Kadın sorunu aileden başlayarak tüm toplumda izleri olan kapsamlı bir sorundur. Ailenin kutsallığından ve toplum için oldukça önemli bir yapı taşı olduğundan bahseden çokça bürokrata, din insanlarına, aile büyüğüne veya kendine sosyolog diyen insanlara hepimiz denk gelmişizdir. Ailenin toplum için bu kadar önemli bir kurum olduğundan bahsedenlerin aynı zamanda toplumun yarısı olan kadınları aile içerisinde yaşam boyu tüm varlığını yok sayması tesadüf mü? Yoksa ailenin kutsallığı, atfedilen değerler; bizden bir gerçeği gizlemek için mi?
Erkek egemen ideoloji, meşruiyetini; kadınları ‘doğa’, erkekleri ise ‘kültür’ biçiminde tanımlar. Bütünlüklü bir şekilde bakıp sentezlersek erkek ailede egemen fakat kadın bunun tam zıttı olarak ezilen bir konumdadır. Kimi ailelerde kadın yalnızca çalışma durumu üzerinden bir kâr olarak görülmektedir. Toplumsal cinsiyetçi anlayışa ve klişelere göre erkeğin en önemli rolü ailenin geçimini sağlamak iken, kadının en önemli görevi çocuklarını büyütmek ve aile yaşamının devamlılığını sağlamaktır. Ailenin kutsallığını erkek sağlıyorsa; neredeyse ev içi bütün sorumluluklar neden kadına yüklenmektedir?
Ailenin tanımı veya kökeni
Aile en basit tanımıyla; evlilik ve kan bağına dayanan, eşler, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplum içindeki en küçük birliktir. Aile, özel mülkiyetin ortaya çıktığı süreçten bugüne toplumun temel kurumu olma özelliğini koruyor. Her canlı türü gibi insan türü de kendi devamlılığını sağlamak durumundadır. Ancak insanın, diğer türlerin çoğalmasından farklı olan yanı onun toplumsallığıdır. Ailenin oluşumunda biyolojik temeller olduğu gibi sosyolojik temellerde en az o kadar önemli ve belirleyicidir. Türün kendi varlığını sürdürme gereksinimi sosyolojik alanda; toplumun kendi anlayışı doğrultusunda belli bir işleyişe kavuşturmak için aile kurumunun kurulmasını, nikâh akdi denilen hukuki birleşmeyi, eşlerin birbirleriyle bir nevi sözleşme imzalamasını, miras hakkını, dinsel nikâhı vb. öğeleri görürüz. Nikâh akdi adı verilen bu hukuki birleşme aile kurumunun yasal dayanağıdır. Yine aynı şekilde toplumumuzda imam nikâhı olarak bilinen nikâh türü; aile kurma konusunda dinsel meşruiyetin kaynağıdır. Aralarında nikâh akdi gerçekleşen çiftler resmen evlenmiş olurlar. Kız ve erkek çocuklar; içinde doğduğu ailenin, toplumsal çevrenin ve erkek egemen kapitalist sisteminin etkisiyle kendilerine biçilen toplumsal cinsiyet kimliğine göre programlanır. Böylece kadınlar için ev ile ilgili işleri yürütme ve çocuk bakımı gibi işler öne çıkarken, erkekler için de aile geçindirme, para kazanma, evin reisi olma vb. roller peşin olarak kabul edilmektedir. Kadın yaşama katılımda aileden başlayarak özne olma özelliğini en başından yitirmektedir.
Kadın bir özne, birey olarak kabul edilmemekle beraber; kadın cinsiyet kimliğine içinde saldırı, küçümseme, ötekileştirme, erkek egemen birçok sıfat ve tanımlamayla anılmaktadır. Kadın toplum tarafından ya kız çocuğu, ya ‘iyi’ bir eş, ya bir anne ya da erkeklerin egolarını tatmin edeceği ‘sevgi’ nesnesi konumunda tutulmaktadır. Bu anlayışa göre kadın, kadın olmak dışında her şey oluyor ancak toplumun yarısını oluşturan erkekle eşit haklara sahip bir birey, bir cinsiyet kimliği olamıyor.
a) Kızı çocuğu olarak kadın
Cinsiyet ayrımcılığı birçok ailede bebeğin anne rahmine düşmeden cinsiyetinin erkek olması gerektiği düşüncesiyle başlar. Daha küçücük bir bebekken erkek egemen ideolojisiyle yani ataerkil küçük toplumla burun buruna gelmiş bulunmaktayız. Erkek çocuğa kız kardeşiyle ve dışarıdaki kız çocuklarıyla eşit olduğu öğretilmesi gerekirken toplumsal yapıda ve ailede işler tam tersi gelişir. Kız çocuğu; genel olarak kadın üzerine yüklenen toplumsal ahlakın kavramlarıyla çocukluk çağında tanışır. Kız çocuğu korunması gereken, dışarı çıkmayan, dışarı çıksa da abi-anne-baba üçlemine sıkıştırılıp baskılanan, evde tutulması ve ev işlerinde annesine yardım etmesi gereken bir konumda tutulur. Çocuk yaşta namus kavramının üzerinde yarattığı baskının sonucudur ki; oyun arkadaşları arasında erkeklerle sınır çizmesi gerektiğini hisseder. Yaş ilerledikçe özellikle de namus meselesi üzerinden gelişen baskıda artar. Ailenin belirlediği koşullar ve şartlar dışında bir yaşama sahip olma şansı bırakılmaz. Ailenin rızası olduğu müddetçe, öncede sınırları çizilmiş bir takım hak kırıntıları ve sözde özgürlükler kullanılır. Size ilk öğretilen şey güzel ahlaktan ziyade aile büyüklerine saygıdır. Aile büyükleri her ne kadar yaşamınızı baskılasa da hatta yaşamınızı tamamen belirleme durumunda olsa da saygı gösterilmesi gerektiği, onun da ötesinde ailenin kararları doğrultusunda yaşam sürmenin koşulları yaratılır. Geçmişe kıyasla bugün daha az görülse de; kız çocuklarının eğitim-öğretim hakkını kullanma olanağı halen kelimenin tam anlamıyla sağlanabilmiş değildir. Okuma konusunda öncelik erkeklerin hakkı olarak görülüp onların kalıcı; bizim (evleneceğimiz düşüncesiyle) gidici olduğumuz, okumaya pekte ihtiyacımızın olmayacağı, nasıl olsa bir erkek tarafından yaşam boyu geçindirileceğimiz ailede hakim bir anlayıştır.
b) Eş olarak kadın
Toplumun kadın olma anlayışı; bakirelik üzerinden belirlenmektedir. Evli olmayanlar ‘kız’ evli olanlar kadın şeklinde ayrılır. Ama aslında ezelden beri anne rahmine düştüğünüz andan beri cinsiyetimizin kimliği kadındır. Bunu belirleyen toplum ve kendine göre şekillendirdiği ahlaki değerleridir. Evlilikle beraber kadın olduğumuz olgusu birçok sorumluluğun sonucu olarak tanımlanır. Örneğin; çocuk bakımı, mutfak, evin düzeni, kocaya eş olmak vs. bunların hepsinin sonucuna kadın denilmektedir. Çocuk doğurmakta evli kadının sorumlulukları arasındadır. Doğurgan olmayan kadına toplumun bakış açısı ‘acımayla’ beraber ötekileştiren bir zemindedir. Üstelik bu sorumluluklar kendi içinde yer aldığınız; sadece eş ve çocuğa karşı değil aynı zamanda eşinizin ailesine karşı da yerine getirmeniz istenir. Aslında aile içerisindeki sorumluluklar, çocukların bakımı, ev işleri gibi konular eşler arası ilişkilerde doğal olarak paylaşılması gereken kolektif alanlardır. Ancak mevcut kadın erkek ilişkisinde ise bırakalım kolektif bir aile yapısını; kadının eve ve ev işlerine hapsedilmesiyle erkeğin egemenliğini sürekli kılan bir durum vardır. Öyle ki kadın ev işleri dışında başka bir alanda kendini var etmesi en baştan engellendiği için ev işlerinde çok donanımlı bir köle konumuna getirilmiştir.
Kimi kadınlar ise aile zoruyla, rızası dışında evlendirilip; hemen her gün istemediği bir erkek tarafından evlilik adı altında süreklileşmiş tecavüze uğramaktadır.
Boşanmak isteyenlerde ya boşanmadan önce ya da boşanmadan sonra öldürülmektedir. Bazı durumlarda da mahkeme ‘kadının beyanı esas’tır yasasını anayasasına koyduğu halde kadının beyanını esas almayıp; ‘ailenin kutsallığı’ ve erkeğin egemenliğini korumak esas alınarak duruşma salonları kadın için adeta bir işkenceye dönüşmekte, kadınların boşanma hakkı türlü gerekçelerle çiğnenmektedir.
c) Anne olarak kadın
Söylemde cenneti bizim ayaklarımızın altına serdiğini iddia eden, kadının yaşamdaki yerinden, öneminden bahseden toplum; kadına adeta cehennemi yaşatmaktadır. Özellikle de kadın olmanın annelikle bağı üzerinden kutsallık yaratılır. Ne doğuran evlendiğiyle eşit görülür ne de doğrulan erkek ve kız çocukları eşit görülür. Bu eşitsiz tablodan anne-kız çocuğu, kız çocuğu abla, gelin-kaynana arasında kadın dayanışması gelişmesi gerekirken sonuç genelde erkeğin egemenliğinin kutsanması ile ‘babandır, abindir, kocandır’ şeklinde gelişir.
Anne olma konusunda meselenin bir de erkek çocuk doğurma boyutu var. Doğurmanız yetmez, doğuracaksanız öncelik erkek çocuktadır. Çünkü geçmişten bugüne miras kalmış olan kız çocuğuna negatif erkek çocuğuna yüklenen pozitif anlamlar eskisi kadar keskin olmasa da toplumun bilinçaltında halen dolaşmaktadır. Doğan çocuğun cinsiyeti geçmişe baktığımızda kız çocuğuysa genetik olarak kadın suçlanır. Oysa bilim bunu biyolojik olarak çoktandır açıkladı. Bebeğin cinsiyeti babadan gelen kromozomlar tarafından belirlenir. Fakat yinede erkek olup olmaması ‘erkek adamın erkek çocuğu olur’ anlayışının hazımsızlığıyla anneye bağlanır. Bebeğin cinsiyetinin erkek olması erkeğin başarısı olarak görülürken kadın olması kadının ayıbı ve başarısızlığı olarak görülür. Geçmişte bu saplantılı düşünce; çok eşlilik durumunun ortaya çıkmasının temel nedenleri arasındadır.
Sonuç
Aile ve kadın ilişkisinin; kadının ezilmesini eş zamanlı olarak erkeğin egemenliğini sürekli kılan bir noktada durduğu çok açıktır. Aynı zamanda cinsel meta, ev işçisi, kuluçka makinesi haline getirilen kadının ezilme koşulları mevcutta kapitalist üretim ilişkileriyle birlikte varlığını sürdürmektedir. Sömürünün kaynağını erkek ve kadın arasındaki çelişki oluşturmasa da tarihselliği köklü olan bu sorunu uzlaşır çelişki olarak görmek gerekir. Uzlaşma; kadının özne olarak varlığını toplumsal yaşamda etkin kılabildiği, erkeğin kadınla kurduğu ilişkide egemenliğinin kaynaklarını yıkmaya yöneldiği bir zeminde gerçekleşebilir. Toplumun temel yapısı olarak ifade edilen aile bu haliyle aynı zamanda kadının ezilmişliğinin de temel yapısı arasındadır. Komünist teorinin de ifade ettiği üzere; ailenin özel mülkiyetle çok yakın ilişkisi vardır. Özel mülkiyetin kaldırıldığı, dünya devrimlerinin birçok coğrafyadan yükseldiği aşamada; mülkiyetli toplumdan bizlere miras kalan objektif olarak kadın üzerinde gerici bir kurum haline dönüşmüş olan ailenin de tarihin mantıksal sonucu olarak öznelerin iradi çabasının da etkisiyle tarihten silinen bir kurum haline geleceği açıktır.
Mevcut haliyle aile kurumunun, devrim sonrasında da aşılması, bir çırpıda ortadan kaldırılması pek mümkün değildir, ancak bu noktada devrimin adımlar atacağı, ailenin kapitalist özelliklerden arındırılarak kurallarının ve mantığının daha geçersiz kılındığı, ev işlerinin kolektif olarak halledildiği, kadının toplumsal özne olarak kendi başına yaşama hakkı gibi demokratik bir alternatif yaratımına doğru yol almak gibi adımlar kuşkusuz olacaktır. Özel mülkiyetin ve insanın insan üzerindeki sömürüsünün kaldırılması, kadının kapitalizme göre daha fazla özgürleşme zeminine ulaşması, çocuğun toplumsal bir varlık olarak ele alınıp aile ilişkisinde kan bağına dayalı ilkel anlayışın geriletilmesi gibi yaklaşımlar; aile ve kadın ilişkisinde kadının lehinde bir kopuşu, ileriye atılımı temsil edecektir.
(Kürdistan Komünist Partisi) KKP’li Kadınlar
***
Hypatia
Hypatia; Zamanın çok ötesinde bir kadındı. Tarih onun adını pek az yerde geçirdi. Ama bugün değeri yeniden anlaşıldı. İskenderiyeli Hypatia, zamanın çok ötesinde bir matematikçi, felsefeci ve astronomdu. İşte onun vahşetle biten hikâyesi…
İskenderiye’nin bilgi yumağı atmosferinde zeki mi zeki bir kadın yetişiyordu. Üzerindeki yoğun ilgiyi “ben gerçekle evliyim” diyerek reddeden bir kadındı. Hypatia olmasaydı, bugün matematikte Öklid Kanunları gibi birçok konu bulunmamış olabilirdi. İskenderiye’de kirli planlar kurulmaya başlanmıştı. Sözde din adamı Kiril’in vahşet dolu planları hayata geçiyordu. Kiril’in Hypatia’yı yok etme planları için halkı ikna etmesi gerekiyordu. Ve silahını seçti; Hypatia’nın kadınlığı…
İncil’den yaptığı alıntılarla halkı kadın düşmanlığına sürüklemeye çalışıyordu. “Kadın sessizliği ve uysallığı öğrenmelidir. Kadının ne ders vermesine ne de erkeğin üzerinde yetki sahibi olmasına izin vermeyeceğim, suskun olacak ve sessiz kalacaktır.”
Kiril, Hypatia’nın ölümünü doğrudan emretti veya halkı buna teşvik etti. Halkı kışkırtmış ve halk arasında Hypatia; dinsiz, şeytan ve cadı olarak nitelendirilmiştir. Kadın düşmanı grup, Hypatia’yı linç etmek için bir sabah kapısına dayandı. Önce soydular, sonra midye kabuklarıyla etlerini parçalayıp ateşe atarlar, canlı canlı yakılan bu muhteşem kadın hayata veda ettiğinde 45 yaşındaydı…
Voltaire der ki; “Bağnazlığın masum bir kurbanı; öldürülmesi ise Yunan Tanrıları ile beraber sorgulama özgürlüğünün de ortadan kaldırılışının bir simgesidir.”
Sosyalist Mezopotamya / Mayıs / Sayı: 5
Tüm sayıların PDF formatları aşağıda
Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 1 – Derginin PDF formatı için buraya tıklayın
Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 2 – Derginin PDF formatı için buraya tıklayın
Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 3 – Derginin PDF formatı için buraya tıklayın
Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 4 – Derginin PDF formatı için buraya tıklayın
Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 5 – Derginin PDF formatı için buraya tıklayın