Çeşitli uygarlıklara konu olmuş, kültürel farklılıklarının dışında birbirine çokça benzeyen bir mit vardır: Ülkenin kralı birgün bir rüya görür ve bu çok etkilendiği rüyayı kahine yorumlatır. Kahin, o yıl doğmuş (ya da belli bir kabileden) bir çocuğun, büyüyünce kralı ve imparatorluğunu yok edeceğini söyler. Bunun üzerine telaşlanan kral, kahinin yorumundaki gibi o yıl doğmuş (ya da belirlenmiş kabileden) tüm çocukları öldürür. Yalnız biri aralarından kurtulmayı başarır. Bu çocuk büyür ve kralın korkulu rüyasını gerçekleştirir.
İşte biz kadınlar da bu mitte geçen çocuk gibi, mevcut tüm faşist sistemlerin korkulu rüyasıyız. Bu yüzden tüm faşist, diktatör devletlerde öncelikle hedef gösterilen kadın ve onun özgür yaşamıdır. Kadına kendi kimliği dışında her türlü sıfatı kendi çıkarları doğrultusunda yüklemeye çalışan, her türlü şiddete, çaresizliğe ve sindirmeye yönelik politikalar uygulayan bu zihniyetler, en çok kadının renklerinden korkarlar. Erk-kısır, karanlık ve kokuşmuş fikirlerini, sahip olduğumuz renklerin aydınlığında gün yüzüne çıkaracağımızı bilirler. Binlerce yıllık egemen zihniyetlerine kalkan görevi gören kara çarşafta, bu nedenle bu kadar ısrarcıdırlar. Kara çarşafı kadının bedenine ama en önemlisi de ruhuna giydirmeye çalışırlar. Çünkü ruhlarımıza giydiremedikleri çarşafın yalnızca bedenlerimizi sarması, onlar için hala tehdit oluşturduğumuz anlamına gelir. Tek başına bedende, kalıcı olamayacak kara çarşaf, işte bu nedenle öncelikle ruhlara giydirilmelidir.
Ruh kara çarşafa nasıl mı bürünür? İdeal kadın tipi, istenilen kadın tipi, erkek beğenisi başlıkları altında ve daha binlerce çeşit yöntemle- açık ve gizli mesajlarla, medya ile bilinçaltı zehirlenerek karanlık dayatılır. Ancak dünyanın her yerinde en çok başvurdukları ve sonuca en iyi varacaklarını düşündükleri, manevi yönü güçlü olan dini baskıdır. Din gibi toplumda zaaf olmuş, kuralları tabulaşmış ve hatta toplum kültürünü bile etkisi altına alabilen ağır silah; zaten insanlık tarihi boyunca egemen cinsiyetçi algının kadına duygusallık atfedip, böylelikle manevi yönünü besleyen kadın için elbette en keskin silahlardan biri olabilir. Tanrısal otoriteyi, aslında tanrının otoritesini sarsarak kullanan bu zihniyet kadınla beraber aynı zamanda insanların dini duyguları da sömürülür. Ancak şunu da belirtmeliyim ki bu silahların hedefi vurup, sonuçta karanlığa mahkum etmesi için, kadının da ancak bu retoriğe inanması gerekir. Kısacası ruhlar bu zehirli retoriğe inandıkları vakit kara çarşafı da giymiş olur.
Böylelikle renklerimiz ( fikirlerimiz ) kara çarşafın altında dışarıya ancak gölge olarak yansıyacak, bu sayede kadın karanlığın kıskacında biat ettirilip köleleştirilerek, mitteki çocuk misali tehdit olmaktan çıkacaktır.
Anlaşıldığı gibi korkması gereken, çaresiz olan biz değil, aksine kendileridir. Biz kadınlara gelince, yapmamız gereken aslında bedenimizdeki ve ruhumuzdaki kara çarşafı atıp, renlerimizi özgür bırakmaktan başka bir şey değildir. Gerisini renklerin cazibesi ve aydınlığı halledecektir. Böylelikle kadın karanlığın ödünü patlatacak ve yine doğanın, toplumun kahramanı olacaktır.