“… ‘Paris’te genç iken koyu Baudelaire’perest idim’ der ya Yahya Kemal bir şiirinde, nasıl oldu bilinmez, daha 18 yaşında Çorum’da yaşayan bir ‘Baudelaire’perest’di,”[2] O…
“ÇORUMLU ‘BAUDELAİRE’PEREST”: SAİT MADEN[*]
TEMEL DEMİRER
“Morti docentus vivi.”[1]
“… ‘Paris’te genç iken koyu Baudelaire’perest idim’ der ya Yahya Kemal bir şiirinde, nasıl oldu bilinmez, daha 18 yaşında Çorum’da yaşayan bir ‘Baudelaire’perest’di,”[2] O…
Sennur Sezer’in, “Şiiri dünyadaki sonsuz kıpırtının bir ucunda dönüp durur. Gökyüzündeki görülmez dönüp duruşu gibi sözcüklerin, som ve ağır. Bir kuyuya bakar gibi bir baş dönmesi sarar okuru,” diye betimlediği Sait Maden’in, “Çok cömert, çok efendi, çok çalışkan, çok yaratıcı, çok inatçı (yaptığı işte inatçı, ilkelerinde inatçı, mükemmeli yakalama çabasında inatçı), çevresine sonsuz saygılı yüreği durduğunda, günlerden 19 Haziran’dı… Dünya şiirine olan egemenliği, evrensel kültür birikimi Onun kendi şiirini de değiştirdi. Evrenselle yerel arasında, sesle çizgi, susuşlarla haykırışlar arasında köprüler kurdu.”[3]
* * * * *
Şair, ressam, grafik sanatçısı, çevirmendi; 19 Haziran 2013 tarihinde yaşama veda ettiğinde 82 yaşındaydı…
1931’de Çorum’da dünyaya gelen Sait Maden, İstanbul’da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenim gördü. Maden’in ‘Soyut’, ‘Yazko Edebiyat’, ‘Somut’, ‘Gösteri, ‘Adam Sanat’ gibi dergilerde yayımlanan şiirleri ‘Açıl, Ey Gizem’ (1996), ‘Hiçlemeler’ (1997) ve ‘Yol Yazıları’ (1997) başlıklı kitaplarda toplandı.
“Dünyası, gözlerini açtığı Orta Anadolu kenti Çorum’la sınırlı kalmamıştı. 13 yaşındayken şiir yazmaya, 18 yaşındayken Fransızca’dan çeviriler yapmaya başlamıştı. Şiir ve resme olan tutkusu nedeniyle yolu, İstanbul’da, bir başka şair-ressam olan Bedri Rahmi Eyüboğlu ile kesişmişti. 1955 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim bölümündeki Bedri Rahmi Eyüboğlu Atölyesinden mezun oldu. Resim, grafik ve şiirle örülü bir yaşam sürdü. Federico Garcia Lorca’yı kendi dilinden çevirebilmek için İspanyolca öğrenmesi onun azim ve çalışkanlığının örneklerinden biridir. Bu emek ve çalışkanlığı ödüller kazandırdı ona.”[4]
İspanyolca öğrenmesi, şiir tutkusunun, dahası Lorca tutkusunun bir sonucuydu. Lorca’yı kendi dilinden okuyabilmek, aslından çevirebilmek için öğrendiği bir dildi İspanyolca.
Paul Valery’nin, “Şiir, çevrildiği zaman kaybolan şeydir”; Robert Frost’un, “Şiir, bir başka dile çevrildiğinde yitip giden şeydir,” saptamasını tekzip edip, “Poema loquens pictura est/ Şiir konuşan resimdir” gerçeğini kanıtlarcasına yaptığı çevirilerle, özellikle Baudelaire çevirisiyle 1950’de Varlık Yayınları’nın açtığı yarışmada ödül alıp, birinci oldu. 1976’da Aragon’dan çevirdiği ‘Elsa’ya Şiirler’ başlıklı yapıtla Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü’nü kazanan Maden, Octavio Paz, Blaise Cendrars, Pablo Neruda, Paul Eluard, Saint-John Perse, Mayakovski, Baudelaire gibi ustaların şiirlerini çevirmekle kalmadı, Federico Garcia Lorca’nın tüm şiirlerini dilimize kazandırdı.
‘Gılgamış Destanı’nı da Türkçeleştiren Maden, insanlığın 5 bin yıllık şiir birikiminden derlediği örnekleri 1983’te ‘Şiir Tapınağı’ başlıklı yapıtta bir araya getirdi.
Maden, adsız şiirler, türküler, büyüler, destanların yer aldığı ‘insanlığın 5 bin yıllık şiir serüveni’ni ortaya koyan ‘Bir Şiir Müzesi’ adlı inceleme-antolojiyi tam 40 yılda titizlikle hazırlamıştı.
1955-1960 arasında duvar resimleri, tiyatro dekorları, sinema afişleri, sergi ve fuar panoları hazırlayan Maden, 1960’tan sonra ‘Yön’, ‘Türk Dili’, ‘Soyut’, ‘Sevk ve İdare’, ‘Yansıma’, ‘Varlık’ gibi birçok dergiden başka, pek çok yayınevine de kapak resimleri çizdi.
8 bin dolayında kitap ve dergi kapağı, çok sayıda amblem, kitap resmi, afiş, süreli yayınlar için sayfa düzeni, ambalaj, takvim ve özgün yazı karakterleri üreten Maden’in grafik konusunda ‘Simgeler’ (1990) adlı bir kitabı da bulunuyordu.
Uzun yıllar Beyazıt’taki Sahaflar Çarşısı’nda Elif Kitabevi’ni işleten felsefeci ve yazar Arslan Kaynardağ ise Maden’in grafik sanatımızdaki yerini şöyle dile getirmiştir: “Sait Maden’in yeri İhap Hulusi’ninkine benzer. İhap Hulusi nasıl afiş sanatında grafiği kabul ettirmiş, bu yolda öncü olmuşsa Sait Maden de başta kitap kapağı olmak üzere yayıncılıkta grafiğin yerini kabul ettirmiştir. Onun imzasını taşıyan kapaklar bu işin klasikleri arasında sayılmaktadır.”
Grafik tasarım alanında da büyük başarılara imza atan Maden, hayatını bağımsız ressam ve grafikçi olarak sürdürdü, bu alanda çok sayıda eser üretti, günümüze dek 8000 dolayında kitap ve dergi kapağı çizdi. 500 dolayında logo, süreli yayın, broşür, ambalaj, etiket ve çok sayıda siyasi amaçlı seçim afişi tasarladı. 1969’da Grafik Sanatçıları Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı; derneğin bir süre başkanlık görevini yürüttü. Bu süreçte çalışmaları yurtdışındaki yayınlarda yer alan Maden, 1979’da ülkemiz adına bir ilk olan ‘Başlangıcından Bugüne Türk Grafik Sanatı’ adlı kitap projesine başladı.
* * * * *
Refik Durbaş’ın, “Bilenler onu daha çok grafik ustası olarak bildi, bir de çevirmen olarak. Fakat grafik ustası, çevirmen, ressam ve çağdaş bir hattat olsa da Sait Maden’in yaptığı bütün işlerin altında her şeyden önce derin bir şiir tutkusu yatmakta… Çocukluğu Çorum’da halk ezgileri içinde, ninniler, ağıtlar, ilahiler arasında geçiyor. 12 yaşında heceyle, aruzla şiirler yazmaya başlıyor. Fuzulî’nin ‘Leyla ve Mecnun’unu baştan sona ezberine alıyor. Bir oturuşta aruz vezniyle yüz dize yazabilecek yetkinlikte ve ilk şiiri 14 yaşında yerel bir gazetede yayınlanıyor. Bir yıl sonra da bir şiiri İstanbul’da yayınlanan ‘Yenigün’de,” diye betimlediği Sait Maden’i, “Dünya Şiirinin Atlas’ı” diye tanımlayıp, eklemişti Doğan Hızlan da: “Kendi de şairdir, aynı zamanda Türkçeye dünyanın iyi şairlerinden, iyi çeviriler kazandırmıştır…”
“Dağlarca ile başlayıp Sedat Ümran’dan geçerek Osman Serhat Erkekli’ye ulaşan bir hat çizilebilir mi? Çizilebilir ise bu sorunsalı betimlemek olanaklı. Sait Maden, işte bu poetik damar içinde yer alır,” saptamasıyla ekler Yücel Kayıran:
“Sait Maden’in şiirinin tinsel evreni, ne bir toplumsallık içerir, ne tarihsellik, ne siyasallık, hatta ne de doğanın canlılığına dair bir emare. Canlılığını yitirmiş ve ağır çekimde seyreden bir devinim belki. Sanki nükleer bir felaketin ertesindeki dünyayı betimlemektedir. Maden’in şiirindeki özne, belli belirsizdir. Bir arzuyu dile getiren veya bir arzuda varolan bir ben değil, ‘varlık’ın emarelerine odaklanan bir kamera-ben. Sanki inanma evresini kaçırmış, varlığın gizem hâlinde açığa çıkan emarelerine odaklanmakla huzur bulan bir ben. ‘Boşluk’ adlı şiiri şöyledir: ‘Yürüyorduk nicedir. Ama sürüp gidiyordu yol:/ Tepeler ardından tepeler ve geçitsiz gök../ Aşağ’lardan yayılan ağır aydınlıkta gölgelerimiz/ koyu bir dumandı, bizi bakışlardan saklayan./ Ama nerden sezinledik bilemiyorum/ senin yanımızdan eksildiğini./ Ayaklarımızın dibinde sessiz genişliyordu gece’…”
Yine Turgay Gönenç de, Maden’in şiir dünyasının şöyle vurgulamıştı: “Şiirinin tarihsel serüvenini gerçek boyutlarıyla bilen, özümseyen bir ozan. Sait Maden dünya şiirini de aynı yetkinlikle biliyor. Bu iki olgu Sait Maden’in şiirinde önemli bir sentezi sağlıyor. Şiirin bir üstdil olduğu gerçeğiyle hiç çelişmeden, şiirinde, bir şairin kimliğini saklı tutarak dünyaya sesleniyor… Onun şiirlerini okurken, gerçek bir gözlemcinin, suskuyu nasıl çığlıklaştırdığını duyumsarım… Resimle iç içe yaşaması da şiirini sesle renk arasında gelgitlere taşıyor.”
“Şiirinde, yaşamın bütün duraklarını, geniş bir şiir panoramasında, belki de deyim yerindeyse coğrafyasında yazmıştır. Bazı şairlerin şiirleri ilk okunuşta, size şiirselliğin gizlerini vermez. Ama derin okumalarda, dünyayı, dünya karşısında insanı kavramayı şiir yoluyla, nasıl ustaca gerçekleştirdiğini görürsünüz…”[5]
* * * * *
Ve ‘Kimlik’ başlıklı şiiriyle noktalıyorum hemşerime dair yazdıklarımı:
“Ben de var oldum bütün bu nesneler arasında/ su gibi, ağaç gibi, ot gibi gerçek.
Kimi kanatlar öptü, kimi ayaklar alnımdan,/ ya sevinçten içerim pır pır; ya korkudan benzim uçuk.
Titredim karşısında dünyanın gün gün, saat saat/ taşlar arasında ben yüce, düşler arasında ben küçük.
Bütün değişimlerin durdum eşiğinde uykusuz/ bir yüzüm gecelerden içeri, bir yüzüm tanlara açık.
Ve tenle can arasında mevsimler boyu/ bir elim çöl, bir elim çiçek.
Her şeyle, her şeyle, her şeyle kardeşliğim var:/ Denizle kum, yaprakla çiğ, balıkla kılçık.
Dağın arka yamacında kalanlara kör/ Götüren kervan oldum bulut ve burçak.
Uçsuz bucaksız evrene oğullar, oğullar saldım,/ Atlar ki zor karanlığı yırtıp geçecek.
Tattım denizlerin tuzunu, bal sızdırdım güneşlerden,/ Yaşayanlarla öldüm, ölülerle dirildim; Ne kaldı çok çok?”
5 Mayıs 2015 11:47:52, Ankara.
N O T L A R
[*] Koyu Kırmızı, Yıl:1, No:2, Ekim 2015… Ümüş Eylül Dergisi, Yıl:5, No:19, Nisan-Mayıs-Haziran/ 2016…
[1] “Ölüler yaşayanlara öğretir.”
[2] Turgay Fişekçi, “Çorumlu ‘Baudelaire’perest”, Radikal, 20 Haziran 2013, s.31.
[3] Zeynep Oral, “Her Gidenle Eksilmek…”, Cumhuriyet, 7 Temmuz 2013, s.18.
[4] Gülsüm Cengiz, “Sait Maden’i Uğurlarken”, Evrensel, 22 Haziran 2013, s.2.
[5] Celâl Üster, “Şiirin Resmi, Resmin Şiiri”, Cumhuriyet Kitap, No:1291, 27 Haziran 2013, s.6.