Ana SayfaNIVÎSKARÊN80 Yıl Önce Öldürülen KPD Başkanı Ernst Thälmann ve Antifaşist Birlik Girişimleri

80 Yıl Önce Öldürülen KPD Başkanı Ernst Thälmann ve Antifaşist Birlik Girişimleri

Enver Şen / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

“Kim Hindenburg’u seçerse, Hitler’i seçmiş olur. Kim Hitler’i seçerse, savaşı seçer.” Bu, Ernst Thälmann liderliğindeki KPD’nin 1932’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki ana sloganıydı.

Ernst Thälmann (16 Nisan 1886 – 8 Ağustos 1944), 1 Eylül 1925’ten tutuklandığı 3 Mart 1933’e kadar KPD (Almanya Komünist Partisi) başkanlığı yaptı. Thälmann, yanındaki yoldaşı ve sekreteri Werner Hirsch ile Berlin’in Charlottenburg ilçesinde partinin gizli ev olarak kullandığı binaya girerken tutuklandı. 11 yıldan fazla süren tutukluluktan ve işkenceden sonra, Hitler’in emriyle Ağustos 1944’te kurşuna dizilerek katledildi. Tutuklandıktan iki gün sonra, 5 Mart 1933’te Almanya’da genel seçimler vardı. 13 Mart 1932’de birinci ve 10 Nisan 1932’de ikinci turu yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Cumhurbaşkanı seçilen eski general 84 yaşındaki Paul von Hindenburg, 30 Ocak 1933’te Hitler’i Şansölye olarak atadı. Gücü ele geçiren NSDAP (Nasyonal-Sosyalist Alman İşçi Partisi) tüm devlet kurumlarını kontrol altına almak için hiçbir şeyden çekinmedi. 27 Şubat 1933’teki Reichstag (Almanya Parlamento Binası) yangını, faşistler için ele geçmez bir fırsat oldu. Bu bahaneyle başta komünistler olmak üzere tüm demokratlara karşı sürek avı başlatıldı. Ülkede her gün yüzlerce insan tutuklanıyordu. Tutuklular, ilk olarak 22 Mart 1933’te NSDAP tarafından kurulan Dachau toplama kampına gönderildiler. Faşistler daha sonraları Almanya’nın tamamını bir toplama kampına çevirdiler. Heinrich Himmler (7 Ekim 1900 – 23 Mayıs 1945), Nazi Almanyası’nın önde gelen isimlerinden biri olup, aynı zamanda Holokost’un 1. derecedeki planlayıcısı ve sorumlusudur. Münih’te polis müdürü olarak kampı “siyasi tutuklular için ilk toplama kampı” olarak tanımlamıştır. Bilindiği gibi, bu kamplarda başta Yahudiler olmak üzere 6 milyonun üzerinde insan yakıldı. Yahudilerin dışında kitlesel katliamlar Sinti ve Romalara, komünistlere, sosyal demokratlara, Sovyet esirlerine, kısacası faşist olmayan herkese karşı uygulandı.

Birinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra, başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa’da işçi sınıfı partileri arasında, özellikle Sosyal Demokratlar ve Komünistler arasında çelişkiler her gün artarak devam etti. Almanya’da 1918/19 Kasım Devrimi başarısızlığa uğradı. Spartakus hareketi ve ayaklanmanın liderleri Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht, Berlin’de Sosyal Demokrat emniyet müdürü Noske’nin emriyle öldürüldüler. 13 Aralık 1928’de SPD’li Berlin emniyet müdürü Karl Zörgiebel, Berlin’de her türlü gösteri ve protestonun yasaklandığını belirtti. 29 Mart 1929’da Prusya İçişleri Bakanı (SPD’li Carl Wilhelm Severing) bu yasağı tüm Prusya için genişletti. 1 Mayıs 1929’da KPD işçileri, emekçileri ve halkı, bayramlarını barışçıl bir şekilde kutlamaya çağırdı. Karl Zörgiebel emrindeki polis, yürüyüşe saldırdı ve 33 emekçi katledildi. O günden bu güne “Kanlı Mayıs” olarak anılır. Bu gelişmeler zaten var olan işçi sınıfı partileri arasındaki ayrılığı (buna düşmanlık da diyebiliriz) daha da derinleştirdi. Uluslararası arenada ise özellikle 1924’ten itibaren Komintern’de tartışılan sosyal demokratlar ve faşistler “ikiz kardeşler” tezi, iplerin tamamen kopmasına neden oldu. Artık sosyal demokratlar “sosyal faşistler” olarak anılıyordu. Bu tez maalesef Komintern’in 6. (17 Temmuz – 1 Eylül 1928) kongresinde kabul edildi. Ancak 25 Temmuz – 20 Ağustos 1935’te yapılan 7. Kongrede Komintern bu ağır hatadan vazgeçti. Faşizme karşı yeni halk cepheleri oluşması için çalışılmasını gündemine aldı ve tüm üye partilerin bu yönde çalışmalarını önerdi. Bir yanlıştan dönülmüştü, ancak işçi sınıfı arasındaki ayrılık öyle bir kararla kaldırılacak değildi, olmadı. Etkileri günümüze kadar uzanan sınıf içi kavgalar ve düşmanlıklar, sadece burjuvazinin işine yaradı, yarıyor. Ortak hareket ve birlikler için doğru zamanın seçilmesi de aynı derecede önemlidir.

Burada Victor Hugo’nun “Hiçbir şey zamanı gelmiş bir fikirden daha güçlü olamaz” söylemini hatırlamakta fayda var. Yukarıda belirtildiği gibi, 20. yüzyılın başlarında komünistler ve sosyal demokratlar arasında başlayan birbirini baş düşman görme durumu birçok oluşumu da engelledi. Bu kavgalar içinde Komintern 1923 yılında Dünya Antifaşist Birliği “Antifaschistische Weltliga” kurulması çalışmalarına başladı. Bu karar özellikle İtalya’da faşistlerin giderek hakim olması ve aynı zamanda Bulgaristan’daki monarşist-faşist rejimin güçlenmesini, giderek tüm Avrupa’ya yayılmasını önlemeye yönelikti. 1923’te Clara Zetkin genişletilmiş bir Komintern toplantısında faşizmi şöyle tanımlıyordu: “Faşizm; aç bırakılanların, yaşam hakkından mahrum bırakılanların, kandırılmışların, hiçbir şeyi olmayanların yanlış yere yönelimi ve hareketidir.” Bu da dünya burjuvazisinin bugünkü savaş tarzıdır. Ona karşı işçi sınıfının ortak hareket etmesi gerektiğini belirtiyordu. KPD (Almanya Komünist Partisi) daha 1923 yılının ilk aylarında Frankfurt’ta yaptığı bir toplantıyla zaten çalışmalara başlamıştı. Dünya Antifaşist Birliği çalışmalarına ağırlıklı olarak Almanya, Avusturya, Çekoslovakya, Fransa, İtalya, ABD, İskandinav ülkeleri ve komünist partileri katıldı. Daha birçok ülkede de komünist, sosyalist ve ilerici gruplar çalışmaları ilgiyle izliyordu. Uzun süreli çalışmalardan sonra, 1923 yılı Kasım ayında “Faşizme karşı! Gerici terör saltanatına ve beyaz teröre karşı” şiarı altında Dünya Antifaşist Birliği’nin kurulması için start verildi. 10 Aralık 1923’te Berlin’de birliğin ilk ve tek kongresi 14 ülkeden 54 katılımcı ile yapıldı. O süreçte özellikle Almanya’da gelişen olaylar, sosyal demokratlarla olan çatışmalar, KPD’nin kısa süreli kapatılması ve belki de en önemlisi zamanın buna uygun olmaması birliğin işlevsiz kalmasına neden oldu.

Tekrar Victor Hugo’nun söylediğine dönersek, zamanı gelmeyen düşünceler genellikle herhangi bir etki göstermiyorlar diyebiliriz.

03.09.2024

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights