Ana SayfaDARBE GİRİŞİMİ, MUSUL OPERASYONU, ROJAVA İLİŞKİSİ VE ABD/ SİNAN ÇİFTYÜREK

DARBE GİRİŞİMİ, MUSUL OPERASYONU, ROJAVA İLİŞKİSİ VE ABD/ SİNAN ÇİFTYÜREK

“Asker merkezli devletten polis merkezli devlete geçiş” başlıklı ilk yazımda darbe girişiminin iç bağlantıları, hedefleri ve alınacak tutum üzerinde durmuştum. Burada bölgesel, özellikle de Musul ile Batı Kürdistan’a yansımalarını ve Kuzey Kürdistan’da halkımıza yönelik son yılların büyük saldırısı başta olmak üzere “her şeyi FETO terör örgütü yaptı” aldatmacası ile darbe ve ABD ilişkisi üzerinde duracağım.

I – Türkiye’nin bu ortamda iç sorunlarına yoğunlaşması halkımızın lehinedir.

Her iç meselenin illaki bölgesel veya dış siyasal boyutu var olduğu gerçeği bugün Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan özelinde daha fazla geçerli. Türkiye’deki askeri darbe girişiminin iç iktidar hesapları belirleyicidir ancak bu iç hesaplar tarafların bölgesel politik hesaplarından kopuk değil. Şunun altını çizerek belirtmek istiyorum; Güney ve Batı Kürdistan’ın bu kritik sürecinde Türkiye’yi iç sorunlarına çekecek, enerjisini iç iktidar hesaplarına verecek bir gelişme hayırlıdır. Keşke İran İslam rejimini de iç sorunlarına gömecek benzer bir iç gelişme yaşansa.

Her defasında ertelenen Musul operasyonu hazırlıklarının bir kez daha yapıldığı basına yansıtıldı. 50 bin Peşmerge ile Kürtlerin Musul operasyonuna aktif katılımı tartışılıyor.  Bunlar olurken Irak, İran, Türkiye’nin, Peşmergenin katılacağı Musul operasyonuna ilişkin rahatsızlıklarını açık, örtük dile getirdikleri süreçte darbe girişimi oldu.

İran açıkça PDK-İ eylemlerini gerekçe göstererek Güney Kürdistan’ı “vururum” diye tehdit savururken; Türkiye, Musul yakınındaki Başika kampına 2014’ten beri yerleştirdiği tank birliğini, “IŞİD’e karşı Irak askeri ile Peşmergeyi eğitim” amaçlı olmayıp “Osmanlı bakiyem” dediği Musul, Kerkük’e “nasıl müdahil olurum” amacıyla tuttuğu açık. Çünkü Türkiye, IŞİD’in Musul’dan atılması ve sonrasında Musul’da aktif var olmak istiyor. Türkiye ve İran biliyor ki Musul’da IŞİD’in atılması sürecinde doğrudan (veya dolaylı) askeri olarak aktif olmazlarsa siyasal masada varlıklarının önemi olmayacak.

Türk devleti Rojava’da da uğursuz rolünü sürdürüyor. Rojava’da önce Kürtlerin coğrafik ve idari statü elde etmelerine karşı durdu, bunu önleyemeyeceğini anlayınca Rojava’nın coğrafik ve idari birliğine somutta da Kobanê ile Afrin’nin birliğinin önündeki engel olan Caraplus-Azez arasındaki bölgede IŞİD kontrolünün kırılmasına karşı durdu ama burada da ciddi engellerle karşılaştı. Uçak krizi nedeniyle Rusya’nın fiili olarak “sınır ötesini geçemezsin” tehdidine, ABD’nin askeri olarak Rojava’ya yerleşmesi eklenince fiilen askeri müdahalenin zor olduğunu görmüş ve ancak sınırın sıfır noktasında uzun menzilli toplarla sınır ötesini vurmakla yetinmek zorunda kalmıştı.

İran ile Türkiye’nin kökleri gerilere dayanan bölgesel hegemonya hesapları da dikkate alındığında, bağımsızlık hedefleyen Güney Kürdistan ve federasyon yönelimine giren Rojava bu iki bölgesel devletin bazen çatışan bazen de örtüşen hesaplarının kıskacında nefes almakta zorlanıyor. Tam da bu nedenle en azından bir süre Türkiye’yi iç iktidar hesaplarına çekecek gelişme halkımızın lehinedir diyorum.

Şunu da ekleyelim; bölgenin önemli bir ordusu olan TSK’nin darbe girişimi sonrası yaşadığı moral çöküntü ve prestij kaybı, özellikle polisin kamuoyu gözü önünde generalleri evire çevire dövmesi;  TSK’nin zaten bir süredir kimlik bunalımıyla karşı karşıya kalması yani Batıya (Pentagona) bağlı laik-modern doku ile bağlı olduğu siyasal iktidarın dini kimlikli yapılanma dayatması arasında sıkışması ve önemlisi Avrasyacı eğilimler ile Pentagona bağlı TSK’nin gelecekteki muhtemel çatışmaları; dün TSK’da Avrasyacı generalleri tasfiyede farklı hesaplarla örtüşen ABD- Cemaati-AKP (Erdoğan) bloğunun bugün dağılması …  Bütün bunlar halkımızın ulusal özgürlük ile Türkiye halklarının demokrasi davasının yararınadır.  Elbette değerlendirebilirsek.

II – Darbe girişiminde ABD’nin parmak izleri var mı?

Türk Ordusundaki kurmay subaylarının Pentagonun rahle-i tedrisatından geçtikleri gerçeği ortada olduğuna göre; Gülen ve Cemaat merkezinin ABD’de bulunduğu gerçeği; ABD’nin, Ortadoğu ve genelde Afganistan-Mısır-Ukrayna üçgenindeki ufak gelişmeleri takip etmeyi emperyal çıkarları açısından hayati önemde görmesi ve Türkiye’nin halen bu çıkarları için kilit ülke konumu; Cemaat taraftarlarının darbe girişiminin aktif bileşenleri arasında yer aldığı gerçeği; üstüne üstlük darbe günler öncesinde “ben geliyorum” diyorsa ve Türk istihbaratı Ordudaki bazı olağandışı hareketlilikten rahatsız olup bunun nedenini soracak kadar takipteyse… ABD istihbaratının (CIA) haberdar olmaması mümkün mü? Değil! Peki, buradan kalkarak “ABD doğrudan darbenin planlayıcısıdır” denilebilir mi? “Hayır” denilemez. ABD’nin (Batılı müttefiklerinin) pozisyonu bu ikisinin ortasında bir yerde duruyor. ABD doğrudan planlayan-destekleyen pozisyonda değil, tavrı daha çok “madem böyle bir arayış var dur bakalım ne yapacaklar izleyelim” şeklinde özetlenebilir.

ABD’nin, darbe girişiminin kaderi belli oluncaya kadar resmi tutum açıklamaması “dur bakalım ne olacak” bekle gör tutumu kadar “şu Erdoğan, AKP iktidarı hırpalansa iyi olur” beklentisini de içermektedir. Sonuç olarak AKP hükümetinin, Erdoğan’ın ve TSK’nin darbe girişimi sürecinde hırpalanıp iç siyasete odaklanmaları, izlediği bölge siyaseti nedeniyle ABD’nin de hesabına gelmiştir.

Erdoğan, AKP iktidarındaki Türkiye, NATO’dan dolaysıyla AB’den tümüyle ayrılır mı? Yönünü Avrasya’ya yanı Şanghay ittifakına döner mi? Böylece 150 yıllık “batılılaşma” hedefinden vazgeçip eksen değiştirir mi? Çok zor ama dilerim Erdoğan ve ekibi böyle bir adım atar. O zaman gerçekten hem askeri hem de ekonomik olarak hükümetin ötesinde Türk devleti ciddi hatta köklü bir sarsıntı geçirir ki bu, ulusal özgürlük ve sosyalizm mücadelesinde halkımıza, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde Türkiye emekçilerine yeni fırsatlar yaratır. Dolaysıyla şu sorunlama kilit önemdedir çünkü başarısız darbenin, darbe işlevini üstlenmesi gibi bir sonuca yol açabilir.

Eğer Türk devleti ve elbette AKP hükümeti, Güney Kürdistan hükümetinin bağımsızlığı hedefleyen tutumunu destekleyip “yanındayım” derse;

Eğer Rojava’ya saldırı siyasetini bırakıp tanımaya yönelirse;

Eğer Erdoğan ve AKP iktidarı bundan böyle beklentilerin aksine daha çok İslamlaşma yerine laisizme ve Kemalizm’e yönelirse ve buna uygun ittifaklar kurarsa yani TSK’nin toparlanması ve polis devletinin güçlendirilmesini ulusalcılarla birlikte başarırlarsa;

Eğer süreçte yeni müttefikleriyle halkımızın özgürlük mücadelesini ve Türkiye demokrasi güçlerini hedef tahtasına koyarsa …

O zaman başarısız darbe, darbe işlevini üstlenmiş demek olacaktır. O zaman ilk adımda Erdoğan/AKP, bilumum ulusalcılarla ortaklaşıp Cemaatçıları tasfiye edecekler sonra Kemalistler, ulusalcılar ve tabi ABD, “devlet yeniden eksenine oturtuldu” dedikleri anda Erdoğan ile AKP’yi tasfiyeye yönelebilirler ki epeyce AKP’liden de destek alabilirler.

III – “Her şeyi FETO Terör Örgütü yaptı” propagandası.

*28 Aralık 2011’de Roboski katliamı yapıldığında o zaman daha AKP ile Fethullahçılar iktidar ortağıdırlar. AKP ve Erdoğan ekibinin, başarısız darbe girişimi ardından hükümet ve devleti temize çıkartmak için harekete geçtikleri görülüyor ki Damat bakan “Roboski yeniden araştırılabilir” diyerek Fethullahçıları işaret etti.

*Rus uçağı 24 Kasım 2015 tarihinde düşürülür, Başbakan Ahmet Davutoğlu bir gün sonra AKP grup toplantısında böbürlenerek “Uçağın vurulması emrini bizzat ben verdim” der. Çok geçmeden Erdoğan, Rusya’dan özür diler ve anlaşırlar. Başarısız darbe girişiminin ardından uçağı düşüren pilotlar gözaltına alınıp tutuklanır. Rusya’ya verilen mesaj “hükümet yapmadı, FETO terör örgütü mensupları yaptı” şeklindedir.

*Hükümet ve özellikle Erdoğan, 2. Ordu Komutanı Adem Huduti ve ekibini, son bir yıldan beri Silvan’dan başlayıp Cizre, Sur, Şırnak ile devam eden kentlerimizin yakılıp yıkılması sürecinde, önce “terörü bitiren kahraman asker” deyip ödüllendirdiler. Başarısız darbe sonrasında, Huduti başta olmak üzere 2. Ordu’da tutuklanan askerlerle “aslında kentlerin yakılıp yıkılması, bodrumlarda insanların toplu yakılması görüyorsunuz ki FETO terör örgütü işi” derse şaşırmayın.

*Yine “Suriye ile de ilişkileri düzeltmek istiyoruz” diyen Başbakan Yıldırım yarın öbür gün “zaten ilişkilerimizi bozan da FETO terör örgütüydü” derlerse garipsemeyin.

Erdoğan ve AKP hükümeti algı operasyonu için bunları yapabilir bunu anlarız ve karşı tutum alırız. Fakat dileriz Kürt siyasetinde özellikle PKK cephesinden de benzer açıklamalar yarın gelmez! Geçmişte hükümet ile “çözüm görüşmeleri” devam ederken Öcalan ve KCK’den benzer kimi açıklamalar gelmişti. Örneğin:

*KCK geçmişte sıkça “Türkiye’de barış sürecini polis ve ordu içindeki Gülencilerin sabote ettiğini” öne sürmüştü.

2015 yılındaki Cizre olaylarında Devlet, hükümet, PKK, DTK’nın ortaklaştıkları  “provokasyon” açıklaması ile Paralelcilere gönderme yapılmıştı ki Öcalan da açıkça “paralel işi” vurgusunu yapmıştı. Hatip Dicle tarafların arasına sızmış unsurlar bu olayları çıkarıyor” ya da “çözüm sürecini ‘Paralel’ denen güçler ilerletmek istemiyor, süreci baltalamak istiyor” diyerek Paralel yapıyı işaret etmişti. Cizre Belediye Başkanı Leyla İmret ise “paralel yapının HÜDA PAR ile HDP arasındaki gerilimi kışkırttığını” belirtip hükümete çağrıda bulunarak, “Cizre’ye sürecin ruhunu anlamış kamu görevlilerinin gönderilmesini” bile talep etmişti!

Hele ki Demirtaş; “Cizre’de Hükümetten bağımsız kuş uçmaz. Orada her şeyi ‘Paralel yapı’ ile açıklama kolaycılığına kaçmamak gerekiyor. Cizre’nin kaymakamını Fethullah Gülen atamıyor. Emniyet müdürünü de Ekrem Dumanlı belirlemiyor. Hepsini AKP atadı. Cizre’de bir provokasyondan söz edilecekse bu AKP provokasyonudur” diyerek en azından hükümeti hedef gösterdi.

“İster doğrudan derin güçleriyle ister taşeron yapılarıyla yapılmış olsun Cizre olayları devletin plan ve hesapları dışında düşünülemezİşi paralel yapıya yükleyen her yaklaşım siyasi körlük olup devleti ve AKP hükümetini temize çıkartmaya hizmet edecektir. Kaldı ki AKP hükümeti adı altında 2002-2012 yıllarında Cemaat ile Erdoğan ekibi her şeyi birlikte yaptılar yani suç ortağıdırlar. Zaten söz konusu Kürdistan özellikle de Cizre-Botan bölgesiyse; derin devlet ile resmi devletin örtüştüğünün, tüm alt aktörlerin devletin asıl konsepti çerçevesinde hareket ettiklerinin yakın tarihimizde sayısız örneği olduğu bilinir” demiştim.  (21.01.2015 tarihli ve Cizre’de paralele değil rejimin yaptıklarına bak başlıklı yazım)

Kısacası dün de bugün de Paralel yapıyı; işlenen toplu katliamların, bodrumlardaki yakılmaların, kentlerimizin başımıza yıkılmasının yani Kürdistan ve Türkiye halklarına yapılmış ne kadar kötülük varsa sorumlusu gösterip hükümet ve devleti temize çıkarmak hatasına düşmemeliyiz. Hükümetin bu yöndeki algı operasyonuna katkı koyacak açıklamalardan özellikle KCK yönetimi ile HDP’yi uzak durmaya çağırıyorum.

IV – AKP Hükümeti özellikle Tayyip Erdoğan herkesten şüphe ediyor.

MİT başkanı 15 Temmuz günü saat 16.00’da Genelkurmay’ı darbe girişiminden haberdar etmiş ve Hulusi Akar ile görüşmüşse;  buna rağmen MİT’in, Cumhurbaşkanı’nı haberdar etmesi saat 20.00’ye kadar gecikmişse; Erdoğan El Cezire televizyonuna “Darbe haberini eniştemden duydum” demek zorunda kalıyorsa; MİT  “İstihbaratın teyidini bekledik” türünden komik bir açıklama yapıyorsa; halen “bazı karargâhların ve komutanların darbe gecesine ilişkin pozisyonu net değil, ciddi kuşkular var” deniyorsa; yani darbe girişimi konusunda “bildiklerimiz henüz buzdağının görünen ucuna benziyor; Demirel’in deyişiyle ‘Turpun büyüğü heybede’ gibi görünüyor” iddiaları doğruysa; Erdoğan “darbe bastırıldı ancak tehlike devam ediyor” söylemini salt propaganda amaçlı söylemiyorsa ve ABD’nin yukarıda özetlediğim pozisyonu doğruysa; ayrıca TSK’nin özetlediğim yıpranması sadece CHP, MHP değil AKP içerisindeki devletçi-ülkücü kadrolarda da ciddi tepki yaratıyorsa; asker-polis çatlağı derinleşme potansiyeli taşıyorsa; üstüne üstlük şayet yakında gerçekleşecek olan buluşmada Erdoğan, Putin’i Batı karşısında sığınak olarak görmeye başlarsa… Erdoğan başta olmak üzere çekirdek iktidar kliği tam anlamıyla mayın tarlasının içerisinden geçiyor demektir. Erdoğan ve ekibinin iktidar sürecinin en zor günlerini yaşadıkları kanaatindeyim.

Sonuç olarak; hükümeti ve esas Türkiye rejimi, istikrar istiyorsa, darbesiz demokrasi istiyorsa “fırsat bu fırsat” diyerek Kürdistan meselesi, Alevi ve diğer halklar ile inançlar meselesini çözmeye yönelmelidir. Halkımız ve siyaseti ise önce kendi ulusal ittifakını, sonra Türkiye devrimci güçleriyle demokrasi ittifakını hedeflemelidir. 29.07.2016

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights