Gündem ülke de ve bölgede sıcak politik sorunlarla yüklü. Ortadoğu-Kürdistan üzerinde savaş iklimi giderek ağırlaşıyor. Ama bu ara sosyalistlerin zihnini Castro sonrası Küba ne olacak sorusu da takılı. 20. Yüz yıl sosyalist rejimleri (reel sosyalizm) neden yıkıldı? Küba’nın geleceği de bu hacimli sorunun yatında bulunuyor. Bu sorunun yanıtına odaklanmış onlarca hatta yüzlerce kitap, makale yazıldı. Yine onlarca, yüzlerce panel, konferans düzenlendi, düzenleniyor.
Böylesine hacimli ve ucu ekonomiden siyasete, felsefeden iktidara varana kadar her yere uzanan, küresel çapta 8o yıllık bir deneyimi içeren meseleyi uzun da olsa bir makalede özetlemenin güçlüklerini yaşayacağımızı bilerek ele alacağız.
Reel sosyalizm neden yıkıldı sorusuna yanıt ararken “zaten sosyalist değillerdi ki neyini tartışalım” diyen yaklaşımlar olabilir, ben böyle düşünmüyorum ve sekiz temel başlık altında “neden yıkıldı” sorusuna yanıt arayacağız.
I – Özel Mülkiyetin Tarihi Kökleri Ve Küresel Devrimci Dalgaların Çapının Reel Sosyalizmin Yıkılışındaki Rolü!
Özel mülkiyetin köklerinin, hem 10 bin yıl gibi geriler dayanması hem ayrıca insan yaşamının tüm ilişki ve alanlarını derinden etkilemesi nedeniyle güçlüdür haydı deyince sökülüp atılması kolay değildir. Araştırmalarla paralel antropolojik verilerin yenilenmesi özel mülkiyetin ilk doğuşuna ilişkin tarihinde de sürekli değişiklilere neden olmaktadır. “Tarih Sümerle başlar” tezine göre, uygarlık başlangıcı Milattan önce 3000-3500 yıl gerilere dayandırılırken, son antropolojik veriler özellikle Batman Hallan Çemi, Diyarbakır Çayönü ve Urfa Göbekli Tepe’de ilk yerleşim ve ilk tapınakların yanı ilk uygarlıkların ortalama M Ö 10 bin yıl gerilere dayandığının ortaya çıkmasıyla paralel özel mülkiyetin tarihi köklerinin de daha uzun zaman dilimine dayandığı açığa çıkmış oldu.
Sosyalist devrimlerin, kapitalist ya da yarı feodal toplumun yıkımını hedef almaları özel mülkiyetin toplum yaşamında sökülüp atılması açısından farklı sorunları da beraberinde getirir.
Bilindiği gibi kapitalizm; tarihte kölecilik, feodalizm gibi toplumlardan farklı olarak ilk ve son mülkiyet egemen toplum biçimidir. Kapitalizm öncesi toplumlarda egemenlerin politik iktidar çıplak iken, kapitalizmde sermayenin politik iktidar sivil toplum (parlamentarizm ve daha bir dizi kurum ve ilişki) ile örtük hale getirilmiştir. Kapitalizmde mülk sahiplerinin iktidarı, kölecilik ve feodalizmde göründüğü gibi çıplak değil yanı “aha bakın sermayenin politik iktidarı budur” diyemiyorsun. Kapitalist özel mülkiyetin, önceki özel mülkiyet biçimlerine göre en önemli avantaj ve direnç noktalarından biridir. Kapitalist toplumlarda büyük sermaye grupları, toplumun en alttaki küçük idari ve siyasi biriminden devlet ve hükümetin en tepesine varana kadar iktidardırlar ancak iktidarları çıplak görünür değil belirttiğim nedenlerle üstü örtüktür.
Bu özelliği kapitalizmi kendinden önceki özel mülkiyetli toplumlardan ayırt eden bir başka yönünü açığa çıkartır: bu özellik, kapitalizmin politik iktidarların denetiminin dışına çıkabilen istisnai ekonomik sistem oluşudur. Devlet ekonomiden elini çeksin” çağrı ve pratiği bunu en net ifade eder!
Dostlar, yoldaşlar!
Kapitalizmin özetlediğim özelliğinden dolayı peş peşe küresel çapta gelişen iki büyük antikapitalist devrimci kalkışma (iki büyük küresel devrimci dalga) O’nu bir daha geri gelmeyecek çapta yanı tarihi kökleriyle birlikte söküp atamadı. Bu tarihi önemdeki görev, 21. Yüzyıl devrimci kalkışmasına kaldı. Bu hesabın bu yüzyıl içerisinde nihai olarak görüleceği inancındayım. Bu yöndeki görüşlerimi “Kapitalizmin Tarihsel Fiziksel Sınırları” adlı kitabımda ayrıntılı belirtmiştim.
19.yüzyıl küresel devrim dalgasıdır. 1830’larda filizlenen 1848 devrimleriyle gelişen ve 1871 Paris Komünü ile doruğa varan devrimci dalga, özellikle Avrupa’da kapitalizmi sarsmış, yer yer kapitalizm ağacının dallarını kırmakla da burjuvazinin yüreğine ilk ciddi korkuyu salmıştı. Ancak özetin özeti olarak 19.yüzyıl devrimci kalkışmasının çapı, derinliği, birikimi kapitalizmi nihai olarak aşmaya (kapitalizm ağacını kökünden sökmeye) gücü yetmedi. Yol açtığı devrimci iktidar olarak Paris Komünü ancak 71 gün yaşadı ve Fransa burjuvazisi ile egemenlerinin saldırısı sonucu yıkıldı. Küresel devrimci dalga geri çekildi. Burjuvazi, yenilen, geri çekilen 19. Yüzyıl devrimci dalgasının ileri değerlerini içeriğinden boşaltıp kullanarak kendi iktidarını pekiştirmeye çalışırken, komünist hareket ve uluslar arası emek hareketi ise 20. Yüzyıl devrimci dalgası olarak yeniden yola koyuldu diyebiliriz.
20.yüzyıl devrimci dalgası, 19. Yüzyıl deneyiminden de ileriye yönelik çıkarılan derslerle çap ve derinlik olarak daha güçlü gelişti. Hem coğrafik alan hem de nüfus olarak küremizin önemli bir kısmında sosyalist rejimler iktidar oldular. Başka bir ifade ile sosyalizm bir ütopya olmaktan çıkıp bir vaka, olgu haline gelerek reel hale geldi. SSCB’den Çin’, Küba, Vietnam, Angola, Doğu Avrupa vb geniş bir coğrafik alanda iktidar olmasına ve kapitalizmin gövdesinde de ciddi bir yarılma gerçekleştirmiş olmasına rağmen küresel çapta ve nihai olarak kapitalist sistem aşılamadı. Aşılamayana dönülür misali, kapitalizm ağacı kendini yeniden onardı. Kapitalizmden komünizme geçişin alt evresi olarak sosyalizm evresinde sabit olarak durulamazdı ya komünizme yanı devletsizliğe geçiş sağlanacaktı ya da kapitalizme dönülecekti. SSCB’nin yıkılışı dönüş sürecini noktaladı. Sonuç olarak, kapitalist sistemin köklü aşılması görevi 21. Yüzyıl devrimci dalgası ve dinamiklerine kaldı.
İlginçtir, Paris Komünü 71 gün yaşarken, SSCB ise 71 yıl yaşadı! 21. yüzyılın SSCB’sinin ise, nerede kurulursa kurulsun, kurulduğu anda itibaren sönümlenerek nihai dünya düzeni olan devletsiz komünal topluluklar olarak komünizme geçiş sağlanacağı görüş ve inancındayım.
II- Fosil Enerji Kaynakları Ve İçten Patlamalı Motor Düzeneği Üzerinde, Kapitalist Uygarlık Kuruldu Fakat Komünist Uygarlık Kurulamazdı.
Kapitalist sanayi uygarlığına iki şeyin üzerinde yükselmişti: fosil enerji kaynakları ve içten patlamalı motor düzeneği! Onca teknolojik gelişmeye ve 300 yıllık geçmişe rağmen kapitalist uygarlık ne fosil enerji kaynaklarını ne de içten patlamalı motor düzeneğini aşamadı. İkisine de bağımlılığı devam ediyor. Fosil enerji kaynakları sınırlıdır yanı güneş enerjisi gibi sınırsız ve temiz değildir. Dolaysıyla fosil enerji birimi üretimin temel girdilerinden biri olarak kaldığı müddetçe de zenginlikler de sınırlı kalacaktır, çünkü sınırlı enerji üzerinden sınırsız zenginlik üretemezsin. Bu duruma kapitalist uygarlığın egemen sınıfı olarak burjuvazinin kâr amaçlı üretim-tüketim kalıpları eklenince sınırlı üretim daha da sorunlu hale gelir.
Sosyalizm ve onun üst evresi olarak komünizm, devletsiz, özel mülkiyetsiz yaygın komünal topluluklar olarak bambaşka bir uygarlığı simgeler ki en başta kapitalist uygarlığa özgün fosil enerji kaynaklarını ve dolaysıyla içten patlamalı motor düzeneğinin aşılması gerekir. Ancak sosyalizm projesinin 20. Yüzyıl devrimleriyle kazandığı politik içerik olarak Reel sosyalizm ne fosil enerji kaynaklarını ne de içten patlamalı motor düzeneğini aşamadı. Bu açıdan kapitalist uygarlığı aşmak bir yana ancak kimi yerlerde O’nu yakalayabildi diyebiliriz. Aşamayınca, Reel sosyalizm altında yanı sosyalist rejimlerde mülkiyet gereksizleştirilemedi, çekiciliği (cazibesi) alınamadı ve mülkiyet hırsızlığı bir biçimiyle reel sosyalizmde devam etti.
Mülkiyetin çekiciliği alınıp gereksizleştirilmeyince devlet de tüm toplumun temsilcisi haline gelerek sönümlenemedi. Bu iç unsurun yanı sıra dış faktörler de devletin sönümlememesinde etkili oldu ki bu konu üzerinde ayrı bir başlık altında duracağız.
Sınırsız enerjiyi gerektiren komünist uygarlık, kapitalist uygarlığın sınırlı enerji seçeneği olan fosil enerji kaynaklarına dayalı olarak kurulamazdı, kurulamadı da. Sonuç olarak; sosyalist rejimler ve özelde de SSCB; ya komünizme doğru yanı devletten devletsizliğe evirilerek komünizmin alt aşaması sosyalizmden üst aşmasına geçiş sağlanacaktı ya da gerileyip yıkılacaktı. Yıkıldı!
III – Marksist Teoride, Burjuva Devletin Yıkılması Net Olarak Var, Fakat Sosyalist Devletin Güçlendirilmesi Yok!
Komünist partiler, başta SSCB olmak üzere iktidar oldukları yerde, pratikte teoride, Marksist teoride olmayan kimi uygulamalarla da yüzleştiler. Neydi teoride olmayan ama pratikte yüzleşilen sorunlar? NEP(Yeni ekonomi politikası) ve sosyalist devletin güçlendirilmesi bunların başında gelir.
Marksizm’in devlet kuramında ve ona ciddi katkı yapan Leninizm de, burjuva devletin yıkılması net olarak var ama sosyalist devletin güçlendirilmesi diye bir şey yok, olamazda! Marksist teori, burjuva devletin yıkıntıları üzerinde kurulacak olan devlet olmayan devlet olarak sosyalist devletin güçlendirilmesini değil, tersine kurulduğu andan itibaren devletten devletsizliğe doğru sönümlenmesini öngörür. Bir devlet (sosyalist devlet) düşününki eski devletin yıkıntıları arasında kurulduğu andan başlayarak eriyerek sönümlenecek! Yanı sosyalist devlet kurulurken aynı zaman diliminde sönümlenecekti! Teori böyle diyordu ve bu doğruydu fakat pratikte tersi oldu, sosyalist devlet güçlendi, güçlendirmek zorunda kaldılar.
Her şey bir yana genç sosyalist devleti kuşatan emperyalist kapitalist devletlerin varlığı yeni kurulan sosyalist devletin güçlendirilmesini zorunlu kılıyordu. İkilem şu idi; ordu başta olmak üzere sosyalist devlet ya her açıdan güçlenecekti ya da emperyalist kapitalist saldırılar altında yok edilecekti! Sosyalist devlet güçlendirildi! Demek ki sosyalist devletin sönümlenmek yerine güçlenmesinde, emperyalist kuşatmanın varlığı belirleyici faktördür.
SSCB kurulduğu andan itibaren öngörülen, beklenilen Avrupa ve hatta dünya devrimleri ardışık olarak gelseydi yanı emperyalist-kapitalist kuşatma tümüyle kalkmasa bile tehdit olmaktan çıksaydı, o zaman sosyalist devletin güçlenmesi değil erimesi, sönümlenmesi gündemleşirdi.
Sosyalist rejimlerde devletin güçlendirilmesi, başta sosyalist rejimlerin dış saldırılara karşı korurken, sonraki süreçte güçlü devlet ve bürokratikleşme ile paralel yıkılmansın nedenlerinden biri haline geldi.
Ayrıca ekleyelim ki, kimi yerlerde ulusal kuruculuk hatta uluslaşma ile sosyalist inşanın aynı süreçte yaşanıyor olması bir başka handikaptı. Örneğin Orta Asya Türki Cumhuriyetlerini ele alalım. Çoban kabileler halinde yaşayan bu halklarda sosyalizm altında aynı zamanda uluslaşma sürecini yaşanırken sosyalist devletin sönümlenmesi mümkün mü? Hayır!
IV – 20. Yüzyıl Devrim Üssünün Rusya Olmasının Beraberinde getirdiği Sorunlarda Oldu!
Ekim sosyalist devriminin kapitalist Batı Avrupa yerine yarı feodal Rusya’da gerçekleşmiş olmasının beraberinde getirdiği bir dizi sorun oldu. Bu durumu ben bir yazımda, “Lenin, Leninizm Ekim 1917 sosyalist devrimiyle zafer kazanırken aynı süreçte kaybetmenin ağır sorunlarıyla da yüzleşti” diye belirtmiştim. Bolşevik parti ve Lenin, Ekim Devrimi ile zafer kazandığı aynı süreçte neleri kaybetmişti?
Birincisi; bilindiği gibi burjuva demokratik devrimi yaşamamış ülkelerde sosyalist inşa sürecinde ciddi arka plan sorunlarıyla yüzleşildi, bunların başında da izlenen NEP(Yeni ekonomi politikası) gelir. Sosyalist rejimde sosyalist inşa geliştirilirken aynı süreçte bazı alanlarda kapitalizmin de geliştirilmesi ama bu süreçte sosyalizmin kapitalizme üstün olduğunun emekçilere yaşatılarak gösterilmesi yanı kapitalizm geliştirildiği süreçte kapitalizmin aşılması hedefleniyordu.
İkincisi; yine SSCB özelinde işçi sınıfı devrimin ilk yıllarında hem nicel olarak zayıftı hem de peş peşe yaşanan iki büyük dünya savaşında ve elbette esas olarak da İkinci Dünya savaşında öncü müfrezelerini büyük oranda kaybetmesinin ağır sorunlarını da yaşadı. İşçi sınıfı toplam halk kitleleri içerisinde oransal olarak ve işçi sınıfı içerisinde de kalifiye emek gücü zayıftı. İşte zayıf olan kalifiye emek gücünün önemli bir kısmı da ikinci Dünya savaşında kaybedildi.
Üçüncüsü; ekonomide yereli göz ardı eden katı merkeziyetçi planlama, yine başlangıçta kırsal kesimin ve ulakların zorla tasfiyesi, sanayileşme, kalkınma ve bütün bunlarla ikinci Dünya savaşına hazırlanma gibi önemli bir ilerlemenin öğesiyken, sonra yıkımın bir öğesi haline gelecekti. Süreçte adım adım merkezi planlamanın yerel planlama ile tamamlanması yanı ekonomik sosyal hayatta yerel iradenin dolaysıyla planlamanın hayata geçirilmesi gerekirken katı merkezi planlamada ısrar edildi.
Dördüncüsü; burjuva demokratik evreyi yaşayıp aşamamış olması, Rusya’da Ekim devrimi sonrası doğrudan demokrasinin araçları olan asker, işçi ve köylü Sovyetlerinde ciddi sorunlara yol açtı. Ordu yapılanmasında başlayan doğrudan demokrasi uygulamasının sonlandırılmasını işçi ve köylü Sovyetleri izleyecekti. Başlangıçta kendi subaylarını doğrudan seçimle askerlerin seçtiği uygulamanın yarattığı en büyük sorun iç demokrasi kültürünün gelişmemiş olması nedeniyle askerler kendi aralarında seçtikleri subayların (üstlerinin) ….na parmak atmaya başladılar! Asker Sovyetlerinde doğrudan demokrasi uygulamasının kaldırılmasını çok geçmeden işçi ve köylü Sovyetleri izleyecekti ki bu gelişme bürokrasi ve devletin güçlenmesi dolaysıyla da yıkımın esas nedenlerinden biri olacaktı.
Beşincisi; Yukarıda da değindim gibi Orta Asya ve Kafkasya, tabi ki Vietnam, Angola gibi yerlerde ulusal kuruculukla sosyalist inşanın üst üstte aynı süreçte yaşanıyor olmasının yarattığı dev sorunlar oldu. Her şey bir yana ulusal kuruculuğun gündemde olduğu bir ülkede ilk adımda devletten devletsizliğe geçiş değil devletin güçlenmesi yaşanacaktır, yaşandı çünkü ulusal kuruculuk devletin zayıflatılması değil güçlendirilmesi esastır.
Altıncısı; Çekirdek aile meselesidir. Engels, “Ailenin mülkiyetin ve devletin kökeni” adlı eserinde devlet aile, çekirdek aile meselesi üzerinde durmuştu. Burada da SSCB pratiğinde sosyalist rejimin yüzleştiği sorun diğerleriyle benzer. Orta Asya Türkî Cumhuriyetleri, Sibirya ve Kafkas halklarında kapitalizm öncesi kabile, aşiret ve geniş aileye dayalı toplumsal yapının çekirdek aile lehine aşılması sosyalist rejimin görevleri arasındayken, böyle bir toplumda yine sosyalist devletin, devlet olmayan devlet olarak aşılması değil güçlenmesi söz konusuydu.
Çarlık Rusya’sında önce Şubat ardında Ekim devrimiyle Bolşevikler ve özelde de “Leninizm zafer kazanırken kaybetmenin sorunlarıyla yüzleşti” derken özetlediklerimi kastettim.
Kısacası SSCB devlet olarak büyürken, gelişirken, modernleşirken aynı süreçte yıkımın (çöküşün) tohumlarını da ekiyordu.
V- Sosyalist Rejimlerde Özgürlükler Alanının Daraltılması Yıkımın Bir Diğer Nedenidir!
Bir; Sovyet insanının, “biz devrimi her şey insan için, insanın özgürlüğü için yapmıştık ama sosyalizmde bireyin özgürlüğünü ortadan kaldırdık” demesi aslında çok şeyi özetliyordu. Sosyalist devrim, toplum ve bireyin özgürlüğünü temel bir hedef olarak yığınların önüne koymuştu ama devrim sonrası sosyalist iktidarda birey ve toplumun özgürlüğü, “devletin yüksek çıkarları” adına katı disiplinle kuşatılarak kuşa çevrildi. Biliniyor Liberal doktrin, özgürlükleri devlet çerçevesinde ortaya koyarken, Marksizm devlet olmayan devlet olarak geçiş devletinin sınırları içerisinde yanı çok geniş ufukla ele alır. Böyle olmasına rağmen 20. Yüzyıl sosyalist rejimlerinde özgürlükler kuşa çevrildi ki sosyalist devletlerin yıkılışlarının en büyük nedenlerinin başında yer aldı! Neden?
Bir; SSCB’nin küresel düzlemde ABD ile askeri rekabet ve denge arayışının ekonomik bedeli içerde ağır oldu. ABD ile güç yarışında Küba, Vietnam, Angola ve Doğu Avrupa’nın ekonomik, askeri yükü SSCB’de ekonomik, sosyal yaşamı olumsuz etkiledi. Devlet, ekonomik refahın sağlayacağı esnekliği arkalayarak özgürlükler alanını genişletemedi.
İki; SSCB teknolojik alanda özelliklede askeri ve uzay teknolojisinde ABD ile rekabet eder hale geldi ama teknolojiyi ekonomik, sosyal hayata uyarlayamadı. Örneğin en güçlü uzay aracını, uçak ve tankı yapan SSCB, halka kaliteli sabun ya da giyim malzemesi sunmayı beceremedi.
Üç; Üretim sürecinde kapitalist Batı’da bir işçinin yaptığı işi SSCB ve diğer sosyalist ülkelerde üç işçinin yapıyor olması hantallığı, “sallabaşı al maaşı” olumsuzluğunu içerse de genel hatlarıyla olumluydu. Esas sorun, teknolojik gelişmelerin desteğiyle üretimde canlı emek yerine nesnelleşmiş emeğin (makine, robot) yer alması oranının büyütülerek, canlı emeğin (işçinin) zamansal olarak doğrudan çalışma iktisadından tümüyle olmasa da yarı yarıya özgürleşmesi geliyordu ki reel sosyalizm bunu başaramadı. İşçilerin çalışma zamanın iktisadi üretimden tümüyle özgürleşmesi sosyalist aşamada mümkün olamazdı bu ancak devletsiz toplum olarak komünizmde mümkün olabilir ki o zaman da zaten işçide işçi olmaktan çıkar! Yanı devletten devletsizliğe geçiş süreci, işçiyi işçi olmaktan çıkartacak olan geçiş süreciyle paralel gelişmesi gerekirdi. İkisi de başarılamadı.
Dört; 20. Yüzyılın genel bir uygulaması olarak disiplin içerisinde özgürlük yanı disiplin-özgürlük ilişkisinin (dengesinin) disiplin esas alınarak kurulması, partide, devlette her alanda özgürlükler alanının daralmasına neden oluyordu. Her şey disiplinli parti, disiplinli devlet vb için kurgulandığında özgürlük disiplinle kuşatılarak etkisizleştirildi. Öyle ki süreçte oksijensiz kalan çelik disiplin kendiliğinden çürüyüp yıkılacaktı. SSCB’nin dış ve iç bir saldırı, ayaklanma olmadan yıkılmasının başka bir izahı yoktur.
Aynı ilişki demokratik-merkeziyetçilik meselesinde de görülür. Demokrasi ile merkeziyetçilik ilişkisi(dengesi) de merkeziyetçilik esas alınarak kurulduğundan yine gerek partide gerekse devlette demokrasinin merkeziyetçilik tarafından kuşa çevrilmesi yıkımın bir diğer nedenidir.
VI – Partide, Sendikalarda Ve Devlette Büyüyen Bürokrasi !
Devletin kendisi dev bir teşkilatlanma olarak zaten başlı başına bürokrasinin kendisidir. Üstelik sözü edilen devlet kurumsal olarak zayıflayacağına tersine güçlenmiştir. Devletin güçlenmesi bürokrasinin de güçlenmesidir ki gerek SSCB gerekse diğer sosyalist rejimlerde devlet ile paralel bürokrasiyi de güçlendirdiler.
Siyasal alanda işçi, köylü ve asker Sovyetlerinde doğrudan demokrasiden kopuş; ekonomik alanda ise, katı merkezi planlama gibi uygulamalar beraberinde bürokrasi belasını da büyüttü. Öyle ki bürokrasi belası parti örgütlenmesini de virüs gibi yukarıdan aşağıya saracaktı. Lenin’in iktidar yıllarında söylediğini burada bir kez daha kullanayım:
“Her yıl kongresini toplayan (son kongresinde bin üyeye bir delege düşmüştür)parti, 19 kişiden oluşan ve kongrede seçilen Merkez Komitesi tarafından yönetilir; Moskova’daki günlük çalışma Örgütlenme Bürosu ve Politik Büro diye bilinen beş Merkez komitesi üyesinden oluşan ve Merkez Komitesi Plenumlarında seçilen daha da dar kurullar tarafından yürütülür. İşte size tam bir ‘oligarşi’. Parti Merkez Komitesinin yönlendirici talimatları olmadan, Cumhuriyetimizin hiçbir devlet kurumunda hiçbir önemli siyasal ya da örgütsel sorun karara bağlanamaz” Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı sf; 42 Inter Yayınları)
VII – SSCB’nin Yeni Bir Doğu-Batı Sentezinde Yarı Yolda Kalmasının Yarattığı Sorunlar!
Dostlar, Yoldaşlar!
Ekim Devrimi, küresel çapta yeni bir Doğu-Batı sentezini yaratma yolunda ileri bir hamleydi. Doğu kalkışlı ama Batının ileri değerlerini de içselleştirmek isteyen bir devrimci hamle, bir sentezdi. Doğudan çok şey alan ama Doğuyu dışlayarak bunu yapan, yanı Doğu-Batı sentezini dışlayan Batı Avrupa Merkezciliğinin aksine, Ekim Devrimi ve Lenin Avrupa merkezciliğini reddederken bunu Batı düşmanlığına vardırmadan yaptılar.
Ekim Devrimi, yeni bir Doğu-Batı Sentezi yönünde yol katletti, ancak birçok alanda olduğu gibi bu alanda da yarı yolda kaldı. Süreçte Batı’nın modernist disiplini ile örtüştükçe Doğu’dan koptu ruhsuzlaştı, iddiasızlaştı ve içeriği boşaldı.
SSCB ve diğer sosyalist ülkelerde akıl, ne kapitalist Batı ülkelerinde olduğu gibi iktisadi akla dönüşerek akıldışılığa vardırıldı, ne de akıl, iktisadı akıldan koparak özgürleşebildi. Burada da tam anlamıyla iki ara bir derede kalma durumunu yaşadı.
Doğu-Batı sentezinin derinleşmemesinde, yukarıda belirttiğim sorunların toplamıyla paralel dünya komünist hareketinin enternasyonal alanda parçalanmışlığının da payı olmuştur. SSCB ve Çin merkezli karşıtlaşan Dünya komünist hareketinden her birinin kendi penceresinden bakışı sentezi olumsuz etkilemiştir.
VIII- Lenin-Trotsky-Stalin….Olarak Siyasal İradenin Rolü!
Öncelikle bir şeyi belirteyim: yukarıda reel sosyalizmin yıkılış nedenlerini ele alırken determinist yanı nesnelci ağırlıklı bir değerlendirme yaptığım söylenebilir. Yıkılışta iradenin yani yönetim tarzının payı yok muydu vardı ama belirleyici değildi.
Reel sosyalizmin yıkılışına ilişkin değerlendirme geçmişin değerlendirmesidir dolaysıyla determinist olmak zorundadır. Genel olarak geçmiş olgu ve olayları değerlendirirken olabildiğince nesnelci, geleceği değerlendirirken ise tersine olabildiğince iradeci olmamız gerektiğine inanıyorum.
Meselenin irade yönüne gelince, elbette Lenin ve Stalin başta olmak üzere Bolşevik kadrolar geliştirdikleri devrimci muhalefetin gereği olarak devrimci müdahaleyi olabildiğince geliştiren yanı iradeci liderlerdi. Ancak aralarında farklar vardı. Lenin’in en büyük özelliği değişen hayata teoriyi uyarlamak olmuştur, O hiçbir zaman hayatı teoriye uydurmaya zorlamadı daima tersini yaptı. Ama Lenin’in sadık öğrencisi olmanın ötesine gidemeyen Stalin, Lenin’in ölümünün ardından hayatı zorla da olsa yenilenmeyen teoriye uydurmaya yönelmiştir. Bu uygulama, kısa sürede yanı Batı Avrupa’nın ortalama 100 yılda yaptığını Stalin zorla başta ulaklar olmak üzere kırsal alanı 20-30 yılda sanayileşme lehine tasfiye etmiştir. Bu zorla tasfiye SSCB’yi İkinci Dünya savaşında ve sonrasında ABD ile küresel güç yarışına girmede büyük avantajlar sağlamıştır ama telafisi mümkün olmayan ve sonradan çözülüşün nedenleri haline gelen ciddi sorunlara da yol açmıştı. Peki ya Trotsky? Stalin’in yerine Trotsky’i koyun değişen bir şey olmayacaktır, çünkü ekonominin askerileştirilmesinde Trotsky, Stalin’den daha katı savunur.
Şunu ekleyerek bitireyim, 20. Yüzyıl sosyalizm pratiği şunu gösterdi; tek ülkede devrim ve sosyalist iktidarın kuruluşu mümkün ama tek ülkede devletsiz toplum olarak komünist topluma geçiş, komünist uygarlık mümkün değildir!
- yüzyıl sosyalist rejimlerinin neden yıkıldığının üzerinde durduk ama yıkılan reel sosyalizmin dev kazanımları da olmuştur ki bu ayrı bir değerlendirme konusudur.
- Yüzyıl eşitlik, adalet, özgürlük ütopyası reel sosyalizm ile somut içerik kazandı. Şimdi 21. Yüzyıl ütopyasının içerik kazanacağı 21. Sosyalizmi uğruna mücadeleyi geliştirmemiz gerekiyor!
Not: ikinci makale konusu, 21. YÜZYILDA, SOSYALİZMİN ANA ÇİZGİLERİ