının gayretkeş vicdanlarda attığını şimdiden hissediyorum. Bu toplumda toplumsal bağların yükü birkaç kişinin üzerinde değil. Bu toplumda olan bitenler şansın veya kaderin değil, yurttaşların akıllı çalışmalarının ürünü. Bu şehirde pencere kenarında oturup dışarıda mücadele eden ve kendilerini paralayan azınlığı izleyenler yok. Pusuda bekleyen, o mücadelenin tatsız meyvesinin tadını çıkarmayı uman, mücadele edenlerin ve kendini paralayanların kazanımlarını hafife alan kimse yok. Yaşıyorum. Taraflıyım. Bu yüzden iştirak etmeyenlerden nefret ediyorum. Bu yüzden kayıtsızlardan nefret ediyorum,” uyarısını emek eksenli direnme hakkımızla kullanmaktır.
Direniş, adaletsizliğe-hukuksuzluğa itiraz etmektir; emek eksenli başkaldırıdır.
15 Temmuz 2017 20:49:12, İstanbul.
N O T L A R
[2] Ayşe Sayın, “Genco Erkal: Mücadele İçin Sokak Kaldı”, Cumhuriyet, 22 Haziran 2017, s.11.
[3] Ergin Yıldızoğlu, “Şizofreni, Paranoya, Yalan ve Kin”, Cumhuriyet, 13 Nisan 2017, s.9.
[4] H. G. Wells, Zaman Makinesi, Çev: Volkan Gürses, İthaki Yay., 2014.
[5] George Orwell, 1984, Çev: Celal Üster, Can Yay., 2000.
[6] Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya, Çev: Ümit Tosun, İthaki Yay., 2003.
[7] Eugene Ionesco, Toplu Oyunları 4 – Gergedanlar-Bavullu Adam-Şu Kahpe Dünya, Mitos Boyut Yay., 2000.
[8] Mao Zedung, Seçme Eserler, Cilt: 3, Kaynak Yay., 2. Baskı., 1992.
[9] “The Economist: Türkiye Diktatörlüğe Kayıyor”, Cumhuriyet, 13 Nisan 2017, s.5.
[10] “AKP Kurucusu Abdüllatif Şener’den Referandum Uyarısı”, Cumhuriyet, 15 Nisan 2017, s.4.
[11] Fikret Başkaya, “Yönetemiyorlar, Yönetemeyecekler”… http://dunyalilar.org/yonetemiyorlar-yonetemeyecekler.html/
[12] İklim Öngel, “… ‘Hayır’a Bir, ‘Evet’e Bin”, Cumhuriyet, 26 Mayıs 2017, s.5.
[13] “Başkanlık 10 Milyar Doları Buhar Etti”, Birgün, 20 Mart 2017, s.11.
[14] “… ‘Evet’ İçin 164 Milyon TL Kullanıldı”, Özgürlükçü Demokrasi, 15 Nisan 2017, s.3.
[15] Sinan Tartanoğlu, “Hayır’cılara Hakaretleri Akladılar”, Cumhuriyet, 28 Nisan 2017, s.5.
[16] “AKP’li Başkan: ‘Hayır’ Diyen Şerefsizdir”, Cumhuriyet, 14 Nisan 2017, s.6.
[17] “Tutak Kaymakamı: Köylerden ‘Evet’ Çıkmazsa Tarım Destek Paranızı Vermem”, sendika26.org, 11 Nisan 2017… http://sendika26.org/2017/04/tutak-kaymakami-koylerden-evet-cikmazsa-tarim-destek-paranizi-vermem/
[18] “Hayır Çalışmalarına Yönelik Saldırıların Bilançosu”, Birgün, 7 Nisan 2017… http://www.birgun.net/haber-detay/hayir-calismalarina-yonelik-saldirilarin-bilancosu-154459.html
[19] “Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev muhterem eşi Mihriban Aliyeva’yı ‘Devlet Başkanı Birinci Yardımcılığı’na atayınca herkesin şaşırdığını düşünen yoktur herhâlde. Örneğin Başbakanımız Binali Yıldırım Bey, bu atamayı çok yerinde bulduğu için bizzat hanımefendiye kutlama mesajı yolladı biliyorsunuz. Kayınpederi tarafından bakan yapılan Berat Albayrak Bey’in de, Aliyeva’yı en iyi anlayanlardan biri olduğuna kuşku yok.
‘Tek adam’ rejimlerinde olur bunlar. Çağlar aşıp gelen bir tutumdur bu. Eskimeyen bir tutum olduğu için de son derece ‘klasik’ bir tavır aynı zamanda. Tabii günümüzün tek adamları eski zamanlara oranla daha ‘normal’ atamalar yapıyorlar haklarını yemeyelim. Roma İmparatoru manyak Caligula, taparcasına sevdiği atı İncitatus’u yargıç (kimileri senatör der) olarak atamıştı, örneğin… Özetle tek adamlık deyince kitap yazıp zorla okutturan da var, kendisini Tanrı’yla eşitleyen de. Camii, Kilise, Tapınak yaptıran da var, AIDS’e ilaç buldum diyen de.” (Mustafa K. Erdemol, “Böyle Olur Tek Adamlık Dediğin”, Birgün, 24 Şubat 2017, s.5.)
[20] “sendika.org Editörü Ali Demirhan Gözaltına Alındı”, Cumhuriyet, 21 Nisan 2017, s.10.
[21] “HDP Mitinginde Satırlı Saldırı Girişimini Polis Engelledi”, Hürriyet, 12 Nisan 2017… http://www.hurriyet.com.tr/hdp-mitinginde-satirli-saldiri-girisimini-polis-engelledi-40425648
[22] “#Hayır Diyeceğini Açıklayan Bayramoğlu’na Sandık Başında Saldırı”, 16 Nisan 2017… http://direnisteyiz3.org/hayir-diyecegini-aciklayan-bayramogluna-sandik-basinda-saldiri/
[23] “İrfan Değirmenci’nin Evi Kurşunlandı”, 19 Nisan 2017… http://siyasihaber3.org/irfan-degirmencinin-evi-kursunlandi
[24] “… ‘Evet’ Broşürünü Almayan Bir Kişiyi Komalık Ettiler”, Birgün, 8 Nisan 2017… http://www.birgun.net/haber-detay/evet-brosurunu-almayan-bir-kisiyi-komalik-ettiler-154533.html
[25] “Pankart asan CHP’lilere Araçtan Ateş Edildi”, Evrensel, 8 Nisan 2017… https://www.evrensel.net/haber/315175/pankart-asan-chplilere-aractan-ates-edildi
[26] “İstanbul Kadıköy’de ‘Hayır’ Yazılı Bayrakları Asan HDP’lilere Çevrede Bulunan Bir Kişi Bıçak Çekerek Saldırı Girişiminde Bulundu”, 10 Nisan 2017… http://direnisteyiz3.org/hayir-calismasi-yapan-hdplilere-bicakli-saldiri/
[27] “Silahla Sandık Bastı 160 Oy Fazla Çıktı”, 19 Nisan 2017… https://www.artigercek.com/silahla-sandik-basti-160-oy-fazla-cikti?t=1492598138
[28] Fikret Başkaya, “Yalan”… http://dunyalilar.org/yalan-2.html/
[29] Aydın Engin, “Derlenip Dürülmesin Bayraklar”, Cumhuriyet, 17 Nisan 2017, s.10.
[30] “Hayır ve Ötesi Referandum Raporunu Açıkladı: Ölüler Oy Kullandı!”, Cumhuriyet, 26 Nisan 2017, s.6.
[31] “Hayır ve Ötesi’nden Hile Raporu: Referandum İptaline İlişkin Yeterli Kanıt Var!”, 18 Nisan 2017… h?ttp://ilerihaber.org/icerik/hayir-ve-otesinden-hile-raporu-referandum-iptaline-iliskin-yeterli-kanit-var-70728.html
[32] “HDP Kriz Masasına Bir Çok İhlâl Bildirimi Yapılıyor”, 16 Nisan 2017… http://direnisteyiz3.org/hdp-kriz-masasina-bir-cok-ihlâl-bildirimi-yapiliyor/
[33] “Sandıklarda Ali Cengiz Oyunları”, 16 Nisan 2017… http://www.sanalbasin.com/sandiklarda-ali-cengiz-oyunlari-18629061
[34] “Referandumdaki Usulsüzlükler”, 16 Nisan 2017… http://okumagrubu.net/referandumdaki-usulsuzlukler/
[35] Duygu Güvenç, “Sandık Tanıkları Anlatıyor: YSK Duyurmadan AKP’liler Biliyordu”, Cumhuriyet, 18 Nisan 2017, s.4.
[36] “Durum Görünenden Daha Vahim”, Özgürlükçü Demokrasi, 20 Nisan 2017, s.7.
[37] “Oy ve Ötesi Referandum Raporunu Açıkladı: 2 Bin 397 Sandıkta Seçmenden Fazla Oy Çıktı”, Cumhuriyet, 21 Nisan 2017, s.5.
[38] “İki Bin 397 Sandıkta Seçmen Sayısından Fazla Oy Kullanılmış!”, haber.sol.org.tr, 20 Nisan 2017… http://haber.sol.org.tr/toplum/iki-bin-397-sandikta-secmen-sayisindan-fazla-oy-kullanilmis-193662
[39] “Mühürlü ‘Hayır’ Oyları İnşaattan Çıktı”, Özgürlükçü Demokrasi, 19 Nisan 2017, s.6.
[40] “… ‘Blok Oy’ İddiası: 60 Sandıkta 13 Bin Evet, 58 Hayır”, 17 Nisan 2017… http://haber.sol.org.tr/toplum/blok-oy-iddiasi-60-sandikta-13-bin-evet-58-hayir-193302
[41] Hasan Akbaş, “HDP’li Vekil: Muş’ta Başkalarının Adına da Oylar Kullanıldı”, Evrensel, 20 Nisan 2017, s.8.
[42] “Yüksekova’da Kurulacak Bütün Sandıkların Başkanları AKP’li Çıktı!”, 15 Nisan 2017… http://ilerihaber.org/icerik/yuksekovada-kurulacak-butun-sandiklarin-baskanlari-akpli-cikti-70578.html
[43] “Hayır ve Ötesi Ön Raporunu Açıkladı: İşte Referandumda Yaşanan İhlâller”, Cumhuriyet, 19 Nisan 2017, s.6.
[44] Alican Uludağ, “YSK Adım Adım Şaibeyi Kurdu”, Cumhuriyet, 20 Nisan 2017, s.6.
[45] “Referandum Sonrası Anket Şirketini Kapatan Özkiraz: Mühürsüz Zarflardan “Evet” Oyları Çıktı”, 18 Nisan 2017… https://www.artigercek.com/muhursuz-pusulalarin-tamami-evet
[46] “Datça’daki İşçiler Yerine Urfa’da Sahte Oy Kullanıldı”, 18 Nisan 2017… http://www.birgun.net/haber-detay/datca-daki-isciler-yerine-urfa-da-sahte-oy-kullanildi-156005.html
[47] “Bu Fotoğraf İçin Muş Valisi’nden Açıklama Geldi”, Cumhuriyet, 20 Nisan 2017, s.7.
[48] “Elazığ Cezaevi: “Hayır”cı Tutuklular Oy Kullanamadı”, Cumhuriyet, 26 Nisan 2017, s.5.
[49] “Lüksemburg’da Kayıtlı Seçmen Sayısı 571, Kullanılan Oy 9 Bin 729!”,, 10 Nisan 2017… http://haber.sol.org.tr/toplum/luksemburgda-kayitli-secmen-sayisi-571-kullanilan-oy-9-bin-729-192311
[50] “Yurtdışındaki Referandumda Art Arda İhlâller: Feriştahına Şikâyet Edebilirsiniz”, Cumhuriyet, 9 Nisan 2017… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/716999/Yurtdisindaki_referandum_oylamasinda_art_arda_ihlâller__Feristahina_sikayet_edebilirsiniz.html
[51] “AKP’den Akılalmaz ‘Şaibe’ Yanıtı”, 18 Nisan 2017… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/723399/AKP_den_akilalmaz__Saibe__yaniti.html
[52] “Osman Baydemir’den YSK’ye Açık Çağrı: İptal Etmezsen Tarafsın”, Cumhuriyet, 19 Nisan 2017, s.4.
[53] Alican Uludağ, “YSK’nin ‘Mühürsüz Pusula’ Kararı Sır Oldu”, Cumhuriyet, 18 Nisan 2017, s.5.
[54] Çiğdem Toker, “Ortada Bir YSK Kararı Yok”, Cumhuriyet, 18 Nisan 2017, s.8.
[55] “YSK Verdiği Kararla Kendini Yalanladı”, Cumhuriyet, 17 Nisan 2017, s.10.
[56] YSK’nın referandumda sandıklar kapandıktan sonra mühürsüz pusulaları geçerli sayma kararının ardından; CHP Yüksek Disiplin Kurulu Sekreteri ve Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulu CHP Üyesi Ali Hikmet Akıllı’nın, Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulu’na ait paylaştığı belgede, mühürsüz oyların geçersiz ilan edildiği ortaya koydu. (“YSK Başkanı Buna Ne Diyecek? Yurtdışındaki Seçim Kurulu Mühürsüz Oyları Geçersiz İlan Etti!”, 17 Nisan 2017… http://gazetemanifesto.com/2017/04/17/ysk-baskani-buna-ne-diyecek-yurtdisindaki-secim-kurulu-muhursuz-oylari-gecersiz-ilan-etti/)
[57] Aydın Engin, “Yarımızın Anayasası – Yarımızın Başkanı”, Cumhuriyet, 19 Nisan 2017, s.10.
[58] Özgür Mumcu, “Mühürsüz Seçim”, Cumhuriyet, 19 Nisan 2017, s.3.
[59] Mustafa Karadağ, “YSK’nın Kararı Bir Hukuk İhlâli ve Skandaldır”, Birgün, 19 Nisan 2017, s.5.
[60] “YSK Başkanı’nın Eşi Melih Gökçek’in Danışmanı Çıktı!”, siyasetcafe.com, 16 Nisan 2017… http://www.siyasetcafe.com/Siyaset-Haberleri/23067-ysk-baskaninin-esi-melih-gokcekin-danismani-cikti
[61] Alican Uludağ, “YSK Gerekçeli Kararı Açıkladı, Muhalif Üye ‘Hukuk Dersi’ Verdi: Bu Şaibeyi Tarih Yazacak”, Cumhuriyet, 28 Nisan 2017, s.4.
[62] Kemal Göktaş, “YSK’nin İki Yüzü”, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2017, s.5.
[63] “Skandal Karar Mesajla İletildi”, Cumhuriyet, 19 Nisan 2017, s.10.
[64] İklim Öngel, “Sandığa Gölge Düştü”, Cumhuriyet, 17 Nisan 2017, s.10.
[65] “… ‘Hayır’ Çıksa İptal Edilecekti!”, 21 Nisan 2017… http://www.birgun.net/haber-detay/hayir-ciksa-iptal-edilecekti-156400.html
[66] “İlhan Cihaner: Mühürler Kasıtlı Olarak Basılmadı Çünkü…”, 19 Nisan 2017… http://t24.com.tr/haber/ilhan-cihaner-muhurler-kasitli-olarak-basilmadi-cunku,399984
[67] Mühürsüz oy sebebiyle 2014’teki Bitlis’in Güroymak ilçesindeki yerel seçimlerde BDP’li aday Mehmet Emin Özkan’ın belediye başkanlığını iptal edilmiş, Bitlis İl Seçim Kurulu, seçimlerin 1 Haziran 2014’te tekrar yapılmasını kararlaştırmıştı. (“Mühürsüz Oy Sebebiyle 2014’teki Güroymak Yerel Seçimleri İptal Edilmiş”, 18 Nisan 2017… http://siyasihaber3.org/muhursuz-oy-sebebiyle-2014teki-guroymak-yerel-secimleri-iptal-edilmis)
[68] Mahmut Oral, “Beştaş: Referandumda ‘Evet’ Çıkarıldı”, Cumhuriyet, 23 Nisan 2017, s.16.
[69] Mahmut Lıcalı, “Güneydoğu’da HDP Sendeledi”, Cumhuriyet, 18 Nisan 2017, s.11.
[70] “Doğu ve Güneydoğu’da 12 İlde Seçmenin Üçte Biri Sandığa Gitmedi!”… http://www.halkinbirligi.net/dogu-ve-guneydoguda-12-ilde-secmenin-ucte-biri-sandiga-gitmedi/
[71] Ali Kenanoğlu, “Kürt’ün Oyu ve ‘Hayır Bloku’nun Hedefi”, 21 Nisan 2017… https://www.evrensel.net/yazi/78927/kurtun-oyu-ve-hayir-blokunun-hedefi
[72] Mardin Büyükşehir Belediyesi eski Eş Başkanı Ahmet Türk, Başkanlık sistemine karşı olmadıklarını, Türkiye’de uygulanabileceğini fakat anayasa değişikliğiyle getirilen sistemin Başkanlık sistemi olmadığını ifade etti. (“Ahmet Türk: Başkanlık Sistemine Karşı Değiliz Ama Türkiye’ye Getirilen Başkanlık Değil”, Al Jazeera Türk, 27 Nisan 2017… https://medium.com/@dokuz8HABER/ahmet-t)
[73] “Ahmet Türk: HDP’den AKP’ye Kayma Yok”, 17 Nisan 2017… http://www.birgun.net/haber-detay/ahmet-turk-hdp-den-akp-ye-kayma-yok-155788.html
[74] “HDP’li Vekil Altan Tan, AKP-MHP İttifakının Çöktüğünü, Erdoğan’ı Kürtlerin Kurtardığını İddia Etti”, 18 Nisan 2017… https://www.artigercek.com/altan-tan-erdogan-i-kurtler-kurtardi
[75] “AKP Kürt İlleri, Ege, Marmara Ve Akdeniz’de Kaybetti; Artık Yeni Bir Siyasi Tablo Var”, 17 Nisan 2017… http://gazetekarinca.com/2017/04/akp-kurt-illeri-ege-marmara-ve-akdenizde-kaybetti-artik-yeni-bir-siyasi-tablo-var/
[76] AKP, referandum sonrası MHP ve HDP’den aldığını tahmin ettiği oyların oranını açıkladı. Buna göre MHP’den sadece 3 puan, HDP’den ise 1.5 puan alındı. ‘Hürriyet’ten Turan Yılmaz’ın haberine göre, AKP’den bir kaynak şu değerlendirmelerde bulundu: “MHP’den 3, Kürtlerden de 1.5 puan destek görünüyor. Bizde ise pakete yönelik isteksizlikten kaynaklı bir gevşeme hâli ya da karşı duruş görünüyor. Anketlerde de gördüğümüz bir durum halkoylaması sonucuna da yansımış gibi. O da, “Hayır” oylarının dağılımından anlaşılacağı üzere, kentlilik, yani eğitim düzeyinin yükselmesine paralel olarak “Hayır” oylarının artması. Yeni seçmen gençler arasında da istediğimiz desteği yakalayamadık.” (Osman Orsal, AKP, MHP’den 3 HDP’den 1.5 Puan Aldı”, 18 Nisan 2017… https://tr.sputniknews.com/turkiye/201704181028120758-ak-parti-mhp-hdp-referandum/)
[77] “AKP’li Miroğlu: AKP, Kürt İttifakı Türkiye’ye Kazandırır”, 18 Nisan 2017… http://www.mynet.com/haber/politika/ak-partili-miroglu-ak-parti-kurt-ittifaki-turkiyeye-kazandirir-2994290-1
[78] Aslı Aydıntaşbaş, “… ‘Kürtler Evet Dedi’ Safsatası”, Cumhuriyet, 20 Nisan 2017, s.14.
[79] “Bir Oy Tahmini de HDP’den: İşte ‘Hayır’ların Oranı”, Cumhuriyet, 15 Nisan 2017, s.4.
[80] “Baydemir: ‘Hayır’lar Sandığa Girdi, AA ve YSK ‘Evet’ Çıkarttı”, Evrensel, 19 Nisan 2017, s.8.
[81] Ömer Ağın, “Referandum Sonucu İç Karartıcı Değil”, Özgürlükçü Demokrasi, 20 Nisan 2017, s.8.
[82] Murat Çakır, “Kazansa da Kaybedecek!”, Özgürlükçü Demokrasi, 15 Nisan 2017, s.4.
[83] Nuray Mert, “Son İtiraz Hakkımız, Son Kararımız Kesinlikle Hayır!”, Cumhuriyet, 14 Nisan 2017, s.5.
[84] Ahmet İnsel, “… ‘Hayır’ Herkesin Geleceğinin Güvencesidir”, Cumhuriyet, 8 Nisan 2017, s.11.
[85] Gülfer Akaya, “Yandaşları Boş Ver, Biz Kazandık!”, 26 Nisan 2017… http://siyasihaber3.org/
[86] Erdal Atabek, “Hayır Kazandı. Çok Açık…”, Cumhuriyet, 24 Nisan 2017, s.4.
[87] Gülseren Onanç, “Biz Kazandık”, Cumhuriyet, 24 Nisan 2017, s.12.
[88] Zehra Özdilek, “Açık Ara Hayır”, Cumhuriyet, 16 Mayıs 2017, s.6.
[89] Ertuğrul Özkök, “Türkiye’yi Beyaz Türkler, Beyaz Muhafazakârlar Ve Beyaz Kürtler Kurtaracak”, Hürriyet, 8 Haziran 2017, s.23.
[90] Meltem Yılmaz, “Sırrı Süreyya Önder: Açılım Süreci Yeniden Başlama Yolunda”, Birgün, 22 Mayıs 2017, s.13.
[91] “Kazanan FETÖ, CHP ve HDP Oldu”, 17 Nisan 2017… https://www.artigercek.com/kazanan-feto-chp-ve-hdp-oldu
[92] “Prof. Sencer Ayata: Demokratik, Adil Olmayan Bir Seçimdi; İktidar ve Sistemin Meşruiyeti Zayıfladı”, 17 Nisan 2017… http://t24.com.tr/haber/prof-sencer-ayata-demokratik-adil-olmayan-bir-secimdi-iktidar-ve-sistemin-mesruiyeti-zayifladi,399538
[93] Alın size bir zırva: “Mühürsüz oy pusulaları yüzünden referandumun yenilenmesini talep edenlere sesleniyorum: Referandum yenilenirse… Yüzde 48.4’ü anca rüyanızda görürsünüz. ‘Mühürsüz oy pusulaları’ gibi şekil şarta dayalı bir dayanağa tutunup gereksiz bir çaba içine girmek yerine… Yüzde 48.4’ün keyfini çıkarmayı deneseniz daha iyi olmaz mı? Sokaklara dökülüp yüzde 48.4’ün önemli bir bölümünü ürkütecek tehlikeli oyunlar oynamak yerine… İstanbul’da ve Ankara’da önde olmanın keyfini çıkarsanız daha iyi olmaz mı?” (Ahmet Hakan, “2019’da Yüzde 48.4’ün Başkan Adayı Kim Olmalı”, Hürriyet, 21 Nisan 2017… http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/2019da-yuzde-48-4un-baskan-adayi-kim-olmali-40433420)
[94] “AGİT: Ya Mahkeme Ya Tarih Karar Verecek”, 17 Nisan 2017… http://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2017/04/17/agit-referandum-adil-kosullarda-yapilmadi/
[95] “YSK’dan Ayrılan AGİT’ten Önemli Açıklama”, 18 Nisan 2017… http://www.mynet.com/haber/dunya/yskdan-ayrilan-agitten-onemli-aciklama-2994302-1
[96] Alon Ben-Meir, “Erdoğan’ın ‘Zaferi’ Niçin Meşru Değil: 25 Neden”, Birgün, 24 Nisan 2017, s.5.
[97] IPSOS tarafından CNN Türk için 17 Nisan günü 81 ilde Türkiye’deki seçmen nüfusunu temsil eden 1501 kişiyle görüşmeler yoluyla gerçekleştirilen ankete göre en dikkat çekici sonuçlarından birisi MHP seçmeninin bölünmesi üzerine olanıydı.
Buna göre, 1 Kasım 2015 seçimlerinde MHP’ye oy vermiş seçmenin yüzde 73’ü 16 Nisan’da parti lideri Devlet Bahçeli’nin “Evet” çağrısına karşın “Hayır” oyu verdi. Bu oran, 5 büyük ilde, yani İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Bursa ortalamasında yüzde 80’i buluyor.
“Hayır” kampanyasının başını çeken CHP’de “Evet” veren seçmen oranı yüzde 5, HDP’de ise yüzde 9 görünüyor. Anayasa değişikliklerinin öncülüğünü yapan AKP seçmeninin yüzde 10’u ise “Hayır” oyu verdi.
Veriler ilk kez oy veren seçmenlerin yüzde 58’inin “Hayır” oyu verdiğini gösteriyor. Bu oran referandumda kullanılan yüzde 48.6 oranındaki “Hayır” oranından neredeyse 10 puan daha fazla.
Anket sonuçlarına göre, il ve ilçe merkezlerinde “Hayır” oranı yüzde 51’e ulaşıyor; “Evet” yüzde 48’de kalıyor. Buna karşın belde ve köylerde “Evet” oranı, referandumda çıkan yüzde 51.4’ün 10 puandan fazla üzerinde; yüzde 62; belde ve köylerde “Hayır” oranı yüzde 38’de kalıyor.
Aynı şekilde ilkokul mezunu ya da eğitimsiz seçmen arasında “Evet” oranı yüzde 70’e yükseliyor; ankete göre “Evet” oylarının en yüksek olduğu dilim bu. İlkokul düzeyinde yüzde 70 olan “Evet” oranı ortaokul düzeyinde yüzde 57’ye, lise düzeyinde yüzde 42’ye, üniversite düzeyinde ise yüzde 39’a düşüyor.
Buna karşın İlkokul düzeyinde yüzde 30 olan “Hayır” oranı, Ortaokul düzeyinde yüzde 43’e, lise düzeyinde yüzde 58’e ve üniversite düzeyinde yüzde 61’e çıkıyor. Ancak “Hayır” oyu veren üniversite mezunu seçmenin yüzde 35’i de başka ülkelere gitmenin yolunu arıyor. (Murat Yetkin, “İşte Referandum Sonrası İlk Anket”, Hürriyet, 20 Nisan 2017… http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/murat-yetkin/iste-referandum-sonrasi-ilk-anket-40432232)
[98] “Cami örgütlenmesi, elbette ‘Evet’ oylarının tek nedeni değildir. Ama önemli etkisi olmuştur. Çünkü çoğu camiler ‘Evet’ propaganda merkezlerine, imamları ise Evet propagandacılarına dönüşmüştür. Tek adamlık, rejimlere biat kültürünün İslâmcı ve Osmanlıcı bir milliyetçilik geleneği üzerinden en yoğun ve yaygın işlendiği ve kültürel olarak da kabul gördüğü zeminlere dönüştürülmüştür.” (Turan Eser, “Ümmetin Camisinde Evet, Yurttaşların Okulundan Hayır-1”, Birgün, 25 Nisan 2017, s.7.)
[99] Meltem Yılmaz, “Prof. Dr. Tayfun Atay: Gençlerimiz bu İktidarın Neşeyi Yok Ettiğini Gördü”, Birgün, 1 Mayıs 2017, s.13.
[100] Semih Güven, “#HayırBitmedi Piyasa endişeli”, Birgün, 19 Nisan 2017, s.11.
[101] “İlk İcraat İdam: Kılıçdaroğlu Desteklemezse Referandum Yaparız”, Cumhuriyet, 17 Nisan 2017, s.5.
[102] “Erdoğan’dan Referandum Yorumu: 1-0 ya da 5-0 Kazanmışsın Fark Etmez, Maçı Kazandık”, Cumhuriyet, 19 Nisan 2017, s.5.
[103] “Kılıçdaroğlu: YSK Referandumu Tartışmalı hâle Getirdi”, Cumhuriyet, 17 Nisan 2017, s.4.
[104] Aktaran: Emre Kongar, “Kılıçdaroğlu Sertleşiyor”, Cumhuriyet, 22 Haziran 2017, s.11.
[105] Nuray Mert, “Her Şeye Rağmen”, Cumhuriyet, 17 Nisan 2017, s.5.
[106] Can Soyer, “Referandum ve Ötesi”, 19 Nisan 2017… http://ilerihaber.org/yazar/referandum-ve-otesi-70748.html
[107] Ali Açar, “Erkan Baş: Hayır Kazandı”, Cumhuriyet, 13 Mayıs 2017, s.6.
[108] Haluk Yurtsever, “Hükümsüzdür”, 18 Nisan 2017… http://ilerihaber.org/yazar/hukumsuzdur-70686.html
[109] Seyhan Avşar, “Oya Ersoy: Hayır Başarılı Oldu”, Cumhuriyet, 12 Mayıs 2017, s.6.
[110] Hatırlayın: Murat Belge, Hopa’da öldürülen Metin Lokumcu’nun çevresini bu sözlerle Ergenekoncu ilan etmişti!
“Emekli öğretmen Metin Lokumcu’yu Ergenekon’a mı bağladınız?” sorusunu, ”Kendisini değil ama onun bir çevresi var, çevresinin çevresi var. Toplumda her şey böyle olur. O kişiyle sınırlı değil” diye yanıtlamıştı. (http://www.birgun.net/haber-detay/murat-belge-lokumcu-nun-cevresi-ergene…)
Murat Belge boğazına kadar Fethullahçı çete ile, Hrant Dink’in artık afişe olmuş katilleriyle yan yana durmaktaydı. (http://odatv.com/cemaat-hatirasi-1002131200.html… http://haber.sol.org.tr/yazarlar/taylan-kara/hrantin-arkadaslari-grubund…)
Metin Lokumcu’nun çevresini böyle suçlayan Murat Belge, Fethullahçı çetenin (pardon o “hizmet hareketi”ydi di mi!) Abant toplantılarının nadide demirbaşlarından biriydi. Yıllarca Fethullah Gülen’in sağ kolu olan Nurettin Veren’in ifadesine göre Abant toplantılarına katılanlara, zarf içinde 2-3 bin dolar verilmekteydi. (http://www.birgun.net/haber-detay/cemaat-abant-toplantilarina-katilanlar…)
Şimdiye kadar gazeteci Aydın Engin dışında kimse bu ifadeyi yalanlamamıştır. (http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/584526/9_bin_dolari_kim_zimmetin…)
Murat Belge, 2010 referandumu hakkında ise, “Ben de doğrusu kendimi kandırılmış hissediyorum. ‘Elim kırılaydı da oy vermeseydim’ diyecek halim yok. O zamanın şartlarında doğru davrandığımı düşünüyorum” diye yazmıştır. (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/395439/Murat_Belge_den_itiraf…)
2010 referandumu öncesinde (10 Eylül 2010) Murat Belge, “AKP bir plebisiter diktatörlük kurmayı planlıyor mu?” diye sormuş ve şöyle cevaplamıştı:
“Varolan koşullarda bence bu anlamlı bir soru sayılmaz… tersine [pakette] demokrasi yönüne ağırlık koyan değişiklikler öngörülmüş.” (http://www.3b-liberal.com/index.php?sid=yazi&id=33407)
Aynı Murat Belge, 27 Eylül 2014’te ise, “AKP’nin HSYK açıklamaları korkunç, plebisiter diktatörlüğe doğru gidiliyor” diye yazmıştır. (http://t24.com.tr/haber/murat-belge-akpnin-hsyk-aciklamalari-korkunc-ple…)
Bunları bir başkası değil Murat Belge yazmıştır. 4 yıl önce kendinden emin ve karşı iddiaları küçümser bir tavırla söylediklerini çok değil 4 yıl 3 hafta sonra aynı sözcükleri kullanarak bizzat kendisi yalanlamıştır.
Öngörüsü bu derece kısa sürede yanlış çıkan Murat Belge, bugün dünyanın, “Karl Marx’ın 137 yıl önce söylediği gibi” olmadığını söylemektedir! (http://t24.com.tr/k24/yazi/belge-populizm,1217)
Kendini “bir komünist olarak” tanımlayan Murat Belge, 1993 yılında “Tansu Çiller’in danışmanı olma” teklifini de “Böyle bir şey istenirse memnuniyetle yaparım” diye karşılayacak kadar da “geniş gönüllü”dür! (http://www.gazeteciler.com/haber/belge-ve-altan-kimin-danman-olacakt/189266)
Metin Lokumcu’nun çevresini, çevresinin çevresini darbecilikle suçlayan “muhalif” Murat Belge, iktidarla ve zamanın “paralel iktidarı”yla girebildiği her türlü ilişkinin içindeydi. En küçük bir muhalif duruş gösterenlerin işten atıldığı ve sesinin kesildiği bir dönemde televizyonlarda sayısız program yaptı, gazetelerde sayısız yazı yazdı, Abant Toplantıları dahil sayısız toplantıya davet edildi, saray kahvaltılarında ağırlandı, akil adamlık yaptı.
Murat Belge’nin işlevini en iyi açıklayan Muhsin Kızılkaya olmuştu:
“Ben de kibirli bir sosyalist, devrimciydim. Sonra Birikim Dergisi’nde Ömer Laçiner, Murat Belge’lerin yazdıkları beni çok etkiledi. İslâmi hareketlere, muhafazakârlara hoşgörüyle yaklaşıp onların memleketi dönüştürebileceğine, vesayetçi rejimi kırabileceğine dair bir inanç gelişmişse bende, tek müsebbibi Birikim Dergisi; Laçiner, İnsel ve Belge’dir.” (http://odatv.com/eskiden-sosyalisttim-murat-belge-ve-ahmet-insel-okudukt…) (Aktaran: Taylan Kara, “Murat Belge’nin Çevresi ve Çevresinin Çevresi”, 19 Mayıs 2017… http://haber.sol.org.tr/yazarlar/taylan-kara/murat-belgenin-cevresi-ve-cevresinin-cevresi-196898)
[111] İrfan Aktan, “Belge: Sonuç “Hayır” İçin Müthiştir!”, 23 Nisan, 2017… http://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/04/23/murat-belge-sonuc-hayir-cephesi-acisindan-muthistir/
[112] Rıza Türmen, “Karanlıktan Çıkmak”, Cumhuriyet, 25 Mayıs 2017, s.12.
[113] “Prof. Gürsoy: Bütün Bu Koşullara Rağmen Kazanılan Zafer “Hayır”ın Zaferidir”, 17 Nisan 2017… http://gazetekarinca.com/2017/04/prof-gursoy-butun-bu-kosullara-ragmen-kazanilan-zafer-hayirin-zaferidir/
[114] Güven Gürkan Öztan, “Bu Kâbustan Ancak Biz Çıkarız”, Birgün, 29 Mayıs 2017, s.3.
[115] Fatih Yaşlı, “Anayasasız Anayasal Düzene Geçiş ve Sonrası”, Birgün, 19 Nisan 2017, s.3.
[116] “16 Nisan’dan önce Parlamenter Sistem yürürlükteydi, ama yine de Erdoğan’ın her sözü bir kanundu. Yarın da öyle olacaktır. Osmanlı’da da sembolik bir meclis vardı, fakat tek otorite padişahtı. Cumhuriyetten sonra da dizginler hep bir kişinin elindeydi, parlamento o kişinin kararlarını onaylayan bir noterdi.
Bu referandumda bir defa daha görüldü ki, bu düzenin halkın önüne koyduğu sandıklardan özgürlük çıkmaz, çıkmayacak. O sandıklar özgürlüğün kefenlendiği tabutlardır. Dünyadaki sayısız örnekten de biliyoruz; seçim sandıklarında kaybeden hep halk, kazanan ise holdingler düzeni ve onun hükümetleri oluyor.” (Mahmut Alınak, ‘Esaret Zinciri’, 18 Nisan 2017… http://www.urfadabugun.com/kose-yazisi/1010/esaret-zinciri.html)
[117] Ergin Yıldızoğlu, “Referandum: Bir ‘Otopsi’…”, Cumhuriyet, 24 Nisan 2017, s.9.
[118] Meltem Yılmaz, “Yılmaz Esmer: Ülke Ciddi Travma Geçiriyor”, Birgün, 24 Nisan 2017, s.13.
[119] İbrahim Ö. Kaboğlu, “Meşruluk (Güncel), Anayasa (Hedef) ve Seçim (Araç)”, Birgün, 8 Haziran 2017, s.9.
[120] Orhan Bursalı, “Kılıçdaroğlu: Referandum Gecesi Kan Dökülebilirdi”, Cumhuriyet, 6 Mayıs 2017, s.6.
[121] Murat Yetkin, “Kılıçdaroğlu: Hak Arayışından Vazgeçmeyeceğiz”, 22 Nisan 2017… http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/murat-yetkin/kilicdaroglu-hak-arayisindan-vazgecmeyecegiz-40434460
[122] “CHP’li Gök: Meclisten Çekilmeyi Uygun Görüyoruz”, 19 Nisan 2017… https://tr.sputniknews.com/turkiye/201704191028148691-chp-levent-gok-meclisten-cekilmeyi-uygun-gormuyoruz/
[123] “Selin Sayek Böke’den Çok Sert Çıkış: Referandum Yok Hükmündedir”, Cumhuriyet, 20 Nisan 2017, s.5.
[124] “CHP’li İlhan Cihaner: Parlamentoyu Boykot Etmeliyiz”, 5 Mayıs 2017… http://www.birgun.net/haber-detay/chp-li-ilhan-cihaner-parlamentoyu-boykot-etmeliyiz-158233.html
[125] Kemal Göktaş, “CHP’li Şenal Sarıhan: Şimdi Sivil İtaatsizlik Dönemi Başlıyor”, Cumhuriyet, 22 Mayıs 2017, s.11.
[126] Mustafa Alp Dağıstanlı, “CHP Örgütlü Pasifliktir”, 7 Kasım 2016 … http://www.diken.com.tr/chp-orgutlu-pasifliktir/
[127] “CHP Üsküdar Gençlik Kollarından Genel Merkeze: Cesur Olamayan Yönetim Anlayışını Tanımıyoruz”, 22 Nisan 2017… http://www.diken.com.tr/chp-uskudar-genclik-kollarindan-genel-merkeze-cesur-olamayan-yonetim-anlayisini-tanimiyoruz/
[128] Çiğdem Toker, “Selin Sayek Böke: Sokak Bir Haktır”, Cumhuriyet, 12 Mayıs 2017, s.7.
[129] “CHP’li Sağlar: Bu Referandum’u CHP Meşrulaştırdı!”, 23 Nisan 2017… http://www.gomanweb.org/index.php/tum-haberler/demokrasi-koesesi/24609-chp-li-saglar-bu-referandum-u-chp-mesrulast-rd
[130] “Fikri Sağlar: Dokunulmazlıkları AYM’ye Götürürseniz Partiden Atarız Denildi”… http://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2017/04/27/fikri-saglar-dokunulmazliklari-aymye-goturseniz-partiden-atariz-denildi/
[131] “Kılıçdaroğlu’ndan Oğuz Güven’in Tutuklanmasına Sert Tepki: Siz Ne Biçim Hâkimsiniz?”, Cumhuriyet, 17 Mayıs 2017, s.4.
[132] Yaşar Baş, “Büyük Değişim Başladı”, Akit, 12 Mayıs 2017, s.4.
[133] ‘Ekonomi ve Barış Enstitüsü’nün 2017 Küresel Barış Endeksi’ne göre, Türkiye, 163. ülkenin olduğu listede 146. sırada. (“Dünyanın En Barışçıl Ülkesi Yine İzlanda…”, Cumhuriyet, 3 Haziran 2017, s.12.)
[134] “10 Ayda 5 Bine Yakın Akademisyen İhraç Edildi”, Birgün, 3 Mayıs 2017, s.3.
[135] “Darbe Girişiminin 10 Aylık Bilançosu: 50 Bin 136 Tutuklama”, Birgün, 29 Mayıs 2017, s.6.
[136] “ABD’li Yazar Rubin: Türkiye Bu Uçurumdan Tek Parça Kurtulamayabilir”, 1 Haziran 2017… https://tr.sputniknews.com/turkiye/201707011029101289-michael-rubin-turkiye-ucurum-tek-parca/
[137] “Erdoğan’dan Adalet Yürüyüşü Başlatan Kılıçdaroğlu’na ‘Yargı’ Tehdidi”, Cumhuriyet, 18 Haziran 2017, s.11.
[138] “Erdoğan Yine Adalet Yürüyüşü’nü Hedef Aldı: Rüzgâr Eken Fırtına Biçer”, Cumhuriyet, 2 Temmuz 2017, s.4.
[139] “Organize Suç Örgütü Lideri Sedat Peker’den ‘Adalet Yürüyüşü’ Açıklaması”, Cumhuriyet, 6 Temmuz 2017… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/775670/Organize_suc_orgutu_lideri_Sedat_Peker_den__Adalet_Yuruyusu__aciklamasi.html
[140] “Erdoğan: Büyükada’da Gözaltına Alınanlar 15 Temmuz’un Devamı Niyetinde Bir Toplantı İçin Bir Araya Gelmişlerdi, Cumhuriyet, 9 Temmuz 2017, s.5.
[141] Uluslararası Yatırımcılarla İstişare Toplantısı, 12 Temmuz 2017.
[142] “Ankara Valiliği: Güneş Battıktan Sonra Ateş Yakmak, Şarkı-Türkü Söylemek, Slogan Atmak Yasak”, Cumhuriyet, 27 Mayıs 2017, s.12.
[143] İklim Öngel, “OHAL Öldürüyor: Sayı 35’e Yükseldi”, Cumhuriyet, 29 Nisan 2017, s.11.
[144] “Erdoğan Hayranları Yükseliyor… Yargıtay Üyeliği İçin Yeni Kriter”, Cumhuriyet, 6 Temmuz 2017, s.5.
[145] Alican Uludağ-Canan Coşkun, “Partili HSK’den Yargıda Kıyım”, Cumhuriyet, 5 Temmuz 2017, s.5.
[146] Alican Uludağ, “AYM’den ‘OHAL’ Açık Çeki”, Cumhuriyet, 3 Temmuz 2017, s.4.
[147] “Mafya Babasının Torununa Ödül Gibi Tahliye”, www.evrensel.net, 3 Mayıs 2017… https://www.evrensel.net/haber/318253/mafya-babasinin-torununa-odul-gibi-tahliye
[148] “Halkın Cebinden Çıkan Parayla Yayın Yapan TRT Erdoğan’a Çalışmış”, Cumhuriyet, 6 Temmuz 2017, s.4.
[149] Zehra Özdilek, “Gazi’de Yine Ölüm Var”, Cumhuriyet, 16 Nisan 2017, s.6.
[150] “Diyanet: Müzik, Cinsel Arzuları Tahrik Ediyorsa Günahtır!”, 16 Şubat 2016… http://m.t24.com.tr/haber/diyanet-muzik-cinsel-arzulari-tahrik-ediyorsa-gunahtir,328346
[151] Ahmet İnsel, “İstibdat İdaresi ve Adalet Yürüyüşü”, Cumhuriyet, 17 Haziran 2017, s.11.
[152] Elif Çağlı, “Totaliter Diktatörlüğe Hayır!”, 2 Şubat 2017… http://marksist.net/elif-cagli/totaliter-diktatorluge-hayir.htm
[153] Ahmet İnsel, “Çoğunlukçu Tahakküm Üzerine”, Cumhuriyet, 13 Mayıs 2017, s.11.
[154] Mustafa Kartoğlu, “OHAL sürecek FETÖ Bitecek”, Star, 4 Kasım 2015, s.11.
[155] Ahmet İnsel, “… ‘Ben Devletim!’: Bürlesk ve Despotik Otoriterizm”, Cumhuriyet, 6 Mayıs 2017, s.11.
[156] Şükran Soner, “İktidarlarının Otoriterlik Kıskacı”, Cumhuriyet, 27 Mayıs 2017, s.9.
[157] Kemal Göktaş, “Cindoruk, ‘Yeni Türkiye’yi Değerlendirdi: Çok Partili Hayat Bitmiştir”, Cumhuriyet, 12 Haziran 2017, s.11.
[158] Ahmet İnsel, “Parti-Devlet Başkanını Eleştirmek?”, Cumhuriyet, 23 Mayıs 2017, s.11.
[159] Ahmet İnsel, “16 Nisan Çöküşün Miladı mı?”, Cumhuriyet, 22 Nisan 2017, s.11.
[160] Gywnne Dyer, “Erdoğan’ın Türkiye’yi İslâmlaştırma Planı O Kadar Zararlı ki Geri Dönüşü Çok Zor Görünüyor”, Birgün, 24 Nisan 2017, s.5.
[161] Ahmet İnsel, “Milli Reis Dönemi Başlarken”, Cumhuriyet, 2 Mayıs 2017, s.11.
[162] Aydın Engin, “Siyasal İslâmın İntikamıdır Bu”, Cumhuriyet, 12 Temmuz 2017, s.10.
[163] Ahmet İnsel, “Bu Şiddet Rejimi Sürekli El Yükseltmek Zorundadır”, Cumhuriyet, 12 Temmuz 2017, s.7.
[164] İklim Öngel, “Olağanüstü Hâl Değil Olağanüstü Yasaklar”, Cumhuriyet, 15 Temmuz 2017, s.4.
[165] Ergin Yıldızoğlu, “1 Mayıs”, Cumhuriyet, 1 Mayıs 2017, s.9.
[166] Siz bakmayın AKP’nin hiçbir zaman İslâmcı bir parti olmadığı vurgusuyla, “AKP, Bonapartist, otoriter, sağcı, Makyavelist bir parti ve hak, hukuk gibi kavramlarla alâkâsı yok,” (Kemal Göktaş, “Prof. Dr. Cihangir İslâm: AKP’nin Adalet, Hak, Hukukla Alâkâsı Yok”, Cumhuriyet, 15 Mayıs 2017, s.11.) diyen Prof. Dr. Cihangir İslâm gibilerinin İslam’ı her türlü şeametten münezzeh gösterme çabalarına…
[167] Nuray Mert, “İslâmcılık, Çirkin İtiraf”, Cumhuriyet, 8 Mayıs 2017, s.5.
[168] Tayfun Atay, “Özgürlükçü Liberallerden Küfürbaz Trollere: AKP’nin Serencamı”, Cumhuriyet, 19 Nisan 2017, s.6.
[169] Sebahat Karakoyun, “Çağdaşlığı Yanlış Biliyorsunuz!”, Birgün, 30 Mart 2017, s.7.
[170] AKP’nin adındaki “Adalet” sözcüğü düşeli kaç yıl olduğu tartışılıyor, hele hele son yaşadıklarımızdan sonra, partinin adı “ve Kalkınma Partisi” olarak kalmış durumda. Şimdi bu “Kalkınma” üzerine sahne ışıkları çevrilmeli. Mesela 412 milyar dolar dış borcu var bu ülkenin.. Bu milli gelirin yüzde 49’u. Bu ne demek? Biz ülkede bir büyüme yaratmışız, ama bu 700 milyar dolarlık hacmin yarısı “dış borç”. El parası! (Orhan Bursalı, “AKP ‘Başarı Efsaneleri’ Üzerine Tartışalım”, Cumhuriyet, 11 Temmuz 2017, s.6.)
[171] Ergin Yıldızoğlu, “Ensar Vakfı”, Cumhuriyet, 11 Nisan 2016, s.9.
[172] John Hopkins Üniversitesi’nden psikolog John Gartner’ın tanımına göre, hipomanik insanlar, çevrelerindeki insanları ikna edebilme noktasında çok tutkulu, kararlı ve oldukça acımasız bir kişilik sergiler. Hipomanik kişilik biçimi, genellikle bipolar bozukluk ile genetik anlamda ilişkilendirilir. Hipomanik insanların kurduğu cümleler doğru olmasa bile, bu durum vermek istedikleri mesajın yayılmasının önünde bir engel oluşturmaz. Bu kişiler, ister din tüccarlığı yapıyor olsunlar isterse başka bir mesaj kaygısı güdüyor olsunlar, vermek istedikleri mesajı verebilme konusunda “kusursuz” bir manipülatif kişiliğe bürünebilirler. (Gürkan Akçay, “… ‘Hipomanik’ Siyaset ve Kitle Etkileyiciliği”, Birgün, 5 Nisan 2017, s.16.)
[173] Ahmet İnsel, “Tayyip Erdoğan’ın Kültür Savaşı”, Cumhuriyet, 3 Haziran 2017, s.11.
[174] Geçerken aktaralım: “Kültür bir lüks değildir, patikayı andıran bir yolu kavramsallaştırarak bir anayol hâline getirme imkânı verir bize.” (Edgar Morin.)
“Kültür dediğimiz şey, gerçekte uzun bir ayıklama ve eleme sürecidir… Tam da her şey unutulduğunda geride kalan şey…” (Umberto Eco- J.C. Carriere, Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın, çev: Sosi Dolanoğlu, Can Yay., 2016.)
“Öz kültür yoktur. ‘Özümüze dönelim’ sözü de eğer masum bir cehaletle söyleniyorsa lafügüzaf, yok bu konularda hasbelkader mürekkep yalamış olanlarca politik, ekonomik, ideolojik hesaplar doğrultusunda telaffuz ediliyorsa da gaflet, dalalet ve hıyanettir. Kültür, sürekli bir oluştur. Bu oluş hâli, her daim başka ve farklı öğelerle, çevrelerle, değerlerle, anlayışlarla, inançlarla diyalog, etkileşim ve alışverişler doğrultusunda şekillenir. Kültürün zenginliği, yetkinliği ve gücü, ‘öz’ünden değil ‘melez’liğinden gelir.” (Tayfun Atay, “… ‘Öz Kültür’ Aldatmacası”, Cumhuriyet, 8 Ocak 2017, s.3.)
[175] Bilimin “tarafsız”, ideolojiler üstü ve dümdüz ilerleyen bir olgu olduğu iddiasına dair Stephen Jay Gould, Darwin ve Sonrası kitabının önsözünde şöyle der: “Bilim, nesnel bilgilerle donanmış ve eski boş inançları yıkarak gerçeğe doğru ilerleyen amansız bir yürüyüş değildir. Sıradan insanlar olarak bilim adamları, kuramlarında farkında olmadan çağlarının toplumsal ve politik kısıtlamalarını yansıtırlar. Toplumun ayrıcalıklı üyeleri olarak, çoğunlukla yerleşik toplumsal düzenlemeleri biyolojik temellerle bağdaştırır ve bunları savunurlar.” (Stephen Jay Gould, Darwin ve Sonrası-Doğa Tarihi Üzerine Düşünceler, Çev: Ceyhan Temürcü, Say Yay., 2013.)
[176] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Totaliter’ mi Dediniz?”, Cumhuriyet, 1 Haziran 2017, s.8.
[177] “… ‘Yeni Türkiye’, dinbaz iktidarın elinde her kapıyı açan bir ‘mastır anahtar’… ‘Eski Türkiye’ diye kanırta kanırta öcüleştirerek işaret ettikleri askeri vesayet yerine oturtulmuş dini vesayeti ‘Yeni Türkiye’ adı altında bir şirinlik muskası gibi yutturmaya çalışıyorlar. Peki, hiç düşünüyor musunuz AKP’yle ilişik şekilde kullanılan bu ‘Yeni Türkiye’ tabiri hayatımıza ilk ne zaman ve kim tarafından takdim edilmiş?..
2007 yılında Amerika’da (Washington DC) yayımlanmış bir kitap, ‘The New Turkish Republic’ başlığını taşımakta. 2008’de ‘Yeni Türkiye Cumhuriyeti’ başlığıyla Türkçe çevirisi yapılıp Timaş Yayınları tarafından basılan bu kitabın yazarı Graham Fuller. Yani CIA Türkiye masası eski şefi!
Fuller, alt başlığı ‘Yükselen Bölgesel Aktör’ olan ‘Yeni Türkiye Cumhuriyeti’ kitabında bize bir iktidar koalisyonunun 2002’den itibaren el ele, kol kola, gönül gönüle vererek ‘paralel’ yol tutuşunu ballandıra ballandıra anlatıyor. Kitabın ağırlık merkezi olan ‘Türk İslâmı’nın Yeniden Yükselişi’ başlıklı 6’ncı bölüm, iki ana alt-bölüme ayrılmış. Birinci alt-bölümün başlığı, ‘Adalet ve Kalkınma Partisi’. İkincininki ise (evet, doğru tahmin!) ‘Fethullah Gülen Hareketi’.
O 6’ncı bölümden rastgele gözümüze takılan satırları okuyalım: ‘Ağustos 2001’de kurulan AKP, Türkiye’de bugüne kadar gelmiş İslâmcı partiler serisinin açık ara en ılımlı, en profesyonel ve en başarılısı olmuştur. AKP resmen İslâm ile kendisi arasında herhangi bir formel bağ kurmaktan uzak durmakta ve sekülarizm veya ‘laisizm’i demokrasi ve özgürlüğün bir ön şartı kabul etmektedir. AKP’nin Avrupa Birliği’ni kucaklaması, AKP platformunun en başarılı ve akıllıca yönlerinden biri olmuştur. Bu politika, partinin ülke içindeki seçmen desteğine ve dışarıdaki imajına büyük oranda katkıda bulunmuştur’ (Graham Fuller, Yeni Türkiye Cumhuriyeti-Yükselen Bölgesel Aktör, Timaş Yay., 2008, s.102, 103, 105).
Bir de ikinci alt-bölüme bakalım: ‘AKP iktidara geldiğinden ve oldukça ılımlı, pragmatik ve üretken bir siyasal platform benimsediğinden beri Gülen hareketi AKP’ye yönelik eleştirisini büyük ölçüde azaltmıştır. Bunun sonucu olarak, ikisi arasındaki ilişkiler bugün geçmişte olduğundan çok daha iyi durumdadır. Gülen cemaatinin birçok üyesi bugün artık Gülen hareketine bir alternatif olarak değil ama onun siyasi bir tamamlayıcısı olarak AKP’ye katılmıştır’ (Graham Fuller, Yeni Türkiye Cumhuriyeti-Yükselen Bölgesel Aktör, Timaş Yay., 2008, s.127, 128). Nereden nereye diyorsunuz değil mi?!” (Tayfun Atay, “… ‘Yeni Türkiye’nin İsim Babası Kim?”, Cumhuriyet, 28 Nisan 2017, s.6.)
[178] Nuray Mert, “Devrime Hazır Olun”, Cumhuriyet, 22 Mayıs 2017, s.5.
[179] Erk Acarer, “Erdoğan Hiçbir Zaman Mutlak Bir Zafer Kazanamayacak”, Birgün, 29 Mayıs 2017, s.2.
[180] Ergin Yıldızoğlu, “Beklenen Oldu!”, Cumhuriyet, 20 Nisan 2017, s.12.
[181] Orhan Bursalı, “2019 Seçimlerinde Referandumu Tersine Çevirmek Ve Demokrasiye Geçmek Mümkün…”, Cumhuriyet, 2 Mayıs 2017, s.6.
[182] Kemal Göktaş, “CHP’li Özel’den 2019 Seçimi İçin Öneriler…”, Cumhuriyet, 8 Mayıs 2017, s.12.
[183] ÖDP Eşbaşkanı Alper Taş da, “2019 Mart ayında yapılacak yerel seçimlere bugünden örgütlenme mantığıyla yerel yönetimlerin demokratikleşmesini, piyasalaştırmadan kurtaracak ortak adaylarla AKP’nin yereldeki hegemonyasını kırmalıyız. Ya Gezi ruhuyla uyuşan adaylarla halkın karşısına çıkacağız ya da sağ adaylarla yine AKP’ye iktidarı sunacağız,” (Ali Açar, “Alper Taş: “Evet”in Anlamı Yok”, Cumhuriyet, 9 Mayıs 2017, s.7.) diyor.
[184] Mahmut Lıcalı, “HDP Sözcüsü Baydemir 2019 Perspektifini Özetledi: Ortak Paydalı Mücadele Hattı”, Cumhuriyet, 15 Mayıs 2017, s.6
[185] CHP Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı, ilkeler temelinde her türlü ittifakın yapılabileceğini söyleyerek, “Demirtaş’ın dediği gibi ‘Evet’ diyenleri de bu demokrasi cephesinde ikna etmeliyiz. İlke bazında birleştikten sonra isim anlamını yitirir” dedi. (“CHP’den İttifak Tartışmalarına İlişkin Açıklama”, Birgün, 8 Mayıs 2017… http://www.birgun.net/haber-detay/chp-den-ittifak-tartismalarina-iliskin-aciklama-158537.html)
[186] “HDP’li Nursel Aydoğan: Önümüzdeki 2 Yıl İçinde Farklı İttifaklar Olabilir”, Cumhuriyet, 23 Nisan 2017, s.16.
[187] Ergin Yıldızoğlu, “Yeni Gerçek[çi]lik”, Cumhuriyet, 8 Mayıs 2017, s.9.
[188] Ergin Yıldızoğlu, “Yine ‘Yeni Gerçeklik’ Üzerine”, Cumhuriyet, 22 Mayıs 2017, s.9.
[189] Otaviano Canuto-Samuel George, “Oy Pusulasının Ötesinde: Türkiye’nin Ekonomisi Yol Ayrımında”, Birgün, 1 Mayıs 2017, s.5.
[190] Orhan Bursalı, “Her Dönemin Sonu, Yeni Dönemin Başlangıcıdır, Demokrasi ve Gerçekler Bekleyebilir!”, Cumhuriyet, 17 Nisan 2017, s.6.
[191] Kemal Göktaş, “Venedik Komisyonu Üyesi Aydın: Anayasasız Bir Dönem Başladı”, Cumhuriyet, 24 Nisan 2017, s.11.
[192] Burak Kadercan, “The Rise and Fall Of Erdoganocracy: Why Victory May Defeat Turkey’s President”, War on Rocks, 26 Nisan 2017… https://warontherocks.com/2017/04/the-rise-and-fall-of-erdoganocracy-why-victory-may-defeat-turkeys-president/
[193] Güven Gürkan Öztan, “Kitleleri Derhâl 2019 İllüzyonundan Kurtarmak Gerek”, Birgün, 8 Mayıs 2017… http://www.birgun.net/haber-detay/kitleleri-derhâl-2019-illuzyonundan-kurtarmak-gerek-158483.html
[194] “Modernizmin meşhur sloganı ‘her yaratıcı hareket öncesinde bir yıkımla başlar’, şimdi sadece yıkımı yüceltiyor. Sistem yıkımla besleniyor…” (Rahmi Öğdül, “Modern, Köklerine Geri Dönüyor: Ur-Modernite”, Birgün, 26 Mayıs 2017, s.15.)
[195] Fikret Başkaya, “Yol Haritası Veya Alternatif Programın Gerekliliği”, 5 Mayıs 2017… http://rojnameyanewroz2.com/yol-haritasi-veya-alternatif-programin-gerekliligi-11251.html
[196] Can Uğur, “Prof. Dr. Boratav: Şimdi Esas Olan İslâmi Faşizme Karşı Mücadele”, Birgün, 19 Nisan 2017, s.5.
[197] Andrew Wachtel, “Türkiye’nin Ölüm Sarmalı”, Birgün, 3 Nisan 2017, s.5.
[198] “Derinleşen Ayrışma”, Cumhuriyet, 18 Nisan 2017, s.7.
[199] Tayfun Atay, “Referandum Kesin Sonuç: Yarılma”, Cumhuriyet, 17 Nisan 2017, s.2.
[200] Ergin Yıldızoğlu, “Büyük Türbülansa Girerken”, Cumhuriyet, 17 Nisan 2017, s.9.
[201] Metin Çulhaoğlu, “…. ‘Yüzde 40’ Üzerine”, 18 Nisan 2017… http://ilerihaber.org/yazar/yuzde-40uzerine-70687.html
[202] Elbette Sevan Nişanyan’ın, “Çakma muhalefet partisinin lideri İstanbul’da on maddelik seçim bildirgesi yayınlamış… Ben itiraf ediyorum. Eğer seçenek buysa ben oyumu Tayyip’e veririm. Adam müstebit, yasa tanımaz falan filan, peki, ama hiç olmazsa düz ve dobra. Yaya Kemal Bey gibi kaypak ve aciz değil,” (Sevan Nişanyan, “Benim Oyum Tayyip’e”, nisanyan1.blogspot.com.tr, 11 Temmuz 2017… http://nisanyan1.blogspot.com.tr/2017/07/benim-oyum-tayyipe.html) zırvası haricinde…
[203] Oral Çalışlar, “Roller Değişiyor mu?”, Posta, 11 Temmuz 2017, s.15.
[204] Soner Yalçın, “Hoş geldin CHP”, Sözcü, 11 Temmuz 2017, s.10.
[205] Taha Akyol, “Adalet Mitingi”, Hürriyet, 11 Temmuz 2017, s.20.
[206] Vedat İlbeyoğlu, “Daha Yürünürken Kazandıran Yürüyüş!”, Evrensel, 9 Temmuz 2017, s.7.
[207] Erdem Gül, “Kılıçdaroğlu ile yürüyen Cihangir İslâm: AKP, Adaleti İtirazcılara Kaptırdı”, Cumhuriyet, 12 Temmuz 2017, s.10.
[208] Özgür Mumcu, “Demokrasi İttifakı”, Cumhuriyet, 8 Temmuz 2017, s.3.
[209] İhsan Çaralan, “Adalet ve Demokrasi İçin Mitinge, Mücadeleye!”, Evrensel, 9 Temmuz 2017, s.3.
[210] Kemal Göktaş, “İHD Başkanı Türkdoğan: Düşman Hukuku Uygulanıyor”, Cumhuriyet, 26 Haziran 2017, s.13.
[211] Metin Çulhaoğlu, “Geçici Bir Durum: Ayrılar Aynı, Aynılar Ayrı Yerlerde…”, 11 Temmuz 2017… http://ilerihaber.org/yazar/gecici-bir-durum-ayrilar-ayni-aynilar-ayri-yerlerde-73765.html
[212] Türkiye, AKP liderliğinde temsil edilen siyasal İslâmın hayallerine tutsak olmaktan, maalesef kendini koruyamadı. Gezi Olayı’nda yaşananlardan bu yana, gittikçe artan bir yoğunlukta bu tutsaklığın sonuçlarıyla karşı karşıya kalıyor.
Bu hayallerden biri, bir kez hükümete geldikten sonra bir daha gitmemek üzere iktidar olmak, toplumu bu projeye göre yeniden şekillendirmek, bunu da demokratik değişim olarak sunmaktı. Hayallerden bir diğeri de Ortadoğu’da Osmanlı mirası üzerinden bir hegemonya inşa ederek tüm ümmetin temsilciliğine, oradan da küresel güç düzeyine yükselmekti…
Son referandum gösterdi ki, artık sandığa gitmenin bir anlamı yoktur, atı alan istediği zaman Üsküdar’ı geçer. Artık ülke halkı en az iki kez bölünmüştür. Birincisi, siyasal İslâmın projesini kabul edenler ve etmeyenler, ikincisi de Kürt sorununa siyasi ve barışçı bir çözüm arayanlar ve sorunu baskı, savaş yoluyla ortadan kaldırmayı umanlar. Siyasal İslâm, liderliğinin de itiraf ettiği gibi hegemonyasını kuramıyor, baskı ve şiddet giderek artıyor. Ancak karşıt bir hegemonya da şekillenemiyor…
Göstergeler bu kötü sürecin devam edeceğini düşündürüyor. CHP’nin çok değerli potansiyellere sahip “Adalet Yürüyüşü” ise, Maltepe’ye gelince “tamam artık evlerinize dönün” ile sonlanırsa, “muhalefetin gazını almaktan” öteye gidememe riski taşıyor. Ülke yine kritik bir kavşakta! (Ergin Yıldızoğlu, “Birinin Hayalleri Öbürünün Kâbusu…”, Cumhuriyet, 26 Haziran 2017, s.9.)