Bingöl’lü Yakışır ailesinin
hikayesi, Kürdün yaşamının bir kesiti olarak karşımıza çıkıyor. Yaşadıkları köy
boşaltıldı, baba kaybettirildi, iki kardeş çatışmada yaşamını yitirdi, iki
kardeş ise tutuklu. 1994 yılında Bingöl’ün Genç ilçesinde başlayan bu hikaye,
yoksulluk, sürgün ve eziyetlerle dolu.
Bingöl’ün Genç ilçesine bağlı Sağgöze köyünde 1994 yılında 10
nüfuslu Yakışır ailesinin yaşadıkları aynı zamanda siyasal, sosyal ve ekonomik
ağır sonuçlarıyla süren Kürt sorunun bir özeti niteliğinde. 1993’te başlayan ve
1994’te savaş uçaklarıyla devam eden bombardıman ve ağır baskılar sonucu bir
kış günü apar topar köyü terk eden Yakışır alisinin hikayesi kent merkezinden
sonra İstanbul ardından Diyarbakır’a kadar uzanıyor. Köyden çıktıktan birkaç
gün sonra yanına aldığı katırıyla birlikte köye dönen baba Mehmet Ali Yakışır
(46) kimliği belirsiz kişilerce kaçırılır ve o günden bu yana bir daha haber
alınamaz. Baba Yakış hakkındaki tek bilgi, bir yıl sonra “öldürüldü” haberi
oldu. Bunun üzerine aile İstanbul’un yolunu tuttu.
İKİ KARDEŞ
ÇATIŞMALARDA YAŞAMINI YİTİRDİ
Mezopotamya Ajansı’nın haberine göre Metropol göçü aynı
zamanda yoksulluk ve geçim sıkıntısını beraberinde getirdi. Ailenin büyük
çocuğu Mehmet Yakışır, zorla götürüldüğü askerlikten firar ederek 1998’de
PKK’ye katılır. En küçükleri Yakup Yakışır ise lise eğitimini yarıda bırakarak
2009 Nisan ayında HPG’ye katılır. 20 yıl savaş coğrafyasında kalan abi Mehmet
Yakışır, 13 Temmuz 2018’de Gümüşhane’de yaşanan bir çatışmada yaşamını yitirdi
ve cenazesi Diyarbakır’da düzenlenen törenle toprağa verildi. Kardeş Yakup
Yakışır ise geçen yıl Mart ayında Efrin’de yaşamını yitirdi.
İKİ KARDEŞ
TUTUKLU
Kardeşlerden Talip Yakışır (32), aracından bomba olduğu
iddiasıyla 3 kez açılan aynı soruşturma ve dava sonucu 14 yıl hapis cezası
verilerek, İzmir Menemen Cezaevi’ne konuldu. Diğer kardeş Orhan Yakışır (29)
ise, siyasi faaliyetleri gerekçe gösterilerek 12 yıl hapis cezası verildi ve
Diyarbakır Cezaevi’nde tutuklu.
‘BİR YIL
BOYUNCA BEKLEDİK’
Bir film şeridi gibi yaşadıklarını özetleyen kardeş Salih
Yakışır (41), göç ettikleri ve babasının kaybettirildiği günlere dikkat
çekerek, “O dönem yollar kapalıydı. Araç yoktu. Yanımıza taşıyabildiğimiz
eşyalarla köyü terk ettik. Yaklaşık bir hafta yaya olarak yürüdük. Bölge
yasaklı ilan edildiği için köye gidemiyorduk. Bir yıl boyunca bir umutla
Bingöl’de bekledik. Belki babamızı buluruz diye. Halktan aldığımız duyumlarla
babamın katledildiğini öğrendik. Aradan 25 yıl geçmesine rağmen hala cenazesine
ulaşamadık” dedi.
ASKERDE FİRAR
EDEREK PKK’YE KATILDI
İstanbul’da yaşam koşullarının zorluklarını anlatan kardeş
Yakışır, zorla askere götürülen ağabeyi Mehmet Yakışır’ın firar ettiğinden
askerlik yaptığı birliği aradıklarında haberdar olduklarını söyledi. Yakışır,
daha sonra edindikleri bilgiler sonucu abisinin “firar” sonrası PKK’ye
katıldığını öğrendiklerini belirtti. Ağabeyinin gidişinden etkilenen en küçük
kardeşleri Yakup’un da liseyi yarıda bırakıp HPG’ye katıldığını anlattı.
Yakışır, “Yakup daha küçüktü. Bir gün eve geldim, baktım evde yok. Nerde diye
sordum. Dediler ki ‘Ben bu koşullarda okula gitmem’ demiş. Aradım bulamadım.
Arkadaşlarına demiş ki aileye söyleyin ‘Ben buralarda yapamam’. Tabii peşine
düştüm, aradım ama artık gitmişti. Derslerinde her zaman onur belgesi alan
başarılı bir öğrenciydi ancak sürekli gözaltına alınırdı” diye konuştu.
‘BİRİ GİDER
BİN KİŞİ ONDAN ETKİLENİR’
Sur’da ilan edilen sokağa çıkma yasakları döneminde kentin
içinde kalan yeğeni Mahsum Gürkan’ın da Mart 2016’da yaşamını yitirdiğini
anlatan Yakışır, “94’te babam katlediliyor. Ondan sonra ablam evleniyor. Sonra
ablamın çocuğu büyüyor ve o da katlediliyor. Sorunun köküne inilmediği zaman
çözüm bulunmaz. Biri gider, bin kişi ondan etkilenir. Bunun önünü alamazsınız.
Bu gençlere ‘sen haksızsın’ diyemezsin. Yakup’a diyebilir misin ki, sen ülkenin
yasalarına karşı çıkmışsın. Ülkeye karşı silahlı bir örgüte katılmışsın. O da;
‘Sen benim babamı katletmişsin. Babam garip bir köylüydü. Ve sen onu katlettin.
Sen benim köyümü talan etmişsin. Sen benim binlerce akrabamı öldürmüşsün. Onlar
askeri bir oluşuma katılmadı. Köylerinde yaşayan sivillerdi ve sen onları
katlettin’ diyecektir. Bugün bu meseleye ben öldürürüm, yok ederim anlayışıyla
hareket edip, sorunun neden çıktığına bakmazsan sorun birse, bine katlanır”
diye belirtti.
‘SİZ ÖRGÜT
AİLESİSİNİZ’
Kardeşleri Orhan Yakışır ve Talip Yakışır’ın şu an cezaevinde
olduğunu hatırlatan Yakışır, yargılama süreçlerindeki çelişkileri anlattıktan
sonra, “Diyorlar ki; siz zaten örgüt ailesisiniz. Bu yeterli geliyor bize’”
diye kaydetti.
‘YA SÜRGÜN YA
ZİNDAN YA DA İNFAZ’
Evlerinin sürekli basıldığını vurgulayan Yakışır, şöyle devam
etti: “Ya sürgün ya zindan ya da infaz edileceksin. Yaşam koşullarını gittikçe
zorlaştırarak toplumu bozmaya ve yok etmeye yönelik adımlar atıyorlar. Şu an
bizler de zindandayız. Hayatı zindan haline getirmişler. Kimse özgür bir
şekilde hareket edemiyor. Ayda bir evde herhangi bir cihaz kalmıyor. Ayda bir
gelip kapıları kırıyorlar. Çoluk çocuğun üzerine psikolojik baskılar oluşuyor.
Annem 60- 70 yaşında o bile artık rahat dışarı çıkamıyor.”
‘MEZOPOTAMYA’NIN
HALKIYIM’
Birkaç gün önce gözaltına alındığını ve kendisine
“Hayret kalıyoruz sana. Sen hala nasıl buralarda kalıyorsun” denildiğini ifade
eden Yakışır, “Ben bu topraklarda doğup büyümüşüm. Mezopotamya’nın halkıyım.
Ben nereye gidebilirim. Kısaca ya zindan ya da terk edeceksin dayatması
yapılıyor. Bizleri zindana atabilirler ama toprağını vatanını terk etmemek
lazım. Yanlış bir şey yapmadığımızı düşünüyoruz. Burada kalacağız” diye
kaydetti.
‘BÜYÜK BİR SORUMLULUK’
Efrin’de yaşamını yitiren Yakup’un ikizi olan Fatma Yakışır
(27) ise, yaşadıklarını anlatmanın zor ve ağır olduğunu dile getirdi. Kardeş
Fatma Yakışır, “Yakup’la liseye kadar aynı sıralarda aynı sınıflardaydık. Her
zaman sevdiği insanlara karşı fedakâr ve korumacı bir kişiliği vardı.
Arkadaşlarına karşı çok fedakârdı. Bir haksızlık olduğu zaman sınıftan kimseden
ses çıkmayınca öne atılan her zaman Yakup olurdu. Kalp incitmezdi. Kendisi
kırılsa bile hiçbir zaman karşısındaki insana kırıldığını hissettirmezdi.
Kırıldığı ve kızdığı zaman yaptığı tek şey yüzümüze bakıp gülümserdi” diye
anlattı.
‘SÜREKLİ
SORGULUYORDU’
Yakup Yakışır da annelerinin anlattığı kadarıyla babasının
kişiliğini taşıdığını vurgulayan Fatma Yakışır, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Küçükken bile duyarlılık ve farkındalık onda vardı. Sürekli bir şeyleri
sorgulama ve anlamlandırmaya çalışırdı. Evde diğer abilerimden her zaman
farklıydı.” 2008’de Diyarbakır’a taşındıklarını hatırlatan Fatma Yakışır,
şunları dile getirdi: “Ben liseyi bırakmıştım o devam ediyordu. Her zaman şunu
söylerdi; ‘Biz giderken gözümüz açık gitmeyeceğiz. Biz gittiğimiz zaman siz
geride kalanlar yarım bıraktığımız şeyi tamamlayacaksınız. Geride kalan nesli
çok iyi yetiştirmemiz gerektiğini ve bu sisteme karşı neyi ret edip neyi kabul
etme ölçütlerimizi çok iyi tutturmamız gerektiğini sürekli belirtirdi.”
‘KÖYÜMÜZ
F16’LARLA BOMBALANDI’
Duygularını anlatmakta zorlanan 67 yaşındaki anne Hatice
Yakışır ise, şunları ifade etti: “1993’ten itibaren köylerimiz bombalandı.
İnsanlarımız öldürülmeye başlandı, talan başladı. Bu şekilde 1994’e girdik. Bu
defa köyümüz F16’larla bombalandı. Şervan’ım (Yakup) o zaman daha bir
yaşındaydı. Kışın ortasında, karlar içinde köyümüzden kaçmak zorunda kaldık.
Üzerimize bombalar yağdırılırken, çocuklarımızla başka bir köye sığındık.
Sadece kendimizi ve çocuklarımızın canını zor kurtarabildik. Oradan
Bingöl tarafına göç ettik. Bir on gün geçti. Eşim köye geri gitti. Bir daha
gelmedi. Katırla gitmişti. Katırı buldular, onu bulamadılar. Çocuklarım o zaman
küçüktü. En büyük oğlum 19 yaşındaydı. O yokluk içinde, fakirlik içinde,
başkalarının işlerini yaparak 10 nüfuslu ailemizi geçindirmeye çalıştım. Öylece
çocukları büyüttüm.
BASKI, TEHDİT
VE YOKSULLUKLARLA GEÇTİ
Oğlum Cudi (Mehmet) evliliğinden, 2 yıl sonra dağa çıktı.
Tabii baskılar devam etti. Oğlum Talip arabasına bir yol kontrolü sırasında
bomba bıraktılar, öyle tutukladılar, diğer oğlum Orhan ise başka bir gerekçeyle
tutuklandı. Baskılar, tutuklamalar, tehditler ve yoksulluk içinde geçti
ömrümüz. En son oğlum Şervan Efrin’de şehit düştü.
BARIŞ
DİYENLERE BİBER GAZIYLA SALDIRIYORLAR
Eşim ve iki oğlum öldü. Ben anne olarak, bu katletme ve
katliamların bir an önce son bulmasını istiyorum. Bir an önce bir barışın
sağlanması lazım. Barış talebini dile getiren annelere biber gazlarıyla
saldırıyorlar. Biz ne gerilla ne de asker annesinin ağlamasını istiyoruz. Bu
ancak barışla sağlanır. Barış diye insanları kandırdılar, şimdi her yerde
katliamlar yapılıyor. Artık barış talebini dile getiren, siviller, 70 yaşındaki
yaşlılar bile ‘terörist’ damgası yiyor, bundan dolayı ‘terörist’ diye
tutuklanıyor.”
Gazete Fersude