“BARIŞ” (MI?), “SÜREÇ” (Mİ?), “MÜZAKERE” (Mİ?)[1] -2
TEMEL DEMİRER
“Şeytan’la konuşmaya kalkışmak
her zaman yanlıştır;
konuşmasına konuşur,
ama her zaman son sözü
kendisi söylesin ister.”[2]
T.“C” İLE STRATEJİK İTTİFAK VE İSLÂM BAYRAĞI
Altını çizme gereksinimi duyduğum sorunun güncel-politik bağlamı “T.‘C’ ile stratejik ittifak”tır…
Evet, Öcalan’ın “barış ve demokratik çözüm süreci”nin en önemli vurgusu hiç kuşku yok ki “Kürtistan ve Türkiye’nin stratejik ittifakı” konusuyken; “Erdoğan, bölgesel güç olmak için Kürtler’e mecbur” diyen ‘Barış Meclisi’nden Seydi Fırat, Erdoğan’ın Ortadoğu’da güçlenmesi için Kürtler’e ihtiyacı olduğunu söylemektedir.
Bu hiçbir “gerekçe” ile kabul edilmez bir pozisyonudur.
Buna bir de “İslâm Bayrağı” vurgusu eklendi mi? Soru(n), içinden çıkılmazcasına çok daha karmaşıklaşmaktadır!
Bir sağcının, Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Osman Gazi Özgüdenli’nin, “Çözüm: İslâm birlikteliği… Milliyetçilik nedir bilmezdik biz… Geçmişten ilham almamız gerek… Selçuklu’nun büyük bir coğrafyada pek çok etnik grubu tek bir çatı altında buluşturması çözüme ilham olmalı”[26]dediğini hatırlatarak ekleyelim:
İslâm bayrağı, savaşın, kan dökmenin, geniş kitleleri sömürüp ezmenin bayrağıdır.
Ortadoğu’dan Kafkas ve Balkan’lara, Afrika’dan Filipinler’e kadar, 1400 yıldan beri dökülen mazlumların kanı bu bayrak altında akıyor! Şimdi Suriye ve Irak’ta İslâm bayrağı altında süren mezhep savaşları, Mısır, Yemen, Pakistan, Sudan, Afganistan ve Libya’daki mezhep ve İslâmcı aşiretlerin birbirlerini yemeleri ortada duruyorken, Türkiye’de de bu bayrağı geniş kitlelere dayatmak, milyonların gözleri önüne bu kör edici perdeyi yeniden çekmeye çalışmak ne anlama geliyor?
Tam da bunun için “İslâm kardeşliği adı altında barıştan söz edemeyiz,” vurgusuyla Hüseyin Habip Taşkın da ekliyor:
İslâm kardeşliği yanlış tanımlamadır. Din olgusuyla silahların susması, barışın sağlanması olamaz. Burada asıl dayatılan Türk- İslâm sentezidir. Kürtlerin ağzına bir parmak bal vermektir.
Nihayet İsmail Beşikçi’nin satırlarıyla özetlersek: “… ‘Bin yıllık İslâm kardeşliği’, ‘Çanakkale’de birlikte savaştık’, ‘Cumhuriyeti omuz omuza mücadele ederek kurduk’ ‘Alevi-Sünni İslâm kardeştir’ ‘İslâm Birliği’, ‘Misakımilli’ gibi sloganlar, inkârcı, asimilasyoncu, ırkçı, sömürgeci, Türk devletinin, Türk-İslâm Sentezi anlayışının sloganlarıdır. Öcalan’ın bu sloganlara sarılması devleti rahatlatabilir ama Kürtlere bir hak, özgürlük getirmez. ‘İslâm kardeşliği’, Kürtleri kandıran, oyalayan bir slogandır. İttihat ve Terakki’den beri Türk egemenleri Kürtlere karşı hep bu sloganı kullanmışlardır. Cumhuriyet dönemi bunu daha ince politikalarla uygulamıştır. Öcalan, Kürtlerin haklarını ve özgürlüklerini hiç gündeme getirmeden, ‘Misak-ı Millî’den söz etmektedir. Bu, devletin gizlemeye çalıştığı bir arzudur. Devletin, Türk egemenlerinin bu arzusunu Öcalan ifade etmektedir. Ama yaşama geçmesi artık mümkün değildir. Siyasal bakımdan eşitlik olmadan kardeşlik olmaz. ‘İslâm kardeşliği’ Kürtleri her zaman kandırmıştır.”
Tüm bunlar böyleyken toparlarsak: “Ulusların eşitlik temelinde birleşmeleri serbest rızaya dayandığı müddetçe yadsınamaz, böyle bir birliktelik bir Türkiye-Kürtistan ortak kapitalizmini hedefliyorsa, Türk sermayesinin Kürtistan’ın tamamına dönük neo-liberal niyetlerini ve hegemonya amacını taşıyorsa, bunun mücadelesi o çok uluslu yapının sosyalizm ve demokrasi güçlerine düşer. ‘Nasıl olsa niyet bu’ diye, bugünden ulusların gönüllü birliğini reddetmek bize düşmez.
Ama öyle bir birliktelik hedefinin olumsuzluklarına şimdiden parmak basmak gerekir: Birincisi, amaçlanan düş müdür, olası mıdır, sorusunun yanıtı henüz çok belirsizdir.
Bu perspektifin şimdiki somutu ABD’nin ve İsrail’in politikalarıyla çakıştığıdır. Ortadoğu’da Sünnilerle Batıniler arasındaki fayın derinleşmekte olduğu açıktır. Türkiye ile Büyük Kürtistan beraberliği ‘İran, Şii ağırlıklı Irak, Hizbullah ağırlıklı Lübnan ve Nusayri ağırlıklı Suriye’yi düşman seçmiş Sünni cephede yer tutacaktır. Bu cephenin arkasındaki güçler ABD-İsrail ile işbirlikçi Suudi ve Kuveyt rejimleridir. İsrail’in son Suriye saldırısı ortadadır.
Yani Türkiye-Kürtistan müşterek hedefi maceralara açıktır. Hegemonya emelleri için badireler, çatışmalar göze alınmadan adım atılamaz. Gerginlikler ABD’yi olayların içine daha fazla çekmeyi getirir. İncirlik ve Kürecik üslerinin tehditkâr niteliği zaten çıban başıdır.
Türk tarafı ile Kürt tarafı bahsettiğimiz tehlikeyi ne kadar göze almışlardır, bilmiyoruz. Ama vurgulanan ‘İslâm kardeşliği’nin (Gayrı Müslimleri dikkate almama dikkatsizliği bir yana) Tayyip Erdoğan’ın meşrebinde ve mezhebinde ‘Sünni kardeşliği’ olarak tecelli edeceği bellidir.”[27]
HAKLI SORULAR, TEPKİLER
Bu “çözümlemeler” kaçınılmaz olarak haklı sorular ile tepkileri de devreye sokmaktadır.
Örneğin BDP eski Dersim Milletvekili olan ve açıklamalar ardından BDP Dersim İl Başkanlığı’ndan istifa eden Şerafettin Halis, BDP yönetimine sert tepki gösterip, türban ve 4+4+4 gibi konularda AKP’ye verilen desteği eleştirdi.
Dersim Dernekleri Federasyonu Başkanı Hikmet Erdoğan, “Çözüm süreci olarak adlandırılan yeni süreç, eğer bu ülkede yaşayan herkesin, kendi farklılıkları ile yaşamalarının yolunu açacak ise inandırıcılığı söz konusu olabilir. Türk-İslâm da Kürt-İslâm da bize uymaz”; ‘Alevi Bektaşi Federasyonu’ Genel Başkanı Selahattin Özel, “İslâm birliği söylemini benimseyemeyiz,” derlerken ‘Hacı Bektaş Anadolu Kültür Vakfı’ Başkanı Ercan Geçmez de ekledi: “Kalıcı barışın önkoşulu laisizmdir… Bu devletli bir barış, toplumsal barış değil…”
Nihayet KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Alevilere karşı Şialaştırma ve bunun üzerinden Sünnileştirme politikası yürütülmek istendiği vurgusuyla, “Her yönüyle kültürel soykırım yürütülmektedir. Alevi toplumu Kürtlerin özgürlük mücadelesine kesinlikle destek vermeli. Bu olmadığı takdir de Türkiye’nin demokratikleşmesi her zaman sancılı ve sıkıntılı olur,” deyip, Alevilerin Kürtlerden uzak durarak özgürlüklerini kazanamayacakları vurgusuyla, ortak mücadele çağrısında bulundu.
Bunlarla bağıntılı olarak “Kürtlerle dindarların ittifakı”ndan söz eden Oral Çalışlar, “Kürtler de, tıpkı ‘dindarlar’ gibi, bölgenin temel ‘değişim anahtarları’ndan birini oluşturuyor…
Türkiye’de ‘değişim ibresi’nin hızını belirleyen/ belirlemeye devam edecek olan iki ‘ana blok’un Kürtler ve dindarlar olduğu açık,”[28] derken gidişatı yeterince net olarak betimlemektedir…
Ayrıca ‘CNN Türk’te yayınlanan ‘Aykırı Sorular’ programına konuk olan Altan Tan’ın, “Kürtlerin Ulus Devlet istemediği” vurgusuyla “Müslüman” olduğunun altını çizerek, “Ben şeriatçıyım. Her Müslüman şeriatçıdır. Ben Müslümanım ve İslâm Şeriatına inanıyorum,”[29] dediği tabloda DTK ‘İnanç ve Azınlıklar Komisyonu’, “Kutlu Doğum Mesajı” yayınlayarak şöyle diyordu:
“Günümüzde savaş çatışma ve kargaşanın eksik olmadığı coğrafyamızda yüzlerce yıl önce de durum benzerdi. İnsanlık yol gösteren bir müjdeci beklentisi içerisindeydi. Ezilen, sömürülen, köle olarak alınıp satılan insanlara; yozlaştırılan, darmadağın edilen toplumsal gerçekliğe, savaşlarla, kıyımlarla birbirine düşmanlaştırılan halklara barış ve çözüm olarak müjdeyi taşıyan İslâm peygamberi Hazreti Muhammed (S.A.V) böylesi bir dünyada doğdu. Ve doğumu tüm insanlığa müjde oldu. Bu vesile ile kutlu doğum gününü kutluyor, tüm İslâm âlemine ve Müslüman halkımıza hayırlar getirsin dileğinde bulunuyoruz.”
Bu tür keyfilikler karşısında tepkiler, itirazlar, karşı duruşlar da kaçınılmaz oluyordu. Örneğin ‘Info-Türk’ Yönetmeni Doğan Özgüden’in dediği gibi:
“Sayın DTK ve DTP Yöneticileri,
Belçika’ya gelen yöneticileriniz Türkiye’nin demokratikleşme süreci, tüm ezilen halkların ve kesimlerin özgürlüğü konusunda umut verici konuşmalar yapmıştı. http://www.demokratiktoplumkongresi.com/tr/i/KUTLU_DOĞUM_MESAJI link’inde yer alan mesaj gerçek mi?
Geleneksel bayram kutlamalarını anlıyorum da, AKP’nin Suudi direktifiyle kitleleri uyutmak üzere icad ettiği bu ‘kutlu doğum’ gözbağcılığına hizmeti anlamam mümkün değil.
Kaldı ki Suudi kaynaklarında dahi doğum yıldönümü miladi takvimde 24 Ocak olarak belirtiliyor. Gelecek yıl [2014-y.n] 14 Ocak, daha sonraki yıl [2015-y.n] da 3 Ocak olacakmış![30]
Nisan ortasında bu kutlu doğum haftası nereden çıktı?
Çıktıysa, Türkiye’nin Kürt ve sol hareketlerini birleştirme iddiasındaki bir kuruluş Tayyip’in dayattığı tarihi neye dayanarak benimser ve kutlama mesajı yayınlar?
Özgürlükler ve halkların hakları uğruna mı, yoksa Tayyip’in kurmaya çalıştığı İslâmi koşullandırmalara destek için mi onyıllardır mücadele verdik?
‘Beton Mustafa’lar döneminin ardından başka kültler dönemine mi geçiyoruz?
Hiçbir kişi kültüne hizmet etmeyi düşünmediğimden, tepkimi siz dostlarımla paylaşmayı görev biliyorum. Sevgiler.”[31]
AKP GERÇEĞİ
“Kürt sorununun çözümü dediğimiz şey, etnik kimlik olarak Kürtlerin Türkiye’de tüm farklı kimliklerle eşit olma durumudur,” diyen Birikim Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ömer Laçiner, “AKP bu sorunu çözerse korkusu”ndan söz ededursun; AKP’nin nasıl bir despot rejimi olduğu defalarca kanıtlanmadı mı? Bu neo-liberal despotizmden halklara özgürce yaşama imkânı çıkabilir mi?
Özgür Müftüoğlu’nun ifadesiyle, “AKP Hükümeti, bir taraftan Kürt sorununu barışçıl yollardan çözeceğini söylerken diğer taraftan suyuna, toprağına, üniversitesine, sinemasına, sosyal haklarına, emeğine ve ekmeğine sahip çıkmak isteyen toplum kesimlerini en şiddetli biçimde baskılamakta”yken; “Bugüne kadarki pratik gösterdi ki, AKP için bir Kürt sorunu yok, AKP’nin hedefleri var, rejimini iyice tesis etme hedefleri. Onu inşada önüne böyle bir sorun çıktığı için, bu sorunla muhatap. Kürtlerin demokratik haklarının teslimi, buna uygun bir düzenlemenin Türkiye’yi daha çok barışa ve demokrasiye götüreceği AKP’nin niye umuru olsun? Nitekim, diyalog için oluşturulan ‘Zarf’ı ortaya çıkaran nedenler de bunu doğrular. (…)
Konu, demokratikleşme olunca, bunu otoriterleşmede ve anti-demokratikleşmede hamle üstüne hamle yapan AKP mi yapacak? İşte olmayacak duaya amin budur. Kürt hareketinin beklentilerinin önşartı, demokratikleşme ile derdi olan bir partnerle birlikte hareket etmektir.
Bu, AKP olamaz. AKP, Başkanlık sistemi ile faşizan bir devlet biçimine yürüyen, bölgede alt-emperyal bir güç olma hayalleri kuran serüvenci bir koalisyon. Çokkültürlülüğe, çoksesliliğe, çok renkliliğe tahammülü olan bir siyaset midir ki AKP, bu problemi çözüme taşısın? Bunu Kürt siyaseti bilmiyor mu? Öğrendi elbette, sınaya yanıla. Ya da umalım, öğrenmiş olsun. O zaman kim ile, kimler ile çözüme gitmek mümkün?”[32]
AKP, etnik düşmanlık ve nefret söyleminden malûl bir Sünni burjuva partisidir!
Hatırlayın Başbakan Erdoğan ve AKP’lilerin Ermenileri hedef aldığı sayısız açıklaması bulunuyor. Irkçılıkları su götürmeyen AKP’liler arasında Cumhurbaşkanı Gül’ün kendisine “Ermeni” dediği için CHP Milletvekili Canan Arıtman’a açtığı hakaret davası hâlâ hafızalarda.
Ermeni olmak, AKP’liler için her zaman “hakaret” anlamı taşıdı. AKP’nin desteğiyle düzenlenen Hocalı Katliamı’nı anma mitinginde “hepiniz Ermenisiniz, hepiniz p…siniz”, “Hrant’ın p…’leri yıldıramaz bizleri” gibi pankart ve dövizler taşınmıştı. Eyleme İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin de katılarak bir konuşma yapmıştı. Bizzat Erdoğan, 2010 yılında da Türkiye’deki Ermeni göçmenleri sınır dışı etmekle tehdit etmişti.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, kendisini “Ermeni olmak” ile suçlayan CHP’li Canan Arıtman’a, aynı ırkçı zihniyetle yanıt vererek “ailemizin yüzyıllara uzanan kayıtlı geçmişi Müslüman ve Türk’tür” demişti. Gül, Arıtman’a bu nedenle “hakaret” davası da açmış, tazminat istemişti. Hrant Dink hakkında yaptığı bir açıklamada Dink’i Türkiye vatandaşı değil bir yabancı gibi gördüğünü de söyleyen Gül, “Türkiye’de hukukun karşısında herkesin eşit olduğunu, yabancı şirketlere karşı da yabancı uyruklu insanlara da hep eşit davranmış bir ülke olduğumuzu göstermemiz lazım” dedi.
En çarpıcı örneklerden biri ise, Şirin Ünal oldu. Malatya’daki Zirve Yayınevi’nde misyonerlerin katledildiği dönemde kentte Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde “Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri” başlığıyla bir konferans düzenlenmişti. Konferansta konuşan Sevgi Erenerol, “UNESCO Yahudi işidir”, “Soykırım İsrail içindi”, “Ayasofya’yı Türkler yaptı”, “Mantar gibi kilise bitiyor” gibi ifadeler kullanmış, konferansın sonunda Hava Pilot Tümgeneral Şirin Ünal, Erenerol’a plaket vermişti. Erenerol daha sonra Ergenekon davası kapsamında tutuklandı, Şirin Ünal ise AKP’den milletvekili seçildi.
BİR KAÇ VERİ[33] | |
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan | “Ne Yahudilik, Ermenilik, afedersiniz Rumluğumuz kaldı.” |
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan | “4 kırmızı çizgimiz var: Tek millet, tek bayrak, tek din, tek devlet.” |
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan (AKP grup toplantısında okuduğu mektuptan): | “Türkiye artık ne askerin sivilin kulağını çektiği ne de sivilin askerin ensesine vurduğu, ne de BDP’li, PKK’ kalleşlerin benim subayımı, askerimi gelip arkadan şehit ettiği bir ülke değil.” |
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan | “Ateist bir nesil yetiştirmemizi mi istiyorsunuz?” |
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç: | “Kürtçe bir medeniyet dili midir? Türkçe medeniyet dilidir.” |
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek (DTP’nin seçimlerde Iğdır’ı kazanması üzerine): | “Iğdır’ı da aldılar, Ermenistan sınırına dayandılar. Türkiye’nin güvenliği açısından oraya dikkatle bakmak gerekir.” |
Eski Savunma Bakanı Vecdi Gönül: | “Bugün eğer Ege’de Rumlar devam etseydi ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermenileri devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi?” |
Eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin: | “Kürt sorunu nedir? Arıyorum, bulamıyorum.” |
Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu: | “Eşcinseller de eşitlik istiyor, verecek miyiz?” |
AKP Çorum Milletvekili Ahmet Aydoğmuş: | “İktidar karşıtlarının kanı bozuk” |
AKP Kocaeli Milletvekili Fikri Işık: | “İmam Hatipler’in ortaokulu açılsa ne olacak? Ortaokul kısmında kaç terörist yetişmiş Allah aşkına? Terörist miyiz biz? Biz Marksist miyiz, Leninist miyiz?” |
AKP Zonguldak Milletvekili Özcan Ulupınar: | “Ateist, dinsiz bir gençten kimseye tayda gelmez.” |
AKP Erzurum Milletvekili Muhyettin Aksak (“Gebertildiler” dediği, Hakkâri’de öldürülen PKK’liler hakkında): | “Bunlar ya satılmış beyinler ya Ermeni dönmesi çocuklar ya da Suriye’den İran’dan ülkemize sızan alçaklardan başka bir şey değil.” |
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek: | “Ben İskender Çolak’ın düğününe CHP’li ve Alevi olduğunu bildiğim hâlde gidip nikah kıydım.” |
Bir şey daha: Hükümet, Hüseyin Aygün’ün Meclis’e cemevi yapılması talebini reddetmiş, kendini katliam çağrıları yapan Osmanlı fetvalarıyla savunmuştu. Alevilere yönelik ırkçı yaklaşım yalnızca AKP’lilerin konuşmalarında “ağzından kaçırdığı” sözlerde değil, üzerinde çalışılmış mahkeme savunmalarında da ortaya çıkıyor.
CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, TBMM’ye cemevi yapılması başvurusunda bulunmuş, bu başvuru reddedilmişti, Aygün konuyu mahkemeye taşımış, hükümetse savunmasını, Cumhuriyet açısından hiçbir hukuki geçerliliği olmamasına rağmen Osmanlı fetvaları üzerine kurmuştu.
AKP’nin “cemevinin ibadet yeri olmadığını” kanıtlamak için kullandığı o dönemki fetvalarda, “Kızılbaş topluluğunun kafir ve dinsiz olduğu, Kızılbaşları öldürenlerin cennete gideceği Kızılbaşların ise cehenneme gideceği, Kızılbaşlara ait olan köy-kasaba şehirlerin içindeki insanlarla birlik yok edilmesi gerektiği, Kızılbaşların mallarına el konulması gerektiği, Kızılbaşların evlenmelerinin geçersiz olduğu, miras haklarının olmadığı” savunuluyordu.
Fetvalarda “Kızılbaş topluluğuna karşı yapılan savaşın cihat olduğu, Kızılbaşları öldürenlerin cennet müjdelendiği, Kızılbaşları öldürenlerin gazi, Kızılbaşları öldürürken ölenlerin ise şehit olduğu, Kızılbaşların kadınların evlatlarına, mallarına ganimet olarak konulabileceği” söyleniyordu.
Ebu Suud’cu AKP’nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Mardin’de, Kürtçe hutbe açıklaması yapması ya da Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in, “Kürtistan Osmanlı’da da vardı,” demesi işin reklamlar faslıydı… Aslına gelince!
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın, “Kürtlere statü, Öcalan’a af” diyen BDP’ye yanıtı: “Öcalan’a af yok, siyasete giremeyecek. Kürtler eşittir, statü diye bir şey olmaz”ken; Adalet Bakanı Sadullah Ergin de, sürece TBMM’nin de dahil edilmesini isteyen BDP’ye, “öngörülmemiş adımları ileri sürme” diyerek mesaj veriyordu.
Ayrıca beyaz Kürt Mehmet Metiner, “Başbakan ‘pazarlık yok, taviz yok!’ dedikçe daha bir saldırganlaşıyorlar”; AKP Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı ise, 20 Nisan 2013 tarihinde Rize’de “Biz etnik, bölgesel ve dinsel milliyetçiliğe karşıyız,” diye eklemeden geçmiyordu…
Bunlara ek olarak: Başbakan Erdoğan’ın Siyasi Başdanışmanı ve AKP Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan, çözüm süreci başarıyla sonuçlansa da PKK’nın “terör” vasfının ortadan kalkmayacağını ve örgütün sisteme eklemlenmesinin söz konusu olmayacağını vurgulayıp, “Kandil’in işi yokuşa sürme, sabote etme vesaire potansiyeli var. Ama açıktan Öcalan’a oluşturdukları bir mitoloji var, Öcalan figürü var. Bunu tamamen yitirecek bir hamle yapabilecekleri kanaatinde değilim” diyordu.
Özetle “AKP süreci yokuşa sürüyor”ken;[34] 11 yıl hiç yaşanmamış gibi davranan AKP sözcülerinin konuşmalarında bir acaiplik yok mu acaba?
Yıllarca çeşitli halklara ve inançlara sayısız kez hakaret eden iktidar sözcüleri, “çözüm” söylemiyle birlikte, bu sözlerin unutulacağını mı sanıyor acaba?
Ama yine de hatırlatmakta yarar var: AKP’nin tavrı budur!
AKP’NİN DEDİĞİ NEDİR?
Hasan Celal Güzel’in, “Başbakan Erdoğan’ın ünlü sloganındaki ‘Tek Devlet’, hiç tartışmasız ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Türk Milleti, bin yıldan beri bu vatan topraklarında çok çeşitli büyük devletler kurmuş; bu devletler ayyıldızlı Türk Bayrağı’nın altında asırlar boyunca şan ve şeref içinde yaşamışlardır. ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ‘tebaası’, devlet sınırları içindeki Türk Vatanı’nda yaşayan, aralarında hiçbir din, dil, ırk, mezhep, cinsiyet ve siyasî düşünce ayrımı gözetilmeyen ‘Türk Vatandaşları’dır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bağımsız, egemen, millî ve üniter bir devlettir. Özerk Yönetim, Federasyon gibi ayrılıklara gidilemez ve aslâ bölünemez. Türk Milleti, devletine her zaman çok önem vermiş ve emîrine bağlı olmuştur. Devleti vasıflandırmak için bazen mübalağa edilerek ‘Kerîm Devlet’, ‘Rahîm Devlet’ dahi denildiği olmuştur. Millet, yüzyıllar boyunca ‘Devlet’e de Millet, Vatan, Bayrak gibi mukaddes bir kavram olarak bakmıştır,” ifadesi eşliğinde AKP açısından görülmesi gerekiyor: “AKP, Kürt sorununun çözümü sürecini, ABD-AB-NATO desteği ve güdümündeki bir ‘Barış Süreci’ne endeksleyerek, hem Suriye çıkmazından kurtulmaya hem de güçlü tıkanma emareleri taşıyan siyasi projesinin önünü açmaya çalışmaktadır.”[35]
Mustafa Yalçıner’in, “AKP’de ne çözüm için gerekli irade… Ne bunun için atılması gereken adımları atacak birazcık demokrasi ‘barutu’ vardır,” diye tarif ettiği düzlemde, “Açılım” sahtekârlığının ardından “süreç” başlatıldı…
Böylelikle “Emperyalist politikalar çerçevesinde Ortadoğu’nun yeniden dizaynının bir parçası olarak işleyen ‘süreç’, AKP tarafından ‘terörü bitirme’ olarak tanımlanıyor. AKP silahlı Kürt hareketini tasfiye etmeyi amaçlayan politikasını bir bir hayata geçiriyor. ‘Âkîl İnsanlar komisyonu’ ve mecliste kurulan ‘çözüm sürecini değerlendirme komisyonu’ adımları, bu politikanın bir parçası göstermelik manevralar. Bu sürece Dersim’de askeri operasyon, KCK tutsaklarının durumunu değiştirmeyen 4. Yargı Paketi aldatmacası, Dicle Üniversitesi’nde yaşandığı gibi Hizbullah eliyle dinci-gericiliğin Kürtistan’da denetim kurma girişimleri, Roboskî katliamının mecliste aklanması ve AKP’nin gerici anayasa taslağı eşlik ediyor.”[36]
Tamamlıyorum: ‘Türkiye Barış Meclisi’ Dönem Sözcüsü Hakan Tahmaz, Kürt sorununun çözümünde kritik günler yaşandığını belirtip, “Her şeyden önce hükümet çevresinin kibirli dili ve ‘salt parlamentodaki aritmetik çoğunlukla sorun hâlletmeye çalışması’ ciddi sorunlara yol açma potansiyeli taşıyor. ‘İki kişiden birinin oyunu ben alıyorum, ben yaparım’ anlayışıyla davranılması çözümü zora sokuyor, toplumsal katılımı engelliyor. Bu tavır terk edilmelidir,” derken; Davut Bağıstani de, Ankara’nın “barış istediğinde ciddi olduğuna inanmadığını, Erdoğan’ın halkı kandırmaya çalıştığı” vurgusuyla, bölgeye hâkim olma hedefini güdüldüğünü kaydediyor…[37]
BDP CEPHESİNDEN KARELER
BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın, “Bizi anlaşılması zor bir yolumuz yok. Düm düz bir yolumuz var. O da demokratik cumhuriyet, özerk Kürtistan’dır,” dediği;[38] “Kürtlerin demokrasi bilincinin küçümsenmesi kırıcı oluyor” notuyla Fırat Anlı’nın, “Kürtler ‘Biz alacağımızı aldık’ deyip sırtını dönmeyecektir. AKP’yle rekabeti en üst seviyeye çıkaracağız,”[39] diye eklediği tabloda Ahmet Türk diyor ki: “Kürt siyasi hareketinin üstüne yapışan terörist damgasını artık kaldırıyoruz. Bundan sonra sivil itaatsizlik başta olmak üzere haklarımız için çok etkili siyaset yöntemlerine başvuracağız. Sosyalist dostlarımız ‘Kürtler bizi satıyor’ demesin. Biz çok acılar çektik. Bizi de anlayın. Bu fırsatı kaçıramayız…”[40]
Bu “Neyin fırsatı” diye sormaya kalmadan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Zübeyir Aydar diyor ki: “Sosyalist arkadaşlarımız şunu bilmeliler: Bugüne kadar ne söylediysek aynı fikirlere sahibiz.”
“Biz bu çözüm sürecine destek veriyoruz diye bazıları tarafından eleştiriliyoruz. Şunu bilmeliler: Bugüne kadar ne söylediysek aynı fikirlere sahibiz. Sosyalistleri nasıl müttefik gördüysek, öyle görmeye devam edeceğiz. Devleti yöneten kesimle barış yapıyoruz diye merkezi hükümetçi, devletçi, orducu yahut AKP’li olduğumuz anlamını çıkarmamak lazım. Hâlbuki konuya geniş baksalar çok farklı bir şey görebilirler.”
“Bakın, AKP muhafazakâr bir hareket. Diğer tarafta milliyetçi ve ulusal bir kesim var. Ee? Bunların arasında ise dünya kadar Türkiyeli var. Sol ve sosyalist değerlere adını koymasa da bağlı olan. Barışın gelmesiyle sosyalistlere ciddi bir iktidar perspektifi gelecek. ‘Geniş düşünmek’ dediğim budur. Bunu görmüyorlar, sanki biz fikirlerimizden ödün vermişiz, yolumuzdan sapmışız gibi eleştiriyorlar.”
“Kürt sorununun çözülmesi için yüzde 10 barajının düşürülmesi (en az yüzde 5 olmalı diyor), siyasi partiler kanununun değiştirilmesi gerekiyor. Bunlar olduktan sonra seçim sırasında partiler arası ittifak mümkün olacak. Avrupa’da bu hep yapılıyor. İşte bu şekilde irili ufaklı tüm sol sosyalist partilerin temsilcilerini barındıran bir iktidar kuvvetle muhtemeldir.”[41]
Böylesine karşılıksız iyimserlikler arasında Öcalan’la görüşmek için İmralı’ya giden Selahattin Demirtaş, hükümetten gelen açıklamaları överken;[42] BDP Milletvekili Nursel Aydoğan, “Eğer Türk bayrağı devletin kuruluşunda şehit kanını temsil ediyorsa Türk bayrağında on binlerce Türk’ün ve Kürt’ün de kanı vardır” dedi.
KKTC’nin Derince beldesinde düzenlenen Nevruz kutlamalarına KKTC Başbakanı İrsen Küçük, KKTC İçişleri ve Yerel Yönetimler Bakanı Nâzım Çavuşoğlu, BDP Milletvekili İbrahim Binici, BDP’li Aydoğan ve vatandaşlar katıldı. Aydoğan, güvenlik güçlerinin alanda Türk ve KKTC bayraklarının sökülmemesi için nöbet tuttuğunu belirterek Kürt halkının ve hiçbir Kürt’ün asla ve asla bayrağa yaklaşımında bir saygısızlığı, memnuniyetsizliğinin olamayacağına dikkati çekti.[43]
Ayrıca Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ile birlikte Suudi Arabistan’a giden heyette yer alan BDP Hakkâri Milletvekili Esat Canan, konakladığı otele Türk bayrağı astırdı.[44]
Bu abartılara ne demeli?
Hem de Başbakan Erdoğan 15 Şubat 2013’de Çek Cumhuriyeti’nden yaptığı İmralı açıklamasında “Dağdaki teröristle kucaklaşanları İmralı’ya göndermeyiz,” diyerek BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak ve Aysel Tuğluk’un İmralı’ya gidecek ikinci heyette olmayacağını açıklaması ya da BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, “Âkîl İnsan(lar)” heyetlerinin görevinin Başbakan Erdoğan tarafından çizilen “toplumsal algıyı yönetme” misyonuyla sınırlı kalmaması gerektiğini belirtmesine rağmen bunun böyle olmamasına karşın gibi…
“ÂKÎL İNSAN(LAR)” FARSI!
Erdal Yıldırım’ın ifadesiyle, “Sözde barış görüşmelerinin hemen ardından Başbakan R. T. Erdoğan 63 kişiden oluşan, adına da ‘Âkîl İnsanlar’ dediği bir komisyon belirledi. Bu ‘Âkîl İnsanlar’ topluluğuna bakıldığında görülecektir ki, bu komisyon özellikle ve bilinçli bir şekilde İslâmcı ideologlar, teologlar, liberaller ve bir kısım ‘Yetmez, Ama Evetçi’ eski solculardan (bir iki isim hariç) oluşturuldu.”[45]
Bu, KESK Genel Başkanı Lami Özgen’in, “Âkîller listesinde olmam trajikomik” notunu düştüğü bu öyle bir alaşımdı ki, âkîller arasında yer alan bir isim özellikle dikkat çekiciydi. O isim, özel harp eğitimi veren ‘Uluslararası Savunma Danışmanlığı’ (SADAT) şirketinin sahibi Adnan Tanrıverdi’ydi…[46]
“İyi de ‘Âkîl İnsanlar’ ne yapıyorlar” mı?
“Âkîl İnsanlar” komisyonlarının Ege Bölgesi için oluşturulan heyetinde yer alan Fadime Özkan, Fehmi Koru ve Prof. Dr. Baskın Oran, sürecin ne olduğunu bilmediklerini[47] söylüyorlardı.
Özetle “Türkçeye yeni bir kelime daha kazandırıldı, ‘Âkîl İnsanlar’! Gerçek anlamı nedir kimse bilmez ama ne anlatılmak istendiğini hepimiz biliriz. Birçok kelime asıl anlamları dışında kullanılır ve o yüzden o anlamları yaşadığı zaman dilimine göre yorumlamak önemlidir. ‘Âkîl İnsanlar’ bölgelere ayrılarak her bölgenin Âkîl başkanı, yardımcısı ve üyeleri ile birlikte bölgelerinde hükümetin belirlediği konu üzerinde gönüllü olarak(!) konuştuklarını ikna etme ve onları dinlemek üzere yola çıkmış bulunuyorlar.
‘Âkîl İnsanlar’ kendilerinini gerçekten akıllı olduğunu sanmışlar… ‘Biz direktif ile bu işe girmedik’ demişler… Kendilerini akıllı sanıp karşısındakini aptal gören ancak buna benzer cümle kurabilir…
O kadar âkîl olduklarına inanmışlar ki, bir anda Kürt sorunu ve bu sorunun barış süreci için bilmedikleri görüşmelerin sonucunu karşısındakine anlatmaya çalışıyorlar. Bu ancak akıllı biri yapabilir, çünkü bilmedikleri müzakerenin sonucunu fala bakar gibi bilmiş oluyorlar. Müzakerelerin saydam ve herkese açık şekilde olmadığını yayınlanan görüşme notlarına duyulan tepki ile öğrenmiş olduk. ‘Bu müzakerede samimiyse taraflar görüşmeyi gizli tutun’ dediler ‘akıllı adamlar’. (…)
Barış, barış istiyorum demek ile gelmez, barış için mücadele çizgisi uzun ve zorlu bir tarih çizgisidir. O zor çizgiden her birimiz üzerimize düşen görevi yerine getirebildiğimiz sürece barış hayatta karşılığını bulacaktır.”[48]